I
Dünya Harbi galibi ittifak devletleri tarafından, 10 Ağustos 1920 de bize baskıyla
– muhtemelen kendileri tarafından da, ya tutarsa mealinde -
imzalattırılan; ama aslında kimsenin onaylamadığı Sevr muahedesi, esasında üstümüzde,
İstiklal Harbimizin nüvesini besleyecek, mermisini tetikleyecek aşağıdaki
kazanımları oluşturmuştur sadece.
§ Fakat derhal şunu
belirtmeliyiz ki, Sevr Muahedesi Türk halkı ve hele aydınları arasında bir
yeis, bitkinlik, ümitsizlik ve
teslimiyet ruhu yaratacak yerde, bunun tersine olarak direnme ruhunu kamçıladı.
Hele Anadolu'da yürüyen Millî Mücadele'yi ve Mustafa Kemal cephesini besledi.
Çünkü hemen şu gerçekler belirdi:
"1 - Artık bir İstanbul hükümeti
yoktur. Padişah bir gölge bile değildir. İstanbul hükümetinin, siyaset ve
diplomasi yollarıyla kazanacağını ilan ettiği, bazı saf insanların inandığı
hareket tarzı demek ki bir hayalden ibarettir.
"2 - Düşmanlardan insaf ve atıfet
beklemek boştur.
"3 - İmzalatılan muahede, baştanbaşa
hatadır ve haksızlıktır.
"4 - Milletin hak ve istiklâlini,
demek ki ancak milletin mücadelesi kurtaracaktır.
"5 - Şu halde Mustafa Kemalin
giriştiği direniş ve dayatma yolu doğrudur. Millet esaretten ancak bu yolla kendini kurtarabilir. O halde tek çıkar
yol, milli mücadele ve millî kurtuluş hareketi yoludur." (TEK ADAM II s.390 - Ş. Süreyya Aydemir)
Neticede ittifak devletleri de,
muahedenin birbirinden kabul edilemez maddelerinin bizim, hele de Mustafa Kemal
tarafından asla kabul edilemeyeceğini bildikleri ve Türkleri de Çanakkale’den
sonra bir daha karşılarına almaya cesaret edemedikleri için, bilindiği üzere, ordu-milletimizin - ki bu özelliği de fazlasıyla yeterliydi
Türk Milleti adına, zira o dönem savaşacak
ordumuz bile yoktu – gerek süngü gücü,
gerekse de bize yaptıkları haksızlığın bizatihen idraki nedeniyle,
savuştular Anadolu’muzdan birer birer.
Eski Haçlı çapulcu talanlarında da
böyle olmamışmıydı. Onlar kimi yiyeceklerini çok iyi bilirler, siz merak
etmeyin. Çünkü her kuşun eti yenmez. Dört defa denediler tutmadı, sonunda SEVR
ile geldiler, o da olmadı. Ağızları yeterinden fazla da yandığı üzere, bu defa da
altıncı; ama silahsız ve içimizden oluşacak ikinci SEVR seferini deniyorlar, o
halde buna da tam hazırlıklı olmalıyız. Türk’ün Atatürkleri bitmez, o yüce rahmetlinin
de dediği gibi hepimiz ATATÜRK’
ÜZ aslında.
Ve yukarda birlikte okuduğumuz gibi de
demek ki, ‘TEK KURTULUŞ Yolu’nun ne olduğu, SEVR döneminde de ayrıntılarıyla
ortaya konmuş ve Osmanlı cephe harpleri yorgunu
millet tarafından bile, iş sonunda anavatana dayanınca,
benimsenebilinmiş ve tek yumruk olunabilinmiştir.
Mustafa Kemal gibi bir TEK ADAM dahi Milli güçlerin başına geçmek üzere Samsuna
çıkmadan önce, İstanbul Hükümetinden bir görev (Ordu Müfettişliği) ayarlamıştı
kendisine. Yani önce somut bir nosyonel kimlik gereklidir toplum liderliği
için. Sokaktaki sıradan vatandaş topluma lider olamaz, olsa olsa Çerkez Ethem,
Demirci Efe vs. gibi Kuvayi Milli de olsa bir çapulcu reisi olabilir ancak.
Oysa disiplinsiz sokak guruplarıyla devlet ikame ettirilemez. O halde Atatürk
dönemiyle hemen hemen aynı şartları gösteren bugünkü acil durumların toplum
liderliği de önce eski siyasilerle, komutanlara düşer.
İşte özellikle de sizler, eski
siyasiler ve komutanlar; ‘sallabaşını al emekli maaşını,
bana mı kaldı?’ çizgisinde büründüğünüz salt oportünist eyyamcılığı, bir
kenara bırakın da, elinizi taşın altına ciddi olarak sokun bakalım. Kendi adıma
liderimi bulsam, kalan ömrüm pahasına derhal en ciddi sorumlulukları almaya
hazırım. Çünkü bundan başka bize öz kimlik ve ekmek verecek bir TÜRKİYEMİZ yoktur. O halde haydin bakalım
Emmioğullarım; vakit artık ATATÜRK GİBİ DÜŞÜNME
vaktidir.
Yoksa
kapımızın önünden yayılan ve buram buram kokarak bizi ikinci
SEVR dönemine sokacak olan iç savaşın kokusunu, hala alamadınız mı?
İçimize apar topar sokulup, kısmen de bize vatandaş bile
yapılan Suriyeli göçmenler, sözde dindar yaftalı farklı kamplardan getirilen yamyam
teröristler, dağlarımızda mevzilenen bölücü eşkıya, Kuzey Irakta hazır kıta
bekleyen ABD milis kuvvetleri ve tüm diğerleri; boşuna mı hepsi kapımızın
önünde veya içindeler sanıyorsunuz?
Hele
de hazır; anlı şanlı ordumuz pasifize edilip sütre gerisine yatırılmış ve tam
da bugünlerin adamı olan komutanları kodeslerde çürütülürken… İşimiz Allaha
kaldıysa şayet, vah ki ne vah! Yine de Allah korusun; ama başımıza getirilecek
olanı daha anlayamadan, bir anda kendimizi, hepimizi buhar edecek bir ateş
yumağının içinde buluveririz, aman efendiler haberiniz olsun!!!
Serendip
Altındal
Video
Kanalım