Lider, ancak kendisinden güçlü bir
hasma dik durabilen müktesebat savunucusu bir öndere denir. Yakın tarihimizde
buna tek emsal yüce Atatürk’tür. Bu anımsamadan sonra yine gündeme dönersek; Korona
ile artık iyice bozulan balans ayarımız, şimdi başka da eksiğimiz kalmamış gibi
şapka mı, türban mı nakaratlı bir de yalpa vurmaya başladı. O halde segman da
dağıtıp duvara toslamamız ya da uçurumdan uçmamız yakındır.
Bütün iş güç ve devasız derdimiz
bitti, üstüne yeni kankamız yapay salgın da kontrol altına alınmış olmalı ki
birde Polis kadınlarımız şapka mı ya da eşarp mı taksın adlı bir erken doğuma
daha sahip olduk. Oysa işin aslı hiç de böyle değil. Aslı, bir türlü Viski
masasından kalkamayan birilerinin en az bir ayaklarıyla hep Amerikan sofrasında
kalmak istemeleri meselesidir. Ki bu düşkünler kendilerini çok iyi bilirler.
Korona kumaşından peçeli harekât
planının çerçevesinde yeni Türkiye Cumhuriyeti İslam Devleti yaratma hayali
veya kurgusu kaldığı yerden devam ettirilmektedir. Ana neden de budur aslında. Bu
yolda yüründüğü, şu son günlerde arkadaki sinsi Feto dürtüsünden cesaret alan Cemaat
liderlerinin ve irtica bakiyesinin, Erdoğan’la sık bir araya gelmesi ile de fark
ediliyor olmalıdır.
Anlaşılan
bu projenin mimarı olan emperyalist cephe, bizim milletin ne denli gaflet uykusunda
olduğuna iyice ikna oldu ki tetikçileriyle darbe üstüne darbe vurduruyor
başımıza. Çünkü şayet böyle olmasa, tam da bu günlerde milletine destek olması
istenen ve gereken Sosyal(!) bir Devletin Lideri, çaresiz ve yokluk içindeki
milletine karşılıksız yardım yapacağına, el açmaz ve sorumsuzluğun ifadesi olan
‘dayanışma içinde olmalıyız’ lafları etmezdi. Ve Kurtuluş savaşı dönemindeki
yokluk mağduriyeti ile bugün aslında sahip olmamız gereken varlıktaki, yokluğu
bir tutmazdı.
Aynı
minvalde Kanal Projesi de ucundan çekilip uzatılmaya, sessiz ve derinden devam
ediyor. Bu düşünceyi daha da aydınlatmak gerekirse: Yakın geçmişte USA
Başkanıyla daha sık görüşen Erdoğan, son günlerde bu meşhur buluşmaları gündeme
taşımıyor olsa da emperyalist çıkarlı (Montrö Kanalı, Türkiye İslam Cumhuriyeti
Federe Devleti vs. gibi) projeler ne hikmetse Korona rüzgarını da arkalarına
alarak, pupa yelken yola devam ediyor ya da ettiriliyorlar.
Yaşlılar,
Kutup Ayılarına yem olmak üzere Buzullara terk edilmeye hazırlanırken – ki teşbihte
hata olmaz- torunlarına; ‘büyüyün ki olgun döneminizde kendi dehanızla da tanışabilme
ve sevdiklerinize daha fazla manevi güç sağlama şansınız olabilsin’
nasihatlerini miras bırakmaya yöneliyorlar son gayretleriyle. Sadece
çalışanların bir seçkin otokrat azınlık tarafından sömürüleceği, güçten
kesilmiş yaşlılarınsa cemiyetten soyutlanacağı ilkel çağların benzer bir
Dünyasına doğru koşarak ilerleniyor.
Komplo
teorisi olarak algılanıyor olsa da eskiden komplo denen tezlerin çoğunun, bugün
sentez olduğu bir dünyada, komplo lafı daha dikkatli kullanılmalıdır. Çünkü kontrollü
bir salgın hazır yaratılmışken ve ısrarla da yeni dünya farklı olacak sözleri
havada uçuruluyorken, muktedirlerin istemediklerini hastalık bahanesiyle
temizleyerek, meydanı kendilerine ayırmak için çok müsait bir ortam
yaratılmıştır artık.
Hele
de %50 nasılsa dışlanmışken diğer 50 ile yola devam etme düşüncesi bile Allah’ın
verdikçe verdiği bağışların da üstünde, çalıp oynayacakları bir egodur kendileri
için. O zaman ne de güzel idare edilir değil mi ülke? Ve işte o zaman istediğini
de asar kesersin. Ne ahrettekine ne de topraktakine hesap verirsin. Gel keyfim
gel artık. Yoksa bu mudur kıssadan istenen? Yani harp, darp olmadan, toplu temizlikle
hoş geldin yeni küresel Dünya. Çiplenmiş geri kalanlar ise nasılsa tam kontrol
altındadırlar.
Ee
gelelim sadede, bu kadar hayal gücü yeter. Yapay salgın bahane, sen ille de Montrö’yü
egale edecek Kanal mı istiyorsun. Sonunda Rus’un da haklı olarak kafası atacak ‘al
sana Montrö’ diyerek getirecek ağır silahlı donanmasını Balkan geçidine
dayayacaktır. İstanbul Kanallarından istemediği bir kuşu bile geçirmeyecektir.
Sakın olmaz demeyin, olmaz olmaz. Bu tarih neler gördü. Yani öyle başa böyle tıraş,
neden olmasın ki.
Ve
işte o zaman İstanbul Kanalı sadece bizim değil; ama cümlesinin elinde
patlayacak bir havai fişeğe dönüşecek. Ne ki bu cümbüşün en ağır faturası da
yine bize yazılacaktır kuşkusuz. Bakalım onu neyle ödeyeceksiniz o vakit. İşte
bu da birilerine ve öncelikle de Okyanus ötesine kapak olmalıdır aslında.
Çünkü
durup dururken kaşınıyor ve kendiniz gibi art niyetli olmayanlara bile zoraki kaşıntı
davetiyesi çıkarıyorsunuz, izan fukaraları. Bunları korktuğum için yazmıyorum.
Sizler o vakit pahada ağır ne varsa toplayıp bilinmez adreslere doğru dörtnala savuşurken
ben emmioğullarımla birlikte vatan savunmasına koşanların safında olacağım
nasılsa…
Serendip Altındal
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder