Ne var ki, bırakın Ergenekonvari(!)
sanal ihtilal planları yapmayı, Arınç’ı teyit edercesine, orduda sahiden de anılanı
fiile geçirebilecek lider vasıflı bir komutan yoktu. Ana sorunda burada yatıyor
aslında. Mevcut komuta kademesi, belki de Cumhuriyet tarihi’nin en şanssız bir ‘jenerasyonlar
buluşmasıydı’. Pekiyi ne halt yemeye böyle sakin, kuzu mizaçlı – üstelik Bitlis Paşalar gibi aksiyon adamları da aralarında
değilken(!) – geriye kalan kararsız hem de zararsız Paşaların, tehditkâr(!)
durumları varmıydı da, adamların boş yere başını yaktınız. Ama hepimizin
bildiği gibi bunun nedeni, daha da büyük bir ihanet, delalet ve de şerefsizlikle
ilişkiliydi. Çünkü vatan satılmıştı. Çünkü orduya, emzirmeleri tarafından Okyanuslu
sütninenin arzuladığı biçimde, bir gözdağı verilmesi gerekiyordu, zira çuval
senaryosu kesmemişti.
Yani öz Türkçesi, amaç üzüm yemek
değil; ama bağcıyı dövmekti. Ve bizim ordunun uysal ve biatkar durumu, tam da
bu senaryo için biçilmiş kaftan gibiydi. Tıpkı yurt dışında olan dürüst ve iyi
niyetli ordu görevlilerinin bile, tıpış tıpış dönüp kendi ayaklarıyla tavşan
kapanına düştükleri gibi. Hele “Kocalık ve babalık
hakları” bile ruhsuz pespayelerin gaspına uğrayan ve bu vatan hainlerinin
20 şer yıl, sanki yandaşlarına örtülü ödenekten 20 şer paket nohut dağıtırmış gibi
cezalar kestiği vatan evlatlarının, içine kapatıldıkları lahit mezar gibi
hücrelerinde, kaderlerine terk edilmelerini ise, değil normal vatandaş yüreği, sapkın insan kasaplarının bile vicdanları almaz. Bu
şeref düşkünlerinin yaptığını hangi beşer, hangi beşere yapardı. Ve elbette
bunların da hesabı sorulacaktır.
Eee şimdi
gel de söyleme: Bu ülkede iktidarla muhalefetin, bütün sosyo-ekonomik
hayati konuları bir kenara koyup uyum içinde anlaşabildikleri tek konu ne
hikmetse(!) askeri darbelerin olmaması meselesidir.
İyi de nasıl olmayacak bu. Burası sosyal paradokslar ülkesi ve adı da Türkiye’dir.
Yani Yüce Atatürk eliyle kuruluşundan itibaren, bırakın 100 seneyi, neredeyse 20
sene sonra bile laik, demokratik Cumhuriyeti istikrarla yaşatamayan; ama
ağızlarından adil demokrasi(!) sakızını
düşürmeyen siyasilerin vatanıdır. Ne kadar eşitçi ve çoğulcu demokratik adalet(!) dağıtabildiklerini ve de
bundan ne anladıklarını(!) esasen görüyor ve
kahırla da yaşıyorsunuz.
Şayet düşe kalka da olsa, Demokrasi
bu ülkede bugünlere kadar gelebilmişse ve Mendereslerden bugüne kimlerin gelip
gittiği ülkenizde, başınızdaki kafayı bile
iktidar yapabilmişse, bu durum, arada sırada askerin siyasete parmak atmasıyla
sağlanabilmiştir. Her ne kadar adına darbe de
diyorsanız. Yani asker siyasi hayatı, hep başladığı emperyalist ümmet noktasına
geri taşıyan fasit döngü içinden çıkarmış, en azından spiral helezonik bir
yapıya sokarak, siyasilere hiç olmazsa mekân atlatmış, onlar da kendi
kendilerine çağ atladıklarını(!)
sanmışlardır. Aslında böyle de bakabiliriz bu konuya ki, hiç de yanlış olmaz.
Şimdi de böyle bir darbe olsaydı fena mı olurdu acaba hepinizin adına siyasiler!
Hatta eski tilki rahmetli İnönü’nün, usta bir manevrayla son döneminde artık
kontrolden çıkan CHP içinde ki yozlaşmanın, manevi sorumluluğundan kurtulmak
adına, çok partili sisteme biran evvel geçerek, gömleği DP ye bilinçli olarak
teslim etmiş olabileceğini de tartışabiliriz. Neticede Menderesin asılmaması
için yaptığı gayretler de akamete uğramış ama kendisi pirim kazanmıştı(!)
İşte tam da bu kritik günlerde
sahiden de bir darbe gelmiş olsaydı, birileri beladan, tere yağdan kıl çeker
gibi sıyrılır topu yeni iktidara atar, bunu da avantaja dönüştürüp erketeye
yatar, diğerleri de ucuz yoldan ve havadan iktidar olurken, gidenlerin sebep
olduğu bütün belayı da üstlenmek zorunda kalırlardı. Yani beygir aynı beygir
ama binici değişmiş olurdu. Bunu da unutmayın siyasiler! Önce kendi oto
kritiğinizi yapmak ve darbe olmamasını talep edebilmek için de, her şeyden önce
kendi gerçeklerinizle yüzleşmek zorundasınız. Bunu da dikkate alın lütfen.
Şimdi ise, artık ordu da sizden desteğini
çekmiş görünüyor ve ne haliniz varsa görün diyor. Ne
o; yoksa şimdide onu yine olayların içine mi çekmek istiyorsunuz acaba(!) Bir düşünün, ordumuzun sayısız başka
emsallerde olduğu gibi, ülkenizde kendisi adına darbe yaptığını
söyleyebilirmisiniz? Şayet öyle olsaydı, ordunun 1960’dan beri bizatihen Hükümet
olması gerekmezmiydi? Kim veya hangi seçim düzeneği, onu yerinden oynatabilecekti
ki? Burada bana hayır diyebilirmisiniz şimdi.
Bir söz de CHP’ye söylemek
gerekirse; bulmuşsunuz Kılıçdaroğlu gibi ahde vefa sahibi, dürüst ve doğuştan
emekçi bir lider, kıymetini bilin. Her taşın altında bırakıp da harcatmayın
adamı, siz de gerekeni daha büyük bir özveriyle, gerektiği mekân ve zamanda
uygulayın ki, sonuçta söz söyleyebilmek haklarınız olsun. Sadece oturduğu
yerden bazılarının(!) her şeyi bilir pozunda, bilgiç
sloganlar atması çok kolaydır. Arada
bir riski de paylaşabilmek lazım.
Ordumuz şeriatçıdan önce,
emperyalistler için de ülkemizin bir emniyet sübapıydı aslında. Nerede şimdi o
ordu, Hasdal da mı? Yoksa Silivri’de mi? Ya da emekli mi oldu acaba. Haydi, adil(!) ve demokratik(!) seçim yoluyla gelin
iktidara da görelim bakalım şimdi siyasiler! Emperyalist, Türk’ün vatanında, dirençsiz ve
itirazsız, tahminlerinin de fevkinde kolay iktidar olmuşken ve başka da hiçbir
sömürgede bu kadar kolay iktidar olamayacakken, şimdi ‘biz
almayalım lütfen siz buyurun’ diyerek uslu uslu iktidarı size bırakır mı
sanıyorsunuz. Daha çok beklersiniz. Allah hepimizin
yardımcısı olsun. Başka da ne diyelim ki.
Bütün bu parodik(!)
güncelde, mevcut genel duruma neresinden bakılsa, tek suçlunun maalesef, yüce
Atatürk’ün şerefli Türk Ordusunun görev sorumluluğunu, çoğunluk itibarıyla
taşıyamayan ve kalıbının adamı olup, elini taşın altına sokamayan
komutanlarımız olduğu anlaşılıyor. Hasdal ve Silivri’deki istisnaları ne yazık
ki bu genelgeyi bozamadı. Hepimizin şerefi ve onuru demek olan ordumuzu, bu ağlanacak
durumlara düşüren nedene üzülerek baktığımızda, bu çaresizliğin bizi de umutsuzluğa
düşüren asıl neden olduğunu, itiraf etmek zorunda kalıyoruz. Ordularını, kozmik
odalarına kadar düşmana teslim eden
magazin(!) komutanları, iyi ki de ellerine silah verilip cepheye yollanmadılar
diyesi geliyor insanın bu durumda. Hiç de istemediğimiz ve düşüncesi bile
uykularımızı kaçırdığı halde, birilerine(!) hak vermek zorunda kalıyoruz ne
yazık ki.
Bugünkü konumunda ki ordumuzda
maalesef, Ergenekoncu(!) diye lanse edilenlerin dışında geriye kalan komuta
kademesinin altında, subay, astsubay ve askerlerden oluşan demirbaş kadroya asal
ordu denmesi gerektiği anlaşılıyor. Yukarıda adam kalmadığına göre, bu
durumda da olması gereken dik duruşun, halk ile birlikte askeri tavandan değil
ama askeri tabandan gelmesi zorunluluk
kazanıyor artık. Bu çok hayati milli davamızdır. Bu tanımla, gerçekte olmak
veya olmamak meselemizin, ancak araya sızan oportünist kocabaşları dışarıda
bırakmak kaydıyla, halk ve ordu tabanına
yakışan bir çözümü olabileceğine inanıyoruz.
§ Şimdi burada
eğri oturup ama doğru kalarak, günah çıkarmamız gerekiyor. Beğenelim,
beğenmeyelim, sivil, resmi bütün görev adamları neticede bizim insanlarımızdır.
Mevcut şartlarda kendilerine göre doğru veya yanlış kararlar almış olabilirler,
bu da doğrudan kendilerini bağlar. Ne var ki onların yerinde hepimiz
olabilirdik. O halde bizatihen kendimize soracağımız ‘ben
onun yerinde olsam ne yapardım’ sorusuna da tamamiyle tarafsız ve dürüst
cevap verebilmemiz gerekmez mi? Ve ancak da bu soruyu hakkıyla cevaplandırabilmişsek(!)
başkaları adına da yorum yapabilir kabul
edilir olmazmıyız aslında. §
Başında dirayetli komuta kademesi
olmayan ordu ne işe yarar, çıkıp dağlara tüfeğiyle golf oynasın daha iyi olur. Diyerek
havlu atmamızı bekleyen Amerikalı, bizim, gıyabında hesap yapılamaz Türk Ulusu
olduğumuzu bir türlü anlamıyor ya da anlamak istemiyor.
Coni boşuna bizim buralarda takılma
Emmioğlumun saflığına da
kapılma
Gürlerse çağlardan akan sular
yine meydane
Dönüverirsin pejmürde halinle
anında virane
Dinle harami arifin sözünü
Yaşamansa sonun olur Türkün
özünü
Sense uşağım, akil ol tut
kafanı serin
Bil ki bu işin arkası sandığından
da derin
Dikkatli ol gelme tufaya,
deşilme sakın
Unutma ki rahmetli atan
Sana yüreğin kadar yakın
Çünkü onu
Vallahi ne yapsan kesmez, hani ramak da kaldı artık tepesini attırmana. Bir
ayağa kalkmaya görsün, inan ki seni, adedini bile saymadan küfeleyecektir. Hem
bu bağlamda yanlış hatırlamıyorsak, galiba ödeyeceğin bir çuval borcunda vardı bizim
Emmioğluna. Öyleyse hesabın da kabarıyor hani! Biz söyleyelim de…
Serendip
Altındal
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder