29 Mart 2020 Pazar

ULUSAL NETWORK..


            Bak şu başımıza gelenlere! Hangi memlekete kaçalım ki aslında hepsi de birbirinden beter. Çağdaş ülkelerde 65 yaş üstüne, iptidai bir sokağa çıkma yasağı uygulanarak, Saygın insanlara suçlu muamelesi yapılmıyor olsa da yine en iyisi Vatanımızdır. O halde Vatanımızı beraberce ihya etmenin ve onu Atatürk döneminde olduğu gibi yine bir güç Devleti haline getirmenin tek çaresi; bir kere daha görüldüğü ve de özümsendiği gibi yine kuruluş ilkelerine geri dönmektir.

            Artık bugünkü teknolojiyle de bunu yapabileceklerine inandıkları için insan varlığını çipleyerek, orta Çağlarda Cüzzamlıları kapadıkları gibi bugün de dijital merkezlerin bilgi bankalarında topyekûn kontrol altında tutmak üzere kapamaya hazırlanıyorlar. Bizimse bu tehlikeye karşı kendi adımıza yapabileceğimiz en akılcı savunma, kendi genomumuzu, biometrimizi, teknolojinin nimetlerini de yadsımadan ve dış güçlerin kendi milli istihbaratlarına da empati oluşturarak, kendi Ulusal kontrolümüz altına almaktır.

            Yıllardır uykuda dinlendirerek olgunlaştırılan ve komplo teorisi olduğu da iddia edilen Tavistoc Projesi, görülüyor ki artık kıvama gelmiş muhtemel bir nükleer harbi, anlaşılan ertelemek üzere, çok hızlı yayılan kontrollü bir virüs salgınıyla, Dünya insanında kaotik bir korku ortamı yarattıktan sonra, derhal uyandırılacaktır.

            Ve işte o zaman da korku ve endişe çılgınlığındaki Dünya insanını korkularından kurtaracağız vaadiyle, kişilerin uzaktan kontrol altına alınmasını sağlayacak derialtı biometrik kelepçelerin insanlara, boş duya ampul takılması gibi monte edilmesini meşrulaştıracaklardır. Ve işin çok kısa bir süreçte bu noktaya gelmesi veya getirilmesi Virüsün havadan ülkelere dağıtıldığı şüphesini de beraberinde getiriyor. Çünkü virüsün bu kadar kısa bir zamanda kıtasal olarak, bu kadar çok insana yayılabilmesi mümkün görülmüyor nereden baksanız.


            Gidişat neresinden bakılsa budur. Yani insanı öldürmektense onu sıtmayla avutarak kontrol altında tutmak her halükârda insanlar tarafından da kabullenecektir diye düşünüyorlar olsa gerektir. Düşünmekle de kalmıyorlar denetim altında tuttukları ülkelerin üst Bürokratlarına, ‘Corona dan sonra artık farklı bir Dünya olacak’ masallarını da bu yüzden söyletiyorlar herhalde. Neden farklı bir Dünya olsun ki!

Yoksa istenen 65 yaş üstünü temizleyerek sadece seçilmiş egemenlerin daha uzun bir ömür yaşamalarına müsaade edecek bir düzen mi kurmak. Desenize o zaman daha genç olanlara da 65 yaşlarına kadar Dünya işlerini bitirmelerini tembihleyen yeni bir eğitim sistemi empoze edilecek demektir. Bu durumda da piramidin tepesinde bu işleri planlamaya kalkan aklı iyice karışmış o yaşlı tepegöze ‘akıllı ol son sözü söyleyen nasılsa yine tanrısal akıl olacaktır’ demek düşüyor bize yine.  Bu şaşmaz tarihi gerçeği çok söyledik; ama aklı almıyor nedense. Çünkü ihtiras çukurunun dibi yoktur.

Bu eski Dünya Cüzzam, Kolera, Veba, Verem vs. gibi ne denli Epidemiler, toplu kırımlar, sürgünler, Harpler, Depremler, sel baskınları, kuraklıklar, devasa yangınlar, meteor, iklim hatta süpernova felaketleri vs. geçirmiş ve tekrar geçirmeye de devam edecektir. Ne ki kimse de bugüne kadar artık farklı bir Dünyaya uyanacağız hezeyanlarına el atmamış, bunlara bel bağlamamıştı. Dünya insanı evrim süreci içinde eski kötülüklerden, felaketlerden ibret almasını bilmiş yenilerine önlem almış; ama her zaman da akılını kullanarak ihtiyacı olan uyumla ve huzurla yaşayacağı sosyal ortamını hep kendisi yaratmıştı. Ne oldu birden! Yoksa Tavistoc beklenenden erken mi uyandırıldı?

Dikkat ettiyseniz Reislerinin, eski Padişahlar gibi kendisine bağlamak üzere, ulufe dağıtarak özenle seçtiği adamları arasında ortak nemadaş ki ikisinin de Özel Hastaneleri var; Biri Sağlık, diğeriyse- Hastane ne alakaysa- eğitim Bakanıdır. İkisi de hemen ve fırsatı kaçırmadan, ‘artık farklı Dünya olacak’ laflarıyla, kendileri gibi güdümlü olanlarla birlikte vatandaşlarında ters algı yaratma operasyonları yarışına katıldılar.

Bakanı oldukları eğitim ve sağlık konularıysa, küreselci emperyalist Mafyanın hedef seçtiği ulusal ülkelerde, aslında el atması gerektiği ana konulardır. Bunun nedenine bu dar çerçevede girecek değilim, arif olan esasen anlam bileşkesinde bu zatların kendi konularına bile sadece gözleriyle baktıklarını da anlamıştır zaten.

Öncelikle de Eğitim Bakanı olanı, vatandaşların bile yeni öğrendikleri eğitim skandalını, uzak eğitim sayesinde tesadüfen birlikte öğrenmiş bir şaşkınlık içeresindeydi sanki. Oysa bunun çoktan bilincinde ve onayını da veren bir sorumluluğun sahibi olduğunun da farkındaydı aslında. Ve bu utanç veren sorumsuzluğuna rağmen istifa etmemenin de utancı içindeydi. Ki sıkıntılı hali de kuşkusuz bu yüzdendi belki de. Lakin neticede halkın da bu gerçeklerin farkına varması, eminim kendisini biraz rahatlatmış ve üstündeki ağır yükü de hafifletmiştir muhtemel.

İşte tam da bu ikircikli ihanet dolu ortamda önce, elinin tersiyle hepsini bir kenara iterek derhal sadede gelecek ve elimizde kalacak olan malzemeye el atacak olan dahi analist Rahmetli Atatürk’ümüzün, aslında nasıl düşüneceğine empati oluşturmamız gerekir. Adım gibi biliyorum ki: Teknolojik geleceği görerek ve derhal bütün kontrolün elinizde olacağı milli sisteminizi kurun- bunu daha 2002 şaibeli seçimlerinden hemen sonra da yazmıştım- diyecekti mutlaka.

            Profesyonel Bilişim uzmanı olarak da bunun yapılamaz veya imkânsız olduğunu asla düşünmüyorum. Ve bu konunun bir diploma tezi olmasını da arzuluyorum aslında. Bu işler için önce; Üniversitelerimizdeki akademisyen kadrolar çoğunlukla -ki istisnalar hariç tutulursa- yetersiz kalacağından, endüstri ve sanayi dünyasının aktif Bilişim profesyonelleri tarafından çok iyi yetiştirilmiş analist düşünebilen yapıda, IQ’ları yüksek, matematiksel ve algoritman düşünce yapısında, mesleğe yatkın, genç analist programcılara ihtiyaç vardır. Bunların ilgili ön testlerle mesleğe yatkın olup olmadıkları, Batılı ülkelerde yapıldığı gibi eğitim öncesi, mesleğe uygunluk testleriyle, sözlü ve yazılı imtihanlarla hemen tespit edilebilir. Devletin de içlerindeki istidatlı gençlere burs vermesi gerekir.

            Daha önceden aynı eğitimlerden geçmiş tecrübeli, sayısız Program Projeleri üretmiş ve halen de aktif olan fikir ve tecrübe önderlerinin himayesinde, adanmış bu genç kadrolarla çok büyük ve Produktiv Projeler gerçekleştirilebilir. Bilişim aslında bir takım çalışmasıdır. Devasa Projeleri ne, neyle ve nasıl soruları iyi analiz edilerek modüllerine ayırıp, yeterli bir kadroyla ve özveriyle programlamak, aslında çok sağlıklı, en ekonomik ve başarı şansı da en yüksek olan çözümdür. Üretilen Program paketleri ana merkez den (Server) -WI-FI dışlanarak- Fiber kablo üzerinden yerli kullanıcı sistemlere dağılarak birbirleriyle el sıkışırlar (handshake).

            Gerekli Program paketleri hazırlandıktan sonra bunlar devreye alınarak önce desentral sonra sentral bağlantılarla defalarca test edilip bütün mantık ve formel hatalarından arıtılarak genel sistem, işletmeye açılacak noktaya getirilir. Sonunda sistem programcılar -ve hacker programcılar- devreye girerek ve güvenlik kalkanları da (Firewall) oluşturularak mevcut ve olasılıklı dışarıdan gelecek saldırı amaçlarına yönelik ve şaşırtıcı farklı tekniklerle üretilmiş bütün saldırı apletlerine, Truva atlarına, dijital solucanlara, sıçrayan programcıklara vs. -bunlar o kadar çoktur ki- karşı imha prosedürleri üretilir.

Internete çıkmak üzere ana Server’e talep yollayan bütün milli kullanıcılar sadece, dünyada bilinen bütün ve her gün güncellenen dijital haşerelerin imzalarına- ki bugün 1 milyondan fazladırlar ve her gün de sayıları artıyor- sahip Ulusal koruma kalkanının himayesinde ve kendi Gateway’i (servis kapısı) üzerinden dışarıya çıkış ve aynı yoldan içeriye giriş yapabilirler ancak. Ana Router (bağlayıcı server) gerekirse Wi-Fi de (kablosuz bağlantı) kullanabilir. Yalnız ana server içeriye dağıtımda mutlaka Fiber bağlantıya geçiş yapmalıdır. Burada amaç VPN (korumalı server-kullanıcı koridoru) bağlantı değildir. Amaç kablosuzu Fiber kabloludan (kesinlikle bakır kablo değil) ayıran, daha üst seviyede bir güvenliktir.

Bunun dışında siber saldırılara karşı çok iyi hazırlanmış milli hackerlerde hazır kuvvettir ve bunlar saldırı kaynaklarına daha sert karşı saldırılarla anında cevap verirler. Demek ki nereden bakılsa bu tür bilgisayar oyunları yine de nükleer saldırılara tercih edilmelidirler. Peki bütün bunların sonunda ne mi elde edilir? Kanımızı emen emperyalistin biometrik kontrolümüzü de yeni çipli hüviyetlerimizde olduğu gibi, eline geçirmesi önlenir. Ya da bizden öğrenmek istediğini, tıpkı onun bize yaptığı gibi, biz neye izin verirsek o kapsamda öğrenir.

Hüviyetlerimizin kontrolü bizdedir diyenlerse beni sadece kahkahayla güldürür. Çünkü bugün Türkiye de bildiğim kadarıyla tek merkezden yönetilen bir genel bilgi Bankası halen yoktur veya olması gereken de tamamlanamamıştır. Var zannedilense ya herkesin ayak bastığı bir yol halısı veya altında uyuduğu kırk yamalı yorgan gibidir. Peki neden milli bilgi bankamız vardır diyemiyoruz?

Bir misal vermek gerekirse, eski ehliyetler bile henüz sisteme girilememiştir. Ki bu nedenle de 1962 İstanbul Emniyeti çıkışlı profesyonel ehliyetimi bile henüz yeniletebilmem mümkün olmadı. Değişim süresi bittiğinde, elimde istenen sağlık raporu ve kayıt makbuzu olduğu halde, sistem girişi yapılmamış olduğu nedenle yenileyemediğim ehliyetimi, o zaman nasıl yenilemem mümkün olacak acaba?

Herhalde aynı durumda daha birçok mağdurlarımız da vardır kuşkusuz. Diğer kulvarlardaki sayısız ve güvenliksiz bilgi uyumsuzluklarına değinmeye ise sayfalar yetmez. Bu durumda hadi gelin de kendi adınıza ‘bilgi güçtür’ deyin bakalım. Bilgiyi güç haline getirmeyi vazife edinmiş insanlardan birisi olarak, bana göre de bilgi kimdeyse güçte ondadır. Oysa milletin kişisel bilgisi sadece kendi Devletinin Ulusal bilgi bankasında koruma altında olmalıdır, tıpkı bankadaki hesabı gibi. Kişi uluslararası suç örgütlerine katılmadıkça da bu bilgiler yabancılarla asla paylaşılmamalıdır.

Bu bağlamda kuracağımız milli sistemde, gerekirse Amerika’nın yeniden keşfedilmesi pahasına her şey milli olmalı ve anti milli olan her şey sistemden temizlenmelidir. Hatta bilgisayarlar, Driverler (sürücüler) bile millileştirilmelidir. Kısaca bir Devlet sırrı veya özel bir silah yaratmak zorunda olduğunuzu asla unutmamalısınız. Yani dış kaynaklı- bilhassa da USA vb.- hiçbir ek yazılıma, özellikle de Wi-Fi bağlantılı cloud (bulut), Drive vs. kaynaklı iletişim ve veya veri transferi aldatmacalarına aldanmamalı, hele de ücretsiz lafına asla kapılmamalı, milli yazışmalarınızda ise sosyal medya kaynaklarınızı kesinlikle kullanmamalısınız.

Teknik izahat ve ifadelerden azami kaçınarak her kesin anlayacağı olmazsa olmaz bazı ifadelerin dışında yabancı kelimeleri de keserek teknik bir öneride bulunmaya çalıştım. İşte bütün bu izahatın bileşkesinde artık milli Bilişim sistemimiz hazırdır. Yalnız Bilişim dünyasında bilinmesi gereken ortak bir deyişe göre hatasız veya eksiksiz mükemmel bir Program asla yoktur. Bilgisayarınızdaki işletim sistemlerinizin bile devamlı güncellendiğini biliyorsunuz. İşte bizim milli sistemimizin de milli kalabilmesi için, ömür boyu hep güncellenmesi, çabuk geliştirilebilir ve kullanıcı dostu olmasının eşyanın tabiatı nedeniyle gerekli olduğunu asla unutmamalısınız.

Demek ki kişisel ve hayati bilgilerimizin de kendi gücümüz olması için ilk önce Askeri, Eğitim, Sağlık, Sanayi, Tarım ve Bilişim sistemlerimizi birlikte yeniden inşa edip veya revize edip güven altına alarak millileştirmek, sonra da onları bir güç Devleti olabilmek üzere aynı güvence ve milli kontrolümüz altında uluslararası seviyeye taşımamız gerektiğini de kabul etmek zorundayız. Bunun için de Atatürk Devrimleri külliyesi olan Kemalizm’i özümsemiş olan bir Ulusal Hükümete olan ihtiyacımız; artık bir acil ihtiyaç olmaktan da çıkmış ve mecburiyetimiz olmuştur…

                                                                       Serendip Altındal



20 Mart 2020 Cuma

AKIL KAVRAMI..


            Çoğunluğun onsuz yapamadığı tanrı, aslında aklın kendisidir. Çünkü kavram olarak kabul ettiğimiz her şey bize aklın bir öğretisidir. Yoksa bütün evrene Fransız kalırdık. Ve aklın da zaman zaman sıkıştığında, tek çıkış yoludur deliliği. Peki neden böyle ve ben de bir Erasmus değilim ki deliliğe övgü yazayım. Ne ki her insanın bir ölçüm deliliği olduğunu ve bunun iki ölçüm olduğunda tescilli deli sayıldığını biliyoruz. Çünkü bir ölçüm olanı, kontrollü deliliktir. Ve bu insanlar normal kabul edilirler. Lakin kontrollü delilikteki bir ateist aklın bile karşı olduğu bir tanrısı olduğuna göre, şimdi bana da bu konuya girdiğim nedenle ateist diyebilir misiniz?

            Demek oluyor ki normal kabul edilebilmek için de en az bir ölçüm deli olmak gerekiyormuş. Şayet hiç deliliğe sahip olamasaydık o zaman herhalde mükemmel olurduk. Oysa sadece tanrı mükemmel kabul edildiğine göre de mükemmel olmak için tanrılığımızı iddia etmek zorunda kalırdık ki o zamanda bize ne derlerdi, yorumunuza bırakıyorum. Gelin bu arayışları bırakalım da biz en iyisi kontrollü deli kalalım. Ve bize de normal desinler hiç olmazsa dostlar.

Okullardan Felsefe kaldırıldı, Geometri gibi, halbuki bu dersler matematikle de özdeştir. Matematikse bilimdir. Bilim de bizi yine mantık ve neticede Adaleti temsil eden ve tanrı da olan akılla buluşturur. O halde tanrıya ancak akılla ulaşabilmek mümkün oluyorsa hem akıllıyız deyip hem de birbirimize ateist deme gafletine düşen enayiler olmamak için, yine en iyisi kontrollü deli kalmaktır. İşte bununla biraz da tefekkür yapmış olduk Sayın dostlar.

Bilelim ki bu yolla anlaşabilirsek belki de ebedi huzuru yakalamış oluruz. Ah bunu bir de din tacirleri anlayabilselerdi. Belki o zaman boşuna kürek çektiklerini de anlayıp malı tek taraflı götürmeye yeter diyerek, daha akılcı (tanrısal) sosyal eylem ve projelere yönelebilirlerdi muhtemelen. Ayrıca görevini hakkıyla yerine getirmiş olanların ruhani vicdan huzuruna da ulaşabileceklerdi şüphesiz.

Salgın heyulası bütün kahrıyla sürerken ve tedbirli, tedbirsiz birçok canları da almaya devam ediyorken, kafaları iyice karıştırılan insanlarımız; arka planda sinsice alınan kararlarla, sessizce yapılan yeni zamların dehşeti, virüs kaosu biraz sükûnet bulunca bakın nasıl yine çarpıcı bir gündem haline gelecektir.

Global gidişat odur ki 1650’lerin Fransız Avrupa’sında başladığı ve en radikalleri olan zorunlu çalıştırılma evlerinin de İngiltere’nin endüstri bölgelerinde görüldüğü biçimde, bütün bakıma muhtaç fakirlerin, dilencilerin, işsizlerin, serserilerin ve akli malullerin (delilerin değil) zorla kapatıldığı bakım evi konumundaki ürküntü verici işkence araç ve gereçlerine de sahip olan hapishaneler dönemi, daha da gelişmiş olarak tekrarlanacak gibi görünüyor.

Sonunda bu resmi ortaya çıkaracak olan dönem, muhtemelen Corona ile başlatıldı. Ve Dünya insanı göremediği mikrobiyolojik bir düşmanla yeni bir Dünya savaşına sokuldu. Ve bağlamında öyle bir gerçek de görünür oldu ki USA bu dünyadan mikroplarıyla birlikte temizlenmeden veya hizaya konulmadan işler yoluna girmeyecektir. O halde ne yapıp yapılmalı USA iyice provoke edilerek görünür düşmanı da tetikleyecek tetiğe basmaya zorlanmalıdır. Ki ondan sonra da Dünyanın geri kalanının, Amerikan musibetinden kurtulacağı meşru müdafaası da bir hak olsun.

İşte tanrı kavramının ruhani yapısı da evrimsel dönemlerle birlikte farklı evirildiğine göre fakirlik, işsizlik, serserilik ve delilik kavramları da sürekli anlam ve algı değiştirerek yeniden yorumlandığı nedeniyle yazıma tanrı kavramıyla giriş yapmayı tercih ettim. Yani her şeyin başı ve sonu insan aklına göre Tanrı ve Şeytan bileşkesi olduğuna göre hadi gelin de şimdi insanoğluna Şeytan/Tanrı demeyin bakalım.  

Eğer her işimiz bundan sonra da Dünyayı sömüren Lortlara(!) kalırsa ve yukarıda belirttiğim hijyen önlemlerini de alamazsak, sonumuz topluca çılgınlığa ulaşmak olacaktır. Bilahare, Hristiyan Batılılar, İsa’nın evrim içinde değişen tasavvufu ile ölümlü İsa’yı tanrılaştırarak aklı anlamaya alıştıklarından, bizim Şeytan/Tanrı fikrimize de çoktan adapte olmuşlardır herhalde. Demek ki emperyalist Batı bizden de ileride, kontrolsüz delidir ve ne yapsa yeridir.

Eskiden Saraylarda Başbuğları, Prensleri, Padişah ve Kralları eğlendiren onları güldürerek avutan ve sarayın delileri olarak vasıflandırılan soytarılar vardı. Keyfiyet bu olunca da dışarıda 3,5 para Lordunun sömürüsünde çıldırma noktasına gelmiş bir dünyayı, içeride ise Saray sefahatinin riyakâr iradesine kul olmuş, yok edilme noktasında bir Kurtuluş Savaşı ve emsalsiz Liderinin Devrimleriyle de Dünya harikası yaratmış bir kadim Devletin bugününü mercek alına alınca, bana da: ‘Çok meşgul olan tanrı avunmak üzere, içine deliliği de paketlediği aklı, sayısız soytarı yaratmak için insanoğluna şaka olsun diye verdi herhalde?’ diye sorgulamak kalıyor…

                                                                       Serendip Altındal



10 Mart 2020 Salı

DELİLER GEMİSİ..


            AKP İktidarı, artık tamamen emperyalist Batı’nın güdümünde olduğu için Idlib de yaptığı ve asıl amacı emperyalistin menfaatine odaklı ve savunma antetli saldırıları, vatandaşların desteğini alacak biçimde haberleştirerek aslında milleti kandırıyor. Yoksa gerçek amaç USA ve İsrail’in de muhtelif vesilelerle belirttiği ve istediği gibi halen uygulanmakta olan askeri pozisyonun sürdürülmesidir. Ki bu senaryo arkadan bir İran savaşı filmine de dönüşebilsin. Yoksa sakın aldanmayın onların timsah gözyaşlarına.

            Bizimkilerin hüsranlı Moskova ziyaretinden sonra, duvar diplerinde bekleyen ağlamaklı Erdoğan ve Baltacının muhtemel aşkı Katerina tarafından duvar dibinde ceza duruşuyla cezalandırılan takım arkadaşlarıyla birlikte bizler de sahada olmadığımız halde, ne yazık ki o hezimeti birlikte yaşamak zorunda kaldık. Putin’in, gerçek kabadayılığın, çaresizler ve garibanlar önünde nutuk atmakla değil; ama ancak böyle olacağı mealinde ki 5 saatlik gösterisinden sonra, her halde artık herkesin kafasına daha iyi oturduğunu öngörebiliyorum. Ne var ki vurdum duymaz yapıda ve ar zafiyeti olanların gördüklerinden ne anladığını, aslında kendilerine sormak gerekir.

            Suriye’de ordumuzun işgalci durumunun, Moskova da ki hezimetin de nedeni olduğunun Türk milletinin tamamı tarafından idrak edilmesi, acep neden bu kadar zordur. Ayrıca Suriye’yi kaynak alacak bir üçüncü Dünya Savaşının (sendromunun) hiç kimseye kayıptan başka bir getirisi kesin olmayacaktır. Çünkü şayet İsrail Tevrat’la mayhoş kafasıyla, idrakinden bile büyük hedeflere ulaşacağına sahiden inanıyorsa, bir yeni Dünya Savaşında havaya yükselen füzelerin ilk hedefi olacağını- ki bütün ölçüm parametreleri de gösterdiği halde- hiç aklına getirmiyor olsa gerektir. Ve bilinmelidir ki yaradılış evriminde bugüne kadar bilinen her şeyin, o şeyi ilk defa öğrenen birisi için yeni bir keşiften başa bir şey olmadığıdır.

            O halde bu çizgide bilhassa da güçlü Devletler bencil ve çılgınca ihtiraslarına son vererek edinimleriyle yetinme akıl yoluna acilen girmelidirler. Yaşam savaşı veren sömürge veya yarı sömürge Devletlerin ise kaybedecek fazla bir şeyleri yoktur, canlarından başka. Ve olsa olsa böyle bir savaştan sonra belki de yeni edinimlerle en kârlı çıkacaklar da onlar olabilir. O halde bütün iştirakçiler, Dünyanın günahsız geri kalanının da selameti adına, azami dikkat sarf ederek büyük patlamayı tetikleyecek provokatif duyarsızlıklarına set çekmelidirler. Yani özetle de bir deliler gemisinde birlikte yol aldıklarını asla unutmamalıdırlar.

            Ve aynı olguda Emperyalist Blokla birlikte bütün insanlık hemen hemen yeryüzünden silinecek ve her şeye rağmen hayatta kalabilecek olanlar ise en azından bin yıl veya çok daha fazla ilkel bir karanlığa gömüleceklerdir. Böyle bir felakete neden olacak insan mantalitesi ise aşağıdaki tasvirle pekâlâ özdeştir:
‘Kendine bağlılık deliliğin ilk işaretidir, fakat insan kendi kendine bağlı olduğu için hatayı doğru olarak, yalanı gerçek olarak, şiddet ve çirkinliği güzellik ve adalet olarak kabul etmektedir (Deliliğin Tarihi-Foucault)’

Yakından bakıldığında ise Suriye içinde ve dışında, olanı biteni kendi paradoksları çerçevesinde takip eden tüm güçler, bakın aşağıdaki dizeyi nasıl kişiselleştiriyorlar:
            ‘Ve Adalet ve Akıl gökyüzüne geri uçtular.
             Ve heyhat onların yerine şimdi haydutluk, Kin, hınç, kan ve kıyım egemen (Ronsard)’.
           
            Akıllı geçinen insanların da şartlar nedeniyle delilik mutluluğuna veya nöbetine- ki buna da her ne kadar empati oluşturabiliyorken- duçar olmamalarını bütün samimiyetimle dileyerek, hiç olmazsa hezimetten çıkan ateşkes antlaşmasının, acılarımıza merhem olarak, en azından yaralarımızı onaracak ve Şehit ailelerinin ıstıraplarını kısmen dindirebilecek bir nekahet dönemine milletçe girebilmemiz yolunda yanımızda olmasını, bütün kalbimle diliyorum sevgili okurlar.

                                                           Serendip Altındal


2 Mart 2020 Pazartesi

KARARTI..


            Tengri, tanrı, Allah, Got, Elohim vb. diye varsılladığımız tek yaratıcıyı, gökte, yerde vs. aramaya, onunla boşuna iletişim kurmaya çalışmaya hiç gerek yoktur. Zira bütün çabalar boşunadır. Çünkü tanrı bize varoluşta armağan edilen aklın derinliklerine kendini monte etmiştir. Yani ancak üst akılla tanrı kavramıyla bütünleşmek (iman), insanoğlu için mümkündür.

Sağduyu dediğimiz bir şey var ya hani! Bir zor karar anında beynimizden gelen ve ses çıkarmadan bize seslenen; işte o muhtemeldir ki tanrının sesidir. Yeter ki onun derinden gelen ‘böyle yapsan daha iyi olur’ diyen akıl sesini duymasını ve değerlendirmesini bilelim.

Yani işin özünde şayet aklımız yoksa tanrı da yok demektir. Çünkü o tek yaratıcının akıldan başka bir aracıya hiç ihtiyacı yoktur, olmamıştır ve olmayacaktır. Yalnız Peygamber denilen insanların iyi niyetle, afaki pagan toplumların karmaşık felsefelerini, fetişlerini, asosyal yapılarını, sözde tanrı temsilciliklerini kullanarak ve disipline ederek üst veya derin akıl (tasavvuf) yoluna çevirdikleri de inkâr edilmemelidir.

Havada virüs savaşları kokusu var. İşte bu bağlamda bile herkesle anladığı dilden konuşulmalıdır ki ne dediğinizi anlayabilsin. Çünkü aksi eşyanın tabiatına aykırı düşer. Şayet toplumunuzu yöneten otokratla da anlaşma, uzlaşma probleminiz varsa, ya da haklı soru ve gerekçeleriniz dahi muhatap bulamıyorsa, o zaman son sözü halka bırakın. O nasılsa herkesle ortak dili konuşur ve gereğinde de on defa adam gibi boşuna anlatacağına bir kere yapıp göstererek ihtiyacı olanı almasını da çok iyi bilir ve bilmeyenlere, bilmek istemeyenlere de öğretir.

Putin ile bizim Erdoğan meselesi yine uzatmaları oynuyor. Putin aslında Erdoğan’a güvenmediği halde, Türk ulusuyla olan kadim kader birliği nedeniyle kendisiyle görüşmektedir. Çünkü Slav diye bir kavim yoktur aslında. Rus kendi Türk özünün de varlığının bilincindedir. Zira bunu bize binlerce yılın ortak tarihi söylüyor. Hele de Rusya’nın bugünkü Rusya olmasını sağlayan Stalin’in bile Kafkas Türkmen’i olduğunu ve Rus ordusunun da en az üçte ikisinin Türkmen olduğu, bir Devlet sırrı değilse.

Bu doğrular bileşkesinde Putin, Erdoğan’ın anti Kemalist (yurtta sulh, cihanda sulh karşıtı) dış politikasını zerre kadar kabul etmiyorsa da Erdoğan ile birlikte Türk milletini karşısına alarak, Trumph Amerika’sının oyununa gelmenin ve aynı bileşkede Türk dostluğunu da içinde müştereken bulunduğumuz sıcak bölgede kaybetmenin ise elbette ki büyük bir enayilik olacağını düşünüyor. Ve bu durumdan hele de hudutları içinde ki emperyalist manipülatörü Ukrayna emsalini de örnek alınca, haklı olarak kaçınıyor.

Genel Kurmay Karargâhı sivillerin işgalinde kaldıkça ne yapacağını bilmeyen ordu varlığımız nedeniyle, daha fazla Şehitlerimiz gelmeye devam edecek demektir ne yazık ki. İsterseniz önce buradan başlayalım. Atatürk’ün GENKUR Başkanlığı Türk askerine emanet edilmişken orada lider pozunda ve askeri vesayet geleneğini terk etmiş bir sivilin ne işi vardır.

Dolayısıyla da ordumuz ne yazık ki savunma yapıyoruz gerekçeli bir yapay zekayla sadece Suriyeli Rejim askerlerini telef eden bir Amerikan Lejyonu haline dönüştürülmüştür. Yoksa Akar’ın ‘2557 Rejim askeri öldürülmüştür’ ifadesi, acaba başka türlü nasıl açıklanabilir. Bu bir ikrar değil de nedir? Yoksa Akar’ın bir Atatürk askerine yakışmayacak olduğu için acilen sivilleşmesi, Amerikan Lejyonu Komutanı olması için miydi acaba? Ya da esas amaçları, bu yapay haberlerle milletin tansiyonunu düşürerek, daha beterini hazırlamak üzere yürüttükleri, otokratik gasp rejimine kılıf hazırlamak mıdır?

Asla yadsımayalım ki şayet TSK’nın başında, Atatürk liyakatine sahip adam gibi Komutan askerlerimiz bulunuyor olsalardı, Ordumuz bugünkü duruma hiç düşer miydi? Mahalle kahvesinde konuşuyor edasıyla, işgal altında tuttuğun bir ülkenin Başkanına ‘adam değilsin’ dersen, o da sana Devletinin sorumluluğuna sahip adam gibi bir lider olduğunu elbette gösterecektir. Rahmetli Atatürk’ten hiç mi bir şeyler öğrenemediniz. Hem de böylesi bir öğreti, aslında Allah’ın Türk Ulusuna bir lütfu iken. Bu nasıl bir Müslümanlıktır.

Ne var ki sonuçta ortaya çıkan sadece, bizim günahsız çocuklarımızın Şehadetidir işte bugün elimizde kalan maalesef. Lakin tarihte her zaman, mağdur edilen ailelerin acılarından sorumlu olan siyasiler, bu sorumsuzluklarının faturasını da mağdurlara daima misliyle ödemişler ve ödeyeceklerdir, Dünya döndükçe.

Ne zamandır Türk askeri gelenek ve töresini bir kenara koyup bizatihi askerlik mevzuatında, sivilden emir almaya başladı. Buna resmen ‘bok yemenin Arapçası’ denir. O zaman o askere Türk askeri demezler ve Türk milletini de temsil edemez olmuştur artık. Acaba bu mudur istenen? Şayet Erdoğan bundan sonra işi ehline bırakıp ordumuzdan elini eteğini çekmezse, kendi sonunu da çabuk getirecek, muhtemelen de yeni bir seçim dönemi bile göremeyecektir. Çünkü kendi adıma kiminle konuştuysam, halktan edindiğim milli intiba bu olmuştur. Siz bakmayın menfaatçi yardakçıların ne masallar ne senaryolar anlattığına. Bu bağlamda Halk sadece diyor ki; zorba nasıl geldiyse öyle gider.

Elin ülkesinde işgalci durumunda kaldıkça, o aslan pençeli evlatlarımız, şartlar gereği sıkışık bölgede, üst üste kolay hedef olmaya ve boşu boşuna da ölmeye devam edecektir. Şehitlerinin arkası kesilmeyecek gibi görünen Türk Ulusunun sabır taşı ise artık patlama noktasına gelmiştir. Şayet bir kere patlarsa da ani oluşacak büyük çığın altında herkes kalır biline…

O halde Erdoğan bilhassa da erken emekli edilen liyakat sahibi Ordu mensuplarını bir an önce acilen geri hizmete çağırmalı ve idareyi tamamen Atatürk askerlerine devretmelidir. Yoksa durumu; Panislamizm hayalini kullanarak, muhayyel bir zafer kazanıp, Türkiye de yeni bir ikbal kazanma hevesine kapılan ve nedeni olduğu Sarıkamış Faciasından bile bir öğreti çıkarmayan Enver Paşanın, Kafkas dağlarında hezimete uğrayan Ordusuyla birlikte yok olmasından daha da beter olacaktır.

Asla unutulmasın ki Panislamizm o dönemde bile asla gerçekleşmesi mümkün olmayacak bir hayaldi. Yoksa bilelim ki yüce Atatürk gerekirse milletini bağımsız yapmak adına onu bile kullanırdı. Ne var ki bunun salt bir hayal olduğunu bildiği için İslam Devletlerinin de ortak bir düzene sokulmasının doğru gerekçesiyle ve Vatikan’dan bütün Hristiyanlığın yönetiliyor olması karşısında, İslam’ın da tek bir Halife yönetiminde ruhani dünyasının kontrol altında tutulmasını haklı olarak önermişti. Bu nedenle de esasen İslam’ın tek bir Diyanet eliyle fırkalardan arınarak, aslına (Ehl i Beyt) dönüşebilmesi için Diyaneti kurumsallaştırmıştır.

Öyleyse aklını kullanıp acilen istifa ederek sorumluluktan bir an önce kurtulmalı ya da erken ve demokratik bir seçimle işi ehline derhal bırakmalıdır. Belki de bu sayede kendisi ile birlikte avenesi için de daha ılımlı, adil ve hakça bir çıkış yolu ortaya çıkmış olacaktır. Ve en azından hepsinin savunmalarını dinleyecek adil bir Yüksek Yargı Mahkemesi de bulunacaktır. İnanın ki aksi yönde ısrar, sadece akıbetinizi daha da karartacaktır…
                                                                  
                                                                               Serendip Altındal