26 Eylül 2012 Çarşamba

SERZENİŞ..

            Bir zamanlar, İlker Paşaya, “Keşke görevdeyken vursaydın da o yumrukçuğunu masaya...” diye serzenişte bulunmuştum. Pekiyi İlker Paşa ne yapsaydı, istifa etmekten başka. Bu kimin umurunda olurdu ki, hatta işlerine bile gelirdi. Bunu söylerken de, aslında bir askeri duruş mu sergilemesini beklediğimizi ifade etmek istemiştik acaba? Vakta ki öyle bile olsaydı, bu harekât bir ihtilâl mı; yoksa 27 Mayıs 1960’da ki gibi bir sanal devrim mi olurdu? Aslında ikisi de olmazdı; ama hiç kuşkusuz ki TSK’nın şanına yakışan bu erdemli girişimiyle, şartlar gereği tecelli etmek zorunda olan şerefli bir Kuvayi Milli dayanışma, halk tabanında da yankılanır ve de tarihe geçerdi.
            Ne var ki, bırakın Ergenekonvari(!) sanal ihtilal planları yapmayı, Arınç’ı teyit edercesine, orduda sahiden de anılanı fiile geçirebilecek lider vasıflı bir komutan yoktu. Ana sorunda burada yatıyor aslında. Mevcut komuta kademesi, belki de Cumhuriyet tarihi’nin en şanssız bir ‘jenerasyonlar buluşmasıydı’. Pekiyi ne halt yemeye böyle sakin, kuzu mizaçlı – üstelik Bitlis Paşalar gibi aksiyon adamları da aralarında değilken(!) – geriye kalan kararsız hem de zararsız Paşaların, tehditkâr(!) durumları varmıydı da, adamların boş yere başını yaktınız. Ama hepimizin bildiği gibi bunun nedeni, daha da büyük bir ihanet, delalet ve de şerefsizlikle ilişkiliydi. Çünkü vatan satılmıştı. Çünkü orduya, emzirmeleri tarafından Okyanuslu sütninenin arzuladığı biçimde, bir gözdağı verilmesi gerekiyordu, zira çuval senaryosu kesmemişti.
            Yani öz Türkçesi, amaç üzüm yemek değil; ama bağcıyı dövmekti. Ve bizim ordunun uysal ve biatkar durumu, tam da bu senaryo için biçilmiş kaftan gibiydi. Tıpkı yurt dışında olan dürüst ve iyi niyetli ordu görevlilerinin bile, tıpış tıpış dönüp kendi ayaklarıyla tavşan kapanına düştükleri gibi. Hele “Kocalık ve babalık hakları” bile ruhsuz pespayelerin gaspına uğrayan ve bu vatan hainlerinin 20 şer yıl, sanki yandaşlarına örtülü ödenekten 20 şer paket nohut dağıtırmış gibi cezalar kestiği vatan evlatlarının, içine kapatıldıkları lahit mezar gibi hücrelerinde, kaderlerine terk edilmelerini ise, değil normal vatandaş yüreği, sapkın insan kasaplarının bile vicdanları almaz. Bu şeref düşkünlerinin yaptığını hangi beşer, hangi beşere yapardı. Ve elbette bunların da hesabı sorulacaktır.

            Eee şimdi gel de söyleme: Bu ülkede iktidarla muhalefetin, bütün sosyo-ekonomik hayati konuları bir kenara koyup uyum içinde anlaşabildikleri tek konu ne hikmetse(!) askeri darbelerin olmaması meselesidir. İyi de nasıl olmayacak bu. Burası sosyal paradokslar ülkesi ve adı da Türkiye’dir. Yani Yüce Atatürk eliyle kuruluşundan itibaren, bırakın 100 seneyi, neredeyse 20 sene sonra bile laik, demokratik Cumhuriyeti istikrarla yaşatamayan; ama ağızlarından adil demokrasi(!) sakızını düşürmeyen siyasilerin vatanıdır. Ne kadar eşitçi ve çoğulcu demokratik adalet(!) dağıtabildiklerini ve de bundan ne anladıklarını(!) esasen görüyor ve kahırla da yaşıyorsunuz.
            Şayet düşe kalka da olsa, Demokrasi bu ülkede bugünlere kadar gelebilmişse ve Mendereslerden bugüne kimlerin gelip gittiği ülkenizde, başınızdaki kafayı bile iktidar yapabilmişse, bu durum, arada sırada askerin siyasete parmak atmasıyla sağlanabilmiştir. Her ne kadar adına darbe de diyorsanız. Yani asker siyasi hayatı, hep başladığı emperyalist ümmet noktasına geri taşıyan fasit döngü içinden çıkarmış, en azından spiral helezonik bir yapıya sokarak, siyasilere hiç olmazsa mekân atlatmış, onlar da kendi kendilerine çağ atladıklarını(!) sanmışlardır. Aslında böyle de bakabiliriz bu konuya ki, hiç de yanlış olmaz.
            Şimdi de böyle bir darbe olsaydı fena mı olurdu acaba hepinizin adına siyasiler! Hatta eski tilki rahmetli İnönü’nün, usta bir manevrayla son döneminde artık kontrolden çıkan CHP içinde ki yozlaşmanın, manevi sorumluluğundan kurtulmak adına, çok partili sisteme biran evvel geçerek, gömleği DP ye bilinçli olarak teslim etmiş olabileceğini de tartışabiliriz. Neticede Menderesin asılmaması için yaptığı gayretler de akamete uğramış ama kendisi pirim kazanmıştı(!)
            İşte tam da bu kritik günlerde sahiden de bir darbe gelmiş olsaydı, birileri beladan, tere yağdan kıl çeker gibi sıyrılır topu yeni iktidara atar, bunu da avantaja dönüştürüp erketeye yatar, diğerleri de ucuz yoldan ve havadan iktidar olurken, gidenlerin sebep olduğu bütün belayı da üstlenmek zorunda kalırlardı. Yani beygir aynı beygir ama binici değişmiş olurdu. Bunu da unutmayın siyasiler! Önce kendi oto kritiğinizi yapmak ve darbe olmamasını talep edebilmek için de, her şeyden önce kendi gerçeklerinizle yüzleşmek zorundasınız. Bunu da dikkate alın lütfen.
             Şimdi ise, artık ordu da sizden desteğini çekmiş görünüyor ve ne haliniz varsa görün diyor. Ne o; yoksa şimdide onu yine olayların içine mi çekmek istiyorsunuz acaba(!) Bir düşünün, ordumuzun sayısız başka emsallerde olduğu gibi, ülkenizde kendisi adına darbe yaptığını söyleyebilirmisiniz? Şayet öyle olsaydı, ordunun 1960’dan beri bizatihen Hükümet olması gerekmezmiydi? Kim veya hangi seçim düzeneği, onu yerinden oynatabilecekti ki? Burada bana hayır diyebilirmisiniz şimdi.
            Bir söz de CHP’ye söylemek gerekirse; bulmuşsunuz Kılıçdaroğlu gibi ahde vefa sahibi, dürüst ve doğuştan emekçi bir lider, kıymetini bilin. Her taşın altında bırakıp da harcatmayın adamı, siz de gerekeni daha büyük bir özveriyle, gerektiği mekân ve zamanda uygulayın ki, sonuçta söz söyleyebilmek haklarınız olsun. Sadece oturduğu yerden bazılarının(!) her şeyi bilir pozunda, bilgiç sloganlar atması çok kolaydır. Arada bir riski de paylaşabilmek lazım.
            Ordumuz şeriatçıdan önce, emperyalistler için de ülkemizin bir emniyet sübapıydı aslında. Nerede şimdi o ordu, Hasdal da mı? Yoksa Silivri’de mi? Ya da emekli mi oldu acaba. Haydi, adil(!) ve demokratik(!) seçim yoluyla gelin iktidara da görelim bakalım şimdi siyasiler! Emperyalist, Türk’ün vatanında, dirençsiz ve itirazsız, tahminlerinin de fevkinde kolay iktidar olmuşken ve başka da hiçbir sömürgede bu kadar kolay iktidar olamayacakken, şimdi ‘biz almayalım lütfen siz buyurun’ diyerek uslu uslu iktidarı size bırakır mı sanıyorsunuz. Daha çok beklersiniz. Allah hepimizin yardımcısı olsun. Başka da ne diyelim ki.

