Bakan
ve Milletin Vekillerinin sadece vitrin kozmetiği oluşturduğu bir meclis nasıl
olur diye dünya geneline sorarsanız; ‘Referandum sonuçlarının sizdeki gibi bir
Anayasa taslağına ağırlıklı ‘evet’ çıktığı bir toplumun meclisidir’ cevabıyla
yüzleşirsiniz hemen, bilesiniz.
Bir de bunun üstüne, Trumph ABD’nden Kıbrıs’a, İsrail Pandorasından, uzak Asya’ya ve bilhassa da yakın
Ortadoğu’muzda, 1001 yamalı Arap seccadesine dönüşen sorunlar da ele
alındığında, ‘acaba bizim geleceğimiz nasıl olacaktır’ sorusu da binecektir. Bu
sorulara da hazırlıklı olmalıyız ve bu soruları öncelikle de biz kendimize
sormalıyız.
Aşkı sevda ile ilmi muhabbetin
parabolik dünyasında, paranın egemen olamayacağı bir yeni özlem dünyasının,
ancak aşırı uç ve kanatların kırılacağı bir yeni Dünya harbinden sonra ilk
görüntülerini verebileceğine de hazırlıklı olmalıyız. O halde bizi bırakalım
da, çünkü biz o günleri nasılsa göremeyiz; ama gelecek nesillerimizin işi daha
da zor olacak demektir.
Bu durumda geleceğini kendi tayin
etme bilincinden de öte, kendi kontrolünde tutabilmek için Türk Ulusuna tek bir
çıkış yolu kalıyor. O da, halkın iradesinin egemen olduğu, tam bağımsız Kuvayı
Milli bir harçla sıkıştırılmış, Kemalist fundamentle pekiştirilmiş Cumhuriyetimizin
ilkelerine, sımsıkı sarılmak ve ondan asla ayrılmamak zorunluluğudur.
Bu yolda yürüdükten sonra da, Cumhur
faziletini hiçleyecek, ilkeli vatandaş yaşamına ya tamam ya da devam diyecek ve
aslı emperyalist komplosu olan referandumdan, kahır bir ekseriyetle ‘HAYIR’
çıkması, Türk Varlığı adına da yedi düvele açık bir çarpıcı bir cevap ve yeni
bir İSTİKLAL tokatı olacaktır.
Çin, Rusya ilişkisinin azami dikkat
ve kararlılıkla, bu bağlamda itimat uyandırmayan Cumhurbaşkanına rağmen, milli
bir mesele olarak ele alınması ve muhataplara Türk Milleti adına azami güvence
verilmesi gerekmektedir. İnanıyorum ki ancak bu sayede konvansiyonel silah
sanayiinde de ulusal bir potansiyel oluşturabilmemiz mümkün olabilecektir. Çünkü
büyük bir devlet olmanın da en önemli şartı, önce caydırıcı silah sanayiine
sahip olmaktan geçer.
Emperyalist ikirciklilerin boş
vaatlerine asla itibar edilmemelidir. Zira sonuç yine hüsran olur ki bunu da, son
Osmanlı’dan bu yana yediğimiz bunca tokattan sonra artık çok iyi biliyor olmalıyız.
Aynı bağlamda özellikle de Şeytana bile külahını ters giydiren, ABD’nin de akıl
hocası olan ve Lozan’dan bu yana da aklınca bizden alacağı olan İngiliz
şarlatanının, yeni tuzaklarına da asla düşmemeliyiz.
Bilmeliyiz ki bağımsız, vakur bir ulus
olarak istikbale de umutla bakabilmenin yolu ancak tutarlı, güvenilir bir dış
siyaset uygulayabilecek ve Atatürk emsalinde olduğu gibi sağlam karakterli,
harama el uzatmayan, adil, dürüst, ahde vefa sahibi siyaset adamlarının varlığı
ile mümkün olacaktır.
Dün dündür bugün bugündür epikürist
tutarsızlığında, salt egosantrik menfaat dürtülü sözde siyasetçilerle varılacak
hedefler bellidir ya da hiç yoktur. Yani bu gibilerin varlığı, ancak bugün birlikte
derin yara aldığımız böylesi bir hüsrandır işte. Ve şayet düşündükleri
gerçekleşirse daha beteri de yoldadır. Artık siz karar verin.
İngiliz menşeli, NATO Gladyosu, ABD
finansman ve teknik destekli emperyalist projesi olan, Türk’leri, Türk olmayan
ve onlarla aynı duygulara sahip olmayanlarla yönetme senaryosu, bildiğiniz gibi
bizim sinemada hala oynuyor. Ve bağlamında da Türk giderek özeğinden
uzaklaşıyor. İşte Türk Ulusu için en büyük tehlikede budur aslında. Yani Türk
birliğinin dumura uğratılması meselesi, Emperyalist adına Asrın projesidir.
Amaç Türk’ü duygusuzlaştırıp hiçleyerek küçük Asya’dan kovmaktır. Bizim buna
duyarsız kalmamız ise, emperyalistin ekmeğinin üstündeki yağdan öte kaymağı da oluyor.
İşi gücü bırakıp, Başkanlık,
Referandum gibi emperyalist kumpaslarına, sonuç alamayacağımız, neydi, nasıldı
sorularını yöneltmektense, gelin en iyisi aşağıda, Araştırmacı Hakan Er’in Türk
Birliği yapıtından derlediğim alıntıya bir göz atalım. Bu yazıyı bir de şu yeni
bitme Madam Osmanoğlu okusun isterim.
Sevgili Atatürk’ümüzün Türk Birliği
görüşleriyle ruhumuzu yıkar ve topyekûn ‘HAYIR’lara yeni bir itici ivme
yakalarız belki de kim bilir? Adamla adam benzerleri arasındaki uçurum nasıl bu
kadar derin olabilir, inanılır gibi değil. Belki bir Atatürk olamayız; ama bir Dr.
Zeki benim, sensin. İşte bunu da hiç unutmayalım aziz kardeşim…
§ Atatürk yakın arkadaşları Salih Bozok, Kılıç Ali, Nuri Conker’i kastederek “Bizimkiler
nerede?” diye sorar, Tevfik Rüştü Aras(Atatürk’ün
dış işleri bakanı) Ziraat Bankası salonundaki baloda olduklarını söyler. Hep beraber
Ziraat Bankası’nın balo salonuna giderler. İçerisi tıklım tıklımdır, Atatürk
gelince herkes alkışlar, “Yaşa Gazi Paşam” şeklinde tezahürat yapar. Atatürk
halkıyla sohbet etmeyi çok sevdiği için sandalye ve masa ister ki isteyenler
ona sorularını sorabilsinler. Soru sormak için gelen kişilerden biri Zeki isimli 25 yaşlarında bir
doktordur. Şunu sorar:
-Gazi paşam! Saltanatı kaldırdık, hilafeti
meclisin manevi şahsiyetinin içine aldık; bunlar yapılana kadar bir ideali
olabilirler fakat yapıldıktan sonra yeni bir düzen kurulur ve işler. Onun iyi
işlemesi, kötü işlemesi, ideal değildir, iyi işlemesini sağlamaya mecburuz!
Yaptığımız öteki devrimler de yapıldığı an ideal olmaktan çıkar. Artık
ideallerimiz, yaşadığımız gerçekler haline dönüşmüştür. İyi ya da kötü sonuç
vermesi bizim sorumluluğumuzun sonuçlarını belirler. Ama bir de milletlerin
babadan oğula sıçrayan uzun vadeli idealleri vardır. Siz bize böyle bir ideal
aşılamadınız! Yahut benim bundan haberim yok! Bunu bize açıklar mısınız Gazi
hazretleri?
Atatürk bu soruya şöyle cevap verir:
-Bunlar vicdanımıza yazılmış gerçeklerdir;
konuşulmaz, yaşanır!
Elbet bu milletin bir ülküsü olacaktır ama
bu ülküler devlet tarafından açıklanmaz; Millet tarafından yaşanır!
Nasıl bakarken gözlerimizi görmüyor, onunla
her şeyi görüyorsak, ülkü de onun gibi, farkında olmadan vicdanlarımızda yaşar
ve her şeyi ona göre yaparız. Ben devlet başkanıyım! Sorumluklarım vardır! Bu
sorumluluklarım altında konuşamam! Bu konuda genç arkadaşlarımla ayrıca
konuşacağım.
Sonra Atatürk halkın Cumhuriyet bayramını
tekrar kutlar ve Dr. Zeki’yi yanına alarak Genel Müdür’ün odasına çıkar.
Atatürk’ün arkasında duvarda bir Türkiye haritası vardır. Karşısında oturan Dr.
Zeki’ye:
–Benim arkamdaki haritayı görüyor musun?
-Evet paşam.
–O haritada Türkiye’nin üstüne abanmış bir blok var, onu da
görüyor musun?
-Evet, görüyorum Paşa Hazretleri.
-Hah. İşte o ağırlık benim omuzlarımın
üstündedir. Omuzlarımın üstünde olduğu için, ben konuşamam!
Düşün bir kere. Osmanlı imparatorluğu ne
oldu? Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ne oldu? Daha dün bunlar vardılar.
Dünyaya hükmediyorlardı! Avrupa’yı ürküten Almanya’dan bugün ne kaldı? Demek
hiçbir şey sür-git değildir! Bugün ölümsüz gibi görünen nice güçlerden, ileride
belki pek az bir şey kalacaktır. Devletler ve Milletler, bu idrakin içinde olmalıdırlar.
Bugün Sovyet Rusya dostumuzdur, komşumuzdur, müttefikimizdir. Devlet olarak bu
dostluğa ihtiyacımız var! Fakat yarın ne olacağını kimse kestiremez. Tıpkı
Osmanlı İmparatorluğu gibi, tıpkı Avusturya-Macaristan İmparatorluğu gibi
parçalanabilir! Bugün elinde sımsıkı tuttuğu milletler, avuçlarından
sıyrılabilirler… Dünya yeni bir dengeye ulaşabilir! İşte o zaman Türkiye, ne
yapacağını bilmelidir! Bizim bu dostumuzun yönetiminde dili bir, inancı bir,
özü bir kardeşlerimiz vardır. Onları arkalamaya hazır olmalıyız! “Hazır olmak”
yalnız o günü susup beklemek değildir, “hazırlanmak lazımdır.” Milletler, buna
nasıl hazırlanırlar? Manevi köprülerini sağlam tutarak! Dil bir köprüdür, inanç
bir köprüdür, tarih bir köprüdür! Bugün biz, bu toplumlardan dil bakımından,
gelenek, görenek, tarih bakımından ayrılmış, çok uzağa düşmüşüz! Bizim
bulunduğumuz yer mi doğru, onlarınki mi? Bunun hesabını yapmakta fayda yoktur! Onların bize yaklaşmasını bekleyemeyiz;
Bizim, onlara yaklaşmamız gerekli. Tarih bağı kurmamız lazım. Folklor bağı
kurmamız lazım. Dil bağı kurmamız lazım.
İşitiyorum: Benim dil ve tarih ile
uğraştığımı gören kısa düşünceli bazı vatandaşlarımız; “Paşanın işi yok! Dil
ile tarih ile uğraşmaya başladı” diyorlarmış. Yağma yok! Benim işim başımdan
aşkın. Ben bugün çağdaş bir Türkiye kurmaya ne kadar çalışıyorsam, yarının
Türkiye’sinin temellerini de atmaya o kadar dikkat ediyorum. Bu yaptıklarımız,
hiçbir millete düşmanlık değildir. Barıştan yanayız, barıştan yana kalacağız!
Ama durmadan değişen dünyada, yarının muhtemel dengeleri için hazır olacağız.
Bunları sana, akıllı bir genç olduğun için söylüyorum. Sen bil, gerekçesini
kimseye söylemeden böyle davran, çevrenin de böyle davranması için gerekeni
yap! İdealler konuşulmaz, yaşanır! İşte senin sorunun karşılığını da böylece
vermiş oldum! ( Türk Birliği – Hakan Er)
Bu bilgelikle de yüklenerek, dolu dolu ve daha fazla
özgüven, ahde vefa, dik duruş temennilerimle birlikte; sağlık ve esenlikler
diliyorum.
Serendip
Altındal