29 Nisan 2020 Çarşamba

KADER UTANSIN..


            Meclisinin Twitter, Instagram, Facebook vs. gibi sosyal medya araçlarıyla işlev gördüğü bir ülkede, artık etik Devlet kavramı da alaşağı edildiğinden, siyasileri fazla ciddiye almanın da bir esprisi kalmamış demektir. Corana dan sonra Dünya değişecek diyen bilhassa da bazı siyasiler, her halde bundan böyle İnternet’te siyaset yapacaklarını düşünüyor olsalar gerektir. Belki en iyisi de budur aslında. Zira o zaman tahammül edemedikleri muhalifleriyle de yüz yüze gelmemiş olacaklardır.

            Esasen genel seçimleri; anakentleri muhalefete kaptıran AKP iktidarı, ülkedeki iktidar ekseriyetini de kaybettiği gerçeğiyle, daha şimdiden kaybedeceği endişesi içindedir. Keyfiyet bu olunca da artık kendilerinin olmayan anakent Belediyelerine, halkın can damarları oldukları için engel koymakta ve her fırsatta son sözün Beştepe de söylendiği algısını ısrarla sıcak tutmaktadır. Öyle ki halka yeni kararları bildirmek üzere ağzını açan her Bakan bile gerçekte konu mankeni olduğunu tescil edercesine, Sayın Başkanın talimatıyla uygulamaya konulacaktır deme zorunluluğunda bırakılmaktadır.

            Sonra da laik ve bağımsız bir Cumhuriyet Demokrasisinin nimetlerinden vecizeler yumurtlamaktadır aynı ağızlar. Ülke halkı seçimlerden alınacak üç boyutlu resme olan müspet inancıyla, her şeye rağmen sükûnetini muhafaza etmekte ve bu nedenle de sadece seçim gününü beklemektedir. Öyle ki bu sabrı yanlış yorumlayan Saraydan, kendisiyle iftihar edilen bir tebaa olarak övgüyü(!) dahi hak etmektedir.

Şimdi buna da gülsek mi ağlasak mı, yorumu size bırakalım dostlar en iyisi. Ne ki halkın bu sabrındaki asıl etken, seçimlerin beklenen İktidarı değiştirecek muhtemel sonuçlarıdır. İyi de her halükârda iktidar ömrünü uzatmayı, aslında istifa etmeyi düşünürken ısrarlar üstüne Menderes gibi hedeflemiş olan şimdiki muhterisin, seçimlerin uygun zaman ve şartlarda yapılacağına da engel koyup, koymayacağı ise belli değildir. Bahçeliye kalsa engel koyması da usuldendir muhtemelen.

Bu arada bizim bilmemiz ve asla da yadsımamamız gerekense, en önce de sosyal hizmetlerin en kutsal ve yücesinin MİLLİ olması gerçeğidir. Ki torunlarımız ve tüm geleceğimizin de müktesebatı güvence altında olsun. Yoksa nasıl ebediyete intikal edebiliriz ki. Aslında mevcut İktidarın, halkın can suyunu taşıyan damarları olan Belediyelerle uyum ve ahenk içinde olması şayet sağlanamıyorsa, İktidarın da milli bir Devlet kimliği kalmamış demek olur. Ki işte halk da bunu asla unutmaz ve de hiç affetmez.  

Ve sonuç olarak artık yadsıyamayız ki Dünya nüfusunu en az %30 azaltarak ekonomi ve çevre kirliliğinden oluşacak zarara nükleer bir çözüm üreterek bütün Dünyayı yaşanamaz kılmaktansa, kontrollü bir epidemiyle yine de yaşanabilir kılmanın daha kabul edilebilir olduğunda anlaşmış görünüyorlar. Ve aynı bağlamda da görülüyor ki laboratuvarlardaki çalışmaları, bu epidemiyi kademeli olarak, istedikleri sonucu elde edinceye kadar da sürdürmeye kararlıdırlar.

Yani sonuçta USA da Kuzey Güney iç savaşı gibi bir savaş, biyolojik silahlarla zengin Kuzey ülkeleriyle fakir Güney ülkeleri arasında ismi konmadan ve çaktırmadan sürüp duruyor şu sıralar. Bütün dinlerde öz kaynak olan insanoğlu bu kadar değersiz midir de muhteris bir azınlık bahtına karar veriyor. Kaderiyle akordeon çalıyor. Yani çek uzasın, it kapansın. Biz şimdilik tensip buyurulduğu üzere geriye kalacak %60 arasında olup olamayacağımızı bilemiyoruz; ama ne diyelim, olamasak da yine de vatana millete hayırlı olsun…

                                                                       Serendip Altındal



14 Nisan 2020 Salı

PANDEMİK EĞİTİM..


            Bu kötü günlerimizin de kıymetini bilelim aslında. Çünkü bir çoğumuz özellikle de çalışan kesimler yeniden bir aile olmayı öğrendiler. Ve yeniden bir aile olabilmenin tarifsiz hazzını almaya başladılar. Bilhassa da çalışan anne ve babalarına dürbün kurmuş olan çocuklar çok mutlular. Hatta ayrılma noktasına gelmiş olan bazı çiftler bile yeniden birbirlerini kazanmış olmanın alışılmadık mutluluğunu yaşamaya başladılar. Sanki birbirlerini yeni tanımışlar gibi.

            Hepsinin mutluluğu daim olsun. Elbet bu sayılı lakin unutulmaz günler de bir gün, bu günleri yaşayanlarda bir anı olarak kalacaktır. Tıpkı daha eskilerde geçirilen bazı özel günlerimizin asla unutulamadığı gibi. Bizatihen de torunlarımın annelerine, bu günlerinizin kıymetini bilin demek zorunda olduğumu hissettim. Çocuklarının çok mutlu olduğunu söyleyen annelerinden aldığım cevapsa bu konuda beni fazlasıyla memnun etti.

            Benzer düşünceyi eğitim sisteminde de yaşamak isterdim. Ne var ki pandemi kurgusunun himayesinde, eğitim sisteminin de küreselleşmesi bileşkesinde, ön hazırlık kararlarının peş peşe alınmaya başlaması, emperyalistin sömürge veya yarı sömürge olarak gördüğü ülkelerde, ulusal eğitimleri de çipleyeceğinin yadsınamaz göstergesi olarak menfi düşüncemin de nedeni oldu. Ve bu konuyu da aynı bağlamda yoğun mücadele veren ve üst üste davalar kazanan Sayın Mahiye Morgül kardeşimin de kulaklarını çınlatmadan geçemedim.

            Bu noktaya gelince de artık, ortak menfaat ağızları tarafından hep komplo teorileri olarak yansıtılan gerçeklerin, bugün giderek nasıl realiteye dönüştüğünü veya dönüşmekte olduğunu acaba anlayabildik mi diye kendi kedimizi çok ciddi olarak sorgulamamız gerekiyor. Acaba önce evinde kal, sonra da uzak eğitime hazırlan mı demek istiyorlardı salgın yaftası altında. Önce oyunla başlar sonra da istediğimiz gibi formatlarız gençleri. Ve bilhassa da geleceğin ulusal ordularını yani anlaşılacağı üzere. Öyleyse gel keyfim gel!

            Lakin iyice çuvallayan ve son günlerini yaşayan emperyalist sefaletin üzerine, Tam da ulusal güvenliğin ve milli değerlerin yeniden büyük yazıldığı bu günlerde, okul çağındaki çocuklarımıza ulusal kimlik, örf ve adetlerini pekiştirecek sosyo-pedagojik ve özgün milli bir eğitimin, öz kaynaklarımız tarafından verilmesi gerekirken, onları emperyalist güçlerin kuklası haline getirecek bir modele yasayla yönelten şu çelişkiye bakın. Hiç buna ulusal eğitim demek mümkün olabilir mi?

            İnsanlara belli bir yaşa kadar ömür biçen ilkel bir Kabile veya Hükümdarlığın dahi uzun bir ömrü olmuş veya olabileceğini mi sanıyorsunuz. Yoksa para babası ezoterik ve bir avuç azınlık, tanrılığa mı soyunuyor acaba? İnsanlara yaşlılık tasarrufu ve planları yaptırmayacak bir tasarım ne beşerî hukuk ne de insani havsala kapsamında yer alabilir. Bu husus; topluma açık bir soruyla da pekiştirilebilir. Şöyle ki; 65 yaşınıza geldiğinizi bir an düşünün tam da yeni emekli olmuşken, birileri çıkıp size, ‘tamam buraya kadar, artık bundan sonra yaşayamazsın’ dese ve engel koysa ne yapardınız?

           
            İnanın bu sorunun normal ve özgün cevabını bildiğim için bunu duymayı bile düşünmüyorum. Yani böyle bir durumda insan yerine yaratıkların yaşayacağı bir dünyada artık insanlara yer yok demek olur ki buna da kahkahayla gülünecek bir bilimkurgu filmi olurdu demek, daha uygun düşerdi ancak. Çünkü buna komplo bile demek komployu hafife almakla eş anlam taşır.

Aslında sağlıklı yaşlılar kim bilir ne mükemmel bir tıbbi deneyim aracıdır.  Çünkü çeşitli hastalıkları alt etmiş bünyelerin hücre ve kan yapılarından yeni serumlar elde etmek başka canları da kurtaracaktır. Ayrıca bilgeleri olmayan toplumlara toplum bile denemez. Şayet millet bile olsalar Devlet kuramazlar. Tarihten Edebiyata vs. kadar bütün kaynaklar, bilgelerin imzalarını taşır. Bilgeleri olmayan Devletlerin ise yaşamaları mucizelere bağlıdır. Tarihe bakın anlarsınız. Bilin ki gelecek te farklı olmayacaktır.

Kendi adıma İstiklal ve Atatürk tarihini bile dönemin şahitlerinden okumayı tercih ettim ve ediyorum. Aktarımcıları tercih etmiyorum. Yarın da bugünleri araştıran bilimsel insanlar elbette bugün bizim yazdıklarımızı tercih edeceklerdir. Bilimsel olmak da böyle bir şeydir aslında. Bilginin kaynağını kaynağın sahibinden ya da bizatihi şahidinden öğrenenlere bu yüzden bilimsel denmez mi?

Yazar veya herhangi bir sanatçı ne kadar yaşlıysa o kadar değerlidir. Tıpkı yıllanmış Şarap gibi. Bu konuda sayılamayacak çok emsal de yok mudur? Onları okurken veya izlerken alınan fevkalade zevkten, hazdan nasıl mahrum bırakılabilir ki insan. Her şeyi bildiğini sanan bizler bile kendi büyüklerimizden o kadar çok şey öğrendik ve hala da öğreniyoruz ki. Ayrıca yaşamın bütün alanlarında eskilerin bıraktıkları eserler, bugünkü bilimselliğimizin de ana temeli değil midir? Ve bu servet yarınları da kucaklamayacak mı sanıyorsunuz?

            Varoşların dar ve rutubet içindeki odalarında yoklukla mücadele ederek yaşamak zorunda olan insanlara, evde kalın diyorsun da o evlerde bir de kapalı tutularak esasen ölüme mahkûm edilen o insanlara virüs ve pandemi mefhumunu nasıl anlatmayı düşünüyorsun acaba? Ani yasaklama kararlarıyla insanların iki gün için bile düştüğü panik telaşını birlikte yaşadık. Çoğunluğu genç insanların neden olduğu bu hüzüne yorum yapmak ise hiç içimden gelmiyor.

            Arada sırada veya her fırsat bulduğunda sokağa çıkıp evinde alamadığı havayı içine çekerek yaşadığını anlamak zorunda olan ve diğer insanları da görerek kendisinin de insan olduğunu anımsamak isteyen insanlardan, ben koydum oldu yasaklarına uyum sağlayabilmelerini ne kadar bekleyebilirsin ki. Yoksa herkesi kendiniz gibi tuzu kuru mu sanırsınız. Bırakalım koca Türkiye Cumhuriyeti’ni de paradigmal bir Devlet bile temsil edemeyecek bu kategorideki siyasilere, başka ne denebilir ki acaba?

            Türk milletine her gün kafasına göre kelam eden lakin asla Türk milletine Başbuğ olamayacak bir yapay Liderin ağzından çıkan millet lafı, aşırı tansiyondan kriz öncesi dökülen en son yapraktır…

                                                                       Serendip Altındal




8 Nisan 2020 Çarşamba

BUNUN SONU IZDIRAP..


            Lider, ancak kendisinden güçlü bir hasma dik durabilen müktesebat savunucusu bir öndere denir. Yakın tarihimizde buna tek emsal yüce Atatürk’tür. Bu anımsamadan sonra yine gündeme dönersek; Korona ile artık iyice bozulan balans ayarımız, şimdi başka da eksiğimiz kalmamış gibi şapka mı, türban mı nakaratlı bir de yalpa vurmaya başladı. O halde segman da dağıtıp duvara toslamamız ya da uçurumdan uçmamız yakındır.

            Bütün iş güç ve devasız derdimiz bitti, üstüne yeni kankamız yapay salgın da kontrol altına alınmış olmalı ki birde Polis kadınlarımız şapka mı ya da eşarp mı taksın adlı bir erken doğuma daha sahip olduk. Oysa işin aslı hiç de böyle değil. Aslı, bir türlü Viski masasından kalkamayan birilerinin en az bir ayaklarıyla hep Amerikan sofrasında kalmak istemeleri meselesidir. Ki bu düşkünler kendilerini çok iyi bilirler.

            Korona kumaşından peçeli harekât planının çerçevesinde yeni Türkiye Cumhuriyeti İslam Devleti yaratma hayali veya kurgusu kaldığı yerden devam ettirilmektedir. Ana neden de budur aslında. Bu yolda yüründüğü, şu son günlerde arkadaki sinsi Feto dürtüsünden cesaret alan Cemaat liderlerinin ve irtica bakiyesinin, Erdoğan’la sık bir araya gelmesi ile de fark ediliyor olmalıdır.

Anlaşılan bu projenin mimarı olan emperyalist cephe, bizim milletin ne denli gaflet uykusunda olduğuna iyice ikna oldu ki tetikçileriyle darbe üstüne darbe vurduruyor başımıza. Çünkü şayet böyle olmasa, tam da bu günlerde milletine destek olması istenen ve gereken Sosyal(!) bir Devletin Lideri, çaresiz ve yokluk içindeki milletine karşılıksız yardım yapacağına, el açmaz ve sorumsuzluğun ifadesi olan ‘dayanışma içinde olmalıyız’ lafları etmezdi. Ve Kurtuluş savaşı dönemindeki yokluk mağduriyeti ile bugün aslında sahip olmamız gereken varlıktaki, yokluğu bir tutmazdı.

Aynı minvalde Kanal Projesi de ucundan çekilip uzatılmaya, sessiz ve derinden devam ediyor. Bu düşünceyi daha da aydınlatmak gerekirse: Yakın geçmişte USA Başkanıyla daha sık görüşen Erdoğan, son günlerde bu meşhur buluşmaları gündeme taşımıyor olsa da emperyalist çıkarlı (Montrö Kanalı, Türkiye İslam Cumhuriyeti Federe Devleti vs. gibi) projeler ne hikmetse Korona rüzgarını da arkalarına alarak, pupa yelken yola devam ediyor ya da ettiriliyorlar.

Yaşlılar, Kutup Ayılarına yem olmak üzere Buzullara terk edilmeye hazırlanırken – ki teşbihte hata olmaz- torunlarına; ‘büyüyün ki olgun döneminizde kendi dehanızla da tanışabilme ve sevdiklerinize daha fazla manevi güç sağlama şansınız olabilsin’ nasihatlerini miras bırakmaya yöneliyorlar son gayretleriyle. Sadece çalışanların bir seçkin otokrat azınlık tarafından sömürüleceği, güçten kesilmiş yaşlılarınsa cemiyetten soyutlanacağı ilkel çağların benzer bir Dünyasına doğru koşarak ilerleniyor.

Komplo teorisi olarak algılanıyor olsa da eskiden komplo denen tezlerin çoğunun, bugün sentez olduğu bir dünyada, komplo lafı daha dikkatli kullanılmalıdır. Çünkü kontrollü bir salgın hazır yaratılmışken ve ısrarla da yeni dünya farklı olacak sözleri havada uçuruluyorken, muktedirlerin istemediklerini hastalık bahanesiyle temizleyerek, meydanı kendilerine ayırmak için çok müsait bir ortam yaratılmıştır artık.

Hele de %50 nasılsa dışlanmışken diğer 50 ile yola devam etme düşüncesi bile Allah’ın verdikçe verdiği bağışların da üstünde, çalıp oynayacakları bir egodur kendileri için. O zaman ne de güzel idare edilir değil mi ülke? Ve işte o zaman istediğini de asar kesersin. Ne ahrettekine ne de topraktakine hesap verirsin. Gel keyfim gel artık. Yoksa bu mudur kıssadan istenen? Yani harp, darp olmadan, toplu temizlikle hoş geldin yeni küresel Dünya. Çiplenmiş geri kalanlar ise nasılsa tam kontrol altındadırlar.

Ee gelelim sadede, bu kadar hayal gücü yeter. Yapay salgın bahane, sen ille de Montrö’yü egale edecek Kanal mı istiyorsun. Sonunda Rus’un da haklı olarak kafası atacak ‘al sana Montrö’ diyerek getirecek ağır silahlı donanmasını Balkan geçidine dayayacaktır. İstanbul Kanallarından istemediği bir kuşu bile geçirmeyecektir. Sakın olmaz demeyin, olmaz olmaz. Bu tarih neler gördü. Yani öyle başa böyle tıraş, neden olmasın ki.

Ve işte o zaman İstanbul Kanalı sadece bizim değil; ama cümlesinin elinde patlayacak bir havai fişeğe dönüşecek. Ne ki bu cümbüşün en ağır faturası da yine bize yazılacaktır kuşkusuz. Bakalım onu neyle ödeyeceksiniz o vakit. İşte bu da birilerine ve öncelikle de Okyanus ötesine kapak olmalıdır aslında.

Çünkü durup dururken kaşınıyor ve kendiniz gibi art niyetli olmayanlara bile zoraki kaşıntı davetiyesi çıkarıyorsunuz, izan fukaraları. Bunları korktuğum için yazmıyorum. Sizler o vakit pahada ağır ne varsa toplayıp bilinmez adreslere doğru dörtnala savuşurken ben emmioğullarımla birlikte vatan savunmasına koşanların safında olacağım nasılsa…
                                                                      
Serendip Altındal