‘Daha Adil Bir Dünya’ etiketli bir
kitabı Bay Tayyip yazıyormuş. Duyun da inanın. Aslında adil bir Türkiye
olmalıydı iştigal etmek zorunda olduğu tek konu, adı edilen zatın. Kendisini,
belki de öne alınması kuvvetle muhtemel olan genel seçimler arifesinde daha popüler
edebilmek için yapılan nafile uğraşlara gülünür mü ağlanır mı, artık bir karar
vermek gerekiyor. Bu arada bir de böyle bir popüler kitap adı için binlerce
başlık varken seçilen temaya bakın, sanki birileri kendisiyle dalga geçiyor ve o
da bunun farkında olamıyor gibi.
Artık öyle haberler de duyuyoruz ki
sormayın, mesela 75 yaşlarında bir kaknem kadın 2’nci Dünya Harbinde aç
kaldığını söylüyor. 1945 yılında biten ve Miğfer Harbi de denen bu savaş
bittiğinde sen daha doğmamıştın bile. Bırak hepsini de ana rahmine bile henüz
düşmemiştin muhtemelen. Yahu düzeltin biraz kendinizi ve bize de dinletmeyin bu
zırvalarınızı. Sonu Sevr ile biten ve yok yere katıldığımız Birinci Dünya Harbinde,
Osmanlı ordusunun yediği dayağı ve karşılığında neler kaybettiğimizi önce bir hatırlayın
lütfen.
Sonrasında Atatürk Liderliğindeki aynı
Türk Ordusunun neler yaptığı ve Atatürk’ün arkasında neler bıraktığı yedi
düvelinde malumudur. Ve bütün Türkler gibi elbette Lozan Mimarı İnönü de veraset
edilen altı okun Devrimcilik ruhundan ve dâhi Atatürk’ün muhteşem önerilerinden
fazlasıyla nasibini almıştı. Ve görevinin bilincinde erdemli bir liyakat adamı
olarak, ilk Dünya Harbinde neler kaybettiklerimizin de farkındalığıyla, Hitlerin
ve ihtilaf güçlerinin bütün baskılarına rağmen Boğazları açmayarak, bu Savaşa girmemizi
önlemiş ve hakkıyla bugünkü varlığımızın da tekrar ikinci mimarı olmuştu.
Yoksa bilhassa da sizler, o zamanki
sübyan sıfatlarınızla, suratlarına bile tükürmeyeceğiniz kim bilir kimlerin
kucaklarında helak olup bitmiş olacaktınız. Eski bir Nazi askerinden,
Almanların Ruslara bilhassa da kız ve kadın olanlarına neler yaptıklarını
duyunca erkek olarak benim bile yüzüm kızarmıştı. Ayrıca adam, ‘bizimkilerin Ruslara
yaptığını, daha sonra Berlin’e giren Ruslar bize asla yapmamıştı’ diyerek
arkadaşları adına belki de günah çıkartmıştı. Aslında bu söylediklerimi ve yaşam
tiyatrosunun rejisörü olan tanrının, o tiyatronun baş aktörü olarak yaratıcı
olan kadını neden seçtiğini, - ki aslı üretici olan erkeği değil – yaratıcı bir
kadın olarak senin daha iyi anlayıp özümsüyor olman gerekirdi. Çünkü seni
sıradan bir trol yapan, masasına oturtan zat ve çevresi bunları bilmez, onların
tek tanrısı paradır.
Muhalefetin bütün yapacaklarını nasıl
yapılacağına kadar harfiyen açıklaması, aslında AKP İktidarına da yol
göstereceğinden, çünkü hiçbir zaman yapamayacaklarını salt reklam amaçlı olarak
seçim aracı yapacaklarından, yanlış olur. Bırakın ne yapacaklarsa kendi adlarına
yapsınlar. Yoksa sizin yapabileceklerinizi sadece seçmeni iğfal aracı olarak
kullanmaları, aslında iğfal olmaya da müsait olan bazı seçmenlerin de kafalarını
karıştıracak ve bu da belki çok değerli zaman kayıplarına yol açacaktır. Halbuki
Türkiye Cumhuriyeti’nin artık boşa kürek çekmeye ne vakti ne de ihtiyacı vardır.
Çünkü bilhassa da Okyanus ötesinden gelen para babası toprak Baronları ülkemizi
ziyaret edip ucuza toprak kapamak için artık Ormanlarımızı bile yaktırmaya
başladılar.
Oysa ne yapıp yapıp ülkemizi, her
geçen gün daha bir batağa saplayan AKP enkazından, milletimizin ve Devletimizin
olmazsa olmaz müktesebatı bağlamında bir an önce kurtarmak gerekmektedir. Çünkü
emperyalistin ne düşündüğü ne yapmak istediği değil; ama Türk Milletinin ikbali
ve var olma geleceği bizim için her şeyden daha önemli olmalıdır. Veya daha
açık tabiriyle; rahmetli Atatürk’ün bütün devrimleri ve olmazsa olmaz kamusal uygulamaları,
TBMM’nin kamusallaştırılarak bir Vekiller yemekhanesi, kahvehanesi olarak değil,
yeniden Vekalet görevlerini ifa edecekleri bir milletin meclisi haline
getirilerek, tek adamlık kompleksinin de apar topar yok edilip eskisi gibi
bütün kamusal ve yönetimsel taşların yine yerli yerine oturtulması, asla vazgeçemeyeceğimiz
gerçeğimizdir. Bu yapılmazsa ne mi olur? Hepimiz yok oluruz. Yoksa yok olması
gereken başkalarıdır, ezelden itibaren var olmuş ve olacak olan Türk Milleti
değil.
Erdoğan bugünlerde yine saltanat
uçağıyla USA’e gidiyor. Erdoğan ile Biden’in umduklarının üstünde bir
antlaşmayı hem de Türkiye Cumhuriyeti hesabına yapabilmesi asla mümkün
değildir. Ki bu ancak kendi umutlarını yeşertmeye veya ego tazelemeye yönelik olabilir
ki bu dahi hayal ötesidir. Ki Biden’in bundan sonra Erdoğan’la bireysel bir
görüşme yapabileceğini beklemiyorum.
Bu yazıyı muhtemel buluşmadan önce yazmamım ana nedeni.
Sonucun nasıl olsa yine fos çıkacağını şimdiden anlatabilmek içindir. Halbuki
bir an önce Atatürk gibi düşünerek derhal emperyalist Lejyonerliğini bırakarak komşularımızla
yeni saldırmazlık paktları oluşturup kendi ordumuz, kendi silahlarımız ve milli
gücümüze konsantre olarak öze dönüp tam teçhizatlı ve dinamit gibi yeni bir Dünya
Harbine doğru yürüyen Dünyamızda, yurdumuzu savunmaya odaklanmak yerine bakın
nelerle uğraşıyoruz. O halde asıl soru da şudur. Nedir acaba, aslen başımızda Hükümet
bile olamayan AKP İktidarından, daha fazla beklediğiniz.
Görünen o ki Erdoğan Hükümeti(!)
değiştikten sonra elbette, bugün sessiz kalan, ortada görünmeyen Hâkim ve
Savcılar ortaya tekrar mantar gibi çıkacaklar, diplomalarının tozlarını
alacaklardır. Ne yani o zamanda böylesi korkak ve kişiliksiz olanlara millet
saygı mı gösterecektir. Yoksa çoğunun yerlerine yepyeni Cumhuriyet Hâkim ve Savcıları
mı atanacaklardır.
Geçen ESİAD toplantısında Kılıçdaroğlu
irticalen, prompter veya suflör kullanmadan ve Atatürk’ün İzmir İktisat
Kongresinde yaptığı gibi bir takım Türkiye gerçeklerini satır satır ortaya
koydu. Acaba Erdoğan’ın, Kemal Beyin neler söylediğinden haberi var mıydı? Veya
bu söylenenleri ne kadar anlayabildi. Bahse konu olan ve sanayicilerin alkışlarla
dinledikleri bütün Türkiye ekonomi sıkıntılarının ana kaynağının, kendi İktidar
dönemi olduğuna acaba biraz da olsa empati oluşturabilmiş miydi?
Atatürk muhteşem bir gözlemci, sentez
ve doğru karar adamıydı. Bu nedenle de esasen bütün Dünya düşünürlerinin de Lideri
değil miydi? Keşke şimdi de yaşıyor olabilseydi. Sadece onu dinler ve notumuzu
alırdık, sonra da hata yapmamıza imkân kalmazdı. Atatürk’ün neden peşinden
gittiğini gösteren bu durumsa, bizden biri olan Atatürk gibi Türk Milletinin de
yanılmadığının ve yanılmayacağının göstergesidir. İşte hayatını doldur boşalt
yaşayan Amerikalı bile sonunda Atatürk’ü yeniden keşfetmek zorunda kalmıştır.
Dolayısıyla da bu yazımla da içimizde yaşayıp bizden olmayan ve bizim gibi
düşünmeyenlerin kulaklarını bir kere daha çınlatmış oluyoruz.
O halde emperyalist bile Atatürk’ü
yeniden keşfedip ona dönmüşken, seküler bile olamayan Erdoğan’ı bir Paradoks
olarak bile kabul edebilmek hala nasıl mümkün olabiliyor memleketimizde. Ayrıca
Kemalizm’in, ihtiva ettiği 6’ncı ok olan Devrimcilik ruhu ile hep güncel
kaldığını ifade ederken ne kadar haklı olduğunu anladığımız Prof. Anıl Çeçen’in
aşağıya eklediğim yazısının bağlantı adresini, mutlaka açıp okumanızı öneririm.
Serendip
Altındal