Milletin milli, uhrevi duygularıyla
ve müktesebatıyla oynayarak iktidarda kalma düşüncesinde olanlar her zaman açık
düşmüş ve bu günahlarının kefaretini çok acı ve elemli biçimlerde ödemişlerdir.
Bu nedenle uzağa gitmeye, çözümü ve bilgiyi yabancı ellerde ve kaynaklarda
aramaya hiç gerek kalmadan, kendi zengin tarihimizin en yakın kaynaklarında bile
bu konuda istediğimizden fazlasını bulabiliriz.
Bugün yaşadıklarımızla benzer
olaylar bileşkesinde, 27 Mayıs ihtilalinde darbe olarak betimlenen askeri
müdahaleyi, aslında bir ihtilal olarak meşrulaştıran, hoş bugün nesilleri
kurumuş olsa da, aşağıdaki gibi adil ve mukaddesatçı anayasa hukukçularımızda
vardı bir zamanlar. O nedenle bu Saygın büyüklerini genç kuşak hukukçularımızın
dikkatle okumalarında yarar vardır.
«Millî Birlik Komitesi ve
Türk Silahlı Kuvvetler Başkumandanlığı tarafından yeni bir Anayasa ön projesi
hazırlamak üzere Ankara'ya çağrılarak görevlendirilmiş olan İstanbul
Üniversitesi Rektörü ve Hukuk Fakültesi İdare Hukuku Ord. Profesörü Sıddık Sami
Onar, İstanbul Hukuk Fakültesi Medenî Hukuk Ord. Prof. Hıfzı Veldet
Velidedeoğlu, İstanbul Hukuk Fakültesi Esas Teşkilât Hukuku Profesörü Hüseyin
Nail Kubalı, İstanbul Hukuk Fakültesi İdare Hukuku Profesörü Ragıp Sanca,
İstanbul Hukuk Fakültesi Esas Teşkilât Hukuku Prof. Tarık Zafer Tunaya,
İstanbul Hukuk Fakültesi Doçenti İsmet Giritliden kurulmuş olan Komisyon,
Rektör Sıddık Sami Onarın başkanlığında toplanarak, aşağıdaki esasları tespit
etmiş ’ve Millî Birlik Komitesi Başkanlığına sunmuştur.
Bugün
içinde bulunduğumuz durumu adi ve siyasî bir hükümet darbesi saymak doğru
değildir Devlet, hukuk, adalet, ahlâk, amme menfaati ve amme hizmeti
fikrini temsil etmesi ve amme haklarını koruması gereken siyasî kudret
maatteessüf aylardan, hatta senelerden beri bu mahiyetini kaybetmiş, şahsi
nüfuz ve ihtiraslarla zümre menfaatini temsil eden maddî bir kuvvet haline
gelmiştir. Her şeyden evvel hukuka bağlı sosyal bir kuvvet olması lazım gelen
devlet kudreti, bu hırs ve etkinin gerçekleşme vasıtası haline getirilmiştir.
Bunun
içindir ki siyasî güç, asıl devlet kuvveti olan ordusuyla, adliyesi ve
barolarıyla, üniversiteleriyle, kamu efkârının mümessili olan basını ve öteki
sosyal kuruluş ve kuvvetleriyle her türlü manevî bağlantısını kaybederek
devletin öz ve ana kuruluşlarına ve Türkiye’nin dünya devletler camiasında
medenî bir devlet olarak lâyık olduğu yeri muhafaza etmesi bakımından
olağanüstü değer ve önemde olan Atatürk inkılâplarına karşı yapılan baskı,
üniversite gençliğine ve üniversitenin, 30 ve hatta 40 senelik meslek hayatını
idrak etmiş eski hocalarına ve büyük bir istikbal vaat ederek yetişmiş ve
yetişmekte olan yeni öğretim üyelerine ve yardımcılarına ve öğrencilerine karşı
harekete geçmiştir.
Şöyle
ki: Kendi menfaat ve ihtirasına bağlanmayı kabul ederek meslek ve vazife
şuurunu ve bunun kutsiyetini kaybeden birtakım idare âmirlerini ve polislerini
veya polis kıyafetine sokulmuş meçhul kimseleri üniversiteye saldırtmıştır; hiç
bir hukuk ve idare ilminin ve hukuka bağlı devlet rejiminin kabul etmeyeceği
sahalarda silâh kullandırarak masum üniversite gençlerinin ölümüne, ağır
yaralanmasına ve bir kısmının sakat kalmasına sebep olmuştur. Öğrencisini
korumak ve vazifesini görmek isteyen üniversite hocalarını, dekanlarını ve
rektörünü dövdürmüş, yerlerde sürükletmiş ve yaralatmış ve bunlara medeni bir
memlekette en kötü insanlara yapılmayacak muameleleri yaptırmak suretiyle
siyasal etkisini sürdüreceğini ummuştur.
Hak ve hukukla, devlet
fikriyle hiç bir alâkası olmayan bu gibi hareketleri yaptıran bir zümre, artık
sosyal bir kuruluş özelliğini yitirmiş bulunuyordu. Bu vakıa hükümetin sosyal
ve milli bir kuruluş olmaktan çıkarak şahsi bir nüfuz ve ihtiras âleti haline
gelmiş bulunduğunu göstermektedir. Meşruiyet bakımından da durum aynıdır: Bir
hükümetin meşruiyeti sadece menşeinde, yani iktidara gelişinde değil,
iktidarda, kendisini bu mevkie getiren Anayasaya riayeti ve millet efkâr, ordu,
yargı ve bilim kuruluşları gibi kuruluşlarla işbirliği yaparak, hukuk nizamı
içinde yaşaması ile ve devamı ile mümkündür. Hâlbuki hükümet ve siyasî iktidar,
bir taraftan Anayasayı ihlâl etmiştir; kanunsuz icraatta bulunmuştur. Diğer
taraftan hükümetin bir muvazene, sükûn ve huzur amili olması gerekli olduğu
halde hükümet, devlet kuruluşlarını, politik ve sosyal kurumlan ve hatta
bunların içinde yaşayan insanları birbirine düşürmek, halka ve dış âleme karşı
bunları kötüleyerek bir anarşi amili yapmak suretiyle meşruiyetini
kaybetmiştir.
Milleti temsil etmesi
gereken Büyük Millet Meclisi de siyasî iktidar taralından hakikî bir teşri
organı olmaktan çıkarılarak, şahıs ve zümre olmak suretiyle fiilen münfesih
hale gelmiştir. Böyle bir durum karşısında devletin ordusu, idaresi ve her
çeşit kurumlan kendilerine temel olacak devlet fikrini temsil etmek vasfını ve
adı geçen kuruluşlar arasında denge amili olmak hürriyetini, siyasî kudretini,
çoktan kaybetmiş eski iktidar bulunuyordu. İşte bugün ve bu sebeplerle devlet
kurumları, siyasî kudreti ve meşru hükümeti yeniden kurmak mecburiyeti hâsıl olmuştur.
Millî Birlik Komitesi hareketini
yani devlet kurum ve kudretlerinin idareyi ele almasını bu mecburiyetin, yani
Devlet nizamını bozan, halkı birbirine düşürerek anarşiye yol açan, sosyal
kurumlan işleyemez hale koyan ve bu kuruluşların dayandığı ahlâk temellerini
yok etmeye çalışan fiili bir durumu önleyerek meşru ve sosyal nizamı tekrar
kurmak ihtiyacının bir neticesi sayıyoruz.
Bu durum karşısında ilk
olarak alınması gereken iki tedbir vardır.
Birincisi: Amme
hizmetlerini, gerçekleşmesi istenilen ve milletçe özlenen demokratik icaplara
şimdiden uygun yürüyecek ve insan hak ve özgürlüklerini koruyacak, kamu
çıkarlarını gözetecek fiilî ve geçici hükümet kurarak idareyi devam ettirmek.
İkincisi: Devletin ihlâl
edilmiş ve işleyemez bir hale gelmiş Anayasası yerine bir hukuk devletinin
gerçekleşmesini sağlayacak devlet organlarını kuracak ve sosyal kuruluşların
hak ve adalet prensiplerine, demokrasi esaslarına dayanmasını sağlayacak bir
Anayasa hazırlamak, ayrıca milletin gerçek iradesinin ifadesine imkân verecek,
bir çoğunluk istibdadına mâni olarak, siyasi kuvvetin soysuzlaşmasını önleyecek
esaslar dâhilinde bir seçim kanunu meydana getirmek.
Kısa bir zaman zarfında
başarılacak ve hazırlıktan sonra seçimlerle, demokratik kuruluşlar vücuda
getirilecek ve hukuk devleti yeniden, gerçek ve tam manasıyla kurulmuş
olacaktır. İşte Komisyonumuz bu Anayasayı hazırlamak üzere vazifeye
çağrılmıştır. Bu, bir ön proje olacaktır. Bu vazifeyi en büyük ve şerefli bir
millet, memleket ve meslek vazifesi olarak büyük bir şevkle geceli, gündüzlü
çalışmakla yerine getireceğiz.
Komisyonumuz ilk olarak
İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesinden davet edilen görevli öğretim
üyeleriyle, Ankara üniversitesinden davet edeceği avretim üyelerinden mürekkep
bir hazırlayıcı küçük komisyon olarak çalışacak, hazırlayacağı projeyi
Yargıtay, Devlet Şurası, Sayıştay, Askeri Kaza Hâkimleri gibi en yüksek kaza
kuruluşlarından, basından, barolardan ve benzeri sosyal kurumlarla, uzmanlardan
meydana getirilecek daha geniş bir heyetin ve Millî Birlik Komitesi tarafından
kurulacak hükümetin tetkikine arz edecektir; Bu Anayasa projesinin hukukî
şeklini alması için takip edilecek usul de ayrıca tespit edilerek umumî efkâra
arz olunacaktır.
Müstakbel Anayasanın
hakikî hukuk devleti fikrini gerçekleştirmesi, insan şeref ve haysiyetini, fert
hak ve hürriyetlerini olduğu kadar sosyal hakları da güvence altına alması,
devlet organlarını sosyal kuruluşların kuran ve koruyan bir denge amili olması,
kanunların Anayasaya uygunluğunu sağlayacak kuruluşlara yer vermesi, bunun için
de iktidarı teşkil eden bir Meclis çoğunluğunun meşru hak ve yetkilerini aşarak
yarının iktidarı olabilecek bir Meclis azınlığını ezmemesi, demokrasinin en
esaslı varlık şartı olan siyasi hayatı felce uğratmaması için gerekli bütün
esasları ihtiva etmesi lâzımdır.
Bu prensipler üzerinde
Komisyon üyeleri kendi aralarında olduğu gibi, Millî Birlik Komitesi Başkanlığı
ve Türk Silahlı Kuvvetler Sayın Başkumandanlığı ile tamamen müttefiktir.
28 Mayıs 1960 Başkan: İstanbul Üniversitesi Rektörü,
Ord.
Prof. Sıddık Sami Onar
Üye Üye
İstanbul Hukuk Fakültesi Dekanı İstanbul
Hukuk Fakültesi Medeni
Ceza Hukuku Prof. Naci Şensoy Hukuk
Ord. Prof. Hıfzı Veldet Velidedeoğlu
Üye Üye
İstanbul Hukuk Fak. Anayasa İstanbul Hukuk Fak. İdare
Hukuku
Prof. Hüseyin Nail Kübalı Prof.
Ragıp Sarıca
Üye Üye
İstanbul Hukuk Fak. Anayasa İstanbul Hukuk Fak. İdare
Hukuku
Prof. Tarık Zafer Tunaya Doçenti İsmet
Giritli
Şayet milli tarihimiz içinde sadece
kendi çözümlerimizle bile yetiniyor olsak bize yeterli olurdu. Lakin bunun için
her şeyden önce o çözümleri üretenlerinki gibi tertemiz bir vicdana, ahde
vefaya, sosyal bilince, adalet etiğine ve aydın bir düşünce yapısına sahip
olmak gerekir. Esasen aydın bir düşünce sermayemiz varsa bu diğer öğeler için
de yeterli olurdu aslında.
Aydın hukukçumuzun dün var olan
sesi, bugün aynı hudutlar içinde neden duyulamıyor acaba? Kabahat iktidarın mı,
milletin mi, hukukçuların bizatihi kendi yetersizliklerinde mi acaba?
Şayet 27 Mayıs 1960 İhtilali, milli
inkılabın devamı yapıda ve bir lidere de sahip olsaydı. Bugün Atatürk devrimini
de sonuçlandırmış olacak ve muhtemelen bu günleri de yaşamamış olacaktık. Demek
ki her eksik yeni bir öğreti fazlalığı oluyor insan aklı için. İşte bu
fazlalıklarda gelecek nesillerimize mihmandar olacaktır artık.
Yani 27 Mayıs, aslında bir ihtilal
olduğu halde Milli Birlik Komitesinin iç ihtilafı nedeniyle ki daha önce
komiteden ihraç edilen Türkeş liderliğindeki 14’ler ve daha sonra da Albay
Talat Aydemir bileşkesinde iki darbe teşebbüsünün de - ki bunlar İnönü
sayesinde akamete uğramıştı – eklenmesiyle, hatta bugün bile hala, siyasa
ansızları ve muhterisleri ağzıyla darbe olarak vasıflandırılmaktadır ki bunun
gerçekle hiçbir alakası yoktur. Bu yüzden de belgeli tarihin ne kadar önemli
olduğu, bir kere daha görülüyor ya zaten.
Aslında 27 Mayıs İhtilalini
hazırlayanlar, başta Cemal Gürsel olmak üzere çok vatansever ve iyi niyetli
askerlerdi. Bütün gayeleri, siyasi rejimi tıkanmış ülkeyi, yeniden
yapılandırarak birliği ve bölünmezliği perçinlenmiş anayasa şemsiyesi altında,
bir geçici milli birlik Hükümetiyle yeniden, demokratik ve tarafsız bir genel
seçime hazırlamak ve iktidarı, vatandaşın seçtiği Hükümete derhal devretmekti. Öyle
de yaptılar esasen. Ve şayet 1961 Anayasası olmasaydı, belki bugün Devlet bile
değildik. Bu anayasa da özünde gençliğimize diğer; ama ibretlik bir armağandır
esasında.
§ «Yeni Anayasanın başlangıç metni»
«Tarihi boyunca bağımsız
yaşamış, hak ve hürriyetleri için savaşmış olan; Anayasa ve hukuk dışı tutum ve
davranışları ile meşruluğunu kaybetmiş bir iktidara karşı direnme hakkını
kullanarak, 21 Mayıs 1960 Devrimini yapan Türk milleti; Bütün fertlerini,
kaderde, kıvançta ve tasada ortak, bölünmez bir bütün halinde, millî şuur ve
ülküler etrafında toplayan ve milletimizi, dünya milletleri ailesinin, eşit
haklara sahip şerefli bir üyesi olarak Millî Birlik ruhu içinde daima
yüceltmeyi amaç bilen Türk milliyetçiliğinden hız ve ilham alarak ve "Yurtta
sulh, cihanda sulh" ilkesinin, millî mücadele ruhunun millet
egemenliğinin, Atatürk devrimlerine bağlılığın tam şuuruna sahip olarak; insan
hak ve hürriyetlerini, millî dayanışmayı, sosyal adaleti, ferdin ve toplumun
huzur ve refahını gerçekleştirmeyi ve teminat altına almayı mümkün kılacak
demokratik hukuk devletini, bütün hukukî ve sosyal temellerle kurmak için;
Türkiye Cumhuriyeti Kurucu
Meclis tarafından hazırlanan bu Anayasayı kabul ve ilân ve onu; asıl teminatın
vatandaşların gönüllerinde ve iradelerinde yer aldığı inancı ile hürriyete,
adalet ve fazilete âşık evlâtlarının uyanık bekçiliğine emanet eder».
27
Mayıs sonrası darbe teşebbüslerinde Harbiye’nin itici rolü olması nedeniyle
uykuları kaçan bugünün iktidarının, neden önce Harbiye’den kurtulmak
istediğinin gerekçesi de ortadadır artık. Yalnız bilmek zorundayız ki, Ordusuz
bir Devlet nasıl Devlet olamazsa; Harbiye siz bir orduya da ordu denemez.
Maalesef
o dönem tek parti olarak iktidara gelemeyen; ama DP artıkları ve nemadaşları nedeniyle
iki defa ancak koalisyon Hükümetlerinde yer almak zorunda kalmıştı CHP. Başvekil
İnönü’ye rağmen daha fazla etken olamayınca ve bu Hükümetler savsaklamaya
başlayınca da mevcut durum, iki darbe girişimine ve hazır sular da ısınmışken,
bir an önce dinamik kalkınmayı arzulayan bazı askerlere (Albaylar cuntası) ışık
tutmuştu.
Ne var ki içinde bulunduğu, destek
vermeyen; ama aksine köstekleyen şartlara rağmen İnönü, yine de her şeyi
tersine döndürebilecek bu iki darbe macerasını, daha başlarken engelleyerek, ileri
yaşında yine ülkesine ve bizi biz yapan Atatürk inkılabına, değeri ödenemeyecek
en son hizmetlerini de armağan etmiştir.
Aşağı da, affedilemez bir
haksızlıkla Menderes ve arkadaşlarının ölümlerinden de sorumlu tutulan
İnönü’nün, bu konuya da, cezaların açıklanması sırasında verdiği cevabı, yine
kendine has yorumundan okuyacaksınız. Son karar da sizindir artık Sayın okurlar.
Lakin tarafsız; ama lütfen adil (aydın) kalalım.
§ İNÖNÜ’NÜN İDAMLARDAN ÖNCE MİLLİ BİRLİK KOMİTESİNE GÖNDERDİĞİ MEKTUP
«Millî Birlik Komitesine»
«Siyasî suçlardan dolayı
ölüm cezası bugün dünyada kalmamış gibidir».
«İnfaz meselelerinde
düşündüklerimi şimdiye kadar muhtelif vesilelerle size ve temas edebildiğim
Millî Birlik Komitesi üyelerine tam bir açıklık ve kesinlikle söylemekte kusur
etmedim. Şimdi resmî vazife olarak son karar vereceğiniz anda Millî Birlik
Komitesine bu konudaki düşüncelerimin resmen bildirilmesini sizden niyaz
ediyorum».
«Orgeneral Cemal Gürsel
Sayın Silahlı Kuvvetler
Başkumandanı ve Millî Birlik Komitesi Başkanı, Yassıada kararları tebliğ ve
ilân edilmek üzeredir. Kararlar arasında ölüm cezaları bulunursa; bunların
infazı Anayasaya göre Millî Birlik Komitesinin tasdikine bağlı olacaktır.
Kararın tebliğinden iki
gün evvel yüksek makamınıza müracaat ederek ölüm cezalarının infazı hususundaki
ciddî endişelerimin Millî Birlik Komitesine duyurulmasına tavassut buyrulmasını
istirham ediyorum.
Memleketin siyasî
hayatında mesuliyet sahibi olarak idam cezalarının tasdikindeki büyük zararları
arz etmek için başka bir vasıtamız ve çaremiz olmadığından, müracaatımın zarurî
görülmesini saygılarla rica ederim.
Mahkemenin her tesirden
uzak olarak tam bağımsızlıkla karar vereceğine ve mahkemenin vereceği
kararların âdil olacağına şüphe yoktur. Ancak Millî Birlik Komitesi üyeleri,
ölüm cezalarının infazı için son söz sahibi olmak salâhiyetiyle teçhiz
edilmişlerdir. Bu hususta Millî Birlik Komitesi üyeleri hâkimlerin kararlarına
mesnet teşkil eden hukukî ve kanunî unsurlar dışındaki bazı gerçekleri ve
zaruretleri göz Önünde bulundurmak mevkiindedirler. Ben bu müracaatımla,
memleketin selâmeti bakımından hayatî ehemmiyette saydığım bu gerçekleri ve
zaruretleri ortaya koymak istiyorum.
Sayın Orgeneralim;
Memleketimizin bugünkü
halinde ne kadar az sayıda olursa olsun, ölüm kararlarının tasdik ve infazı
yüksek millî menfaatlere her suretle aykırıdır. Kansız bir ihtilâl yapıldı.
Böyle bir ihtilâlden bir buçuk sene sonra, geçmiş bir iktidar erkânının siyasî
suçlarından dolayı idam edilmeleri, siyasî idamların bünyesinde zaten mevcut
olan hak tereddüdünü azamî ölçüde artırmış olacaktır.
Suçluların en ziyade
kahrını çekmiş vatandaşlar bile bu infazı aşırı bulacak ve müteessir
olacaklardır. İhtilâlden bir buçuk sene sonra seçimlere gidiyoruz. Eski, yeni
siyasî Parti mensupları arasında yaklaşma ve anlaşma çareleri arıyoruz. Bu
çabalama içinde artık eskimiş olan siyasî suçlardan dolayı idam cezası tatbik
etmek, siyasî Partiler arasında ve memlekette manen huzur teessüsünü imkânsız
kılacaktır. Unutulmamalı ki yarın seçime gidecek ve seçimlerden sonra idareye
katılacak siyası Partilerin çoğu, geçmiş iktidar Partisinin mensuplarına büyük
mikyasta istinat etmektedir. Bunlar yalnız seçim esnasında, değil, seçimden
sonra da ruhlardaki daimî bir yarayı işletmekten geri kalmayacaklardır. Ceza
tatbikinin bünyesinde taşıdığı ibret ve tembih hassaları, şimdi infaz
yapılmamasında daha ziyade mevcuttur. Memleket huzurunun ve vatandaş
münasebetlerinin iyi yola girmesi için ümitlerin bağlanabileceği tek çare
bundan ibarettir. Suçluların idam olunmaması, ayaklanma teşebbüsünde
olacakların cüretini artıracağı endişesi mübalağa edilmemelidir. Ayaklanma
teşebbüsünün maddî kuvveti hiçbir zaman devlet ve hükümetin kuvvetiyle başa
çıkamaz. Bu teşebbüslerin dikkate alınacak tarafları daha ziyade ruhî ve manevî
kuvvetleridir. Bu kuvvetler ise, idam cezasının infaz olunmasıyla artmak ve
infaz olunmamasıyla zayıflamak istidadındadır. İnsanların tecrübesinin bir
değeri varsa, bizim her yerde gördüğümüz sonuç budur.
Sayın Orgeneral;
Biraz da infaz meselesinin
bir diğer önemli tarafına temas etmek isterim. Mahkemenin vereceği kararlara
tesir edilmemesi ve mahkemece verilen kararların tatbik edilmesi, ordunun
isteği olduğundan bahsedilmektedir Mahkeme kararlarına tesir edilmemesi arzusu
ordu için tabiî bir ihtiyaçtır. En büyük millî müessesemiz olan ordumuzun
adalet bağımsızlığı fikri ile dolu olmasını, millet anlayışının bir yankısı
saymak lâzımdır. Bu arzu takdire ve saygıya lâyıktır. Yalnız, ölüm cezasının
infazı ayrı bir meseledir. Nitekim Anayasa bunu, Millî Birlik Komitesinin
hususî kararına bağlayarak kayıt ve şart altına almıştır. Eğer varit ise, ordu
adına Millî Birlik Komitesinin idam kararının tasdikine icbar edilmesi haksız
ve kanunsuzdur. Ordu adının böyle bir mevzuda kullanılması, Türk Ordusunun ebedî
şerefi ne karşı saygı duygusu ile telif olunamaz. Ordu tesiriyle bir infaz
muamelesi millette orduya karşı deva bulmaz bir kırgınlık yaratacaktır.
Milletle ordu arasına girecek böyle bir hatıranın tepkisini düşünmek insana
dehşet veriyor. Hulâsa, infaz kararında ordunun tesirini Millî Birlik
Komitesince yerine getirmek, akla gelebilecek mahzurların en büyüğünü taşır ve
tarih önünde, karar verenlere de verdirenlere de hesapsız vebal yükler. Ordunun
böyle bir tesir yaptığına ve yapacağına asla inanmıyorum. Millî Birlik
Komitesinin, ağır ve şerefli vazifesini tamamlarken, memleketin selâmeti
bakımından duyduğum endişelerin üzerinde duracağını ümit ediyorum.
Sayın Orgeneral;
Türkiye bugün bir ittifak
manzumesi içindedir. Her meselenin önünde, millî savunma için müttefikler
arasında haysiyetli ve itibarlı bir mevkide bulunmamızın büyük ehemmiyeti
vardır. Bu bizim için öyle bir ihtiyaçtır ki, bunda kusurlu olmak, hatta
ittifak manzumesi içinde bizden daha kusurlu üyelerin bulunması ihtimalinde
bile bizim için mazeret teşkil edemez.
Siyasi suçlardan dolayı
ölüm cezası, bugün yeryüzünde hemen hiç bir medenî ülkede kalmamış gibidir.
Türlü tehlike karşısında bulunan memleketimizin bekçileri ve koruyucuları olan
Millî Birlik Komitesi üyelerinin ellerindeki aziz emaneti vahim bir itibar
buhranına maruz bırakmayacaklarını hulûs ile ümit ediyorum.
Sayın Orgeneral;
İnfaz meselesinde
düşündüklerimi şimdiye kadar muhtelif vesilelerle size ve temas edebildiğim
Millî Birlik Komitesi üyelerine tam bir açıklık ve kesinlikle söylemekte kusur
etmedim. Şimdi resmî vazife olarak son kararı vereceğiniz anda Millî Birlik
Komitesine bu konudaki düşüncelerimin resmen bildirilmesini sizden niyaz
ediyorum.
Üstün saygılarımın
kabulünü istirham ederim Sayın Orgeneralim.
13 Eylül 1961 İSMET İNÖNÜ»
Çağ dışı bir İstibdatı deviren, yedi
düvele Devlet kimliğini kabul ettiren İstiklal kahramanı dâhilerimize sarhoş
diyenlerin, onların doğru, berrak ve pürüzsüz akıllarına bakarak sadece kendi
kafalarını değil, saatlerini de ayarlamaları gerekir aslında.
O halde yere batsın benim kişisel
ikbalim. Hele de bir tarafta Turancıların diğer yanda şeriatçıların arasında
sıkışan ve biz büyüklere yardım dilenen sorgulu gözlerle bakan körpelerimizin
feryatları tavan yapıyor ve karartılan gelecekleri yeni ışıklar bekliyorken…
Serendip
Altındal