Sapına kadar Atatürkçü bir adamım; ama konu Atatürk de, onun dünya tarihinde
bir eşi daha olmayan devrimi de olsa, eksik gördüğümü veya öyle algıladığımı da
söylemek zorundayım. Yoksa ben de yalaka olmuş olurum ki, işte bu beni fena halde
bozar. Nedir bu eksik bırakılan? Sorusuna verebileceğim tek cevap ise
"Toprak Reformu" olur.
Çünkü 1789 Fransız devriminde toprak reformu da yapılarak, Fransa’da
Feodal yapının tarihe gömülmesi hadisesi, Fransızların, dünyanın geri kalanına
verdiği evrensel bir derstir de aynı zamanda. İşte o devrimden ilk önce
alınması gereken ders de aslında bu olmalıdır kanımca. Yanı sıra dinci
Monarklara atarak onları tarihe gömdükleri muhteşem tokat ise, Avrupa’nın laik
döneminin de tetikçisi olmuştur aynı bağlamda.
Türkiye’mizin 20 li yıllar
güncelinde ise, Orta çağların karanlığında kalmış, bitik Osmanlı'nın enkazında,
perişan ve yerlerde yatan ümmetini, zorluklarla temin edebildiği bütün
imkânların yanında, milliyetçi toprak ağalarının ve aşiretlerinin de desteğini
alarak, hem de bağımsız bir Türk Ulusu olarak tekrar ayaklarının üstüne dikerken,
şüphesiz ki Atatürk’ün işi Fransa'nın 1789 dönemindekinden çok daha zordu. Çünkü
Atatürk devrimi, yedi düvele karşı yürütülen ve arkasında on binlerce cansız beden
ve yoksul bir ülke bırakan; ama sonucu zaferle biten muhteşem bir istiklal
savaşının üstüne oturtulmuştu.
Fransa’da Danton, Roberspierre, San Just ve diğerlerinin ise böyle bir
sorunu yoktu kendi dönemlerinde. Çünkü ayaklanmış hazır kıta bekleyen hırslı ve
inançlı bir millet vardı arkalarında Bastille’e yürüyen. Onların lider bolluğu
yanında, bizde Mustafa Kemal adlı bir TEK ADAM vardı sadece her şeyi üstlenen
ve hatta vuruşacak bilinçsiz ümmeti de arkasında bilinçli bir milli ordu haline
getiren. Şimdi buna bir emsal göstersinler bakalım tüm ansızlar yeryüzünde. Tabii
yüce Atatürk’e inanmış İstiklal dokusunu özünde hisseden onlarca arkadaşını ve
tüm ahde vefa sahibi vatan evlatlarımızı tenzih etmek kaydıyla yazıyorum bu
satırları.
Şimdi gelelim o zaman bitirici
noktaya ve diyelim ki; şayet yüce Atatürk birilerinin iddia ettiği gibi
makyavelist bir lider olsaydı, ülkesinin tek adamı olmuşken, bütün kozlarını
oynar ve ne yapar yapar, demokratik Cumhuriyetinin olmazsa olmazı olduğunu çok
iyi bildiği ve hemen de öngördüğü toprak reformunu da, aradan çıkarmış olurdu.
Çünkü Makyavelizm, aslında iktidarı önce elde etmek, sonra korumak ve halkların
sahiplenmesini de sağlayarak uzun vadeye yaymak adına da her türlü
ahlaksızlığın meşru olduğunu kabul eden bir siyasi görüş değil midir aslında.
Peki, Atatürk toprak reformunun önceliğini çok iyi bildiği halde, bunu
kendi sağlığında neden yapmasındı. Hem yurdun efendisi dediği köylüsünü,
çiftçisini mutlu ederken, hem de kendi şöhretini de ikiye katlamış olmazmıydı?
Yoksa yapamadı mı veya yapmak mı
istemedi. Sorulması gereken soru budur aslında. Kendi görüşüme göre, ben
Atatürk hamurunda bir liderin bunu "yapamayacağına"
kesinlikle inanmıyorum. Yapmak istemediğini ve daha ileride yapılmasını,
gelecek nesillere bıraktığını düşünüyorum sadece. Çünkü bana göre, azimli,
sağlam, çivi gibi doğru kişiliğinin yanında, duygusal, hassas ve erdemli bir
insan da olan sevgili Atatürk, birlikte kurtuluş savaşını gerçekleştirdiği
Diyap Ağa gibi milliyetçi aşiret reisi; ama toprak ağalarını gücendirmemek ve
belki de kendilerini arkalarından vurduğunu düşünmesinler diyerek, insani
zarafetiyle bu hayati reformu gelecek nesillere bırakırken, aynı zamanda
akamete uğramasına da ne yazık ki istemeden sebep olmuştur. Oysa demir
tavında dövülmeliydi aslında.
Sevgili Atatürk’ümüzü tenzih etmek
ve her yaptığına şapka çıkarmak kaydıyla şimdi gel de tam da bu noktada bir
makyavelist olsaydı ne yapardı diye sorma. Bir acımasız, ahlak ve vicdan
kurallarını işine geldiğinde, hiç düşünmeden bir kenara atıveren Erdoğan gibi
bir makyavelist’in, böyle bir fırsata nasıl balıklama dalacağının gel de hesabını
yapma. Ve şimdi gel de, adam olanın bir elin parmakları gibi sayılabildiği
bugünkü ortamda her şeye rağmen, adam gibi adam olan asil Atatürk'ümüze, yine
de gani gani rahmet okuma. Bu tespitler tepegözü (beyin gözü) açık olanlar içindir,
aşağıda ki ikisiyle her şeyi gördüğünü sananlara hitap etmeyecektir ne yazık
ki. Bunun izahını ise en iyi ama olanlar yapacaktır sanırım.
Ne var ki Allahsız Müslüman’ın(!) işi zordur şimdi. Zira Amerikalı
patronu kepenkleri indirdi. Memurlarının çoğunu zorunlu izine yolladı. Sokaklarda
vatandaşlarla yapılan söyleşilerde genelde söyledikleri ise; “Bizim
nafakalarımızı keseceklerine, kendi vekillerinin ödeneklerini bloke etsinler”
oluyor. Ve bizde ki, çakma anayasalarla bölücülüğü hızlandırmakla meşgul biraderleri
de, muhtemelen artık diyordur ki;
Ufak ufak aşırırken üzümlerini komşumun
Kafalarını, gözlerini yararken
Körpe canlarına kıyarken
Üstünde yorgun ayaklarının
O bahar yürekli mektepli çocukların
Bak ne hale geldi birden hal i pür melalim
Ben ettim sen etme
Söyle be tanrım
Şimdi günüm buysa
Acep nasıl biter benim istikbalim…
§ "Şark vilayetlerimizin bir
kısmında ihdas edilen(oluşturulan)umumi müfettişlik isabetli ve faydalı
olmuştur. Cumhuriyet'in kanunlarının emniyetle sığınılacak yegâne yer olduğunun
anlaşılması bu havalide huzur ve inkişaf(gelişme) için esaslı bir
mebdedir(başlangıçtır).Yeni faaliyet devrimizde, gerek bu havalide, gerek
memleketin diğer kısımlarında toprağı olmayan çiftçilere toprak tedarik
etmek(sağlamak) meselesiyle ehemmiyetli olarak iştigal buyuracaksınız(meşgul
olacaksınız/uğraşacaksınız). Hükümetin şimdiye kadar bu yolda devam eden
gayretine yenin tedbirlerimizle daha ziyade vüsat vermeye
(genişletmeye/artırmaya) muvaffakiyetinizi temenni ederim". (1 Kasım 1928 de TBMM’nin üçüncü dönem
ikinci toplantısı – Mustafa Kemal)
“Çiftçiye arazi vermek de hükümetin
mütemadiyen takip etmesi gereken bir keyfiyettir. Çalışan TÜRK köylüsüne
isleyebileceği kadar toprak temin etmek memleketin istihsalatini(üretimini) zenginleştirebilecek
baslıca çarelerdendir."
(1 Kasım 1929 da TBMM’nin üçüncü
dönem açılış konuşması – Mustafa Kemal)
" Toprak Kanunu'nun bir
neticeye varmasını Kamutay’ın yüksek himmetinden beklerim. Her TÜRK çiftçi ailesinin geçineceği ve çalışacağı toprağa
malik olması, behemehâl lazımdır. Vatanın sağlam temeli ve imarı bu
esastadır"
(1 Kasım 1936 5.dönem 2. Toplantı yılı açılış konuşması
– Mustafa Kemal)
Toprak Kanunu nihayet, Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu
adıyla 11 Haziran 1945 de yasallaştırıldı. Kanunla, mülkiyet sınırı tavan 5000,
taban ise 50 dönüm olarak öngörülmüştü. Aslında daha 20’li yıllarda
Cumhuriyetin ilanından sonra yasallaşması gerekirken, bu kanun 1945 de ancak
kabul edilebildi ve zınk diye de 1950 DP iktidarıyla birlikte, Atatürk’ün Rus
tarımcılarına iki yılda yaptırmış olduğu iki ciltlik güzelim reform çalışması,
icraata konmak yerine, tozlu arşivlerdeki yerini aldı.
Toprak reformu yasasına karşı çıkanların başında gelen Celal
Bayar, Adnan Menderes, Celal Ramazanoğlu, F. Lütfi Karaosmanoğlu, Emin Sazak,
Cavit Oral gibi anti reformist toprak ağaları ve halk adını kullanıp aslında
halka karşı olan DP kurucuları ve yandaşları neredeydiler Cumhuriyetin ilk
yıllarında. O yıllarda şayet makyavelist(!) Atatürk oldubittiye getirmiş olsaydı,
toprak reformu 1945 de çoktan unutulmuş ve nemaları da milletle paylaşılıyor olacaktı.
Ve bu durumda artık kimin sesi çıkacak, kimin gücü yetebilecekti reformu,
tekrar deforme etmeye.
Hele reformlarının hepsini tamamlamış olan Türkiye
Cumhuriyeti’nin köylü ve çiftçileri kendi topraklarını işleyip yurdun efendisi
olmanın tadına da varınca, kim o toprakları tekrar ellerinden alabilecekti
acaba geriye. Bugün 2013 yılında, koca Türkiye Cumhuriyetinin trajikomik
günceline ibretle bakın. Hala aşiret beslemeleri, toprak ağaları, kılığına bürünmüş
Ermeni atıklarına emperyalistin döşettiği yeni bölücülük mayınlarını
temizlemeye çalışıyoruz.
Şayet Güney Doğu toprakları bütünüyle Türk köylüsünün
olsaydı, ağalık, aşiretçilik ve onlardan beslenen bölücülük bugün çoktan unutulmuş
olacaktı. Ülkemizde PKK, DTP, BDP maskeli eli silahlı Ermeni piçleri, nasıl
barınabileceklerdi, geleceğe umutla bakan ve karnı doyan insanların topraklarında
acaba o zaman. Silkeleyince ağacından etrafa saçılmış sahipsiz elmalar gibi,
yerlerden toplanacaklardı sadece.
Serendip Altındal