29 Ekim 2013 Salı

KUTLAŞMAK..

            Yine bir Cumhuriyet Bayramı kapımıza dayandı. 11 yıldır aynı; ama bu yıl tam da asra 10 kala, tavan yapan sıkıntılarla karşıladığımız şu mübarek bayram. Hani bizi Osmanlı ümmet çöplüğünden çekip arıtmış, sosyal bütünde çağdaş bireyler olabilmenin onuruyla tanıştırmış, şu bayramlarımızın en yücesi olan kutsal kimlik bayramımız. İnsan tiplemesini kötümser, iyimser diye ikilemiştik. Böylesi anlamlı bir bayramın, tabansız salt kötümserlerle kutlanması mecburiyetine katlanmak cefası, artık benim de tahammül gücümü aşıyor.

            Cumhuriyet kutlansa da, kutlanmasa da, iyimser veya kötümser olunsa da Cumhuriyettir ve bunun lamı cimi yoktur kardeşler. İstiklal savaşı günlerimizde bin bir yokluğun içinde, dişimiz, tırnağımızla yedi düveli yurdumuzdan kovarak, ümmet çuvalından çıkıp Cumhuriyetin asalet pelerinine bürünmüşsek, o pelerini bir daha üzerimizden çıkarmaya ve tekrar karanlık çağların bataklığında yok olmaya da hiç niyetimiz yok demektir. Ve bu satırları da, sömürgeci köpeği ansızlara, şeriat döküntülerine, Allahlarını bile sakız niyetine çiğneyen, Cumhuriyetsiz sahte Müslümanlara, 90 yılın Cumhuriyet gününde, 90 yılın mizahı olarak armağan ediyoruz.
                       
            Tarihte varlarını yok eden mayası tutmamış tüm köftehorlar, ne mi olmuşlar. Hepsi iz dahi bırakamadan yok olmuşlar. Tıpkı şimdilerde atıp tutan; ama yakın bir gelecekte kendileri de tarih olacak köftehorlar gibi. Tüm yok olmuşlardan, hangi Karunlar, şahlar, şahbazlar, hangi Monarklar, hangi peygamberler ve zamanlarının asıp kesen hangi Başbakanları kaldı bugün aklınızda. Bunların hangisi halen nerede yattığını, ne yaptığını size anlatabilecek durumda acaba. En başta başımızdakiler olmak üzere hepimizin kaderi aynı. Kötümser veya iyimser olsan da, saatin çaldığında varacağın adres aynı. Ve gerinde bıraktığın yaşamsa, akmaya devam edecek; ama sensiz. Giderken kışlık çoraplarını da götür ki ayacıkların üşümesin bari gittiğin yerde.

            Ve bizim biraderlerin(!) çanları da çalmaya başladı artık. Usta ve yamakları bu durumun cin gibi farkındalar esasen. At, avrat, silah derken, atı, avratı unutup, kendi kellelerini kurtarmak zorunda kalacaklar yakında anlaşılan, tarihte ki diğer emsalleri gibi. Kendi adıma Cumhuriyete gözümü açtım. Bugünde sahibim, kendi mezarıma kadar da sahip olacağım. Gelecek nesillerim de ebediyete intikal ettirecekler bu asaleti nasıl olsa, böyle biline.
            Gerisini Cumhuriyetim yok diyen ansızlar, tabansızlar ve tüm havlu atmışlar düşünsün. Sen bırakırsan yok olacaktır tabii. Dua et de ben bırakmayayım. İşte o zaman toptan yok olursun, yok olası! Tıpkı bir zamanlar çuval giyen komandolara, onlar benden değil dediğim gibi, bütün çaresizleri de kendimden addetmiyorum. Yorumları da, inançsız, kimliksiz, sahte birliktelikleri de kendilerinin olsun ve aramızda olmak zahmetine sakın katlanmasınlar. Çünkü bizi kandıramazlar.

            Herifler “biz tabansızız, bu nedenle de kendi ayaklarımızın üstünde duramıyoruz, dolayısıyla da sürüngeniz”, diyemiyorlar. Şeytanın takıyesini bilimsel formata sokup, akıllarınca bize kafa yapmaya kalkıyorlar. Bizde bunu yemiş mi oluyoruz! Hâlbuki diyebilseler, yürek (vicdan) adamları olduğumuz için onların da ellerinden tutup ayağa kaldıracağız. Tıpkı 90 yıl önce bu Cumhuriyet kurulurken, İstiklal harbi kırsallarımızda, vicdanlı (yürekli) babalarımızın, analarımızın düşmüşleri ellerinden tutarak dimdik ayağa kaldırdıkları gibi. Ama iyi bilineceği üzere, korkaklar asla vicdan taşımaz ve vicdan (ahde vefa) işlerine de egoları hiç basmaz esasen.
           

         Cumhuriyetimiz ise ebediyete kadar kutlanmak için vardır. Kutlayabilmek ise, esasen ona sahip olmak demektir.


O HALDE VARLIK NEDENİMİZ OLAN BU AZİZ BAYRAM HEPİMİZE TEKRAR KUTLU OLSUN
VE
GELİN HEP BERABER

KUTLAŞALIM...


                                                                                                          Serendip Altındal




17 Ekim 2013 Perşembe

ANLAMSIZ..

                        Nasıl işler bunlar Emmioğlum
                   Anlamsız bakma, yüreğimi dağlama böyle yine
                   Söyle de bilelim
                   Bulamadıysan çare yar olacak derdine
                   Gel tut ellerimden
                   Birlikte öleceksek ölelim

                   Bayram yalnızlığında ki gözlerinde
                   Islak kirpiklerin kırpışıyor
                   Damlaların yanaklarına süzülürken
                   Ve bende yalnızlığını seninle paylaşıyorken
                   Ahh olup çıkıverdiler kendi yaşlarım birden yüreğimden

                   Ötedekilerse acılarının sessizliğinde
                   İçin için ağlıyorken babasız
                   Aynı bayram gününde
                   Hem de rızıkları kesilmiş minikler
                   Boşluğa bakan gözleriyle
                   Anlamını yitirmiş ve ıslak camların gerisinden
                   Kim bilir belki de bu yüzden kabarmıştılar
                   İçimden Ahh olup çıkan gözyaşlarım yüreğimden              
                  
                    Ve bilemem nedense böyle bitirmek geldi yazımı
                    BUGÜN İÇİMDEN...
                                                                                                          
                                                                                 Serendip Altındal




14 Ekim 2013 Pazartesi

YA VATAN YA LEJYONER KAMPUSU..

           Ulusların katledilmesi, ister özel birimler, ister din yaftalı(!) teröristler tarafından sağlansın. Netice de ikisinin de cebinde Amerikan Doları olduktan sonra ne fark eder ki. Ulusalcı komutanların tasfiye edilmesi ve hemen arkasından askerliğin kısaltılmaya kalkılması, ülkemizde paralı askerliğe geçileceğinin de göstergesi oluyor. Demek oluyor ki Cumhuriyetimizin bekçisi dediğimiz TSK, yakında parayı verenin hizmetinde olacak ve Yeniçeri ocağına bile rahmet okutacak bir lejyoner kampusuna dönüşüyor anlaşılan.

            Parayı kim daha fazla öderse onun hizmetine koşacak olan lejyonere ise, bundan böyle Türk askeri de denemeyeceğine göre, herhalde sırada ki, Türkiye Cumhuriyetinin lağvedilmesi olacaktır. Çünkü tarihte, kendi ordusu olmayan ve paralı orduya bel bağlayan hiç bir devletin geleceği olmamış ve bağımsız devlet kimliği kalmamıştır. Yani kendi orduları ve silahları olmayan bütün devletler, sömürgeci sırtlanlar tarafından parçalanıp yutularak, tarih sahnesinden silinmişlerdir. Çünkü büyük bir devlet olmanın ilk şartı, her şeyden önce güçlü bir milli orduya sahip olmaktır.

            Tıpkı omurgalı komutanlarının yönettiği Atatürk'ün ordusuna sahip olmuş ve kimsenin yan bakamadığı Türkiye Cumhuriyeti’nin bir zamanlar olduğu gibi. Oysa aynı ordu şimdilerde, sıkışınca altına kaçıran PKK'lı sömürgeci piçlerinin bile kafa bulduğu bir görünüm sergiliyor ki, buna inanmak mümkün değil. Kişilik nasıl bir anda bu kadar karakter düşkünü hale gelebilir. Yani teşbihte hata olmaz; ama şimdiki TSK’nin hali, erkeksiz kalmış vasıfsız dul kadınların trajik görüntüsünü veriyor ne yazık ki. Çevrenize bakın, hangi büyük devletin milli ordusu yok. Vatan savunması dışındaki bütün askeri harekâtlarda, özel timlerinin dışında, genelde lejyoner kullandıklarına da dikkat edin.

            Durumun bizatihi farkındalığı ile PKK'sından, El Kaidesine, kaçakçısına kadar her cins çapulcunun yolgeçen hanına çevirdiği hudutlarımıza bakınca, ordumuzun MEHMETÇİKLERİ ve zindanlarda ki komutanları dışında, erkek sıkıntısı çektiği de açıkça görülüyor. Kimse gücenmesin; ama ulusalcıyım derken KEMALİST (özgür ve bağımsız) olmayanları da, kendi adıma bu menfi kategorinin içinde kabul ediyorum. Faiz lobisi ve tefeci Siyonist Gladyonun tetikçiliğine soyunmuş devşirme AKP hükümetinden, elbette bundan başka bir tutum beklenemezdi. Desenize, şu bizim eski sevdalı Haçlı(!) harami, dört defa kapısından giremediği yuvamıza, sonunda AKP'nin biz uyurken, sessizce merdiven döşediği bacasından girdi anlaşılan.

            Son Balyoz kararlarında tutuklanmalarına karar verilen komutanlar dışında ki alt rütbeli tüm subayların en çarpıcı ortak özelliği, çağdaş teknolojilerin millileştirildiği, ulusal silah sanayine kendilerini adamış olmaları. Resme bu noktadan bakınca da, art niyetli şakinin ve kadim düşmanımızın, bağımsızlığımıza her konuda tahammülünün olmadığı hipotezinin altında, sadece imzasının eksik olduğu kendiliğinden anlaşılmaktadır.
            Pekiyi bu herifler Türk’le neden bu kadar uğraşıyorlar, neden onu ortadan kaldırmaya çalışıyorlar derseniz. Çünkü tarihini, kültürünü, medeniyetini hatta adamlığını bile çaldıklarından, bir de üstüne Atatürk’ün haşmetli tokadını da tattıktan sonra, belki de nedametin yanı sıra, ayrıca aşağılık komplekslerinin bunalımına da girmişlerdir de ondan.


Sözün özü: KISSADAN HİSSE…




Tüm aile bireylerinizle birlikte bayramınızı, en içten dileklerimle kutluyorum.

Yeni giysilerinizle, atlıkarıncalarda uçarken yaşadığınız çocuksu bayram mutluluklarını, gazsız, Tomasız gelecek bayramlarda, torunlarınızın da tatmalarını ve Kemalist müktesebatlarıyla ebediyete kadar, özgür ve bağımsız başları yukarda yaşamalarını, GÖK TANRIDAN bütün benliğimle niyaz ediyorum.

                                                                                              Serendip Altındal



10 Ekim 2013 Perşembe

SIRTIMDAKİ SEMER..

Herhalde, son Balyoz kararlarından sonra ülkeyi aslında kimin yönettiğine, kimsenin itirazı kalmamıştır artık. Bu da ne Erdoğan ne de AKP hükümetidir. Semer gibi sırtımıza vurulan ve yeni yaşam statümüz haline gelen hukuksuzluk kaosunun tek mimarı, Erdoğan, AKP ve Gülen cemaatini açık Lejyoner olarak kullanan ABD&AB Gladyosudur aslında. Şimdi ise yediğimiz gaspın ve şakilerinin adını açıkça yazmak ve bundan sonra ki stratejiyi de çok açık ortaya koymak zorunluluğu hâsıl olmuştur artık. Düşmanımız deşifre kimliğiyle ortaya çıktığına göre de, demek oluyor ki milli cepheyi açmak ve hattı savunmayı İstiklal döneminde olduğu gibi, yine satıh bazında uygulamak da farz olmuştur bize.

            Yaşamakta olduğumuz milli sıkıntıdan çıkış yolu ise şimdilik, şayet Türk'ün önceden hesaplanamaz özelliği devreye girmezse, önce yerel, sonra da genel seçimler olacakmış gibi duruyor. Her ne kadar Balyoz davasının hukuksal yanını, bir hukukçu gibi irdeleyemesek de, görüp yaşadıklarımızın yorumunu yapamayacak kadar da ümmi değiliz herhalde. Balyoz kararları da dâhil olmak üzere, sona erdirmek zorunda olduğu Siyonist projenin anayasal maddelerini topluma yedirirken, ne kadar zorlanacağını iyi bilen Erdoğan, kendisine tanınan en son döneminde, işte bu misyonunu ya bitirecek ya da bitirecektir. O sebeple de bu maddeleri, zamanlanmış paket postaları halinde yollamaktadır. Sen hele bir paketin tamamını yedir, gerisini biz hallederiz diye düşünüyordurlar herhalde patronları.

             Buna göre, önünde sayılı günleri olduğu ve çıkmaz yolda olduğunun kendisi de çok iyi farkındadır. Türkiye haricinde, ne Doğuda ne de Batıda kıymık kadar ciddiye alınmayan Erdoğan’ın, sağında solunda oturan, en güvendiği Türkiyeli(!) nemadaşları bile durumunun farkında oldukları için, bunu kendisiyle paylaşmadan, onu idare ederek kendisinden en son dakikaya kadar da istifade etmek zorundadırlar. Zira başka bir alternatifleri de yoktur. Çünkü en kötü ihtimalle tası tarağı toplayıp yurt dışına kaçmadan önce, küplerini azami doldurmaya mecbur olduklarının da bilincindedirler artık. Bunların yurt dışında ki yatırımlarını mercek altına alırsanız, herhalde ne demek istediğimiz daha iyi anlaşılır. Yerlerinde de kendi hamurlarından kim olsa, herhalde aynı şeyi yapardı. Zira aklın yolu birdir.

Yine güncele dönersek; herkesin neredeyse ezbere bildiği hukuk ihlallerinin, statiksel rakamlarını dökmeye de gerek yok, bir şeyler bildiğimizi göstermek için. Ayrıca siyahın üstünde bembeyaz sırıtan gerçekleri de görüp anlamak içinse, doktora filan da yapması gerekmiyor vatandaşın. Hepsinden öte, bilmesi gerekenleri öğrenmek için, aslında okuma yazma bilmeye bile ihtiyacı yoktur, öğrenmeye müsait normal bir insan beyninin.

            Yalnız sağlıklı bir karar verebilmesi için doktora filan yapması beklenmeyen; ama yurdunun biran önce düzlüğe çıkmasını arzu eden her vatandaşın, yine de yapması gerekenler vardır. Bunların en başında gelen de, seçimlere, vicdan ve akıl süzgecinden geçirdiği oyu ile ağırlığını koyarak, çocuklarının da geleceğine ambargo koymuş emperyalistin, başında ki iktidar yaftalı sırtlanlarını deliğe süpürmek olacaktır.

            Yoksa dikey kalkışla polis devletine geçilirken, içimizde ki bazı safdiller, özellikle bize karşı "tavşana kaç" siyaseti uygulayan küreselci BD insan hakları kuruluşlarından, hala medet mi umuyorlar acaba. Diğer yanda Siyonist projelere bölgemizde ulus devletler birer birer kurban ediliyorken, acaba içerde ki Atatürkçü komutanlarımızın, aydınlarımızın beraat ettirileceğini mi sanıyorlar.

         Tüm vatan hainlerini tek sıra halinde Ulusal mahkeme duvarının önüne dizecek bir milli devrimsiz, bu bataktan çıkış olduğunu ve bağımsızlığın sağlanabileceğini hala safiyane düşünüyorlarsa, serçeler yesin çitlembik beyinlerini onların!!..

Serendip Altındal



3 Ekim 2013 Perşembe

TOPRAĞIN NEYDİ GÜNAHI..

Sapına kadar Atatürkçü bir adamım; ama konu Atatürk de, onun dünya tarihinde bir eşi daha olmayan devrimi de olsa, eksik gördüğümü veya öyle algıladığımı da söylemek zorundayım. Yoksa ben de yalaka olmuş olurum ki, işte bu beni fena halde bozar. Nedir bu eksik bırakılan? Sorusuna verebileceğim tek cevap ise "Toprak Reformu" olur.
Çünkü 1789 Fransız devriminde toprak reformu da yapılarak, Fransa’da Feodal yapının tarihe gömülmesi hadisesi, Fransızların, dünyanın geri kalanına verdiği evrensel bir derstir de aynı zamanda. İşte o devrimden ilk önce alınması gereken ders de aslında bu olmalıdır kanımca. Yanı sıra dinci Monarklara atarak onları tarihe gömdükleri muhteşem tokat ise, Avrupa’nın laik döneminin de tetikçisi olmuştur aynı bağlamda.

            Türkiye’mizin 20 li yıllar güncelinde ise, Orta çağların karanlığında kalmış, bitik Osmanlı'nın enkazında, perişan ve yerlerde yatan ümmetini, zorluklarla temin edebildiği bütün imkânların yanında, milliyetçi toprak ağalarının ve aşiretlerinin de desteğini alarak, hem de bağımsız bir Türk Ulusu olarak tekrar ayaklarının üstüne dikerken, şüphesiz ki Atatürk’ün işi Fransa'nın 1789 dönemindekinden çok daha zordu. Çünkü Atatürk devrimi, yedi düvele karşı yürütülen ve arkasında on binlerce cansız beden ve yoksul bir ülke bırakan; ama sonucu zaferle biten muhteşem bir istiklal savaşının üstüne oturtulmuştu.
Fransa’da Danton, Roberspierre, San Just ve diğerlerinin ise böyle bir sorunu yoktu kendi dönemlerinde. Çünkü ayaklanmış hazır kıta bekleyen hırslı ve inançlı bir millet vardı arkalarında Bastille’e yürüyen. Onların lider bolluğu yanında, bizde Mustafa Kemal adlı bir TEK ADAM vardı sadece her şeyi üstlenen ve hatta vuruşacak bilinçsiz ümmeti de arkasında bilinçli bir milli ordu haline getiren. Şimdi buna bir emsal göstersinler bakalım tüm ansızlar yeryüzünde. Tabii yüce Atatürk’e inanmış İstiklal dokusunu özünde hisseden onlarca arkadaşını ve tüm ahde vefa sahibi vatan evlatlarımızı tenzih etmek kaydıyla yazıyorum bu satırları.
           
            Şimdi gelelim o zaman bitirici noktaya ve diyelim ki; şayet yüce Atatürk birilerinin iddia ettiği gibi makyavelist bir lider olsaydı, ülkesinin tek adamı olmuşken, bütün kozlarını oynar ve ne yapar yapar, demokratik Cumhuriyetinin olmazsa olmazı olduğunu çok iyi bildiği ve hemen de öngördüğü toprak reformunu da, aradan çıkarmış olurdu. Çünkü Makyavelizm, aslında iktidarı önce elde etmek, sonra korumak ve halkların sahiplenmesini de sağlayarak uzun vadeye yaymak adına da her türlü ahlaksızlığın meşru olduğunu kabul eden bir siyasi görüş değil midir aslında.
Peki, Atatürk toprak reformunun önceliğini çok iyi bildiği halde, bunu kendi sağlığında neden yapmasındı. Hem yurdun efendisi dediği köylüsünü, çiftçisini mutlu ederken, hem de kendi şöhretini de ikiye katlamış olmazmıydı?
            Yoksa yapamadı mı veya yapmak mı istemedi. Sorulması gereken soru budur aslında. Kendi görüşüme göre, ben Atatürk hamurunda bir liderin bunu "yapamayacağına" kesinlikle inanmıyorum. Yapmak istemediğini ve daha ileride yapılmasını, gelecek nesillere bıraktığını düşünüyorum sadece. Çünkü bana göre, azimli, sağlam, çivi gibi doğru kişiliğinin yanında, duygusal, hassas ve erdemli bir insan da olan sevgili Atatürk, birlikte kurtuluş savaşını gerçekleştirdiği Diyap Ağa gibi milliyetçi aşiret reisi; ama toprak ağalarını gücendirmemek ve belki de kendilerini arkalarından vurduğunu düşünmesinler diyerek, insani zarafetiyle bu hayati reformu gelecek nesillere bırakırken, aynı zamanda akamete uğramasına da ne yazık ki istemeden sebep olmuştur. Oysa demir tavında dövülmeliydi aslında.

            Sevgili Atatürk’ümüzü tenzih etmek ve her yaptığına şapka çıkarmak kaydıyla şimdi gel de tam da bu noktada bir makyavelist olsaydı ne yapardı diye sorma. Bir acımasız, ahlak ve vicdan kurallarını işine geldiğinde, hiç düşünmeden bir kenara atıveren Erdoğan gibi bir makyavelist’in, böyle bir fırsata nasıl balıklama dalacağının gel de hesabını yapma. Ve şimdi gel de, adam olanın bir elin parmakları gibi sayılabildiği bugünkü ortamda her şeye rağmen, adam gibi adam olan asil Atatürk'ümüze, yine de gani gani rahmet okuma. Bu tespitler tepegözü (beyin gözü) açık olanlar içindir, aşağıda ki ikisiyle her şeyi gördüğünü sananlara hitap etmeyecektir ne yazık ki. Bunun izahını ise en iyi ama olanlar yapacaktır sanırım.

Ne var ki Allahsız Müslüman’ın(!) işi zordur şimdi. Zira Amerikalı patronu kepenkleri indirdi. Memurlarının çoğunu zorunlu izine yolladı. Sokaklarda vatandaşlarla yapılan söyleşilerde genelde söyledikleri ise; “Bizim nafakalarımızı keseceklerine, kendi vekillerinin ödeneklerini bloke etsinler” oluyor. Ve bizde ki, çakma anayasalarla bölücülüğü hızlandırmakla meşgul biraderleri de, muhtemelen artık diyordur ki;

Ufak ufak aşırırken üzümlerini komşumun
Kafalarını, gözlerini yararken
Körpe canlarına kıyarken
Üstünde yorgun ayaklarının
O bahar yürekli mektepli çocukların

Bak ne hale geldi birden hal i pür melalim
Ben ettim sen etme
Söyle be tanrım
Şimdi günüm buysa
Acep nasıl biter benim istikbalim…


§ "Şark vilayetlerimizin bir kısmında ihdas edilen(oluşturulan)umumi müfettişlik isabetli ve faydalı olmuştur. Cumhuriyet'in kanunlarının emniyetle sığınılacak yegâne yer olduğunun anlaşılması bu havalide huzur ve inkişaf(gelişme) için esaslı bir mebdedir(başlangıçtır).Yeni faaliyet devrimizde, gerek bu havalide, gerek memleketin diğer kısımlarında toprağı olmayan çiftçilere toprak tedarik etmek(sağlamak) meselesiyle ehemmiyetli olarak iştigal buyuracaksınız(meşgul olacaksınız/uğraşacaksınız). Hükümetin şimdiye kadar bu yolda devam eden gayretine yenin tedbirlerimizle daha ziyade vüsat vermeye (genişletmeye/artırmaya) muvaffakiyetinizi temenni ederim". (1 Kasım 1928 de TBMM’nin üçüncü dönem ikinci toplantısı – Mustafa Kemal)

“Çiftçiye arazi vermek de hükümetin mütemadiyen takip etmesi gereken bir keyfiyettir. Çalışan TÜRK köylüsüne isleyebileceği kadar toprak temin etmek memleketin istihsalatini(üretimini) zenginleştirebilecek baslıca çarelerdendir."
(1 Kasım 1929 da TBMM’nin üçüncü dönem açılış konuşması – Mustafa Kemal)

" Toprak Kanunu'nun bir neticeye varmasını Kamutay’ın yüksek himmetinden beklerim. Her TÜRK çiftçi ailesinin geçineceği ve çalışacağı toprağa malik olması, behemehâl lazımdır. Vatanın sağlam temeli ve imarı bu esastadır"
(1 Kasım 1936 5.dönem 2. Toplantı yılı açılış konuşması – Mustafa Kemal)


Toprak Kanunu nihayet, Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu adıyla 11 Haziran 1945 de yasallaştırıldı. Kanunla, mülkiyet sınırı tavan 5000, taban ise 50 dönüm olarak öngörülmüştü. Aslında daha 20’li yıllarda Cumhuriyetin ilanından sonra yasallaşması gerekirken, bu kanun 1945 de ancak kabul edilebildi ve zınk diye de 1950 DP iktidarıyla birlikte, Atatürk’ün Rus tarımcılarına iki yılda yaptırmış olduğu iki ciltlik güzelim reform çalışması, icraata konmak yerine, tozlu arşivlerdeki yerini aldı.

Toprak reformu yasasına karşı çıkanların başında gelen Celal Bayar, Adnan Menderes, Celal Ramazanoğlu, F. Lütfi Karaosmanoğlu, Emin Sazak, Cavit Oral gibi anti reformist toprak ağaları ve halk adını kullanıp aslında halka karşı olan DP kurucuları ve yandaşları neredeydiler Cumhuriyetin ilk yıllarında. O yıllarda şayet makyavelist(!) Atatürk oldubittiye getirmiş olsaydı, toprak reformu 1945 de çoktan unutulmuş ve nemaları da milletle paylaşılıyor olacaktı. Ve bu durumda artık kimin sesi çıkacak, kimin gücü yetebilecekti reformu, tekrar deforme etmeye.
Hele reformlarının hepsini tamamlamış olan Türkiye Cumhuriyeti’nin köylü ve çiftçileri kendi topraklarını işleyip yurdun efendisi olmanın tadına da varınca, kim o toprakları tekrar ellerinden alabilecekti acaba geriye. Bugün 2013 yılında, koca Türkiye Cumhuriyetinin trajikomik günceline ibretle bakın. Hala aşiret beslemeleri, toprak ağaları, kılığına bürünmüş Ermeni atıklarına emperyalistin döşettiği yeni bölücülük mayınlarını temizlemeye çalışıyoruz.
Şayet Güney Doğu toprakları bütünüyle Türk köylüsünün olsaydı, ağalık, aşiretçilik ve onlardan beslenen bölücülük bugün çoktan unutulmuş olacaktı. Ülkemizde PKK, DTP, BDP maskeli eli silahlı Ermeni piçleri, nasıl barınabileceklerdi, geleceğe umutla bakan ve karnı doyan insanların topraklarında acaba o zaman. Silkeleyince ağacından etrafa saçılmış sahipsiz elmalar gibi, yerlerden toplanacaklardı sadece.

Serendip Altındal