25 Aralık 2014 Perşembe

ELİ MAHKUM..

           Siz Fethullah'ın kafasız olduğunu mu sandınız. Evelallah Cinine bile pabucunu ters giydirir bizim İmam Efendi. Tavsiyelere ihtiyacı olmadan da biliyordur elbette ne yapılması gerektiğini. Erdoğan'la kayıkçı kavgasını sürdürmekteki ısrarının da, mutlaka bir nedeni vardır.

            İsim vermek istemiyorum, çünkü onlar da bizim cephenin askerleridir neticede; ama bazı yazarlarımız hocaya akıl vermeye kalkıyor: "AKP gerçeğini hepimizden fazla bildiğin halde, havaya Arapça küfredip duruyorsun; oysa sahne arkadaşının külliyesini, belge ve somut delillerle ortaya döksen, Tayyip Erdoğan hükümetini amuda bile dikersin", mealinde tavsiyelerde bulunuyorlar. Tutarlı da aslında.

            İyi de Pensilvanya tutsağı, şimdilerde acınacak durumdaki emir kulu, eli mahkûm çaresiz garip(!) bu söylediğinizi nasıl yapabilsin. Çünkü adı geçen Hoca namdar, ABD'nin kendisine biçtiği misyonu gereği; işine gelmese de, bağrına taş bassa da, Erdoğan'ı sonuna - ki en azından açılım perdesi ininceye - kadar koruması gerektiğini de, ne yazık ki hepimizden iyi biliyor.

            Kendisinin de aslında bin defa, hem de çoktan uygulamaya koyacağı bu tavsiyeyi şayet şimdi, henüz son perde inmeden - yani Kürdi federasyon ve akabinde de yumuşak İslami yeni Osmanlı Başkanlığı paketi açılmadan - tutmaya kalkarak, ABD'nin planlarını bozarsa; CIA’nin hemen kendisini derdest edip Erdoğan'a çerez yapılmak üzere, memlekete postalayacağını da çok iyi biliyor. Çünkü ABD için Erdoğan değil - ki nasıl olsa misyonu tamamlandığında ipini çekecektir - misyonunu başarıyla bitirmesi önem ve öncelik taşımaktadır.

            Ve ilerde işler plana uygun sonuçlanırsa, yani Rus Matruşka bebeklerini bile utandıran ABD kumpas paket(leri) peş peşe açıldığında, büyük olasılıkla da Mehdi gibi Türkiye'ye gökyüzünden inmeyi - birinin İran'a indiği EMSALDE - planlıyor. O yüzden şimdi bu seriden tavsiyeleri düşünmeye bile kalkamaz. Hem de bunları düşünmesi, eşyanın tabiatına aykırı olur. Her şey bir yana; ama ne ki, aslında ders çıkarılması gereken uluslararası bir ortaoyunu oynanmaktadır ülkemizde.

            Dünkü cemaatçiler ile bugünkü yandaşlar aynı kulvarda koşmaktadırlar aslında. Sonuçta müşterek kaderle son bulacak bu yurdum insanı trajedisi, kendi onurlu geleceğini elinin tersiyle iten ve aynı bağlamda karanlık, kokuşmuş menfaatlere bu kadar çabuk malzeme olan insan kaynağımızın da ilkelliğini, bağnazlığını, aymazlığı ve cehalet çaresizliğini, ne yazık ki tartışılmaz bir doğruyla ortaya koyuyor. Bence bu yaşananlardan çıkarılacak en önemli öğreti de bu gerçek olacaktır, gelecek nesillerimiz için. 

            Şimdi bizim de bu neviden tavsiye sahiplerine ise tavsiyemiz; biraz da bu perspektiften ilgili konuya bakmaları olacaktır. Çünkü kafası daha fazla karıştırılmadan ve en kısa yoldan aydınlanması, özetle de tehlike altındaki kimliğinin kurtulması gereken, önce bizim milletimizdir. Komşunun tavuğu değil. Hem ayrıca, sizlerin de cemaat aidiyetinizin olup, olmadığı düşüncesinin akla gelebileceği tehlikesi de mevcuttur kardeşler. Öyle ya sonuçta biz, hıyanet içindeki bu MİLLİ müktesebat düşmanlarımızın, ikisine de karşı değil miyiz veya ikisi de misakı MİLLİYEMİZİN, dolayısı ile de hepimizin düşmanı değiller mi???
           
             
            Şimdi burada son sözü birlikte söyleyerek; 2014 yılı ile bizar eden 12 yıllık karanlık bir döneme son noktayı, tek yürek ve yumrukla koyuyoruz artık.

            2015 yılının, beklentilerinizin üstünde ve içinde, Türk'ten korktuğu kadar Allahtan korkmayan Batıyı da ısıtacak, yüce Atatürk'ün Türkiye Cumhuriyeti güneşinin ebediyen ışıldayacağı, aydınlık bir geleceğin kapısını açan mutluluklar yılı olmasını, en kalbi dileklerimle milletime ve ayrıca tüm okurlarıma temenni ediyorum...  

                                                                         Serendip Altındal



22 Aralık 2014 Pazartesi

KADERİNİ KENDİN YAZ..

           Yarınımızda bize biçilen kaderi oluşturacak olan olaylar çok yavaş ilerliyor. Hâlbuki devinim hızlansa ya da biz hızlandırabilsek; olaylar çok daha çabuk gelişecek. Heriflerin maskeleri itirazsız düşecek ve kelleri, körleri kabak gibi çıkıverecek ortaya. Ve bilin ki Coniler de piyonlarının arkalarına daha fazla saklanamayacaklardır o zaman.

            Bugün bize hala dudak bükenler, "benim hırsızımdan sana ne" diyenler, işte o zaman, yani AÇILIM, AÇILDIĞINDA, topraklarından da olunca, çarnaçar, başlarına ne geldiğini, 12 yıldır nasıl uyutulduklarını, istemeseler de anlamak zorunda kalacaklardır mutlaka. Ne var ki o uyanış, kendileri adına bir hayli acıklı olacaktır. Ama elleri mahkûm ve isteseler bile gıkları dahi çıkamayacaktır o zaman. Neticede hak eden layığını bulmuş olacaktır. Allah adama bu yüzden AKIL vermiş, sopası da yok ki arada bir, önünü bile göremeyen hödüğün kıçına dokunduruversin.

            Yavaş oluşumun tek nedeni; arkalarında sürükleyecekleri suç ortaklarının, önce beyinlerini yıkayarak hazırlayabilmeleri için, ihtiyaçları olduğu zaman sürecidir. Eğitim manipülasyonları ve yandaş medya yaratılması boşuna mı yapılıyor. Çünkü bugünden manipüle ederek yönlendirecekleri çocuklarımızın, yarın 18 yaşın üstüne çıkarak rüşt sorunlarını hallettiklerinde, suç ortakları kervanlarına katılmalarına şiddetle ihtiyaçları vardır da ondan. Çünkü ancak o zaman bugün sağlayamadıkları ekseriyeti elde etmiş olacaklardır.

            Durum bu olunca da neresinden bakılsa tek çıkış yolumuz, ABD ve AB Gladyosunun bize uygun gördüğü bu karanlık geleceğin önünü şimdiden tıkayarak ve biran önce de AKP belasından kurtulup, kendi geleceğimizi kendimizin yazmasıdır. Bunun için de ilk şart; Şeytan'ın oyununu bozarak, yavaş oluşan devinimi hızlandırmaktır.

            Bu nedenle de, önce direnmek ve Kuvayi Milli ruhla tam tekmil sokağa çıkarak, müstevli protestolu sokak provokasyonu uygulamak, tek çözümdür. Sonuçta ne mi olur. İlk önce millet, karşı devrim polisi, daha doğrusu da, başımızda ki haramiler çetesinin ve Okyanus eksenli patronlarının, örtülü ödenek Lejyonerleri - ki bunların bile maaşlarını, emekliye, asgari ücretliye bir kıymık zammı bile çok gören o ansız maliyeci İngiliz ve tayfası onursuzca bize ödetiyorlar - ile karşı karşıya gelir.

            Ki onlar da milli polisimiz değil, emperyalistin muhafız alayıdır aslında. Sadece bu gerçek bile, bize şahadet yolunu açar nasıl olsa. Kanı ve gen yapısı bozuk kardeşimiz, evladımız olacağına hiç olmasın daha iyidir çünkü. Öyle ya, üç kuruşluk menfaat uğruna, büyük, küçük, kadın, erkek demeden ahde vefa sahibi akranlarını, büyüklerini sokakta hunharca coplayan, kurşunlayan, gazlayan, sulayan adamların olsa olsa genetik ve kansal sorunları olmalıdır. İşte sokaklarda giderek artacak olan bu zorunlu buluşmalar da, haramiler için yolun sonu demek olacaktır. Böyle bir olgudan ise, Azraillerinden bile fazla korkuyor, muktedir ve çetesi.
           

            Cemaate yönelik tutuklamalar ve telef aksiyonları, tam bağımsız bir Atatürk Cumhuriyeti Türkiye’si için, daha işin başlangıcında yapılıp bitirilmiş olması gereken operasyonlardı. Anlayın bu güzelim Cumhuriyet, yurdumda 1947'lerden itibaren biriken emperyalist atığının üstüne, hele son 12 yılın vurgunlarıyla saraylarını da diken satılmışların önde gidenleriyle, ne hale getirilmiş.

            Şimdi o dönemin suç ortağı ve cemaatin mevcudiyet nedeni olan, siyasi mağduriyetini çoktan kaybetmiş AKP için de, aynı operasyonlar çoktan yapılmalıydı. Şimdi bu iktidarın, çok gecikmiş operasyonu yaparken kimseyi kandıramadığını ve kendisini de asla temize havale edemeyeceğini söylemeye çalışmak bile abesle iştigaldir.

            Hele de bu operasyonlara salt HAK VE ADALET yaftasıyla itiraz edenlere ne demelidir. Kimdir ve amaçları nedir bunların, gerçekte kime hizmet etmektedirler, onu da siz düşünün. Hiç unutulmasın ki, her mahkemede HAK sadece bir tarafındır. Ve aynı davayı iki tarafın birden kazandığı görülmemiştir. Ne ki haksızın haklıya dava açma hakkı da vardır her adalet sisteminde. Bir zamanlar çakma ERGENEKON manipülasyonlarını tezgâhlayan aynı kansızlar, YURDUMUN ADAM EVLATLARININ HAKLARINI gasp ettiklerinde ne yapıyor neler söylüyordunuz acaba(!!!)... 

            Televizyon kanallarında ki bunlara yandaş medya da dâhildir. O kadar Atatürk lafı geçiyor ki, inanın rahmetli babamdan bu kadar bahsedilse, "yeter artık" deyip kanal değiştirirdim. Ne ki kimlik nedenim olan "ATATÜRK" bana ilaç gibi geliyor. Hele de bu kara günlerde sanki yaşam iksirim gibi. Ve soruyorum kendime; içi dışı güzel de olsa, enikonu bir insan, nasıl bu kadar sevilir, nasıl bu cesamette özlenir.

            Amerika ile daha 1947'lerde başlayan ikili flört, 1950'lerden itibaren de mecliste sembolik koltuğu olan Amerika ile İmam nikâhına dönüştü. Son 12 yılda tavan yaptırılan ruhsal ve bedensel sömürü bizi o denli bağımlı kıldı ki, ülkemi İmam nikâhına bile gerek duyulmayan ve salya sümük emilen bir metres haline getirdi. Şimdi de daha fazla tatmin olmak isteyen bu eski kodoş, çaresiz metresin mezarını da kazmaya başladı. Sebep olanlar her yanlarına kına yakabilirler artık.

            Bunları da anımsayınca, bilin ki içi ve dışıyla güzel, o mukaddes insanın adını ne kadar çok duysam, yaşama gücüm, ihtirasım ve hırsım o kadar artıyor. Bir ahde vefa insanı ve özgün vatandaş birey olarak özümde hissettiğim müktesep haklarım, o nispetle vicdanımı sızlatıyor. Küllen düşmanın kucağında ki AKP metresinden kurtulacağımız güne özlemim ise, tarifsiz pekişiyor. Sizin de yüreğiniz sızladı mı? O halde, haydi gelin şimdi birlikte söyleyelim:

            Kim olursan ol! Senin de işin sonunda, bir çukurun dibinde, toprağa gübre, böcekgillere de mama olmaktan başka da çıkış yolun yoktur kardeş. İşte hepsi de o kadar...

         Acep, bunu da arada sırada bir düşünsen mi Recep…

                                                                             Serendip Altındal

Video Kanalım

11 Aralık 2014 Perşembe

ZÜBÜK EDEBİYATI..

           Düşünüyorum da saraya yerleştiğinden beri, jenerikte tutmak adına birileri bizimkini, yeni ve farklı bir itici enerjiyle daha da bir dolmuşa bindirmeye başladılar. Anlaşılan adamı, gündem yaratarak zaman kazanmak amacıyla devamlı gaza getirip, hop oturtup hop kaldırtarak, kendisine Aksaray'ında asude bir son yaşam fırsatı bile vermeden, ecelsiz öldürmeye kararlılar.

            Nereden, nasılsa bir de çakma Osmanlıca kurgusunu tutuşturuvermişler eline, o da bilip bilmeden, okuyup anlamadan, atıp tutuyor, gazlayıp duruyor aynı minval - bu da Osmanlıca - üzerine işte. Kimlere danışır, kimlerle yatıp kalkar, kimler kendisini sürekli şişirip durur bilinmez. Hani ne derler,,, kılavuzu karga olanın...

            Önüne atılan bu ara yemlere balıklama dalarken de gaf üstüne gaf üretip, gülünç olurken, diğer taraftan da pot üstüne yeni potlar döşeyip "dünya maskaraları" top listesinde, liste başı oluyor. Ve ne yazık ki ülkesini ve ait olmadığı; ama maalesef temsil ettiği milletini de, mistisizm bataklığında çağların gerisine gömülmemiş ve gelişmiş olanların Mars'a bile üs kurmaya hazırlandığı çağdaş dünyada, geriden gelenler kervanına yanaştırarak, gülünç duruma düşürüyor aslında.

            Kendisine mi ne oluyor? Bir elinde ayna, diğerinde pudra, umurunda mı dünya otlağında dönüp duran, diktatöryasını bile yüzüne gözüne bulaştıran ve hiç bir kıymet i harbiyesi - bu da Osmanlıca - olmayan, bir garip varlık bakiyesi olan muhteremden, işte tüm elinizde kalan. Meraklısı buyursun tepe tepe harcasın...

           
            Aslında Kürtçe gibi sanal bir dil, daha doğrusu da lehçedir Osmanlıca. Bozuk Türkçe ile Arapça ve Farsça alıntılar harmanında, sadece belirli ve zamanın ruhuna uygun olarak, Türkmenlerin de başına geldiği gibi, kendi dönemlerinde, ön-Türkçenin bozularak, Kürtçe betikli lehçeye dönüştüğü - ki dünya üzerinde bugün bilinen 39 Türkçe lehçe mevcuttur - benzer şartlarda, aydın daha doğrusu da "SARAYLI" tabir edilen minimal bir azınlığın konuştuğu bir lehçeydi (dil değil), şu meşhur Osmanlıcanız. Ve sanal Kürtçeden de prensipte hiç bir farkı yoktur aslında, Osmanlıca adlı özeğinden saptırılmış, deha harikası, uzaylı dili olarak da tasvir edilen muhteşem Türkçemizden kurgulanan lehçenin.

            Sonuç olarak Osmanlıca, iliklerine kadar kanı emilerek kurutulmuş bir ümmetin nispeten mutlu bir azınlığının, zübük edebiyatı bağlamında 600 yılın saraylarında yavaş yavaş oluşturulmuş bir lehçe, daha doğrusu da öz Türkçemize bulaştırılmış bir lekeydi. Atatürk'ümüzün arıttığı ve döneminde bile çağının gerisinde kalmış olan aydın dili yaftalı ve özü uygarlık demek olan güzel Türkçemize sürülen bu kiri, şimdi birilerinin paşa gönülleri tatmin olsun diye, hem de uyum sağlamak zorunda olduğumuz bu uzay çağında, bilimselliği elimizin tersiyle iterek, çağın tekrar gerisine sarkıp, geleceğimizin tek umudu ve en değerli milli varlığımız olan, bilimsellik ateşiyle yanıp sönen, tertemiz çocuklarımıza mı tekrar bulaştıralım yani...

            Partisinin eski bir milletvekili tarafından eleştirildiği gerekçesiyle, adama hem de polis himayesinde destekli dayak attırırken, saray gaspıyla ve oldubittiyle yerleştiği Cumhurbaşkanlığı makamının nosyonunu, erdemini ve asalet halkasını dahi dıştalayan Makyavelist bir kimlik, ruh kökü bozuk tanımlamasıyla bütün karşıtlarını işaret ederken de, birilerinin atfettiği gibi aslında kendisini kesinlikle kastetmiyordu.

            Çünkü kendisini kastetmesi için, önce bir ruhunun olması gerekirdi ki, böyle bir kimliğin ruh taşıdığı düşünülemez dahi. O halde olmayan bir ruhun, nereden, hem de bozuk bir kökü olabilsindi. Ruhu olmayanın ruh kavramı da olamayacağına göre, bu bağlamda ki ifadesi de ciddiye alınamaz.

            Zira her salladığını ciddiye aldıkça, yeni ve taze bir gündemi karşınızda bularak zaman kaybediyor, oyuna getirilmiş oluyorsunuz. O nedenle kısaca diyebiliriz ki belki; konu savurmak olunca, tutarsızlığı asla tartışılamayacak olan bizim usta, aslında her zamanki gibi kendisini teyit ederken, yine çok haklıydı(!) el attığı hususta...

                                                                              Serendip Altındal

Video Kanalım

2 Aralık 2014 Salı

YENİ HAÇLI RİTÜELİ..

             Papa geldi ve yeni Haçlı cemaatleri buluşması, yeni İstanbul’un uzun kuleleri gölgesinde, geçmişin Konstantinople ruhu ile huşu içinde kutlandı. Katolik patronu Papa'nın himayesinde Ortodoks liderleri, salya sümük birbirlerine yumuldular ve muhabbet tazelediler. Bu muhabbetler devam ederken bizim muhteremler, Aksaraylarında açılım oyununa yeni seçim mizansenleri işlemekteydiler.

             Yani bizimkiler, yerleşik klasik ilkellikleriyle, alışıldık küçük menfaat hesaplarına odaklanırken, Hıristiyan biraderlerin kafalarında sürüyle tilki birdirbir oynuyordular. Onların cephesinde uluslar üstü yeni Haçlı ittifakı pekiştiriliyorken, bizim safta seçmen yaftalı torbacı farkındasızlar, günlük yaşamlarına umursuzca devamdaydılar.

            Vatan toprağımın üstünde baykuşlar uçuşuyor, Vatikan Şeytanı ritüellerini sergiliyorken, İstanbul yeni bir güne uyanıyor, Erdoğan ve yol arkadaşları fütursuzca; ama misyonlarını yerine getirmenin huzuruyla(!) yine kendi âlemlerine dalıyorlardı. Muhtemelen de daha şimdiden, Türkiye Cumhuriyeti'nin Cumhur Başkanına eşitlenen(!) terörist başıyla birlikte, BM kürsüsünde alınacak barış ödülünün(!) havasına girmişlerdi.


            Papa'nın Şeytan ayinlerine ve özündeki Haçlı İluminati ritüeline, Erdoğan'ın zırhlı Mercedes’i yerine, ucuz bir halk arabasıyla gitmesi; aslında o Mercedes’in sahibine verilmiş bir kontra mesajdı. Aynı bağlamda da bizim fakir Müslüman Yurttaşlara bir empati köprüsü oluşturarak, Vatikan Devletinin siyasi duruşunu, profesyonel bir siyasi havasında ustaca politize ediyor ve kişisel ambiyansını uluslararası statüde cilalıyordu. Yani anlayacağınız bizden başka bütün Katolik, Ortodoks ve Protestanlar göz göze, diz dize Haçlı buluşmasını sembolize ediyor ve yeni; ama sinsi umutlarla, geleceğe sırtımızdan göz kırpıyorlardı, İstanbul’umuz da.

            Oysa aynı saatlerde yeni Haçlının emir komuta merkezi ABD de, hükümetin, halklarını ciddiye almayan individüel tarafgirliğine artık yeter diyen protesto güruhları, caddeleri doldurmaktaydı. Ve ABD geleceğinin hiç de umut vermeyen kara bulutları, gökyüzünü giderek kaplamaktaydılar.

            Bense karışık duygularımın rahat vermediği, bir uykusuz gecenin şafağında, penceremden Marmara’ya bakarken bunları düşünüyordum. Kuzeyde ki karşı tepelerin ardında, doğduğum ve gençlik yıllarımın geçtiği dünya incisi o yeşil İstanbul’u hüzünle anımsıyordum. Bugünse yeşili, birbiri peşine oluşan beton mezarların koynunda tozlu griye dönüşmüş, gençliğimin o güzelim İstanbul’undaydı aklım.

            Vicdan hırsızı kanı bozuklar, sadece İstanbul’umuzu değil, bütün memleketi giderek beton mezarlığına dönüştürürken, dikkat ettiyseniz reklam panolarının başköşesinde ki "LÜKS KONUTLAR" yalanının altında, mutlaka binaların yeşil manzaralı maket resimlerini de görüyor olmalısınız. Bu resimleri reklam panolarına koyarken, yeşili olmayan konutları kimseye satamayacaklarının farkında olduklarını itiraf ediyor ve yedikleri herzenin bilincinde olduklarını da ortaya koyuyorlar aslında.

            Pekiyi neden aksini yapıyorlar diye soruyorsanız, bunu insana benzeyen görüntülerinin altında yatan ortak paydalı hayvani dürtülerinde aramanız gerektiğini de bilmelisiniz. Bir yandan son yeşilimiz de giderek yok ediliyorken, acaba dolandırıcı olarak tescil edilmemek adına, beton yığıntılarının arasında bahçe tanzimi adına bıraktıkları bir kaç metrekarelik çimen görüntülü otluk alanları mı kastediyorlar diye, o katları almadan önce sormak gerekiyor aslında. Yoksa yeşilden anladıkları sahiden bu mudur, bu ansızların...
           

            Ne var ki son saatli bombayı Yargıtay kurdu yine. Yüzde 10 barajının kaldırılması meselesinin, bizim yerli Conilerin uykularını kaçıracağı kesindir. 12 senelik rehavet uykusundan korkuyla uyanırken, bakalım nasıl önlemler almaya çalışacaklar, ne gibi katakulliler kurgulayacaklardır. Hele de izahı biz bilişimcileri tatmin etmeyen bir arıza bildirgesiyle, akamete uğrayan şaibeli Mernis projesinin, hem de seçimler öncesi, yeni tasarımlarda olduğu bu günlerde. Çünkü seçim barajının kaldırılması, bütün oyunlarını bozacaktır. Bilgisayar manipülasyonları da bu defa kendilerini kurtaramayacaktır. İşte bu da onları fazlasıyla rahatsız etmektedir aslında ve korkuları bilin ki çoktan tavan yapmıştır...
                                                                                                                                                                                                                           Serendip Altındal