Bugün
ülkemizde en hayati ilaçların karaborsada bile bulunamadığına bakınca, gidişatımız
Venezüella’dakiyle özdeş gözüküyor. İyi de bizdeki BOP eş başkanı, her ne kadar
başarılı olamasa da milli görüşçü Chavez’in vasiyetine olan sadakatiyle
iktidarda kalabilen Maduro ile bir tutulabilir mi hiç. Hayır! O halde nedir bizdeki
sıkıntının aslı astarı.
Bizdeki Başkan’la Trump’ın dar
alandaki paslaşmasına bakarsak, milletçiliği nedeniyle Maduro’dan esirgediği
desteği Erdoğan’a fazlasıyla verdiğine göre, kendisinden daha fazla bir
ekonomik yumuşama beklememiz gerekmez mi? Yani hep böyle uyutulmadık mı şimdiye
kadar.
Muhtemelen Erdoğan politikasının, yüreğimize
kazınmış Cumhuriyet derinliğinde ister istemez boğulacak olma korkusuyla,
kendisinden beklenen misyonu geciktirmesi bağlamında Trump’ın; ‘ülkeni
mahvederim’ paradoksunun, aslında Kemalist aydınlarımıza ve tüm
milliyetçilerimize, Erdoğan sıfatında verilmiş bir tehdit mesajı olduğu
anlaşılıyor. Lakin bu mesajda Erdoğan’a da bir pay ayrıldığı hiç yadsınmamalıdır.
Hani, ‘bak projemizi bir takım ayak
oyunlarıyla geciktiriyor, kişisel kaprislerinle işi yokuşa sürüyorsun. Ona göre
dikkatli ol!’ Demek mi istemişlerdi acaba. Çünkü diğer yanda amaçlanan hedefe
doğru yürütecek olan, Venezüella ile benzerlikler bu denli yoğunlaşıyorken.
Bu benzerlikleri nasıl gözardı
edebiliriz. Mesela zengin fakir arasındaki uçurumun derinleşmesi, suç oranının
aşırı yükselmesi, toplumun yandaşlar ve muhalifler bileşkesinde ikiye
bölünmesi. Fark şimdilik Türkiye’mizin üniter yapısına karşın Venezüella’nın
eyaletler yapısıdır. Oysa bu fark da, şayet BOP misyonunu Erdoğan Hükümeti
sonuçlandırabilirse, ortadan kalkacaktır. Ki gidişat, her ne kadar saklasalar
da bu yöne doğrudur.
16 yılda açılımından, Ergenekon’una
kadar çeşitli manevralarla, sonunda da kontrollü bir darbeyle, adım adım
oluşturulan tek adam sultasıyla, nihai son vuruşa zemin hazırlanıyor giderek.
İş artık bir iç savaşla, eyaletler Devletinin kurulmasına kaldı. Hele
Venezüella’nın tek adamı Maduro’nun yaptığı gibi birde muhalefetin seçim hakkı
gasp edilirse, sen o zaman gör kıyameti.
İşte hızlandırılmak istenen de böyle
bir Armegedondur. Çünkü bunu iştiyakla bekleyen emperyalist Gladyo, USA
liderliğinde biçtikleri model Devlet entarisini üstümüze giydireceklerdir o
zaman. Adım adım yaklaşmakta olduğumuz bu noktada, inanın ‘iyi seyirler’ demeye
espri bile olsa dilim varmıyor dostlar.
Ve tehlikeyi kendisi de gören Erdoğan
ister istemez İslam bayrağının arkasına saklanarak yavaştan almak zorundadır. Yoksa
Erdoğan İslam yaftasıyla bugünün Dünyasında artık bir yere varılamayacağının
bilincinde olacak kadar da akıllıdır kuşkusuz. Durum bu kadar açık olduğu halde,
her gün oluşturulan çeşitli gündem çarpıtmalarıyla zamana oynamaktadırlar sadece.
Çünkü en fazla korktukları
Atatürkçü, milliyetçi Türk cephesidir ki bunu göğüsleyemeyeceklerini de çok iyi
bilirler aslında. İşte son günlerde aşırı bel bağladıkları vatan, millet
Sakarya edebiyatları hele de ağızlarına hiç yakışmayan, Türk, Atatürk, milli
lafları da bu nedendendir. Lakin yine de dikkate almaları gereken, sahtekârlığı
tavan yapmış USA yerine, Venezüella vatandaşının yine diktatörünün yanında,
sırf milli duruşu nedeniyle yer almasıdır.
Dünyanın en büyük hidrokarbon
rezervine rağmen bugüne kadar genel fakirliğin ve münferit zenginliğin tavan
yaptığı bir gecekondu ülkesi olarak kalmış veya bırakılmış Venezüella ile
bizimde toprağımızda olduğu halde sahip olamadığımız değerli madenlerimiz, bin
bir meşakkatle çıkarabildiklerimizin ise katakulliyle elimizden çıkarılması,
size bir şeyler anlatıyor, ortak benzerlikleri çağrıştırıyor mu?
Venezüella da bir yanda vaktiyle Maduro’yu
desteklemiş olan USA, diğer yanda muhalefeti da sarmalayıp birden büyüttüğü
genç Guido mantarıyla da ülkeyi, iktidarı ve muhalefetiyle prensipte tek paket
haline getiriyor. Ve 16 yıl önce Erdoğan’ı bugünlerin tek adamı olmak üzere
iktidar yaparken, aynı bileşkede ana muhalefeti de revize ederek Amerikancıları
işbaşı yaparak bugünlerin iktidar stepnesi, etkisiz muhalefetini de nasıl
yarattığını, sanki unuttuk sanıyor.
Trump karşıtı olmak, Amerikan
karşıtı olmak değildir. İşte bu doğrultuda içimizdeki, dışımızdaki bize el
sallayanlara, göz kırpanlara azami dikkat ve itina ile yaklaşmalıyız. Zira
Dimyata pirince giderken, elimizdeki bulgurdan da olmak vardır.
Ticarete karşı değiliz aslında,
şöyle ki: İslam öncesi Pagan Arapların birinci tanrıları Allah’tı farklı
amaçlara hizmet ettikleri var sayılan diğerleri ise gerektiği zaman ve zeminlerde
kurbanlarla kutsanırlardı. Ensar’ı ile birlikte Mekke’den kovulan Muhammed,
henüz Hazret değildi. Medine’ye hicret ettiklerinde çulsuz ve yoksul idiler. Yaşayabilmek
için hep birlikte, tarımcılıkta bilmediklerinden, zenginlerin konaklarında,
arazilerinde işçilik, uşaklık, seyislik vs. gibi işlerde çalışmak zorunda
kaldılar.
Borç istedikleri Kureyşli, Yahudi
tüccar ve tefecilerden ise güvence veremedikleri için yüksek faizle borç bile
alamadılar. İşte bu yokluğun ve çaresizliğin canlarına tak dedirttiği Muhammed
ve Ensar’ı Kureyş kervanlarını soymaya yöneldi. Beyaz bayraklı bir soygun
çetesi kurdular. Böylece ilk İslam Devletinin de kurucu meclisi doğmuş oldu.
Aslında yaptıkları, soygun çetesi
kurmak zorunda kalarak kendilerinden esirgenen varlığa karşı yaptıkları
isyandı. Bu tarihin belki de ilk Sosyalist ihtilaliydi. Ve Karl Marx’ı da
fazlasıyla etkilemişti gerçekte. Artık nasıl kabul ederseniz. Ve nitekim nasıl
bir tesadüftür ki, Kuranda ’ki ilk ayetlerden biri faizin haram edilmesidir.
‘Şayet Cennet de ticarete müsaade edilirse, ben kumaş ticareti yaparım’
dediğini de yazar Hz. Muhammedin İslam tarihi.
Evrensel yalnızlığının idrakine
varmış olan Arap insanı sığınmak için Allah’ını da yaratmıştı artık. İşte
Muhammed’den önce Allah fikrine varmış olan Arap dünyasının başka da bir açıklaması
yoktur. Öyleyse İslam emperyalist Arap’a karşı Muhammed liderliğinde tarihin
ilk Sosyalist Devrimiydi.
Böylece Allah’ı da tezgâh malı yapan
şeriatçı emperyalist ilkellerin, Sosyalistleri neden sevmedikleri şimdi daha
iyi anlaşılır belki. Ve görülmüştür ki nihai zihinsel evrim olan Komünizme bile
ancak, İslam’ın evrensel birliktelikle evirilerek aslına dönmesiyle
ulaşılabilecektir. Bugün getirdikleri noktada, İslam’ın tarumar yoksulluğu ise
sahte Müslümanlarla onların Vatikan İmamlarının Ehli Beyt olanlara bindirdiği daha
çetrefil bir katakullidir işte.
Ne İslam’a ne de onunla özdeş olan
ticarete karşı değiliz. Lakin sadece karısı Hatice’den ticarete aşina olan Hz.
Muhammedin ki gibi karnı tok, hakkına razı ve dürüst ticaret ve tüccar
sınıflamasını da yapmak zorundayız. Haydi, gel de bugün o hakkına razı, dürüst tüccarı
bul bakalım. İstisnalar da bu inancı değiştirecek kadar çok değil maalesef.
Başlangıç döneminde (Asrı Saadet)
Ehli Beyt adaletinin sosyal ve mutlu sükûnetinden sonra Peygamberin ölümünden
itibaren başlayan Ebu Bekir ve Ömer devirlerinin nihayetinde, Osman’la yaşanan sınıfsal
İslam dönemi – Osman varlıklıydı ve çevresine yakınlarını toplayarak idari ve
imtiyazlı bir sınıf yaratmıştı - onun öldürülmesinden sonra başlayan menfaat
kargaşası, Peygamber soyundan Ali’yi de harcayarak İslam’ı şirazesinden iyice
saptırdı.
Hele Muaviye ile başlayan Emevi
döneminde ise İslam’da ‘Mal al Müslim’in’ iken ‘mal al Devletin’ – merkezi
Devlet olmadığından, devletten kasıt Halife ve soyudur - haline dönüşerek tahammül edilmez bir sınıfsal
çatışkılı kaotik bir döneme girildi. Ancak Peygamberin amcası Abbas soyundan
Abbasilerin ihtilalinden sonra Abbasi döneminde adalet taşları yine yerine oturup
İslam’ın taraftar kazanmasıyla, yeniden bir ikbal dönemi başladı.
Ne yazık ki bugün sübyancılığı,
oğlancılığı, kadın kasaplığını ve her türlü haramı bırakın telin etmeyi
neredeyse teşvik eden ve utanmadan kendisine Müslüman diyebilen sapkınlarla
aynı terazide tartılmak, aynı Sırat köprüsünü kullanmak istemiyor, Ehli Beyt
tutkunu gerçek Müslüman artık…
Serendip Altındal