            Bütün bu parodik(!) güncelde, mevcut genel duruma neresinden bakılsa, tek suçlunun maalesef, yüce Atatürk’ün şerefli Türk Ordusunun görev sorumluluğunu, çoğunluk itibarıyla taşıyamayan ve kalıbının adamı olup, elini taşın altına sokamayan komutanlarımız olduğu anlaşılıyor. Hasdal ve Silivri’deki istisnaları ne yazık ki bu genelgeyi bozamadı. Hepimizin şerefi ve onuru demek olan ordumuzu, bu ağlanacak durumlara düşüren nedene üzülerek baktığımızda, bu çaresizliğin bizi de umutsuzluğa düşüren asıl neden olduğunu, itiraf etmek zorunda kalıyoruz. Ordularını, kozmik odalarına kadar düşmana teslim eden magazin(!) komutanları, iyi ki de ellerine silah verilip cepheye yollanmadılar diyesi geliyor insanın bu durumda. Hiç de istemediğimiz ve düşüncesi bile uykularımızı kaçırdığı halde, birilerine(!) hak vermek zorunda kalıyoruz ne yazık ki.
            Bugünkü konumunda ki ordumuzda maalesef, Ergenekoncu(!) diye lanse edilenlerin dışında geriye kalan komuta kademesinin altında, subay, astsubay ve askerlerden oluşan demirbaş kadroya asal ordu denmesi gerektiği anlaşılıyor. Yukarıda adam kalmadığına göre, bu durumda da olması gereken dik duruşun, halk ile birlikte askeri tavandan değil ama askeri tabandan gelmesi zorunluluk kazanıyor artık. Bu çok hayati milli davamızdır. Bu tanımla, gerçekte olmak veya olmamak meselemizin, ancak araya sızan oportünist kocabaşları dışarıda bırakmak kaydıyla, halk ve ordu tabanına yakışan bir çözümü olabileceğine inanıyoruz.

       § Şimdi burada eğri oturup ama doğru kalarak, günah çıkarmamız gerekiyor. Beğenelim, beğenmeyelim, sivil, resmi bütün görev adamları neticede bizim insanlarımızdır. Mevcut şartlarda kendilerine göre doğru veya yanlış kararlar almış olabilirler, bu da doğrudan kendilerini bağlar. Ne var ki onların yerinde hepimiz olabilirdik. O halde bizatihen kendimize soracağımız ‘ben onun yerinde olsam ne yapardım’ sorusuna da tamamiyle tarafsız ve dürüst cevap verebilmemiz gerekmez mi? Ve ancak da bu soruyu hakkıyla cevaplandırabilmişsek(!) başkaları adına da yorum yapabilir kabul edilir olmazmıyız aslında. §

            Başında dirayetli komuta kademesi olmayan ordu ne işe yarar, çıkıp dağlara tüfeğiyle golf oynasın daha iyi olur.             Diyerek havlu atmamızı bekleyen Amerikalı, bizim, gıyabında hesap yapılamaz Türk Ulusu olduğumuzu bir türlü anlamıyor ya da anlamak istemiyor.

                   Coni boşuna bizim buralarda takılma
                   Emmioğlumun saflığına da kapılma
                   Gürlerse çağlardan akan sular yine meydane
                   Dönüverirsin pejmürde halinle anında virane
                   Dinle harami arifin sözünü
                   Yaşamansa sonun olur Türkün özünü
                   Sense uşağım, akil ol tut kafanı serin
                   Bil ki bu işin arkası sandığından da derin
                   Dikkatli ol gelme tufaya, deşilme sakın
                   Unutma ki rahmetli atan
                   Sana yüreğin kadar yakın

Çünkü onu Vallahi ne yapsan kesmez, hani ramak da kaldı artık tepesini attırmana. Bir ayağa kalkmaya görsün, inan ki seni, adedini bile saymadan küfeleyecektir. Hem bu bağlamda yanlış hatırlamıyorsak, galiba ödeyeceğin bir çuval borcunda vardı bizim Emmioğluna. Öyleyse hesabın da kabarıyor hani! Biz söyleyelim de…

                                                                                              Serendip Altındal



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder