19 Şubat 2017 Pazar

BAYKAL..

            Referandum öncesi birlikteliklerini, çok düzgün ve kendisinden beklenen bir konuşmayla açtı Zeytinburnu’nda Sayın Baykal. Vaktiyle neden ve nasıl bir soysuz komployla Partisinin Başkanlığından kendi eliyle tasfiye ettirilmek zorunda bırakıldığını, dosta ve düşmana karşı yaptığı konuşmanın nitelik ve niceliğinde, büyük bir açıklıkla tekrar ortaya koydu.

            İnşallah Baykal daha önce kenara koyduğu demir asayı yine eline almıştır, dedirtti tüm ahde vefa sahibi dinleyicilerine. Esasen bıraktığı yerden mücadeleye mecburdur da diğer yandan. Çünkü kendisi Erdoğan’ı bu ülkenin başına musallat edendir de bir bakıma. Şüphesiz milletini bugün ülkesinin başında karabasan haline gelmiş AKP belasından kurtarmak da önce kendisine düşer. Bu bir vefa borcudur da kendi adına esasen.

            Ancak bundan sonra gelecekte de tarihe, hak edeceği bir saygınlıkla tertemiz girmesi mümkün olacaktır. Yoksa böyle bir, iki göstermelik konuşmayla değil. Yeni ve yine bir senaryoda havlu atmadan, görevinin sonunu getirebilecek mi? Bakalım göreceğiz. Şimdilik çok verimli başladığını söylemekle yetinelim sadece. İnşallah, Allah arkasını da yüz akıyla getirir.

            Bu konuşmaya değinmek gerekirse; nosyonu herkesçe malum, kendisini ispat etmiş, çok tecrübeli bir siyasa kimliğine sahip Baykal, konuşma sanatında da tartışmasız lider olduğunu, Erdoğan tipi Başkanlık paradigmasını, ayrıntılarına parçaladığı açmazlarıyla ortaya koyduğu tatminkâr ve doyurucu ifadesiyle, yürekleri bir kere daha fethetti.

            Aynı bağlamda tirat konusunda, Erdoğan’la arasındaki gece-gündüz farkını da yeni versiyonuyla itirazsız bir kere daha güncelledi. Ve eminim ki diğerinin yine uykularını kaçırdı, bundan sonrası içinde yine kâbusu oldu. Aslında kendisine yapılan komplonun gerçek nedeni de bu korku değil miydi? ‘Burada CHP’li olarak değil, bir vatandaş olarak bulunuyorum’ derken de yüreklerimizde yatan ve beklediğimiz olanı ortaya koydu ve çok da alkış aldı.

            Hele 1946 dan 2002 ye kadar olan ortalama ülke kalkınma hızı yüzde 5,1 iken, 4,1 e düşüren AKP iktidarının, kalkınma safsataları yanında, yavuz hırsız aymazlığı ile bir de sözde başarıyı sürdürebilmeleri için, istikrardan söz etmelerindeki sahtekârlığı ortaya koyarken; aynı konuyu, defalarca dile getiren diğer konuşmacıların başaramadığı kadar bir tatmin noktasına da taşıdı.

            İyi bir yazar olabilirsiniz; ama aynı zamanda iyi konuşmak farklı bir yetenektir. Hele bu becerinizi içinde asla yalan olmayan, sadece doğru, dürüst ve adil olanla bezerseniz, işte o zaman liderliğinizi de ortaya koymuş olursunuz. Bana kalırsa, ikinci kurtuluş savaşı günlerimizde Atatürk’e yakışacak nitelikte olan tek liderdir Baykal.


O halde asla geri adım atma Sayın Baykal. Gazan mübarek olsun. Ve sakın unutma ki sen milletine borçlusun. İşte ikinci kurtuluş döneminde milletine önder olup büyük bir HAYIR işleyerek, şimdi bu borcunu da eda etmelisin. Ve artık vakti gelmiştir...

                                                                                   Serendip Altındal



16 Şubat 2017 Perşembe

İKİLEM..

           AKP liderlerinin ekranlarda, meydanlarda arzı endam ettikleri her vesilede ağızlarından, Referandum istatistiklerinin ‘evet’ gösterdiği yalanları duyuluyor. Oysa durumun bunun tamamen tersi olduğu da bilindiğinden vatandaşlarda, bu beyanların kaynağının herhalde kendi aile matinelerinde, aralarındaki yandaş muhabbetlerinden esinlendiği kanısı uyanıyor.

Sözün özüyle de, kendi aralarındaki temennileri, telkinleri bize istatistik verileri olarak yansıtıyor arkadaşlar anlaşılan. Bu bağlamda da AKP telkincisi Kurtulmuş Efendi, sırabaşı oluyor. Ayrıca ‘hayır’ diyenlerin, kendilerinin de bildiği çok haklı gerekçelerle diğerlerini etkileyeceklerinin tavan yapmış korkusuyla da, hayırcılar bölücü ilan ediliyor.

            Bireysel menfaatle toplumunki her zaman uyuşmaz. Kişisel olanı tercih edilmek istendiğinde ise diktaya müracaat edilir. Ve bunun sonucu da ortaya her zaman toplum adına, olmak veya olmamak ikilemini çıkarır. İşte bu durumda da karar merci hep toplum yani millettir.

Referandum ise çoğulcu ve demokratik toplumlarda işte bunun gibi hayati kararların alınması için vardır. Kendi selametine tamam veya devam diyecek olan halkın kendisidir diyen Kılıçdaroğlu ise tamamen haklıdır. Ve bu nedenle de Referanduma salt evet, hayır ikilemiyle değil; ama milli selamet adına sadece bu perspektifle bakılmalıdır.


            Emperyalist, geleceğinin olmadığının bilincinde olduğundan, yeni arayışlar içine girmiştir şimdilerde. Kendilerine kalsa zaman eğrisini tersine çevireceklerdir; ama buna ne yazık ki imkân yoktur. O halde yeni paradigmalara ihtiyaç vardır o zaman. Trump’ın ani gelişi, daha doğrusu da getirilişi de bu nedenledir aslında. Birlikte gündeme gelen, Cemiyeti Akvama dönüyoruz, her ulus kendinden sorumludur yaklaşımları ise aynı nedenli sinyallerdir.
           
            Ne ki bu yaklaşımlar da kendi içlerinde Neocon’lar gibi bazı muhafazakâr ve Siyonist odakları rahatsız etmiş, onları da kendi arayışlarına yöneltmiştir. Bu yeni durum ise ABD bayrağındaki yıldızları sallamaya başlamıştır ister istemez. Yakında ABD’de yeni Anayasa değişikliğine gitmeye kalkışılırsa hiç şaşırılmamalıdır. İlk akla gelense, ufukta görülen dağılmayı önleyebilmek için, Birleşik Krallık gibi yeni bir Kraliyet mevzuatıyla Başkanlığın güvence altına alınması operasyonu olabilir mesela.

Bu arada Cumhuriyetçi bazı Senatörlerin, Trump yönetiminin Rusya ilişkilerinin mercek altına alınması talepleri yanında, istifa eden Ulusal güvenlik sorumlusu Flynn’in de Senato İstihbarat komisyonuna ifade vermesini istemeleri, kafalarda soru işaretleri uyandırmaktadır.

Anlaşılan Cumhuriyetçileri de tatmin edemeyen Trump’ın, her vesile de sahte gülücükler atmaya özen göstermesine de kimse kapılmasın, bilhassa da bizimkiler. Sıkıntılarının üstüne ülkesindeki %20 potasında ki enflasyonu da koyarsanız, Trump’ın aslında Başkanlığına çok endişeli başladığı hemen anlaşılır. Bu nedenle de yakın zamanda ABD politikasında oluşacak radikal sapmaların, yeni sebep-sonuçlara gebe olacağı da aşikârdır.

            İyi de bu onların sorunudur. Bize nasıl yansır? Bu iddialı bir sorudur aslında. Elbette bize de yansıyacaktır. Ne var ki buna cevap verebilmek içinse, önce Referandumdan ‘HAYIR’ çıkarmak zorundadır bu millet. Ki tek parça halinde, özgün ve müktesebatı kendi elinde ayakta kalabilsin. Balın peteğini bile afiyetle yemeye başlayıp da hala doymayan badem kardeşler, son Osmanlı Kara Kemallerini bile gölgede bırakmışlardır. Ve bu durumu gözardı etmeyip yol yakınken de ayaklarını yere basıp biraz tasarrufa başlasalar, menfaatlerine olacaktır.

Çünkü aksi halde konuşup, savunacak, sözü dinlenecek, adam yerine konacak hangi hakkın ve itibarın kalır ki. İşte emperyalistin kendi içinde yeni operasyonlara geçmeden önce bizlerde kontrolü elinden kaçırmamak zorunda olduğunun önemi, şimdi daha iyi anlaşılıyor olmalıdır herhalde.

            Çünkü en başta Küçük Asya (Anadolu) ve Ortadoğu’yu kaybeden, Dünyada ki lider pozisyonunu da kaybeder. Türkiye de OHAL ve KHK’lar sonunda oluşan yeni Referandum dönemi, 1980 Askeri darbesiyle de asla bir tutulmamalıdır. Bugün ülkemizi Referandumun eşiğine kadar getiren durum ise sivil ve çok daha tehlikeli bir darbedir. Geri dönüşümü de yoktur ya da çok kanlı olur.

Ve hepsinden öte ve önemlisi de yeni bir Atatürk hamurundan lidere gereksinim duyacak olmasıdır. Bakın şeriat altında ki İran’a, hala kendini bulamadı. Ki birde onlar İslam’ın daha bilimsel ve rasyonel kanadı olan Şiilerdir de üstelik ne ki silkinip, eski çağların skolastik tortularını üstlerinden atmaları, çağdaş dünyayı yeniden yakalamaları ve tekrar şifa bulmaları yine de kolay değildir. Siz bakmayın Atom silahı yapabilecek olmalarına. İnternetten siz bile yapabilirsiniz. Esas zorluk malzemede ve finansmandadır.

Trump Referandum reylerinizin ‘evet’ çıkması için tır dolusu Dolarlar saçacaktır. AB çakallarının da buna ek ödenekleri cabasıdır. Çünkü son Osmanlı’dan alıştıkları gibi dizginleri ellerinde olacak tek bir Padişah istemektedirler Türk’ün başında. Çünkü Türk’ün hele de Cumhuriyet Ulusunun asla kontrol edilemeyeceğini çok iyi bilirler. İşte bütün uğraşları da bu yüzdendir.

Ne var ki Türk faziletiniz onların bütün paralarından daha değerlidir. Çünkü faziletiniz, ahde vefanız, düzgün ahlak ve adaletinizin yanında tanrınızı da ihtiva eder. Ve unutmayın ki Türk’ün tanrısı Tengri; Arap’ın ki Allah’tır. Tengri birlik, dirlik, ahde vefa, şefkat, sevgi, aile, hak ve asaleti temsil ederken Allah; güç, otorite, ceza ve korkuyu temsil eder.

                                                                       Serendip Altındal



10 Şubat 2017 Cuma

AKIL MI, TAKIL MI..

            Siz bakmayın resmin görünen yüzüne; Hitler bile bizimkinin yanında devenin toynağındaki ufak kır dikeni gibi kalırdı. Evetlerinizle uyandıracağınız o karanlık ruhun derinliklerinde işaretinizi bekleyen depresif canavar, hele bir de iplerini koparmaya görsün, anlarsınız. Siz sağlık uykunuza daha devamda kalın.

15 yıldır bu ne uykusudur be. Elinizle şişirdiğiniz canavara, yataklarınızda çerez olmak üzeresiniz. Ayrıca İslamcı yazar Levent Gökdeniz ‘in dediği gibi yatak odalarınızın anahtarlarını da istendiğinde yandaşlarına teslim etmek zorunda kalacaksınız. Yani Osmanlıda, kimseye sorulmadan Sarayın haremine her evden cariye toplandığı da hiç unutulmasın.

Sonra bunlar kimlere peşkeş edilirdi o da ayrı bir sorundu. Hele de başlık parası filan boşuna da beklemeyin sakın, nasihat bile alamazsınız. Ayı bile derin uykusundan vakti geldiğinde çoktan silkinip kalkardı; ama uykuda postunu da asla kaptırmazdı. Her halükarda çok iyi bilmek zorundayız ki tartıya konan yeni Anayasa ve Başkanlık sistemi ile ülkemizin emperyalist tarafından bizatihen işgal edilmesi arasında, esasta hiçbir fark yoktur aslında.

Şimdi neresinden bakarsanız bakın; ama Referanduma bu gözlükle bakmanızda hem Ulusal müktesebatınız hem de sizin ve tüm ailenizin ruh sağlığı açısından sayısız Hayırlar vardır. Biz söylemiş olalım da, günahı da sevabı da size ait olsun bundan sonra.


            Rıdvan denen bir futbol eskitmesi, ’bana Şeytan deme, 55 yaşındaki adam Şeytan olmaz’ diyor Şenol Güneş’e. Söyleyelim o zaman, ulan hem de Şeytanın babası olur. Çünkü Şeytanın da olmuşu, pişmişi, kestane gibi kavrulmuşudur o artık. İnanmıyorsan bak çevrene, kendin gibi olgun sayısız Şeytan göreceksin. Yoksa çoluk çocuğun her tarafı Şeytan olsa ne yazar.

Unutma ki top oynadığın gençlik yıllarında sen bile bu kadar Şeytan değildin. Ayrıca evet dediğin birisi bile ‘hırsızlık babadan oğula geçer’ dememiş miydi? Şeytanlık da böyle bir hastalıktır işte, büyükten küçüğe geçer. Yani hiçbir insan yavrusu Şeytan veya hırsız doğmaz.

            Sen bunu da iyi bilirsin, şimdi de milletçe binmişiz bir tekere, birlikte gidiyoruz pokere. Hali pür melalimizi bizim Temel’e bile sorsan; ‘ula zaten sizde akıl olsa idi böyle İblis kuyruğuna takıl olmazdınız uşaklar’ derdi sana kesin. Ayrıca senin evet demene de ihtiyacı yoktur biraderlerinin nasılsa.

            Çünkü herkes HAYIR dese bile yine sandıktan ‘evet’ çıkacağı; mevcut ve ne hikmetse hala çalışan, nalıncı keseri gibi de hep kendi(!) tarafına yontan meşhur ve aynı dijital sayaçla alınacak sonuçların, geçmiş diğer sayımlarda olduğu gibi yine AKP tarafını göstereceği gün gibi ortadadır. Ne yazıktır ki muhalefetin bütün gücü de, bu sadece tek taraflı işleyen düzeneği kaldırmaya yeterli olamamıştır şimdiye kadar. Balık bile iki defa aynı oltaya takılmaz. Balık kadar bile olamadığınıza göre, o halde hüsran yine hüsran olacaktır sonuçta.

            Bu arada hala Bahçeli mi? Onu unutun, son barutunu da harcamış bir boş kovandır artık o. Hoş eskiden de aslında yivsiz, kurusıkı boş tabancadan başka bir şey değildi. Şayet hamurunu o mübarek(!) eliyle açtığı Başkanlık pişerse, o çok güvendiği Başkanının elinde, kedinin sıçanı gibi kalacağını kendisi de anlayacaktır nasıl olsa işin sonunda. Refakatçileri mi ne olacak? Onları zikretmeye bile gerek yoktur. Arif olan anlar.


            Ee emekli kardeşim gelelim sana. Sen ne düşünürsün AKP Panayırının en son balonu Varlık Fonu hakkında. Hele de hesabın başında jöleli danışman varsa. Desene hep birlikte maaşlarımızı, bundan böyle artık Düyunu Umumi ’den alacağız. İyi de ne zamana kadar! Yani yabancı patron ne zamana kadar ödeme yapar acaba bize?

Hani bunu da bir düşünüversen diyorum. Sen yine boş verir takmazsın kafana nasılsa, en iyisi de hala uykuya devam et, tabii bıçak kemiğine dayanıncaya kadar. Veya nasıl olsa da öbür tarafta Hurilerle, Nuriler kollarını açmış seni bekliyor olacaklardır. Boş ver umurunda mı Dünya.

Erdoğan ve tarafgirlerinin Başkanlıkla prangalardan kurtulacağız manevraları, asimetrik alındığında ancak doğruluk kazanır. Çünkü Osmanlı despotu Abdülhamit’in bile 33 yılda ümmetine yaşatmadığı böylesi ihanet ve sorumsuzluğu, son milli kaynakların Varlık Fonuna aktarılmasıyla, 15 yılda AKP Hükümeti yapmıştır. Ve aslında tüm milli varlığımızın yeni bir Düyunu Umumi bileşkesinde yine yabancı sermaye altına alınması bağlamında, sahte AKP Osmanlıları tarafından şimdi Türk Ulusunun geleceğinin dahi prangalanıyor olması gerçeği, tarihin ihanetinin dik alası değil de nedir?


            Anlaşılıyor ki Erdoğan’ın önce Başkan olmasını bekliyor birileri. Beraberinde Cumhuriyet tasfiye olup, federatif bir ortam hazırlandıktan sonra da emsal ülkelerde yaptıkları gibi despot Erdoğan’dan kurtulup, kendi profesyonelleriyle rafine bir kadroyu işbaşına getirmeyi planlıyor olmalılar. Trump’un yeni CIA Başkanı Türkiye’ye, Erdoğan’ı yine kafaya almak ve bunun zemin yoklaması dışında sizce neden gelmiş olabilir. Böylece yeni Sevr şartlarının oluşacağı Türkiye’den ve yılların kâbusundan kurtulmaları, hesapları tutarsa mümkün olacak demektir.

                                                                       Serendip Altındal


5 Şubat 2017 Pazar

SÜR-GİT(MEZ)..

            Bakan ve Milletin Vekillerinin sadece vitrin kozmetiği oluşturduğu bir meclis nasıl olur diye dünya geneline sorarsanız; ‘Referandum sonuçlarının sizdeki gibi bir Anayasa taslağına ağırlıklı ‘evet’ çıktığı bir toplumun meclisidir’ cevabıyla yüzleşirsiniz hemen, bilesiniz.

            Bir de bunun üstüne, Trumph ABD’nden Kıbrıs’a, İsrail Pandorasından, uzak Asya’ya ve bilhassa da yakın Ortadoğu’muzda, 1001 yamalı Arap seccadesine dönüşen sorunlar da ele alındığında, ‘acaba bizim geleceğimiz nasıl olacaktır’ sorusu da binecektir. Bu sorulara da hazırlıklı olmalıyız ve bu soruları öncelikle de biz kendimize sormalıyız.

            Aşkı sevda ile ilmi muhabbetin parabolik dünyasında, paranın egemen olamayacağı bir yeni özlem dünyasının, ancak aşırı uç ve kanatların kırılacağı bir yeni Dünya harbinden sonra ilk görüntülerini verebileceğine de hazırlıklı olmalıyız. O halde bizi bırakalım da, çünkü biz o günleri nasılsa göremeyiz; ama gelecek nesillerimizin işi daha da zor olacak demektir.

            Bu durumda geleceğini kendi tayin etme bilincinden de öte, kendi kontrolünde tutabilmek için Türk Ulusuna tek bir çıkış yolu kalıyor. O da, halkın iradesinin egemen olduğu, tam bağımsız Kuvayı Milli bir harçla sıkıştırılmış, Kemalist fundamentle pekiştirilmiş Cumhuriyetimizin ilkelerine, sımsıkı sarılmak ve ondan asla ayrılmamak zorunluluğudur.

            Bu yolda yürüdükten sonra da, Cumhur faziletini hiçleyecek, ilkeli vatandaş yaşamına ya tamam ya da devam diyecek ve aslı emperyalist komplosu olan referandumdan, kahır bir ekseriyetle ‘HAYIR’ çıkması, Türk Varlığı adına da yedi düvele açık bir çarpıcı bir cevap ve yeni bir İSTİKLAL tokatı olacaktır.


            Çin, Rusya ilişkisinin azami dikkat ve kararlılıkla, bu bağlamda itimat uyandırmayan Cumhurbaşkanına rağmen, milli bir mesele olarak ele alınması ve muhataplara Türk Milleti adına azami güvence verilmesi gerekmektedir. İnanıyorum ki ancak bu sayede konvansiyonel silah sanayiinde de ulusal bir potansiyel oluşturabilmemiz mümkün olabilecektir. Çünkü büyük bir devlet olmanın da en önemli şartı, önce caydırıcı silah sanayiine sahip olmaktan geçer.

            Emperyalist ikirciklilerin boş vaatlerine asla itibar edilmemelidir. Zira sonuç yine hüsran olur ki bunu da, son Osmanlı’dan bu yana yediğimiz bunca tokattan sonra artık çok iyi biliyor olmalıyız. Aynı bağlamda özellikle de Şeytana bile külahını ters giydiren, ABD’nin de akıl hocası olan ve Lozan’dan bu yana da aklınca bizden alacağı olan İngiliz şarlatanının, yeni tuzaklarına da asla düşmemeliyiz.

            Bilmeliyiz ki bağımsız, vakur bir ulus olarak istikbale de umutla bakabilmenin yolu ancak tutarlı, güvenilir bir dış siyaset uygulayabilecek ve Atatürk emsalinde olduğu gibi sağlam karakterli, harama el uzatmayan, adil, dürüst, ahde vefa sahibi siyaset adamlarının varlığı ile mümkün olacaktır.

            Dün dündür bugün bugündür epikürist tutarsızlığında, salt egosantrik menfaat dürtülü sözde siyasetçilerle varılacak hedefler bellidir ya da hiç yoktur. Yani bu gibilerin varlığı, ancak bugün birlikte derin yara aldığımız böylesi bir hüsrandır işte. Ve şayet düşündükleri gerçekleşirse daha beteri de yoldadır. Artık siz karar verin.

            İngiliz menşeli, NATO Gladyosu, ABD finansman ve teknik destekli emperyalist projesi olan, Türk’leri, Türk olmayan ve onlarla aynı duygulara sahip olmayanlarla yönetme senaryosu, bildiğiniz gibi bizim sinemada hala oynuyor. Ve bağlamında da Türk giderek özeğinden uzaklaşıyor. İşte Türk Ulusu için en büyük tehlikede budur aslında. Yani Türk birliğinin dumura uğratılması meselesi, Emperyalist adına Asrın projesidir. Amaç Türk’ü duygusuzlaştırıp hiçleyerek küçük Asya’dan kovmaktır. Bizim buna duyarsız kalmamız ise, emperyalistin ekmeğinin üstündeki yağdan öte kaymağı da oluyor.

            İşi gücü bırakıp, Başkanlık, Referandum gibi emperyalist kumpaslarına, sonuç alamayacağımız, neydi, nasıldı sorularını yöneltmektense, gelin en iyisi aşağıda, Araştırmacı Hakan Er’in Türk Birliği yapıtından derlediğim alıntıya bir göz atalım. Bu yazıyı bir de şu yeni bitme Madam Osmanoğlu okusun isterim.

            Sevgili Atatürk’ümüzün Türk Birliği görüşleriyle ruhumuzu yıkar ve topyekûn ‘HAYIR’lara yeni bir itici ivme yakalarız belki de kim bilir? Adamla adam benzerleri arasındaki uçurum nasıl bu kadar derin olabilir, inanılır gibi değil. Belki bir Atatürk olamayız; ama bir Dr. Zeki benim, sensin. İşte bunu da hiç unutmayalım aziz kardeşim…
  

§ Atatürk yakın arkadaşları Salih Bozok, Kılıç Ali, Nuri Conker’i kastederek “Bizimkiler nerede?” diye sorar, Tevfik Rüştü Aras(Atatürk’ün dış işleri bakanı) Ziraat Bankası salonundaki baloda olduklarını söyler. Hep beraber Ziraat Bankası’nın balo salonuna giderler. İçerisi tıklım tıklımdır, Atatürk gelince herkes alkışlar, “Yaşa Gazi Paşam” şeklinde tezahürat yapar. Atatürk halkıyla sohbet etmeyi çok sevdiği için sandalye ve masa ister ki isteyenler ona sorularını sorabilsinler. Soru sormak için gelen kişilerden biri Zeki isimli 25 yaşlarında bir doktordur. Şunu sorar:

-Gazi paşam! Saltanatı kaldırdık, hilafeti meclisin manevi şahsiyetinin içine aldık; bunlar yapılana kadar bir ideali olabilirler fakat yapıldıktan sonra yeni bir düzen kurulur ve işler. Onun iyi işlemesi, kötü işlemesi, ideal değildir, iyi işlemesini sağlamaya mecburuz! Yaptığımız öteki devrimler de yapıldığı an ideal olmaktan çıkar. Artık ideallerimiz, yaşadığımız gerçekler haline dönüşmüştür. İyi ya da kötü sonuç vermesi bizim sorumluluğumuzun sonuçlarını belirler. Ama bir de milletlerin babadan oğula sıçrayan uzun vadeli idealleri vardır. Siz bize böyle bir ideal aşılamadınız! Yahut benim bundan haberim yok! Bunu bize açıklar mısınız Gazi hazretleri?

Atatürk bu soruya şöyle cevap verir:

-Bunlar vicdanımıza yazılmış gerçeklerdir; konuşulmaz, yaşanır!
Elbet bu milletin bir ülküsü olacaktır ama bu ülküler devlet tarafından açıklanmaz; Millet tarafından yaşanır!
Nasıl bakarken gözlerimizi görmüyor, onunla her şeyi görüyorsak, ülkü de onun gibi, farkında olmadan vicdanlarımızda yaşar ve her şeyi ona göre yaparız. Ben devlet başkanıyım! Sorumluklarım vardır! Bu sorumluluklarım altında konuşamam! Bu konuda genç arkadaşlarımla ayrıca konuşacağım.

Sonra Atatürk halkın Cumhuriyet bayramını tekrar kutlar ve Dr. Zeki’yi yanına alarak Genel Müdür’ün odasına çıkar. Atatürk’ün arkasında duvarda bir Türkiye haritası vardır. Karşısında oturan Dr. Zeki’ye:

Benim arkamdaki haritayı görüyor musun?

-Evet paşam.

O haritada Türkiye’nin üstüne abanmış bir blok var, onu da görüyor musun?

-Evet, görüyorum Paşa Hazretleri.

-Hah. İşte o ağırlık benim omuzlarımın üstündedir. Omuzlarımın üstünde olduğu için, ben konuşamam!
Düşün bir kere. Osmanlı imparatorluğu ne oldu? Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ne oldu? Daha dün bunlar vardılar. Dünyaya hükmediyorlardı! Avrupa’yı ürküten Almanya’dan bugün ne kaldı? Demek hiçbir şey sür-git değildir! Bugün ölümsüz gibi görünen nice güçlerden, ileride belki pek az bir şey kalacaktır. Devletler ve Milletler, bu idrakin içinde olmalıdırlar. Bugün Sovyet Rusya dostumuzdur, komşumuzdur, müttefikimizdir. Devlet olarak bu dostluğa ihtiyacımız var! Fakat yarın ne olacağını kimse kestiremez. Tıpkı Osmanlı İmparatorluğu gibi, tıpkı Avusturya-Macaristan İmparatorluğu gibi parçalanabilir! Bugün elinde sımsıkı tuttuğu milletler, avuçlarından sıyrılabilirler… Dünya yeni bir dengeye ulaşabilir! İşte o zaman Türkiye, ne yapacağını bilmelidir! Bizim bu dostumuzun yönetiminde dili bir, inancı bir, özü bir kardeşlerimiz vardır. Onları arkalamaya hazır olmalıyız! “Hazır olmak” yalnız o günü susup beklemek değildir, “hazırlanmak lazımdır.” Milletler, buna nasıl hazırlanırlar? Manevi köprülerini sağlam tutarak! Dil bir köprüdür, inanç bir köprüdür, tarih bir köprüdür! Bugün biz, bu toplumlardan dil bakımından, gelenek, görenek, tarih bakımından ayrılmış, çok uzağa düşmüşüz! Bizim bulunduğumuz yer mi doğru, onlarınki mi? Bunun hesabını yapmakta fayda yoktur! Onların bize yaklaşmasını bekleyemeyiz; Bizim, onlara yaklaşmamız gerekli. Tarih bağı kurmamız lazım. Folklor bağı kurmamız lazım. Dil bağı kurmamız lazım.
İşitiyorum: Benim dil ve tarih ile uğraştığımı gören kısa düşünceli bazı vatandaşlarımız; “Paşanın işi yok! Dil ile tarih ile uğraşmaya başladı” diyorlarmış. Yağma yok! Benim işim başımdan aşkın. Ben bugün çağdaş bir Türkiye kurmaya ne kadar çalışıyorsam, yarının Türkiye’sinin temellerini de atmaya o kadar dikkat ediyorum. Bu yaptıklarımız, hiçbir millete düşmanlık değildir. Barıştan yanayız, barıştan yana kalacağız! Ama durmadan değişen dünyada, yarının muhtemel dengeleri için hazır olacağız. Bunları sana, akıllı bir genç olduğun için söylüyorum. Sen bil, gerekçesini kimseye söylemeden böyle davran, çevrenin de böyle davranması için gerekeni yap! İdealler konuşulmaz, yaşanır! İşte senin sorunun karşılığını da böylece vermiş oldum! ( Türk Birliği – Hakan Er)

            Bu bilgelikle de yüklenerek, dolu dolu ve daha fazla özgüven, ahde vefa, dik duruş temennilerimle birlikte; sağlık ve esenlikler diliyorum.

                                                                       Serendip Altındal