27 Nisan 2012 Cuma

AFYONLU OKYANUS MELTEMİ..

           Memlekete Suriyeli doldu, gün olmuyor ki huduttan yenileri de girmiş olmasın. İyi de şöyle bir kuşku da düşüyor ama akıllara. Bunların hepsi düzgün adamlar değil ki, çoğunluğu sabıkalı, şaibeli ve ne oldukları belirsiz insanlar. Öz anasını emperyaliste satan çapulcuları – aslında sömürgeci lejyonerleri -, sözüm ona babalık(!) yapıp safça bağrımıza alıyoruz. Pekiyi bunlar yarın fırsat zuhur ettiğinde(!) - ki nasıl olsa edecek, bunun kaçarı yok -, 3 kuruşluk menfaat karşılığı bu defa da babalarını(!) aynı patrona satmazlar mı acaba?
            Yani vakti ve saati geldiğinde(!) öz anasını elin oğluna peşkeş çekeni sırtında taşımak, ne kadar akılcılıktır dersiniz. Var mı buna bir garanti belgeniz. ABD, AB, AKP-PKK, BDP derken, hiç de başka derdimiz yokmuş gibi, bir de çakma Suriyelilerle mi uğraşalım istiyorlar acaba ki öyle de gözüküyor. Demek ne yapsalar bize yetemeyeceklerini düşünüyorlar anlaşılan ki, derdimiz bitmiyor. Vay anasına, herifçioğullarını amma da korkutmuşuz be! Bizi boş ver ama helal osun sana yüce Atatürk ve helal olsun tüm vatan evladı ecdadımıza, nurlar içinde yatın.

            Ağzını her açtığında içinden yalan, şike, melanet, takiye ve hezeyan fışkıran, başka da bir becerisi olmayan acınası bunalımlılara, darbe paranoyasıyla(!) yatmadan önce yatağının bile altına bakanlara, bir tarafları sıkıştıkça ve başına geleceklerin vahim korkusuyla daha da küstahlaşanlara, cevap yetiştirmeye çalışmak ve onlarla kayıkçı kavgasına girişmek, içinden pislik taşan bir çukuru örtmek yerine, üstünü açmakla eşdeğerlidir. İnsanın kendisine de o pisliği bulaştırır.
            Durum böyle olunca da ne söyleyelim ne yazalım ki, en azından eldekini kurtarmak için, it dalaşından bile medet uman böyle beyin fukarası zavallılara. Ama iyi bildiğimiz, asla bunların tufalarına düşmemektir. Muhalefet de bu bağlamda çok dikkatli olmak ve oyuna gelmemek zorundadır. Bakın da gülün sadece baylar, bayanlar, neredeyse tuvalete bile korumayla gitmek zorunda kalanların, kahkahalarla gülünesi saltanatına. Vahdettin bile bu duruma düşmemişti. Genelde de, kendi lağım çukurlarında bir başlarına boğulur böyleleri ve sonları da her zaman hazin olmuştur.

            Okyanusun öbür tarafındaki güneş yanığı, bir başka çok saygıdeğer(!) takiyeci dostumuz, şayet Aşağıda ki belgeyi okuyabilse veya konu hakkında biraz ciddi araştırma yapabilseydi, ‘Ermeni soykırım yıldönümü’ nün, gerçekte nasıl bir masal olduğu bağlamında daha somut ve gerçekçi bir görüşe sahip olacaktı. Ortodoks oyuncularının dolmuşuna binmeyecek ve ciddi bir devlet liderine yakışır görüş ve yorum sergileyebilecekti. Gerçek bir devlet adamının da sadece tarihsel doğrulara prim vermesi gereğini de biliyor olacaktı, belki de o zaman.
            Ama bunlar zaten, oturdukları toprakları gerçek sahibi Kızılderililerden darp ile almış, ABD adlı göçmen yerleşkesinin kalpazan, Mafya devşirmesi teknokratları, bizde kimlerden bahsediyoruz ki. Herifler aslında kökenden hırsız, ama salladıkları zaman asaletmeapları halt yemiş, cakalarından yanlarına yanaşılmıyor.
            Adamların esasen milli kimlikleri, desisyonist ilkeleri, devlet adamı vasıfları yok ki. Ama ne yazık ki bu devirde böylelerine devlet adamı diyen hastalar çok olduğundan, Obama denen hazret dediklerimizle neden uğraşsındı ki. Bu hastalık sadece bize özgü değil, görüldüğü gibi sömürgeci hastalığıdır da aynı zamanda ve onlar da bu hastalıktan yani vasıfsızı adam saymaktan şiddetle muzdariptirler ama bunun da farkında değildirler, afyonlandıkları için. Başımızdakilerle uyum sağlamalarının da tek nedeni, herhalde kanlarında ki ortak mikrop ve esintisini pupadan aldıkları afyonlu meltemler olmalıdır.

Osmanlı hükümeti, Ermenilerin çıkardığı isyan ve yaptığı katliamlar karşısında, Ermeni Patriği, Ermeni milletvekilleri ve Ermeni halkının ileri gelenlerine “Ermenilerin Müslümanları arkadan vurmaya ve katletmeye devam etmeleri halinde gerekli önlemleri alacağını” bildirmiştir. Ancak, olayların durmak yerine giderek yoğunlaşması, savunmasız kalan Türk kadın ve çocuklarına yönelik saldırıların artması ve ordunun birçok cephede savaş halinde bulunması nedeniyle cephe gerisinin emniyete alınması ihtiyacı doğmuştur.

Bu nedenle, 24 Nisan 1915 tarihinde Ermeni Komiteleri kapatılarak, yöneticilerinden 2345 kişi devlet aleyhine faaliyette bulunmak suçundan tutuklanmıştır. Tutuklular Ankara ve Çankırı hapishanelerine yollanmıştır. Dışarıdaki Ermenilerin her yıl "Ermeni soykırımının yıldönümü" diye andıkları 24 Nisan, işte bu 2345 komitecinin tutuklandığı tarihtir ve yer değiştirme uygulamasıyla hiç bir şekilde ilgili değildir. Osmanlı hükümetinin bu kararı üzerine harekete geçen Eçmiyazin Katogikosu Kevork, ABD Cumhurbaşkanı’na şu telgrafı göndermiştir:


"Sayın Başkan, Türk Ermenistan’ından aldığımız son haberlere göre, orada katliam başlamış ve organize bir terör, Ermeni halkının mevcudiyetini tehlikeye sokmuştur. Bu nazik anda Ekselanslarının ve büyük Amerikan Milletinin asil hislerine hitap ediyor, insaniyet ve Hıristiyanlık inancı adına, büyük Cumhuriyetinizin diplomatik temsilcilikleri vasıtasıyla derhal müdahale ederek, Türk fanatizminin şiddetine terk edilmiş Türkiye'deki halkımın korunmasını rica ediyorum.
                                                                             Kevork,
                                                               Başpiskopos ve bütün Ermenilerin Katogikosu(1)."

Başpiskopos Kevork'un telgrafını, Rusya'nın Washington Büyükelçisi'nin ABD'deki temasları izledi. Bütün olup biten, yasadışı Ermeni komitelerinin kapatılması ve elebaşlarının tutuklanmasıdır. Fakat Ermeniler olayı bir "katliam" gibi göstermeye, ABD ile Rusya’yı kendi saflarına çekmeye çalışmışlardır. (Gürün, Ermeni Dosyası, Ankara 1983)
                                                                                                                             
                                                                                                                    Serendip Altındal




22 Nisan 2012 Pazar

KALİTE Mİ, KANTİTE Mİ?

            Son Genar araştırmasına göre, ülkemizde adil yargı olmadığına inananların sayısı yüzde 67’leri geçmiş. Daha bile fazla olması gerekirdi aslında, çünkü aklın yolu birdir, muhtemelen sayım hataları da olmuştur mutlaka. Bu sonucun, anlaşılır Türkçe de en açık ifadesi ise, yüzde 67’nin hükümet karşıtı olduğudur. Öyle ya, hükümet yandaşı ve yalakaları, kendilerinin olan yargıya neden güvenmesinler ki? Nalıncının keseri gibi, kendi yargıları da hep onların tarafına yontacaktır nasıl olsa. Öyle ya da böyle, mademki işlerine geldiği zaman kaliteyi (asal olanı) bir yana fırlatıp kantitatif rakamları temel alıyorlar, neticede bu oluşkunun da - işlerine gelir veya gelmez - önümüzde ki seçimler genelinde, geçerli bir diagnostik değer olarak almaları gereğini de yadsıyamayacaklardır hiç şüphesiz.

            Şayet bir ülkede adil yargı sistemi işlemiyorsa ya da bizde olduğu gibi yargı, Sultan kapısına Kadı yapılmışsa veya adalet sarayının kapıcı dairesinde işlem yapar ve arka bahçesini de kullanır hale getirilmişse, devlet de bitmiş demektir. Mevcut olan bu durumda da sayım sonuçları, devletine daha doğrusu da hükümet partisine – ki bunların içinde çoğunluğu da AKP seçmenidir – artık bütün güvenini kaybetmiş büyük bir ekseriyetin, açık ve net görüşünü, dolaylı ifade biçimidir aslında. Şimdi bu sonuçtan Erdoğan hükümeti kendisine, yine nasıl bir takiye primi(!) çıkarır bilemem ama mesajı alması gerekenlerin almış olduğunu da düşünüyorum doğrusu.

            Adil yargımız gibi, milli ekonomimizi de sanal rakamlarla ucubeye(!) çevirip gündem çarpıtanlar, artık şapkalarını önlerine koyup, toplam ahval ve şeraitlerinin bir dökümünü almak zorundadırlar. Zira fazla da vakitleri kalmamıştır önlerinde. Biçilen(!) zaman, o da en fazla 2 yıldır – öyle dememişlermiydi hani – vadenin fazla uzatılacağı pek olası değildir ama her an öne de çekilebilir.
            Ayrıca karşı dağların ardında ki rüzgârların, bizim buralara neler taşıyacağı da hiç belli olmaz. Neticede verilen vade göz açıp kapatıncaya kadar geçecektir. Eeeee sonrası için ne düşünürsünüz beyler! Yani şu meşhur ‘sap döner, keser döner’ meselesi için. Genar bu konuyla da ilgili, bizatihi AKP’liler arasında bir anket yaparsa, zannederim hayli ilginç sonuçlar alacaktır.
           

            Diğer yanda tam da Barzani denen Kürt Yahudisi’nin – ki adamın genleri araştırılsa kesin Musanın parmak izlerine rastlanır - Başbakanı ziyaretinin arifesinde, ortaya bomba gibi atılan, bize de bir yerlerden tanıdık gelen (ergenekonvari), bombalı suikast ihbarı, toplumda kuşku uyandırdı. Bizim yeni bitme ‘senaryo polisi’, ‘Yahudiyi öldüreceğine korkut’ prensibinden yola çıkarak, gerilen tansiyonu düşürmek ve Başbakanın elini de hafifletmek mi istedi acaba.
            Konuşmalardan olumlu sonuçlar alınması bağlamında, Barzani’ye bir gözdağı vererek, üstüne de kendi balonunu mu şişirdi dersiniz. Hani kendi reklamını da yaparak, bir taşla iki kuş vurmak gibi. Yani bu sözde suikast, AKP işi tipik gündem yaratma numarası gibi geliyor insana doğrusu. Yapacak adam yapardı, son dakikada bunu ifşa etmez, bombasını da, kendi elleriyle(!) koymuşlar gibi şipşak buldurmazdı insanlara herhalde.

            Bu arada, seyretmeyi de sevenler için, yeni görsellerimin aşağıya bağlaçlarını koydum. Hani ne derler; ‘on defa anlatacağına bir kere yap göster’. Ne var ki, ne yaparsak yapalım ve okuma tembeli olalım, arada bir okumadan da olmuyor..

                                                                                             
            Yalın ifadelerle gerçekleri anlaşılır hale getirebilmek, her zaman mümkün değildir. Bazı vaz geçilemez değerlerin yerleşmesi için görmek ve bunun için de görselleri arada sırada devreye sokmak da gerekiyor. İşte bu nedenle, özümüz olan ‘Milli Birlik’ meselesinde, en fundamental esasları, görsel olarak da vurgulamaya bilhassa çalıştım.

            Özellikle de ‘ÖZLEMEK’ ve ‘TÜRKİYEMİZ 2008’ görsellerinde bu farkı ve maddenin nasıl ruh kazandığını, açıkça görebileceksiniz. Resimleri izlerken de dönemin ‘ruh ve fiziği’ ile nasıl ‘çakı gibi olan’ gençliğimizin bugün nerelere taşınmakta olduğunu bir kere daha yorumlayacak ve buna sebep olan, Atatürk’ümüz gibi aynı zamanda da bir devlet adamından sonra gelen, tüm siyasilere, dolu dolu lanetler yağdıracaksınız. İçlerinde tabiatıyla İnönü, Ecevit vb.- bu bağlamda fazla da iz bırakabilen olmadı -  bazı sağlamlarda olmuştu.

             Ne var ki, çevrelerinde ki mikroplar onlarında kanına girebilmeyi başarmışlardır. Salt silah arkadaşlığı, askeri başarılar veya belagat sanatı, adamı ne yazık ki, tarihe mal olmuş bir devlet adamı, hele de rahmetli Mustafa Kemal gibi ‘GERÇEK BİR LİDER’ yapmaya yeterli olmuyor. İşte Atatürk bu anlamda da tekdir.

            Görselleri izlerken özellikle de genetiği manipüle edilmiş Amerikan gıdalarıyla, ayakta beslenen bugünkü gençliğimizden, nasıl bir ‘obez Amerikan gençliği’ veya onların ki gibi çağdaş(!) bir ümmet(!) yaratılmaya çalışıldığının, farkına varabilecek ve cahil ‘Amerikalının’ kendi gerçeğinden bile haberi olamadığını daha iyi anlayacaksınız.

            Ve muhtemelen de tatlı tatlı yine de kendi halinize şükredeceksiniz. Zannedersem bu da size moral verecektir. Bakın, görsel deyip geçmeyin o halde. Buna rağmen, her gerçeği yazıyla ortaya koyabilmek mümkün değilse de, görsellerle de yazı dilinin ortaya koyabileceğini ifade edebilmek mümkün değildir. En iyisi ikisini de birleştirebilmek galiba. Bunun için de, karşı da olsak, bilgisaray(!) kaçınılmaz oluyor. Meğerki işletim sistemimiz milli olsun yani daha da Türkçesi, emperyalist bizi denetlemesin veya kendi özelimizi ifade edebilmemiz için, ondan icazet almak zorunda kalmayalım..

ATAM VE BEN    (Yaren için)

  
Serendip Altındal


13 Nisan 2012 Cuma

KUNTALARIN GÖNÜLLÜ HİZMETKARLARI..

           Ne zaman Okyanuslu Kunta parmağını oynatsa, bizimkisi haydi yallah ayaklanıp yollara düşüyor. Sömürge ülkelerine yerleştirdikleri çürük elmaların en dişe gelenini, sapına kadar yemeğe karar verdi adamlar anlaşılan. Bakarsınız yemişken sapını da yerler de geriye atacak çöpü bile kalmaz bizdeki elmanın. Öyle ya bizim başbakanın cinsi şaibeli bir danışmanı, bir zamanlar Buşlara, ‘sonuna kadar kullanın, sonra çöpe atarsınız(!)’ dememişmiydi. Ya da öyle demedi de bunu mu(!) kastetmişti, neyse.

            Bu seyahatlerin - ki aslında kendi de usandı ama eliyle yarattığı kaderi utansın – ardından da mutlaka yeni gündem(!) olayları sahne alıyor, vatandaşın gitti, geldi, ne dedi, ne anladı, sorguları arasına bir de zorlamayla sokulan, sağlı sollu yandaş üfürükleriyle şişirilmiş yeni gündem balonları, esasen içi karışık vatandaşın kafasına, bir de Arap saçından peruk geçiriyor. Mesela, Kuntadan aldığı son talimatlar üzerine, acele adı gündem olan vodvil sahnesine fırlattığı yeni askeri(!) senaryolar, yoksa Suriye seferi(!) öncesi askere verilen son gözdağı olarak mı algılanmalı dersiniz.
            Hani Sultan’ın ‘Oturun oturduğunuz yerde emrimi bekleyin, sonra karışmam haaa!’ buyruğunun kitaba uydurulmuş hali gibi sanki. Şayet böyleyse ve askerden yine de tık çıkmıyorsa, vah ki ne vah, ‘Şerefli Türk Ordusu’ Amerikan devşirmelerinin sustalı maymunları haline getirilmiş herhalde, demek düşecek bizlere desenize. Bu arada buna benzer işler olurken, diğer yanda, şimdi de Kunta nın kucağını mesken tutmuş ve orada parmağını emerken, nereden çıktı acep, birden bu Çin işi(!) vodvili oynamaya kalkmak. Yoksa Kunta nın kulağına yerken elma suyu kaçtı da, acele Çine mi postalayıverdi bizimkini, gibisinden düşünceler geliyor aklımıza.
            Bu durumda da Kuntaların, Çinle beraber dünya pastasını nasıl bölüşecekleri bağlamında gizli ve ikili bir strateji oluşturmuş olmaları gerekmez mi? *** O zaman da bu durumu, dünyanın aklı başında geri kalanı, ‘durun bakalım kendi kendinize gelin güvey mi oluyorsunuz’ diye şiddetle protestoya kalkmaz mı? Görüldüğü gibi bu dünya öyle bir mekân oldu ki, kimse kimsenin ayağına basmadan kıpırdayamıyor bile artık.
            Yandaş TRT spikerinin, Başbakan’ın, Türkiye’nin bütün kapılarının Çine açık olduğunu söylediğini anons etmesi, acaba nasıl yorumlanmalıdır. Çin malları zaten sorgu sualsiz, yurdumuzun bırakınız çarşı, pazarlarını, umumi tuvaletlerinde bile, avaz avaz satılmıyor mu? Buna vodvil denmezde ne denir, suratına baktığında bile insanı gülme krizine duçar eden, rahmetli İsmail Dümbüllü bile bu tuluatı akıl edemezdi.
           
            Hayhuy ve mugalâta edebiyatıyla hiç kimse bir yere varamaz. Ne onlar ne de biz. Eninde sonunda bakla ortaya çıkacak ve açık adreslerle oynamak zorunda kalacaklar. Çok yakında da ki eli kulağındadır, ocakta ki kestaneler patlamaya başlayacaklar ona göre. Ondan sonra da ak koyun mu, kara koyun mu, hep beraber saymaya başlayacağız. Gaza yoluna değil ama bok yoluna gitti diyecek birçoğumuzun da ardından tarih, şayet bu kafayı hala değiştirmemekte kararlıysak, haberiniz olsun şimdiden.
            Yukarda ısrarla kullandığım Kunta tabiri, kimsede ırkçı olduğum kanısı uyandırmasın. Ne ki, beni hayal kırıklığına uğratan, aslında iftihar edilecek ve patronu Bush’lardan daha erdemli ve mazlum bir geçmişe dayalı, kendi Amerikan siyahi ahfadını taban alarak, oturduğu makamda daha da erdemli ve insanca bir profil çizmesini beklediğim Obama’ya ithaf ettiğim sitemdir.

            Şerefsizden korkan da şerefsizdir diye yazar, TÜRK’ün anayasasında. Tarihten anladığımıza göre de bu, o anayasanın asla değiştirilemez ilk maddesidir hem de. Türk’ü evrensel yapan ve yapacak olan yegâne neden olan bu maddeyi, özümle benimseyen kimliğimle yazılarımı, aslan ve kaplanların yanı sıra tazı ve şebeklere, ondan da öte itine, bitine de yollayabilen ama hepsinden önce adres defterinde ki, ‘insan olarak kabul ettiği, tüm gönül dostlarıyla’ paylaşmayı seven bir insanım. Mesajlarımı da bütün gönül dostlarıma, en içten sevgi ve saygılarımla yolluyorum aslında. Çünkü fikir, fikrin eğitmenidir. Yazılarımı sizde sakıncasız kendi dostlarınızla paylaşabilirsiniz.

            Adres defterime bir şekilde ve bütün samimiyetimle aldığım dostlarım, ‘undisclosed’ yani gizli adreslerine aldıkları mesajlarımı, şayet bir daha almak istemiyorlarsa, bu mesajı bana iade etsinler yeter. Müspet ya da menfi en ufak bir yorumda bulunmadan, kendilerini derhal adres defterimden çıkaracağım. Endişeniz olmasın.
           
                                                                                                   Serendip Altındal

8 Nisan 2012 Pazar

İLK MİSYONERLER GİBİ..

           İlk misyonerler okuma yazma bilmeyen ilkel kavimlere, çizerek öğretirlermiş. Şimdi bakıyoruz da etrafımıza, o zamandan bu zamana, bizde değişen pek fazla bir şey de olmamış anlaşılan. Sözden anlamayan milletimize neyin ne olduğunu, aşağıda bir de çizgilerle gösterelim dedik.

            Sömürgeci küreselci eşkıyanın, soyup soğana çevirdiği toplumları ilkelleştirmek adına önce nasıl yönlendirdiğini, sonra da nasıl yönettiğini, bu çizim ve resimlerle çocuklara öğretir gibi, bizim saf ve sanal demokrat, makarna torbacı, Tayyip kömürcü, elektriksiz buzdolabı, çamaşır makinası kullanan, kalkınmada dünya ikincisi(!) yurdunda komşusunun yaktığı kaçak elektriğin de faturasını ödeyen, benzin alamadığı arabasının deposuna çişini yapıp yola çıkan, devletinden intibak beklerken kendi mezarına intibak eden sıçmana, pardon seçmene anlatmak mümkün olabilir belki de kim bilir.

            Yani anlayacağınız, bu uyanıklar adamı önce bağımlı edip sonra da ufak ufak ………… Hadi kaşıyorlar diyelim bari! Son dört dörtlük(!) eğitim yasası da bu bakış açısına cuk oturan yeni bir örnek değil mi esasen. Sadece paralı burjuva çocuklarının çağdaş eğitimden nasibini alması öngörülen yurdumuzda, bu yasayla normal halk çocuklarına parasız devlet eğitimi yolu kapanmış oluyor. Milli aydın yetişmesini de yasaklıyor, ‘birilerinin SAHİP dediği’ Okyanuslu soyguncu böylece. Herifçioğlu, babaları, anaları gibi evlatlarının da, kendi kontrol ve güdümünde piyon eğitimi alarak kucağında oturmak zorunda olduğunu, adeta toplumun suratına bas bas haykırıyor.

            İşte bu gerçeği bile aşağıda ki yanıltmalarla karıştıran sayısız ana ve babalar, belki de bu resim ve çizgilerden kendi gerçeklerinin, aslında ne olmadığını muhtemelen daha iyi anlayabileceklerdir.


            Ne var ki, hemen bahse girmeye de hazırım. Çizimleri yapıtlarında uygulayacak, resimlerde ki yaratıkları(!) aramaya başlayacak, uzman(!) Temellerin çıkacağı da kesindir bizim toplumda.

                                                                                                                        Serendip Altındal




    Devşirme Siyasetçilerin Sık Kullandığı Yönlendirme Teknikleri...

    Sizi nasıl tufaya getirdiklerini anlayabilmeniz için aşağıdaki örnekleri dikkatle izleyin ve de lütfen DÜŞÜNÜN biraz... 


