30 Temmuz 2012 Pazartesi

RAMAZAN DUASI..

           Bir Hükümet daha yolunun başında ufalma masalıyla, aslında tam özelleşmeye kalkmışsa, devletini yok etmeye niyeti olduğunu da açıkça ortaya koymuş demektir. Anımsayın, Türkiyemizde de böyle olmadı mı? ‘Babalar gibi satarım’ diyen birisi vardı hani. Un mu seriyordu yoksa akıtıyormuydu neydi. Hepimizin sırtından ailece köşeyi döndü ve önce kendisi toz oldu, hatırlarsanız. Ne ki o zamandan bu zamana, her şeyimiz sahiden satıldı ve un ufak da olduk herhalde.
            Bir ülkeyi silahla işgal etmeden de, kara para ve özelleştirmelerle işgal edebilir, ordusunu da aynı araçları ve üstüne tramvay demokrasilerini(!), kurgu senaryolarını da devreye sokarak kafese kapatabilir, elini ayağını bağlayabilirsiniz, hani şu sahtekâr eski dost(!) Amerikan şerefsizinin, din taciri AKP’yi kullanarak tıpkı da bize yaptırdığı gibi. Başımızda ki devşirme hükümetin neden, ufalıyoruz palavrasıyla bütün kaynaklarımızı hatta milli ordumuzu bile özel sermayeye peşkeş çektiğini ve aslında da bu nedenle, bizim de bu hükümetin ilk gününden beri iddia ettiğimiz gibi, içimize oturtulmuş bir Truva atı olduğunu, İnşallah geçte olsa anlamışsınızdır artık.
            Birde ısrarla söylenen ‘milli sermayedar’ aldatmacası var. Sanki doymak bilmez para hırsının dini, imanı, milliyeti ve de Allahı varmış veya olurmuş gibi. Sanki milli sermayedar’ın bütün mal varlığı, aslında 7 X 24 saat Dolar basan sinsi emperyalistin elinde değilmiş gibi.

            Şöyle bir etrafınıza bakın, kalkınmış lider ekonomilerde de özelleşme var ama makul ve devletin her zaman patron olduğunu, ülkesinde ki liberalistinden, sosyalistine kadar bütün kafalara yerleştirdiği bir ölçüyle orantılı olarak. Şayet böyle olmasaydı büyük devletler dedikleriniz, büyük olabilirlermiydi. Şimdi çaresizlikleri, kişiliksizlikleri tavan yapmış birileri çıkıyor, bizatihen üstüne tüy diktikleri devletimizin de büyük olduğunu, bir de yüzleri bile kızarmadan iddia edebiliyorlar. Ama harp sonrası, cumhuriyetin ilk yıllarında ki yoklukta bile Türk Ekonomi Mucizesiyle devleşen, Atatürk’ün bağımsız Türkiye Cumhuriyeti, gerçekten de işte böyle bir büyük devletti bir zamanlar.
            Bugün başımızda, vatanını ve vatandaşını temsil eden bir Hükümet yok ki, öyle büyük bir devletimiz olsun. Bizim Truva atımız ötekilerin yanında, olsa olsa başta kendisine olmak üzere, hempasına da hazineyi soyma hakkı tanıyan, tarih öncesi UCUBE bir haramiler sultası(!) olarak kalacak ve öyle de tarihe geçecektir.

            Yukarda, un seren vatandaşın alelacele yok edildiğini söylemiştik, oysa yakında, kendisini yok eden patronunun da kendisiyle aynı kaderi paylaşacağı aşikâr gözüküyor. Zira alelacele sahneye çıkarılan Mister Kurtulmuş, bunun en güncel işaretidir. Şimdi bu Kurtulmuş hazreti itinayla mercek altına alın. Çünkü çok iyi biliyoruz ki, ‘milliyetçi bir Erbakan’a’ bile tahammülü olmayan Amerikalı İblis, Kurtulmuş adlı zat ı muhteremi boşuna öpmeyecek ve hiç kuşkusuz da yanlış ata oynamayacaktır.
            Kurtulmuş’un, Erdoğan’dan daha mutedil, daha itidalli, akım derken kakım demeyen, çok daha kültürlü, lisan bilir, daha geniş kitlelere – ki bunların içinde hala kararsız(!) ve tufaya gelmeye hazır(!) ulusalcılar da maalesef fazla olacaktır – hitap edecek ve en az da Erdoğan kadar gerçek milliyetçi(!) olduğu – ya da Erbakan gibi olmadığı - ve yumuşak İslami yapısıyla da boşuna intisap edilmediği anlaşılacaktır. Bu vatandaşımızın nasıl yetiştiğinin veya devşirildiğinin(!) de kronolojik olarak araştırılması, milli geleceğimizin bekası adına ve milli gençliğimize de ibret olması bağlamında, herhalde elzem hale de gelmiştir.

            Burada dikkat edilmesi gereken bir hususun, nereden bakılırsa bakılsın artık bütün yolların muhalefetin lideri CHP ye dayandığıdır. Kararsızlar buna de itiraz ediyorlarsa, unutmasınlar ki serbest iradeye sahip olabilmeleri, hatta kararsız ama en azından özgür kalabilmeleri için dahi, düz mantığa göre de başlarında ki AKP hükümetinden biran evvel kurtulmak zorundadırlar.
            Ondan sonra da esasen, yeni kurulacak CHP hükümetinin kendilerine tekrar sağlayacağı adil, laik ve sosyal düzen, temeline oturtulmuş anayasa ve özgür iradeyle, istedikleri gibi düşünüp, bağımsız kararlar alabilmeleri, yeniden özgürce yazıp, çizebilmeleri de sorun olmaktan çıkacaktır. Son kurultayıyla da başta Halk’ı olmak üzere diğer beş okuna da verdiği değeri bir kere daha ortaya koymasıyla, daha da ne olsundu ki. İşi artık desteğinizle iktidar olmaya kaldı. Kusur aranıyorsa, peygamberde de vardır. Yoksa daha faziletli ve dört dörtlük bir ortamda yaşadıklarını mı düşünüyorlar. Yoksa bu karasızlar başka bir dünyada yaşıyorlar da bizim mi haberimiz yok.
            Ayrıca Amerikalı İblis dostlarının(!) Suriye meselesini bahane ederek ve ya tutarsa diyerek, baştanbaşa darı eker gibi PPK tohumu serptiği 800 km üstünde ki Güney hududumuzda, BOP bağlamında bugün Suriye’ye, yarında bize dönük işleteceği, Dolar lejyoneri hem de iki bölücü cephesinin ve alenen, önce bizi Suriye’ye karşı üçüncü bir cephe olarak kullanıp, sonra bizi de sinsice paralama uyanıklığında(!) olduğunun farkındalar mı, bizim muhterem kararsızlar(!) acaba.
            Emperyalistin gözüne kestirdiği bir ülkeye direk olarak müdahale etmeden önce, uluslar arası kamuoyu oluşturmak üzere sebep üretmek için, toprağına provokatör ajanlarını yerleştirerek hıyanet tohumu ektiğini, önce kendisinden yardım talep edecek sahte bir azınlık yarattığını tarihten öğrenememişlerse, peki burunlarının ucunda ki Arap baharından da mı öğrenemediler bu akıllı(!) kararsızlar acaba. Önce manevra yeteneği kaybettirilen ve devşirme komutanlarıyla adeta acemiler mangasına dönüştürülen ordumuza, her gün yapılan baskınların, bu zeminin oluşturulması nedeni olduğunu, hala anlayamadı mı bu çitlenbik beyinli karasızlar acaba.
            Oysa bu başımıza ilk defa gelmiyor ki. Özellikle de Türk’e yapılan oyun hep budur, tarihi bununla doludur. Korku ve saygısından, kimse Türk’ü karşısına almak istemezdi. Bu nedenle de esasen bütün tarihinde, kendisinden başka da ciddi ne bir dost ne de bir düşman tanımamıştır. Her zaman mazlumların koruyucusu ve zalimlerin düşmanı olmuştur ve bu ebediyen de böyle olacaktır. Asla unutulmaması gerekende, ulusunun üstüne çöken kara belayı, her seferinde bizatihen Türk Ulusunun temizlediği ve her zaman da temizleyecek güç ve imana sahip olduğudur.
            İnsan ebleh bile olsa bu kadar enayilik yapmaz. Yoksa Amerikalıyla ikili mi oynuyor(!) bizim hükümet, yani tavşana kaç tazıya tut misali, diye de sorgulamıyorlar bu kararsızlar anlaşılan. Ya işte böyle, ibret için bakıp görsünler, demek ki kilit kararsızlar, nasıl bir acınası ülke haline getirmişler vatanlarını. İnşallah bu aymazlıklarından, sorumsuzluklarından da ders almayı bilmişlerdir.
            Şayet bunları da benimsetemediysek, artık onlara Allah yardımcı olsun, zira önlerinde ki son şanslarını da olumlu kullanamazlarsa, normal ve sağlıklı akılla, eylemlerinin tutarlı bir tarafı da artık kalmamış olacaktır. Veya tarihe Türk düşmanlarının, ajan provokatörleri olarak geçeceklerdir.
            Kendileri vatanlarının bekası ve çocuklarının geleceği adına kilit bir sorumluluk taşıdıklarından ve katkılarıyla da başlarında ki iktidara ya tamam ya da devam diyebileceklerinden, kararsız ama her şeye rağmen ahde vefa sahibi olduklarına inanmak istediğim aydın olması gerekenlerine de, bu kadarcık bir anımsatmada bulunayım istedim.

            Şimdi gelin ahval ve şeraiti Hükümetin çok saygın uzmanlarına(!) bırakalım da, bekleyelim bakalım sepetlerinden kuş mu, civciv mi çıkacak. Üstüne de hep birlikte kısa Ramazan duamızı yapalım ve yürekten Âminlerinizle de, hiç olmazsa birlikte sevap kazanalım isterseniz!

Ey bütün varlıkları bir anda yok etme gücünün sahibi Allah’ım! Kulları öldürmek de, Sen’in kudret elindedir. Ey büyüklerin büyüğü olan Rabbim! En yüce ve en büyük Sen’sin. Ey zatı ile kaim olan Rabbim! Doğmamış, doğrulmamış Allah’ım! Sen’in eşin ve bir benzerin yoktur. Ey misli olmayan Rabbim! Sen duyan ve herkesin görmediği gizliliklere vakıfsın. Sen ne güzel bir Mevla ve ne güzel bir yardımcısın. Ey yüce Rabbim! Güç ve kuvvet ancak senin yardımınla mümkündür.
Yüce rabbim şimdi Sana niyâz ediyoruz, gel de şu İslamın askeri Türk Ulusunu, misak ı millisini ve vatan müktesebatını küffara satan melun fitnenin sahibi AKP belasından, içinde bulunduğumuz bu mübarek ayın yüzü suyu rahmetine bildiğin gibi kurtar Allahım. Ufunet haline dönüşen bağrımızda ki AKP çıbanının daha fazla şerrinden de azad eyle bizi yarabbim. Âmin.!


            Son’un sözü: Bu dua asla çaresizlik nedeniyle değil, olaya biraz da ilahi duyarlılık katmak amacıyla kullanılmıştır. Unutmayalım ki İBLİS bile,  gönül kapımızı açık tuttuğumuz sürece içimize girebilir. Kaderimiz ancak bizim için vardır ve bizimle birlikte biter. Ve onu da üç buçuk sırtlana değiştirtmeye, hiç de niyetimiz yoktur. Yukarda ki duamıza ilk sırada Âmin çekmesi gerekenler de, işledikleri büyük günahtan öncelikle nadim olması gereken ama aynı zamanda günümüzü de karartan, işte bu kararsızlardır.

            Ve sözün özü: Şimdi, dünya lideri cengâver Başbuğların asil ulusu, son Başbuğu yüce Atatürk’ün büyük Türk güneşinin yeniden doğup, giderek kararmakta olan dünyayı aydınlığa boğarak, kaderini değiştireceği zamanı beklemektedir. Ve tarihi ihtişamının nurlu anısına, yeniden doğacak güneşini beklerken de, yelesini rüzgârlara savuran ve cenk alanına patlamaya hazır küheylanı gibi, yerinde de duramamaktadır artık.

                                                                                                             Serendip Altındal

  
Karadenizli az ve öz konuşur…






23 Temmuz 2012 Pazartesi

OLASI DEVİNİM SONUCU..

            Küreselciliğin arkası, önce egemen olmayanların köleleştiği bir dünya olacak, arkasından da kaçınılamaz uzay kolonileri evrimi gelecektir. Bilişim dünyasında 40 yılın üstünde görev almış birisi olarak, vaktiyle tasavvur etmekte bile zorlandığımız teknolojiye, bugün minimal rakamlarla sahip olduğumuza bakınca, Âdemoğlunun geleceğinin beni de ürküttüğünü itiraf etmek zorunda kalıyorum. Bir anımsayın, daha 2 yıl önce kim, e-devlet üzerinden bütün resmi işlemlerinizi halledeceğinizi söylese, inanırdınız. Bu durumsa, çok uzak olmayan bir gelecekte, chip’leneceğinizin de müjdesini(!) veriyor esasen.

            Yakın bir gelecekte - ki prototipleri bugün başarıyla deneniyor - güneş gözlüğünüzün arkasında, sadece size görüntü veren, karşınızdakinin hiçbir şey göremediği ve size soracağı bütün soruların olası cevaplarını, üstünde hemen bulabileceğiniz, holografik ekranlar açılacaktır.
            Daha sonra da, quantum ‘girişimcilerinin’ çalışmaları hızlandıkça, bu ekranların yerini alacak olan ve bir taraflarınıza yerleştirilecek gözle bile görülemeyecek - bir iki mikron boyutlarında -, madde transferi yapan chip’lerle, holografik ekran olayını direk olarak beyninizde yaşıyor olacaksınız. Tüm eğitim sistemlerinin bütünüyle yeni bir formasyon kazanacağını, TV kanallarının sorulu cevaplı ve ödüllü reyting programlarının da tarih olacağını, bilmem söylemeye gerek kalıyor mu?
            Daha sonra ise, dolayısıyla artık beyniniz de kontrol ediliyor olacağından, hafızalarımızın hatta bilinçaltımızın bile imajları bundan böyle, bir zamanların nüfus kayıtları gibi, devasa veri bankalarında arşivlenecektir. Özel mahkemelerde(!) adı geçen dönemlere ait kronolojik beyin kayıtlarınız, avukatlara da gerek bırakmadan, doğrudan leh veya aleyhinize delil olarak kullanılacaktır. Artık dijital karalamacılara da gerek kalmayacak, istenen imaj bir anda ve haberiniz bile olmadan, devletinizin bilgi bankasında mışıl mışıl uyuyan dijital hafızanıza işleniverecektir.
            Tabii ya, artık hafıza arşiviniz de sizin değildir nasıl olsa. Sakın bunları son gördüğüm bir bilim kurgu filminden aktardığımı düşünmeyin. Bugün her analitikçi düz aklın, varabileceği olmazsa olmaz öngörülerdir bunlar. Ben sadece mesleki bilgi ve uzun yıllara dayanan bizatihi tecrübemi de kattım biraz içine, hepsi bu.
            Her fırsatta ‘özgür ve bağımsız aklımız’ dediğimiz, bizi birey yapan en önemli özelliğimiz de tarihe karışacak ve böylece bize egemen olanların istemediklerini, istemeden bile düşünemez hale getirilmiş olacağız.
            Şimdi bir tasavvur edin, başınızda ki Tayyipler mangası veya bir başka yerde aynı seriden oligark bir hükümet, böyle bir teknolojiye sahip olmak için neler vermezdi. Ama ne yazık ki(!) onların ömrü bunları görmeye yetmeyecektir. Ne var ki, bizimkisi gibi toplumları gütmek için, bu teknolojilere ihtiyaçları olup olmadığını da yorumlarınıza(!) bırakıyorum.
            Tabii bu teknolojilerin start alabilmesi için, eski ürünlerin, fiyatları neredeyse yarı yarıya indirilen Mediamark(!) stoklarının önce bitirilmesi, imalat revizyonlarının sağlanması ve aynı bağlamda yeni ürünlerin pazarlama organizasyonlarının projelendirilmesi lazımdır.
            Bu arada, konvansiyonel silahların hiçbir kıymeti harbiyesi kalmadığını, en önemli silahın ‘zihin kontrolü’ olduğunu, artık ürkek geyikleri bile biliyor bu dünyanın. İşte teknoloji de oraya doğru, bu yüzden koşar adım ilerliyor ya zaten.
            Belki de bilmenizde yarar var. Quantum girişimleriyle giderek hızlanan ve küçülen, ufaldıkça da devleşen bilgisayarlardan, elinizde ki bir ipad’in bile veri tabanında, dünya nüfusunun bütün özlük bilgileri – bugünkü nüfus kayıtları - tutulabilir hale geliyor. Bunun için ana bilgisayarlara da (mainframe) ihtiyaç yoktur. Onlar daha ziyade devasa ve genelde çok uluslu, çok azalı intra-extra network’larda – mesela milyonların bağlandığı Internet serverleri gibi -, aktüel (real time) işlemler, çok hassas ve çok yüksek maliyetli imalat prosedürleri, quantum ve astrofizik alanları vb. için öngörülür.
           
            Buraya kadar söylediklerimizi bağladığımızda, zannedersem giriş cümlemiz anlamını buldu artık. Ama her şeye rağmen, tek ve büyük yaratıcıdan emanet aldığımız yaratıcı aklımız, bizi özgür ve bağımsız kılmak adına, yine bildiğini okuyacak ve sonsuza kadar tez’e antitez üretmeğe devam edecektir.
            Bu bağlam da, quantumcuların kaçınılamaz başarıları, materi transferini uzaya da taşıyacak, kaderi egemen sınıfların elinde kalmış, yeniden köleleşmiş ve çağdışı Engizisyon dönemindekinden bile acınacak hale düşmüş Âdemoğlu, selameti yeni gezegenlere kaçmakta bulacaktır. Yarın nasıl olsa, bu beklenen devinimin sonucu, insanoğlu’nun kaderi olacaktır.
            Bana göre yüzde yüz tutacak olan bir öngörü ama birilerine göre de bu ‘komplo teorisini’, bırakın azıcık biz de kurgulamış olalım ve bunu yapmadık da demeyelim en azından. Nasıl buldunuz, üstünde düşünmeye biraz vakit ayırmanıza değmez mi?

KISSADAN..  H

            Bir esinti daha yollayalım ve Numan Kurtulmuş olayını Wikileaks’den okuyanlar için söyleyelim:
            Washington DC, bir numaralı toplum yönlendirme aracının ve ajanının Wikileaks olduğunu, Kurtulmuş’u kendisine empoze ederek daha önceden programladığı Erdoğan’dan sonra, AKP nin başında kimi görmek istediğini de halk’a aynı vasıtayla duyurmakla, esasen bundan daha açık ortaya koyamazdı. Tabii buda anlayanlar veya anlamak isteyenler içindir. Bir hatırlatayım istedim sadece.

            Ha! Bakıyoruz artık iyice şaşıran Amerikalı da, devşirmesi AKP gibi giderek, panik halinde kıçtan dalmaya kalkan ördeğe benzemeye başladı. Bu kadar da aleni salaklık olmaz ki be kardeşim(!)

            Birde unutmadan söyleyelim hani, burnunuzun dibinde ki Esad’ı geçin de, bir zamanlar van minit postası(!) çektiğiniz küçük İsrail’li, ta oralardan kalkıp da kendi vatanınızda gözünüzün üstüne yumruğu çaktığında, aynaya nasıl bakabileceksiniz biraderler, siz ona bakın önce. Bakın da, askerlerinizle uğraşmayı yol yakınken bırakın. Yoksa yanan hamamdan peştamalsız kaçmak zorunda kalanlarınkine dönüşüverir, birdenbire hal i pür melâliniz. Bizden uyarması.
            Ve asla unutmayın ki bu vatan sadece sizlerin değildir. Büyük denizin diğer tarafında ve Johny Walker’in himayesinde, kendisininkini kurtardığı anlaşılan hoca efendiniz, dikkat edin de sizin başınızı yakmasın.

            ‘Bugün İslamcı kesimden bile homurdanmalar başladı. Bugün 66 yaşındayım ve AKP'nin yıkılışını göreceğimi umuyorumdiyebilen Ertuğrul Özkök’e, ‘Aramıza hoş geldin. Ne oldu kardeş, satılmış medyanıza vahiy indi de, eski sahibinizden ümidi kesip, şimdi de muhtemel yeni patronlara doğru mu gerdan kırmaya başladınız(!)’ diye sorası geliyor insanın. Ama değmez diye düşünüyorum, ne dersiniz? Şayet kendisi ve avanesi lider gazeteci Sedat Simavi’nin erdemli hamurundan azıcık nasiplenmiş olabilselerdi, belki de Türkiyemiz bugün içinde bulunduğu, Cumhuriyet tarihinin en sıkıntılı dönemini yaşamıyor olacaktı.
            Dönmelerden ne köy ne de kasaba olamayacağını, vaktiyle bunlara oynayan AKP de anlamıştır artık ve iyi de olmuştur laf aramızda. Doğru yoldan ayrılanı her zaman cin çarpar diyen eskilerimiz meğer ne kadar da doğru söylemişler.
           
            Bu arada, şarjöründe ki son mermisini gerektiğinde kendi şakağına sıkmaya hazır bir kuvvacı olarak, bir türlü hazmedemediğim bir mesele daha var. Meslektaşlarının bile bugün çıkıp ‘Şerefsizler! Ordumuzun itibarını düşürdüler’ dediği hani şu çuval giyen meşhur, sanal komando(!) onbiri. İyi de, o zaman da yazdığım gibi, birilerinin çıkıp daha önceden Amerikalıya tüyo vermediğini, ‘oraya asal çocuklarımızın yerine, 11 tane her şeye müsait(!) liboş koyuyoruz, gidin onlara ne isterseniz yapın’ demediklerini de bilmiyoruz. Öyle ya Wikileaks(!) bunu yazmıyor. Şayet böyleyse, o zamanda ordumuza gıyabında, yeni bir haksızlık yapılmış olmuyor mu?

            Şayet bir gün, kendilerine İNSAN GİBİ İNSAN - özgür, bağımsız ve adil - denebilecek İNSANLAR için, yaşanamaz hale gelecekse bu dünya ve başı yukarda özgür dolaştığı her zaman, hâkimi olduğu diğer uluslara bile adaleti eşit dağıtmış olan Emmioğlu, şayet evrensel adaleti tek başına sağlayamayacaksa, iyi bilin ki bu dünyadan uzaya transfer olacakların öncüleri, yine TÜRKLER olacaklardır. Ve ondan sonra da bu eski dünya artık kaderine terk edilmiş olacaktır. Çünkü içinde TÜRK’ün yaşamadığı mavi planet, grileşmiş, fakirleşmiş, yeniden klanlaşmış ve diğerleri için de gerçekten artık yaşanabilir bir dünya olmaktan çıkmış olacaktır.
            Emmioğlu şayet başına geleceği vaktiyle anlayıp da, bu defa da Edebali’lerinin akıl gücüyle silkinip, kendini revize ederek uygarlık savaşını da kazanırsa, mesele yok. Ki neden olmasın, Almanların çok uluslu endüstri kurmayında (MRP sonra ERP) alanlarında, yıllarca projeler, programlar üretmiş ve kendisi gibi, dünyanın lider ekonomilerinde, hem de bizi sömüren bilim ve endüstri alanlarında sorumluluk sahibi binlerimizin olduğunu ve ne zor şartlarda harikalar yarattıklarını bilen bir bilişimci olarak, bu potansiyelin kendi geleceğimize odaklandığını bir düşünüyorum da! Yoksa Emmioğlum, bir zamanlar Amerika’ya göç eden Avrupalıların başındaki İngilizler gibi, sadece dünya göçmenlerinin liderliğine soyunmakla iktifa etmek zorunda kalacaktır.

            Bütün, özellikle de kitaplı dinlerde ki ‘tanrı birdir’ veya ‘La ilahe illallah’ ortak paydasıyla bilindiği gibi de, imanla tanrıyı kabul edenlerin ve kitaplarına göre şer’i yaşayanların sonraki mekânı cennet, imansız ama biatkar olanların kümeleneceği Sırat, diğerlerinin yani tekfir edilenler(!) ve günahkârların ki de cehennem olacaktır. O halde cennet ideal olduğuna ve herkes de oraya kapağı atmak istediğine göre, oraya girenlerin de ancak eşit ve adil yasalara uyarlarsa ebedi huzura erişeceği biliniyorsa, nedir o halde bu insanların yeryüzünde ki salakça telaşı, birbirleriyle bitmeyen kavgaları, neyi paylaşamıyorlar ki o zaman.
            Hem de cennette, liberalizm veya küreselci emperyalizm olmadığına, hak, hukuk gaspı yapamayacaklarına, sabıkasız kalmak zorunda olacaklarına, fazla mal mülk sahibi de olamayacaklarına, her kafalarına eseni de yapamayacaklarına, birbirlerinin ayaklarına dahi basamayacaklarına ve de egemenlerin olmayacağı öylesi bir mekânda nasıl olsa hepsi de ister istemez sosyalist(!) – daha da ilerisi, belki de komünist - olacaklarına göre.
            İstermisiniz şimdi birileri, böyle dedik diye cennete bile gitmekten vazgeçsinler. Hiç kuşkusuz onların başında da küreselci liboşlar(!) olur ve tanrılarıyla pazarlığa oturur, kendilerine ayrı bir cennet ayarlamaya(!) kalkarlar, muhtemelen de o cennetin anahtarlarını yeniden satmaya başlarlardı.
           
                                                                                              Serendip Altındal

  

18 Temmuz 2012 Çarşamba

LOZAN'A KADAR VE KURULTAY İZLENİMLERİ..

            Türklerin ilk yurdu olan batık kıta MU’ nun son dönemleri ve kıta batmadan önce en son göç eden Türkler hakkında bir film çevrilseydi, kimbilir ne kadar enteresan ve düşündürücü olurdu diye soruyorum kendi kendime. Öyle ki bu film aynı zamanda binlerce aksiyon, tarih ve macera senaryolu film dünyasının da bir ilki olarak tarihe geçerdi. Ne var ki içi boş kafalı Hollywood, manipülatif Amerikan(!) hamaset filmlerini daha ilginç buluyor anlaşılan.
            Öyle ya, batık kıta Atlantis’e bile defalarca el atan Batı film dünyası insanoğlu’nun evrimiyle ilgili bu çok daha eski tarihe neden el atmasındı. Muhtemelen altından çıkacak olan ve bir türlü kabullenemedikleri, bir yandan kendi tarihlerinden de çok eskilere dayanırken diğer yandan, kabul edilen kitaplı, kitapsız dinler tarihinden de çok öncelere uzanan, Türk uygarlık tarihi, korkutmuş olmalıydı onları.
            O halde bu teklifi bizimkilere yapalım, bu konuda, bilinen tarihten uyarlanmış, Azteklerden, Amerikan Kızılderililerine, Orta Asya’ya, piramitlere, oradan da Avrupa tarihinin kurucusu Etrüsklere kadar uzanan çok amaçlı bir tarihi belgesel, güzel yurdumuz için de önemli bir turizm yatırımı olur ve aynı zamanda yüce Atatürkümüzün de ruhu şâd olurdu. Yeni yasa ayarlarıyla(!) birdenbire azad edilen eski çocuk katilleri nedeniyle timsah gözyaşları döküp, ambiyans yeşertmeye kalkan, çok Sayın kültür Bakanı, ne buyururlardı bu konuya acaba.

            Geçen gün Mudanya’da, Mütareke binasını ziyaret edip bir kere daha ruhumuzu yıkamak istedik. Mütareke odasında ki sanal mankenlerin oturduğu masada, hasımlarının karşısında tek başına oturan İsmet Paşayı temsil edenine hitaben, yüksek sesle ve kendisiyle konuşur gibi; ‘Paşam emperyalist eşkıyadan söke söke koparıyorsun ya, helal olsun sana’ demek ihtiyacını hissettim birdenbire. Orda bulunan diğer ziyaretçiler ne dediler, hakkımda ne düşündüler bilmiyorum. Ayrıca bu da beni hiç ilgilendirmedi işin doğrusu.
            Sonra da ‘fotoğraf çekmeyin lütfen’ diyen yöneticiye, ‘neden çekmeyelim, bunları bağrımızda saklamalıyız, yok edersek bizde yok oluruz. Bakın, bugünkü şişirmelerin yanında ufacık kalan bir adam, yurdundan gasp edilenleri yumruğuyla nasıl söküp almış, hem de o şartlarda’ derken, bugün kimliği olmayan aymazların, tarih kitaplarından silmeye kalktığı ama aslında tarihe yüce Atatürk’le birlikte daha da bir perçinlediği İsmet Paşayı, karışık duygularım ve hicranla ama minnetle yâd ediyordum.
            Bu arada orada bulunan yaşlı bir zat da bana, ‘siyah saçıyla başladığı Lozan’ı beyaz saçıyla bitirdi’ demişti. Bende kendisine; ‘Mecliste, kimi Lozan’a yollayalım diye soran vekillerine, ben İsmeti yollamak istiyorum diye cevap veren yüce Atatürk’ün, elbette bir bildiği vardı’ dedim. Esasen de, en yüce rahmetlimiz ne zaman yanılmıştı ki.

            Biz bunları yazdık mı, yazmadık mı? Şimdi birileri çıkıp da Mütareke binasını da umumi ziyarete kaparsa şaşırmamak gerekecektir artık. Şayet bu da olursa, bu ülkenin vatandaşı olduğunu iddia edenler, daha iyi anlarlar artık ülkelerinin hal i pür melâlini, anlarlar da önlerinde ki seçimlere daha bir konstüriktif(!) bakarlar belki de. Daha ne diyelim artık yüzde ellisi böylesi kararmış, pardon kararsız(!) kalmış vatandaşa, bundan başka.

           

  


            Türkiyemizin makûs ortamında, milli ümitleri ziyadesiyle yeşerten CHP kurultayı beklenin de üstünde ışıldayarak, iktidar yolunda olduğunu, çok açık, çok seçik ortaya koydu. CHP Kurultayında, en olumlu bulduklarımızın başında gelen, Sayın kardeşimiz Atagünyılmaz’ın dünkü konuşması, çoktan yapılması gereken ve bütün gerçek CHP lilerin duymak istediği, iştiyakla beklediği ve de yüreğini yansıtan türdendi.
            Ne yazık ki ekranda da göreceğiniz gibi, arkadaşlarının sözlerini anladıklarından geçtik de, dinlemeye bile sıcak bakmayan ve olmadık çıkışlarla, olmadık pasajlarda bu kısa ama çok anlamlı konuşmayı kesmeye kalkan partililerde vardı aynı kurultayda. Kendilerini, bu yüce partinin vakarına yakışan bir ciddiyete davet ediyoruz.

            Kurultay genelinden ve Kılıçdaroğlu liderliğinden beklediğimiz hiç şüphesiz yeni sürprizler değil ama kendi çizgisinde, altı oku kulvarında ve asal ekseni doğrultusunda seyreden CHP’nin olumlu revizyonu ve ümit taşımamızı sağlayacak yeni adaylarıydı. Açılım maskaralıklarından arınmış, misak ı milli müktesebatından ve Kemalist perspektifinden santim taviz vermeyeceğine, bünyesinde Kemalizm’in bir eğilim değil ama özü olduğuna inandığımız bir CHP’ydi beklentimiz hiç kuşkusuz.
            Yeni arayışlara asla gerek yoktur. Zira KEMALİZM dünya tarihinde, daha Cumhuriyetimizin kurulma aşamasında bile, kendisini TÜRK EKONOMİ MUCİZESİ tanımıyla ispat etmiş bir numaralı BAĞIMSIZ, LİBERAL SOSYAL BİR MİLLİ EKONOMİ MODELİ ve bir ilktir. Hele de YENİLENMEK derken iki defa dikkatli olmak gerekir. Çünkü YENİLENMEK şayet yanlış yorumlanırsa(!)ki öyle olmaya da çok müsaittir – beraberinde YOK OLUŞU da getirir.

            Her geçen gün yürümesi gerektiği hedef yolunda, imzasını daha da belirgin attığını sevinerek gördüğümüz Kılıçdaroğlu, giderek CHP gibi Türkiye’nin en derin ve merkezi olan partisinin de lideri olma yolunda, çok emin ve kararlı adımlarla ilerliyor. Bu da beni kendi adıma ziyadesiyle memnun ediyor, bunu da itiraf etmek zorundayım. Kılıçdaroğlu liderliğinde ki CHP’yi, bizi fazlasıyla ümitlendiren örnek kurultayından ötürü kutluyor ve artık iktidar olduğunu görmek istiyoruz.

            Sayın Atagünyılmaz’ı da canı yürekten kutluyor, kendisini ileri devlet görevlerinde de görmeği bekliyor ve sevgiyle gözlerinden öpüyoruz.

                                                                                                          Serendip Altındal




12 Temmuz 2012 Perşembe

KARA İŞGAL..

            Ülkemizi silâhsız işgal edeceğini daha ilk gününden beri bildiğimiz ve üstüne bir hayli de yorum yaptığımız gizli düşman, aslında yurdumuza sömürgecinin yer altından pompaladığı KARA PARA’ dır. Bazı yumuşakçaların ve akrobat aydınların(!) tanımladığı gibi sıcak değil ama düpedüz KARADIR bu para.
            Yani kaynağı bilinmez, kendisi hesap bilmez, vergi ödemez, adres sormaz ve önüne geleni, gideni, uçanı, kaçanı satın alan namert paradır bu para. Bu para’nın devşirdiklerine, Allahlarını bile satın aldıklarına bakıyorum da, aslan yürekli Türklerin yurdunda, meğer araya sokulmuş(!) ne kadar da kanı bozuk, şerefsiz varmış diyorum, ister istemez.
           
            Geçen akşam, Ulusal Kanal da kara para’nın olumsuz faziletlerinden(!) uzun uzun bahseden ve bu yazı adına da esinlendiğim Sayın Ufuk Söylemezi dinlerken, ‘nihayet sizde de gündem oluşturdu’ deyivermişim. Sağ olsun hem de ortanın sağında, ayrıca kapitalist hummaya hizmet etmiş bir devlet adamı sıfatıyla da, çok doğru kelamda bulundu. Kapitalistlerin - doğru Türkçe ile de tüccarların -  vicdansız olduğu ifadesini çok tuttum ama yetersiz buldum.
            Zira vatanımızın etik varlığını, milli müktesebatını yok etmek üzere, vagonlar dolusu pompalanan kara paraya, AKP lilerden önce bizim kapitalistlerin(!) balıklama atladığını biliyorsak, vicdansız kavramının en azından kanı bozuk ile yer değiştirmesi gerekmektedir. Ufuk Söylemez, menşei belirsiz ve organizasyonu çeşitli yorumlara açık kara paranın, nasıl geldiği konusunda ki görüşlerinde de çok haklıydı.
            Ayrıca, bu analizleri yapabilecek vasıftaki aydınlık ve ahde vefa sahibi kişilere, kara paranın satın aldıkları tarafından her fırsatta yapılan, klasik komplo teorisyeni atıflarının, artık havada kaldığı konusunda da, kendisiyle tamamen hemfikiriz. 
            Soyusopu belli olmayan(!) ve türünden başka da bir emsali olmayan AKP motorlu devşirmeler teknesini, rotasında tutabilmek için içeri pompalanan bu paralar, tarihin cari açığı olarak diğer taraftan yine dışarıya çıkıyor nasıl olsa, tut tutabilirsen. İçeride kalanlarsa, örtülü ödenekler halinde, satın alınmış hükümetin kadrolaştırdığı, hukukçusu, askeri, memuru, tüccarı, yandaş ihalecisi, medyası ve torbacı seçmeniyle oluşan ümmetsel cürufu, yeni seçime hazırlıyor sadece. Yoksa o paralardan yurdumuzda, ne köy, ne de kasaba olacağını, bu ülkenin kör tavukları bile biliyor artık.

            Milli güçler içinde, halkın yanında olduğunu tarihte defalarca ispat etmiş delikanlı bir Mafya da vardı bir zamanlar. Ne var ki bugün, kara paraya vatanını satmış içi kokuşmuş tüccarın haracını yediği için, maalesef kendisi de anavatanını satın alan kara para rantına bulaştı ve kendi ruhunu da sattı. Oysa bir zamanlar kara para kendisinden sorulurdu ve bu parayı da efendi gibi, hiç olmazsa vatanına harcardı. Şimdi ise delikanlılığını, onun da çiviye asmış olduğu görülüyor.
            Birde Misak ı Millisine sımsıkı sarılmış ve Atatürk’le omuz omuza İstiklâl harbine katılmış, Hz. Muhammed ashabından gerçek Müslümanları vardı bu toprakların. Hani şu kurtuluşa erecek, helak olup gitmeyecek fırkadan olanlar. Ne oldu onlar, yoksa hepsi birden mi YUMUŞADI. Onları da yok sayarsak, o halde hattı müdafaa yine biz kuvvacılara kaldı desenize.
            Bakın aşağıda yüce Atatürk bunların topuna birden ne güzel söylemiş ve bize de söyleyecek fazla bir şey bırakmamış. Tabii ki adam evladı olanlar için(!)

§ Misak-ı Milli Hazırlanıyor
Efendiler, milletin emel ve gayelerinin kısa bir programın temelini oluşturacak şekilde topluca ifadesi de görüşüldü. Misak-ı Millî adı verilen bu programın ilk müsveddeleri de, bir fikir vermek maksadıyla kaleme alındı. İstanbul Meclisi`nde bu ilkeler gerçekten toplu bir şekilde yazılmış ve tespit olunmuştur.

Efendiler, görüştüğümüz her şahıs veya bütün şahıslar, bizimle düşünce ve görüş birliği yaparak ayrılmışlardı. Fakat İstanbul Meclisi`nde,  `Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Grubu` diye bir grubun kurulduğunu işitmedik. Niçin?! Evet, niçin? Buna bugün cevap isterim!

Çünkü Efendiler, bu grubu kurmayı vicdan borcu, millet borcu bilmek durum ve kabiliyetinde bulunan efendiler inançsız idiler... Korkak idiler... Cahil idiler...

İnançsız idiler; çünkü millî dâvânın ciddiliğine ve kesinliğine ve bu dâvanın dayanağı olan millî teşkilâtın sağlamlığına inanmıyorlardı.

Korkak idiler; çünkü millî teşkilâttan olmayı tehlikeli görüyorlardı.

Cahil idiler; çünkü tek kurtuluş dayanağının millet olduğunu ve olacağını takdir edemiyorlardı. Padişah`a dalkavukluk ederek, yabancılara hoş görünerek, yumuşak ve nazik davranarak büyük gayelerin gerçekleştirilebileceği gafletini gösteriyorlardı
.
(Mustafa Kemal - Nutuk)

         Akacak kan damarda durmaz. Vacip olan olur. Hak yerini nasıl olsa bulur. Kan yerde kalmaz. Bir kere delikanlı doğan (kızlar, oğullar) ebediyen delikanlıdır. Vatanını satana Müslüman da denmez.

         Ne güzel ve doğru sözler değil mi bunlar? İşte bunların bilincinde ve de kimliğinde olarak, bu resme girmeyenlerin tümünü ‘b o o o oş ver, biz bize yeteriz diyerek sahiplerine iade ediyoruz. Onlar ki, nasıl olsa günü ve saati geldiğinde, paralarıyla geldikleri gibi defolup gideceklerdir de.

                                                                                                 Serendip Altındal



6 Temmuz 2012 Cuma

BİNLERCE YILIN DERSİ..

            Hattı müdafaası olmayan devletler yok olmaya mahkûmdur. Hattı müdafaa için de, Ulus katmanlarını birbirine kaynatan milli fundamentin sağlam ve tek parça olması gerekir. Bizi bugün ayakta tutan Atatürkçü, laik, ulusalcı milli kimliğimiz, işte bu nedenle emperyalist sırtlanlar aracılığıyla, Ergenekon’dan başlayarak, Atatürk’ümüze, milli bayramlarımıza, bölücü kripto Kürt açılımlarına, özel mahkemelere, dörtlü eğitimlere, sözde bağımsız(!) yeni anayasalara kadar genişleyen bir maskaralıklar panayırında, içimizdeki hainler ve ajan provokatörler tarafından, var kuvvet dumura uğratılmaya çalışılmaktadır.
            Anavatanımız bugün tarihinde hiç olmadığı kadar, milli özüne karşı, emperyalist sırtlanlar tarafından, yukarda sayılanlar gibi çeşitli Gladio faktörleriyle içinde oluşturulan, bir kontr darbe eylemi altındadır. Israrla var olduğu söylenen darbe(!) ise, işte aslında budur.

            Savaş tanrısının çocukları ya da Allahın askerleri olan Türkler, ne demeye çalıştığımızı doğaları gereği zaten ezbere bilirler. Zira binlerce yıldır kendilerine güçleri yetmeyen düşmanlarının, onları içerden yıkmak adına içlerinde oluşturdukları entrikalarla da başa çıkmayı bilmişlerdi.
            Geçmişlerinde hazır ordu bile beslemeyerek, belirli zamanlarda özel kamplarda aldıkları eğitimlerle – bugün AKUT vb. derneklerin yaptığı gibi -, harp zamanları, görevlerinin önceden bilincinde sivil milis gruplar teşkil edip, takım ve kıtalar halinde bir araya toplanırlardı. Ve anında, milletin tek yüreği ve yumruğu olup, ulusu tek parça halinde temsil eden milli bir halk ordusu oluştururlardı.
            Başbuğları ve bölüm liderlerinin komutasında, çeşitli ve şaşırtıcı harp oyunlarıyla, her türlü düşmanı çabucak derdest edip helak eden, savaş makinesi gibiydiler. Emsalsiz hattı müdafaa ve savaş tekniklerinin yanında, faziletli, devlet gibi bir devletin nasıl olması gerektiğini ve milli şecaatin ne demek olduğunu, yedi düvele binlerce yıldır öğretmediler mi? Çok iyi bilinsin ki, ebediyete kadar da bunları öğretmeye devam edeceklerdir.
            Bunun en son örneği de, Ulusuna has özelliklerin fazlasıyla bilincinde olan, Başbuğ Atatürk’ün liderliğinde ki, Kurtuluş savaşımız olmadı mı? O zaman, geceden sabaha asker yaratma şartlarında kalan ve silahı bile olmayan Atatürk’ün ordusunda, bugünkü koşullarda hazır eğitim almış kaç tane asker ve subay olduğunu düşünebilirsiniz acaba.
            Ne var ki yüce Atatürk, asker doğduğunu iyi bildiği tüm evlatlarına ve uçan Türklerine sonuna kadar güvenmiş ve dünya tarihinde emsali de olmayan bir askeri mucize gerçekleştirmiştir. Boşuna olmayan bu güvencinin karşılığını, kendisiyle birlikte şerefli ulusu da, fazlasıyla almıştır. Şimdi ise, seçme hakkına sahip olduğu halde, bir türlü seçmen kimliği taşıyamayan ve halen de millet olmakla ümmet olmanın farkına varamayanların azizliğine uğrayarak, 10 yıldır binmekte olduğumuz Demokrasi tramvayı(!) artık son durağa gelmiş ve bundan sonra yine Türk’ün savaş tanrısı sahne alacakmış gibi görünüyor doğrusu.
            Bu bağlamda da, filozofi’nin kronolojik olarak teolojiden, başka ifadeyle de, tefekkür’ün, şeriattan önce var olduğunu biliyorsak ve işin ruhsallığını da bir kenara bırakırsak, bu öngörümüzün bilimselliğini de yadsıyamayız.

            Geçen yazımda belirttiğim gibi, Allah’ın askeri Türkler için bugün dünya genelinde, Atatürk’ümüzün döneminden çok daha kolay bir ortam mevcuttur. Herkesin bildiği gibi, kalabalık bir orduya da ihtiyacı yoktur aslında Türklerin. Ordumuzun bugün ki adet fazlalığı da kendimiz için değil NATO için öngörülendir. Öyle ya, Türk çocukları olmazsa, Avrupalı hanım evlatları nasıl huzurla uyuyacak, onları kim koruyacak ki. Esasen Türkoğlu anasından asker doğar ve görev anını iple çeker, - eski Türklerde oğul sayılan ve aynı safa konulan - kızlarımız da buna dâhildir. Baksanıza bugün karşımızda, o da sadece belden aşağı vurabilen teröristinkinden başka bir cephemiz yok ki, hoş buna da cephe denemez.
            Tek ciddi düşman sayabileceğimiz, bütün bu bel altı melanetlerinin uzmanı küreselci sırtlanların lideri ABD bile, bırakın İstiklal harbindeki Anzakları, İngilizler kadar bile vuruşamadığını, son Irak savaşıyla da ortaya koymadı mı? Herifler oturdukları yerden ülkelerini yerle bir ettikleri Iraklılardan, neredeyse daha fazla kayıp verdiler. Harp bittiği halde hala da veriyorlar. Ama tema Hollywood filmleriyle beyin yıkamak(!) olunca, hepsi ne hikmetse birer Rambo(!) ya da Mambo(!) ne bileyim.

            Bugün Amerikan gençliği, oradan oraya sürgün yemekten, uzman askerleri zorunlu teskere bırakmaktan ve dünya haritasında yerini bile gösteremeyeceği bölgelerde silâhaltı olmaktan bizar olmuş, canı burnunda ve önünde ki iki yılını dahi planlayamaz duruma gelmiştir. Ve demokratik(!) ümmeti olduğu, emperyalist para babalarının, tatmin olmaz hırsları yüzünden, aile bile kuramaz bir konumdadır. Bu durumda herifler, neredeyse bizim çocukları ordularına paralı asker yazıp, üstümüze sürmeye kalkacaklar.
            Hoş başımızda ki, öz kaynaklarımızı bile onlara peşkeş çeken bu hükümet, yakında çocuklarımızı da onlara satmaya kalkarsa hiç şaşmam. Söylemedi demeyin. Öyle ya, Okyanus ötesinden ve içimizden, tüm vatansever, Atatürkçü, ulusalcı, ahde vefa sahibi aydınlarımıza, askerlerimize oturdukları yerden, bilgisayar oyunlarıyla(!) anlamsız köşe zırvalarıyla(!) satılmış TV’ kanallarıyla(!) kaynaksız WEB sayfalarıyla(!) aslında her gün biraz daha fazla içine gömüldükleri, kendi pisliklerini bulaştırmaya kalkan bu kadar kanı bozuk, nereden fırladı.
            Devşirme diyoruz öyle olanlara kolayca ama ancak aslı çürük olanın devşirilebildiği de asla akıldan çıkarılmamalıdır bunu söylerken. ‘Devşirme’, salt yazı formundan, aslında çok daha fazla derinlik içeren bir sıfattır.
            Dikkat edilirse, lise mezunu gençlerimizden hanidir işçi almaya başladı bile ABD, herhalde bundan sonra ülkelerine hiçbir faydası olmayacak ve belki de yurtlarına bile geri dönmeleri engellenecek olan bu çocuklarımızın geleceği ise, yakında Amerikan ordusunda devşirme(!) – bize karşı Amerikalı Yeniçeri - askerlik olacak gibi geliyor bana. Çocuklarımızın özünden, önce sizler sorumlusunuz anne ve babalar, para her şey değildir, gereken önce birey olabilme kimliğidir, ona göre. Dikkat edin, sonunda hesap doğruca sizlere yazılır ve vebali sizler ödersiniz.
            Vaktiyle bir başka habis hastalık olan İngilizler ve diğerleri de sömürge askerlerini, kendi anavatanlarına karşı kullanmamışlar’mıydı. Esasen bunu Osmanlı da yapmamış’mıydı. Belki de Osmanlıdan öğrenmişlerdir hepsi, kimbilir. Şimdi o adamların, artık şapkalarıyla birlikte burunları da düştü. Ama eski kulağı kesikler oldukları için, şimdi de bizatihen Amileri (‘Amerikalı’nın Nazilerden alıntı argo Almancası) kullanıyorlar. Ama asla şaşmaz sıra, nasıl olsa yakında o Amilere de gelecektir!

            İşte böylesi adamların bütün yapabilecekleri ya belden aşağı vurmak, yani rakibi birbirine düşürmek veya gerilla ile yıpratmak, olmazsa da teknolojik müdahale ile yıkmak, tabii o da bir noktaya kadar. Hattı müdafaanın ne olduğunu bilemedikleri – ki bu iş Türk’ten öğrenmekle de olmaz, Türk olarak doğmuş olmak lazım - ve asla da öğrenemeyecekleri için, başkalarının kuyularını kazmayı bırakıp, en az kendileri kadar teknoloji sahibi bir düşmana karşı - bugün teknolojide artık rakipsiz olmadıklarına göre - ülkelerini nasıl savunacaklarının hesabını da, acilen yapmak zorundadırlar. Belki de Johny Walker bunun için topluyordur çocuklarımızı kimbilir.

                                                                                              Serendip Altındal



2 Temmuz 2012 Pazartesi

KOLAY ORTAMA YANLIŞ LİDER..

            Bakıyoruz da, bugün Batı dünyası dediğimiz, emperyalist plakalı şu meşhur zerzevat, öyle bir konuma geldi ve göbekçiği de öyle yumuşadı ki, yeme de yanında yat. Şayet yüce Atatürk bugün yaşasaydı, hepsini çiğ çiğ yer ve dünyanın tek hâkimi olurdu. Kendi zamanında en zor şartlarda, adam gibi vuruşmasını da bilen, gerçek dünya devlerini dize getirdikten sonra, herhalde bugünkü, sadece arkadan dolanabilen ve belden aşağı çapraz çalışan, şerefsiz sömürgeci palikaryayı, paspas eder çiğner, ülkesinin adını dünya devliğine taşırken, Ulusunu da ebediyen emperyalist belasından kurtarmış olurdu.
 
            Ne yazık ki bugün Türkiyemizde, başımızda ki ve asil yurdumuza asla yakışmayan kalıbı bozuk, özümüzü temsil etmeyen lider suretleriyle bir arada nefes almak zorundayız. Hâlbuki Yüce Atatürk’ün onda biri kadar bile olunabilse yetecekti. Hele de emperyalistin, Ergenekon, balyoz vb. kurgularıyla ketenpereye getirilen şanlı Türk ordusunda, neredeyse ayaklarının üstünde bile durabilecek komutan kalmadığını görmek, sanki kâbus gibi çöküyor üstümüze.
            Meclis çoğunluklarından, siyaset ilminin tabiatı nedeniyle ekseriyet bağlamında, sadece ülkemizde değil, genel olarak da fazla adam çıkamadığına alışık olsak da, askerin içinde, hele de şanlı Türk Ordumuzda ki adamsızlığa, asla alışık olmadığımızı söylemek zorundayız. Bu durumsa, ‘bütün işe yarayanlar ve kalıbının adamı olanlar, içeri kapatılanlarmıydı, öyleyse yazık, çok azınlıkmışlar’ diye ister istemez düşündürüyor insanı.
            Bu arada, devşirme Kürt palikaryası ve ‘Kürt sorununu Erdoğan çözer’ diyen kadına da, - aslında virgül bile değmez ama - yine de bir söz söylemek gerekirse; ‘vakta ki’ Erdoğan çözdü(!). Ve diyelim ki, o buralardan göçmek zorunda kalınca ne olacak, Türk Ulusu ne diyecek ya da hala baki kalabilecek mi, ‘anlaşma’ olduğuna inandığınız paçavranız acaba. İşte sen asıl ona bak. Sanal olan, üstüne de ulusunu temsil edemeyen kişilikleri değil, bu vatanın tek sahibi olan Türk Ulusunu muhatap almak zorunda olduğunu da asla unutma ve seni kucaklarında taşıyanlara da bunu hatırlat. Akıllı olsan, sutyenden taşmış meme gibi böyle ortaya fırlamaz ve Kandil inlerinde kucağında semirdiğin Amerikalı sahiplerine önce bunu sorardın.
            Ama çoğunluk itibarıyla bu millet biat kültüründen, maalesef ki 46’lardan beri beynini yıkayan Amerikan eğitim sistemi nedeniyle hala kurtulamadığı ve vatanı Amerika olmadığı halde o toplumun ümmet yapısını aldığı için, her zaman bir lidere ihtiyaç duyuyor ve Amerikan halkı gibi kendi başına da karar alamıyor, başındakini de ne yazık ki gerçek lideri sanıyor. Bakın desisyonist Avrupa’da aynı numara sökmüyor, çünkü Avrupalı bir Amerikalı değildir, hiçbir zaman da olmaz. İşte içerden ve dışarıdan topunuz da, milletimizin bu iyi niyetli, yumuşak karnına oynuyorsunuz. Türk Ulusunu hiç hesaba katmadığınız da anlaşılıyor. Ama ne zamana kadar? Vaktidir, artık biraz da bunu düşünün diyorum.
            Bir de eski cemaat atıklarından öyle yeni tipler peyda oldu ki, herifler kendi menşelerine bakmadan hükümeti tenkit ediyor, daha iyisini(!) yaparlarmış gibi, bir yandan Ergenekon davalarına inanıp(!) iktidar partisiyle flörtleşirken, diğer yandansa toplumu yönlendirmek adına nafile karikatürler çizip duruyorlar. Ulan kime hava basıyorsunuz, bizi de bu kadar keriz mi sanıyorsunuz. Tenkit edip işe yaramaz dediklerinizle aynı gemidesiniz, bir farkla ki onlar pruvada, kaptan köşkünde, sizler kıçaltında gidiyorsunuz(!) yoksa yerinizi mi beğenmediniz diye sormazlarmı adama şeriatçılar!

            Gel bir de, özellikle de intibak bekleyen emeklilere dokundurmadan geç. Nasıl olsa gelen vuruyor, giden vuruyor onlara, bizden bir eksik veya fazla da fark etmez. Aynı şartları paylaştığımız dostlar bakın, ben ve benim gibilerin dışında çoğunuz muhtemelen AKP ye rey verdiniz. Ama elinizle seçtiğiniz hükümetiniz, köpeğin önüne atar gibi o da lütfen, hepimize layık gördüğü veya da görmediği(!) üç kuruşları bile ödemek için en yakın 2013 yılını şart koydu.
            Ayrıca, vereceği üç kuruşlar için bile, şerefli emekli senyoraj hakkını, kıdem göstergelerini bir kenara koyup, 3500 günün altında ki prim günü gibi zırvalıklarla bu haktan ne kadar gasp edebileceğinin, bir de utanmadan hesabını yapıyor. Ulan adamı emekli yapmışsın, yani emekliliğini kabul ettinse iş bitmiş demektir, o zaman da adamın, adil olarak adam gibi de hakkını vermek gerekir. Hele kaynak yok derken de, kendi emeklisi ve ihtiyaç sahiplerini yok farz edip, milletin parasıyla diğer masum milletlerin kuyusunu kazan sömürgeci lejyonerlerine yaptığı bağışları, bir gecede kendine çıkardığı kıyak emeklilikleri, fuzuli diğer harcamaları(!) vb. görmezden geliyor. Hangi devlet bu kadar alçalabilir ki, emsali yok. Bakın bizimle birlikte aynı zamanda, yüce Türkiye Cumhuriyetine de ne büyük bir günah işlediklerini ise, yorumlarınıza bırakıyorum.
            Hesaplanması söylendiği gibi karışık olmayan, hele çağdaş tekniklerle lafı bile edilmemesi gereken sözde zorluğu(!) gerekçe gösterip, nerden çıkıyor bu 2013 şartı diye hiç düşündünüz mü peki. Kesin düşünmemişsinizdir, ben söyleyeyim, o zamana kadar eriyebildiğiniz kadar eriyip arta kalanlara ne kadar az ödese o kadar kârdır ahlaksızlığının hesabını yaptığı için. Bütün hesap yapabilen uzmanların ortak görüşüyle de bugün en düşük emekli maaşı 1500 Tl. den aşağı olmamalı ve her yıl da adil katma değer artışı öngörülmelidir. Aşağı oluyorsa bu hem günah hem de haramdır. Bugünün Türkiyesinde, bunu reva gören adama da, değil Müslüman, kâfir bile demezler. Zira tekfir edilmiş dahi, böylesinin yanında ahlâk ve vicdan sahibi kalır.
            Az da olsa, memurların çoktan aldığı 6 aylık yeni yıl farklarını, ya siz SGK’lılar ve diğerleri, ne zaman alacağınız hakkında fikriniz var mı? Ömrünüzün bu son baharında İnşallah önümüzde ki seçimleri görebilirseniz, belki sandık başında bunun da vicdan muhasebesini yaparsınız herhalde ve ondan sonra da, hepimiz adına Kılıçdaroğlu’nu iktidar yapmaya reyleri yetmeyen bizlere işlediğiniz günahtan arınıp, huzura erersiniz belki de kimbilir. Yani sözün hası, beni mi seçtin, al sana(++) diyor hükümetin, haberin olsun.
            Bu bağlamda son olarak da hatırlatmak gerekirse; emeklisine saygısı olmayan bir devletin, bırakın sosyal yanını, kendi özüyle hayat bağı kopmuş ve geleceği de olmayacak demektir. Oysa Türk Ulusunun yüce geçmişi ve ebediyete kadar da içinde sizler olmadan, çok daha mutlu yaşayacağı bir vatanı, her daim olacaktır. Ne demek istediğimi, bu tarafta veya öbür tarafta vebal hesaplaşmasında, içinden fırladığınız sandığı da bir kenara koyalım(!) ama yakanıza çöktüğümüzde anlayacaksınız efendiler(!) sakın unutmayın.
           
            İyi ki diyorum Atatürkümüz bunları görmedi. Oysa onun kimliğinde bir lider için biçilmiş kaftan olan, şimdiki kolay ortamda, kimbilir daha ne harikalar sergilerdi. 
Zamanında, etrafında ki kuvvacı kimlik sahibi aslanları yerine, bugünkü Coni devşirmeleri olsaydı, ya İstiklal savaşından vazgeçer ya da Türk’ün VATANINI yaptığı gibi, bunları da dut gibi silkeler, tekrar ayaklarının üstüne diker ve hepsini yeniden adam ederdi. Yani nereden baksanız inadına pes etmez sapına kadar da mücadeleye devam ederdi. Bu bir iddia konusu yapılabilseydi şayet, ikinci şık üstüne, inanın ki hayatımı bile koyardım.

            Adamcağız o zorluklarla boğuşup, ömrünün yarısını haklı davasına bıraktı. Oysa şimdi işi ne kadar da kolay olacak ve kazanımlarımız da o kadar daha fazla olacaktı. Ne var ki, başımızda ki hızlı Müslümanların(!) belki biatkar ama imankar olmadıkları veya iki arada bir derede kalmış(!) oldukları görülüyor. Topluca helak olacak yanlış cemaatlerin kuyruğuna tutunacaklarına, hiç olmazsa Peygamberlerinin ashabının fırkasından olabilselerdi ya, ama ne gezer o cevher de onlarda yok!
            Her neyse, eee hadi bakalım muhteremler(!) aşağıya, Allah Teâlâ’nın sanki sizler için özel olarak biçtiği bir sureden, alıntı koyuyorum.  Baş babanızın koro şefliğinde, âşık Davudi ve sazendeleriyle bolca Suriye menşeli hamaset türküleri çalıp söylediğiniz bu günlerde, okuyun bakalım, hala ne kadar Müslümanım(!) diyebileceksiniz kendinize. Belki bazılarınız imana gelir de günah çıkartır diye hayır için yolluyorum. Her vesileyle imanımıza müdahil olduğunuzdan, bunu kişisel bir nefsi müdafaa olarak da alabilirsiniz. Başka da bir amacım yoktur. Ne yaptığınızı biliyormusunuz. Bol sarımsaklı işkembe çorbası ve soğanlı Arnavut ciğeri yanında, kaymaklı kadayıf yiyor, üstüne de acılı turşu suyu içiyorsunuz. Sizinkini bilemem ama bizde billahi böyle mide yok.

            § Dosdoğru giden yola ilet bizi...
               Kendilerine nimet verdiklerinin, üzerlerine gazap dökülmemişlerin,
               karanlığa/şaşkınlığa saplanmamışların yoluna...

                (FATİHA SURESİ 5/1.sure 6/7s.)


            Surelerden bahsetmişken, eski İslam filozoflarından bugüne intikal eden bir anlayışa göre, Kuran’ın aslı tanrı katında mahfuz olup, dünyaya bir kopyası yollanmıştır. Kopya deyince de aklıma hemen bilgisayar için yapılan taramalar geliyor. Bugün teknoloji öyle bir noktaya geldi ki, devasa tarayıcılara atılan binlerce sayfalık belge ve kitaplar, saniyelerle bilgisayar arşivlerine intikal ediyor. Ondan sonra ‘OCR’ (Optik karakter okuyucu) tarayıcılar devreye girerek, içeri alınan imajları, anında üstünde çalışılabilecek yazılı sayfalar haline getiriyor.
            Ama asıl problem de bundan sonra başlıyor. Farklı okuma ve algılama nedeniyle binlerce hatalı kelime, tarama yüzdesiyle orantılı artıyor. Ondan sonra da birilerinin günlerce oturup bu kayıtları, matbu hale getirebilmek için, manüel düzeltmeleri(!) - ne kadar doğru olabilirse artık - gerekiyor. Şimdi haklı olarak, bilgisayarın bu kadar insan emeğine ihtiyacı varken, otomasyon nerede kalıyor diyeceksiniz. Hiçbir endüstri dalında olmadığı kadar hızla geliştiren, temelinde ki Einstein’ın mikro kozmos gerçeğini ve quantum geleceğini itibara aldığımda, öngörebiliyorum ki, insan gibi görüp algılayabilecek ‘OCR’ tarayıcılar da çok yakında erişim alanımızda olacaklardır.
           
            Buraya kadar zararsız hatta faydalı bile görünen durum, beyin fırtınasına devam ettiğimizde bize endişe de veriyor. Her şeyi üstlenen bilgisayar giderek, bir dokunuşla, hatta düşününce, ihtiyacımız olan her bilgiyi anında önümüzde ki ekranda görselleştirerek, esasında çoğumuzda düşünce tembeli olan beynimizi de, bütün bütün dumura uğratacaktır. Ve bir gün gözümüzü açtığımızda, bizi bilgisayarın yönettiğini ve artık treni kaçırmış olduğumuzu da esefle anlayacağız.
            Düz aklın aracısız da vardığı ve defalarca da bilimkurgu medyasıyla karşımıza çıkan, çok tutulan bir temadır bu. Ve bugün fantezi olanın, bir gün gerçekleşeceği de kesindir. Ama merak etmeyin, nitelik ve niceliği asla tartışılamayacak beyin gücüyle, düştüğü her çukurdan kurtulmayı beceren insanoğlu, yine kendi beyin becerisiyle bu badireden de kurtulmayı bilecektir.

            Bu bağlamda da insanoğlu’nun, aslında tembel ve benmerkezci doğası gereği, başına gelebileceklere önceden önlem almaktan ziyade, her badireden ki buna yanlış seçimleri de dâhildir, vakti ve saati geldiğinde, usta bir çalımla(!) kurtulma – çarıklı erkânıharp - yeteneğinin, daha fazla gelişmiş olduğu da unutulmamalıdır.
                                                                      
                                                                                              Serendip Altındal