1. Ortada ki çubuk nerede.


2. Kaç tahta var? Yukarıdan ve aşağıdan ayrı sayın.
(Mesela AKP ekonomisine tipik bir örnek..)


 3. Kapı içeriye mi, dışarıya mı açılıyor?



4. Sütunlar yuvarlak mı yoksa köşeli mi?


5. Kaç tahta var? 3 veya 4?


6. Bu bir çerçeve mi?


 7. Garip bir yapıt değil mi?


8. Ortada ki basamak soldan sağa doğru kayboluyor mu acaba?



9. 2 veya 3 tane direk mi görüyorsunuz?





İNSANLARI YÖNLENDİRMEK ÜSTÜNE..

                                                                                                                                             16.06.2010

            Aşağıda ki, manipüle edilerek yozlaştırılmış hayvan resimlerine alıcı gözle bir bakın. Günün teknik gerçekleri konusunda hiçbir fikri olmayan insanları, adeta şaşkına çevirecek ve inançlarını bile allak bullak edecek kadar gerçeksi resimler. Bakın bakalım, size de yurdumuzda son sıralar sıklıkla yaşadığımız olayları, tekrar ve daha berrak bir analizden geçirme fikri verecek mi?
            Yukarda ki başlığı, bireyleri, aileleri, milletleri, giderek ulus ve devletleri, yönlendirmek diye genişletmeliyiz aslında. Aynı bakış açısından yola çıkarak, bu bağlamda ABD’nin, kendi ulusal güvenliği adına, çeşitli teknik ve metotları kullanarak, toplumları gütmek ve kendisine bağımlı hale getirmek üzere, çeşitli gizli, açık kurumlarına milyarlarca dolarlar akıttığını hemen anımsamalıyız.
            Böylece aşağıda ki resim karelerine tekrar baktığınız da, içlerinde, Ergenekon’dan açılımlara ve guguklaştırılan hukuk sistemimize kadar, çeşitli yozlaştırılmış gerçeklerin, film şeridi halinde, tekrar gözlerinizin önünden geçtiğini görmeniz kolaylaşacaktır. Ayrıca, neden kimse tarafından tehtid edilmeyen ve edilmesi de hayli zor olan bir devlet, ‘ulusal güvenliğine(!)’, bu kadar para akıtsın ki, diyeceksiniz herhalde! Ne ki, bunun adı emperyalizm olursa, iş değişecektir eşyanın tabiatı gereği nasıl olsa.

            ABD ulusal güvenliği de ne demek oluyorsa. Onlar bu işin adına böyle diyor. Bize kalsa, ABD’nin küreselleşme adı altında, yeni bir dünya sömürgeciliğiyle, ulusları sömürerek, tatlı hayatına devam edebilmesi için, bu işin doğru adı, hiç şüphesiz, ‘soygun mafyalarının tetikçilerini besleyen’ kara para fonları olurdu. Aşağıda ki karelere bakarken, kendi güncelinizi de yaşayacak ve muhtemelen de günlük hayatınızda ki bazı tipleri, anımsayacaksınız zannediyorum. Size bolca keyifler..

                                                                                                                              Serendip Altındal
















7 Nisan 2012 Cumartesi

HIRS ADAMI HIRSIZ YAPTIĞINDA ARTIK İFLAHI YOKTUR..

            12 Eylül’ün üflemesiyle bugün ortada uçuşan balonlar, o zamanlar sokağa bile korkudan çıkaramadıkları kıçlarını kurtaran askere, biat’karlıklarını ortaya koyan maniler düzüyor şarkılar besteliyorlardı. Şimdi ise aynı güruhun içinden bazı maymun kafalılar, arkalarında ki Okyanuslunun gazıyla, 90 yaşındaki asker emeklisi insanları bile kendi içinde oldukları kafeslere, kapama gafleti içindeler. Turancı geçinen, Pantürkistlerse, her şeyden özce Koreden, Kafkaslara kadar dayanan Tarihin en büyük Türk imparatorluğunu kuran Mete Han'ın bile kemiklerini sızlatırcasına, tarihinde dışından yıkmaya cesaret edemedikleri Türk birliğini, içinden yıkmaya çalışanlarla, ne hikmetse bugünlerde saz arkadaşlığı yapıyor, sazende korosu kuruyor.

            Tarihin bilinen ilk günlerinden itibaren imparatorluklarla karşımıza çıkan yüce Türk varlığının, bilinen tarihten de önce yüce olması gerektiği, bilmem tartışılabilir mi? Öyle ya çünkü bir gecede İmparatorluk kurmadı ya adamlar, elbette bunun bir gelişimi olmalı değil mi? Ne var ki Pantürkistler bile şerefli Türk ordusunun kuruluş tarihini, Osmanlının ki ile bir tutuyorlar.  Osmanlının diğerleri gibi sadece bir Türk hanedanı olduğunu unutuyorlar. Yani Türk ordusunun şerefli tarihi neredeyse Osmanlı ile başlıyor, netice de koca ordunun topu topu 700 yılcık bir geçmişi olmuş oluyor. Hadi canım geçiniz. Bir de böylesi cahil ve çitlembik kafalı adamları ciddiye alıyorlar. Hey gidi hey ne günlere kaldık. Ama biz zorların milletiyiz, nasıl olsa bunları da çöpe postalayacağız, hiç merakınız olmasın. Zira kökü çok gerilere dayanan geniş ve tarihi atıklığımızda, herkes için yer vardır.

            Doymak bilmez derebeylerinin hırsları nedeniyle, aralıksız Dolar basmaya ara vermeyen, tek para birimi Dolar sevdasından vazgeçemeyen ve doygun ekonomisini rehabilite edemeyen ABD, neticede rakiplerine de yol gösterdi. Dedik ya her problem kendi çözümünü de beraberinde getirir diye, öyle mi dedi adamlar ve dolarları devasa barajlarında toplamaya başladılar. Şimdi ağzına kadar dolan bu dolar barajlarının kapaklarını, bir açıp da içini dünya piyasalarına boşaltıverdiklerini bir düşünün, Amerikalı işte o zaman kendi parasında boğulacak, karşılığını veremeyeceği, olmayan ruhunu bile satın alacak bu Dolar tsunamisi karşısında, silaha sarılmaktan başka da çaresi kalmayacaktır.
            Bu da kendi son sahnesine ‘The End’ olacaktır. O vakit bize de, hikâyede ki Azrail’in, beraberinde götüreceği ihtiyar çocukları kandırdığı gibi ‘hadi atta ya’, gitmek zorunda kalan Coniye, ‘uğurlar olsun’ demekten başka da bir şey kalmayacaktır. Ne var ki, başta biz olmak üzere, dünyanın geri kalanı da derinden bir ‘OOOOOOOHH’ çekecektir işte o zaman. Pekiyi bunu neden yapmıyorlar acaba dersiniz. Herhalde bir bildikleri vardır adamların ve anlaşılan beklenmedik bir sürpriz olmaması adına, kendi hazırlıklarını da bitirip, en uygun zamanı bekliyor olsalar gerektir.

            Pekiyi Coni bunu bilmez mi, domuz gibi bilir, bilir de, ah o birçok insan evladının, özellikle de aynı topraktan oldukları için başımızdakilerin de ortak paydası olan ve hem de kendi sonlarının nedeni olacak, doymak bilmez hırsları yok mu? İşte cümlesi adına, Mehter marşıyla gelip İzmir marşıyla gidişin nedeni de bu olacaktır esasen, nasıl inanmadınız mı? Dünya tarihi kitabınızı karıştırıverin bir boş zamanınızda lütfen.

                                                                                                                      Serendip Altındal

3 Nisan 2012 Salı

ARŞİVLİK KLASİKLERLE...

Arada ruhunuzu dinlendirin, dertlerinizi unutun..

A






































































B















C








D









E




























F



G








H
















I


J









K


L
















M





N



O





P
















Q


R



















S














T






V


W





Y



Z