Düşünüyorum da saraya yerleştiğinden beri, jenerikte tutmak adına
birileri bizimkini, yeni ve farklı bir itici enerjiyle daha da bir dolmuşa
bindirmeye başladılar. Anlaşılan adamı, gündem yaratarak zaman kazanmak
amacıyla devamlı gaza getirip, hop oturtup hop kaldırtarak, kendisine
Aksaray'ında asude bir son yaşam fırsatı bile
vermeden, ecelsiz öldürmeye kararlılar.
Nereden, nasılsa bir de
çakma Osmanlıca kurgusunu tutuşturuvermişler eline, o da bilip bilmeden, okuyup
anlamadan, atıp tutuyor, gazlayıp duruyor aynı minval - bu da Osmanlıca -
üzerine işte. Kimlere danışır, kimlerle yatıp kalkar, kimler kendisini sürekli
şişirip durur bilinmez. Hani ne derler,,, kılavuzu karga olanın...
Önüne atılan bu ara
yemlere balıklama dalarken de gaf üstüne gaf üretip, gülünç olurken, diğer
taraftan da pot üstüne yeni potlar döşeyip "dünya maskaraları" top
listesinde, liste başı oluyor. Ve ne yazık ki ülkesini ve ait olmadığı; ama
maalesef temsil ettiği milletini de, mistisizm bataklığında çağların gerisine
gömülmemiş ve gelişmiş olanların Mars'a bile üs kurmaya hazırlandığı çağdaş
dünyada, geriden gelenler kervanına yanaştırarak, gülünç duruma düşürüyor
aslında.
Kendisine mi ne oluyor?
Bir elinde ayna, diğerinde pudra, umurunda mı dünya otlağında dönüp duran,
diktatöryasını bile yüzüne gözüne bulaştıran ve hiç bir kıymet i harbiyesi - bu
da Osmanlıca - olmayan, bir garip varlık bakiyesi olan muhteremden, işte tüm
elinizde kalan. Meraklısı buyursun tepe tepe harcasın...
Aslında Kürtçe gibi
sanal bir dil, daha doğrusu da lehçedir Osmanlıca. Bozuk Türkçe ile Arapça ve
Farsça alıntılar harmanında, sadece belirli ve zamanın ruhuna uygun olarak,
Türkmenlerin de başına geldiği gibi, kendi dönemlerinde, ön-Türkçenin
bozularak, Kürtçe betikli lehçeye dönüştüğü - ki dünya üzerinde bugün bilinen
39 Türkçe lehçe mevcuttur - benzer şartlarda, aydın daha doğrusu da
"SARAYLI" tabir edilen minimal bir azınlığın konuştuğu bir lehçeydi
(dil değil), şu meşhur Osmanlıcanız. Ve sanal Kürtçeden de prensipte hiç bir
farkı yoktur aslında, Osmanlıca adlı özeğinden saptırılmış, deha harikası,
uzaylı dili olarak da tasvir edilen muhteşem Türkçemizden kurgulanan lehçenin.
Sonuç olarak Osmanlıca,
iliklerine kadar kanı emilerek kurutulmuş bir ümmetin nispeten mutlu bir
azınlığının, zübük edebiyatı bağlamında 600 yılın saraylarında yavaş yavaş
oluşturulmuş bir lehçe, daha doğrusu da öz Türkçemize bulaştırılmış bir
lekeydi. Atatürk'ümüzün arıttığı ve döneminde bile çağının gerisinde kalmış
olan aydın dili yaftalı ve özü uygarlık demek olan güzel Türkçemize sürülen bu
kiri, şimdi birilerinin paşa gönülleri tatmin olsun diye, hem de uyum sağlamak
zorunda olduğumuz bu uzay çağında, bilimselliği elimizin tersiyle iterek, çağın
tekrar gerisine sarkıp, geleceğimizin tek umudu ve en değerli milli varlığımız
olan, bilimsellik ateşiyle yanıp sönen, tertemiz çocuklarımıza mı tekrar
bulaştıralım yani...
Partisinin eski bir milletvekili
tarafından eleştirildiği gerekçesiyle, adama hem de polis himayesinde destekli
dayak attırırken, saray gaspıyla ve oldubittiyle yerleştiği Cumhurbaşkanlığı
makamının nosyonunu, erdemini ve asalet halkasını dahi dıştalayan Makyavelist
bir kimlik, ruh kökü bozuk tanımlamasıyla bütün karşıtlarını işaret ederken de,
birilerinin atfettiği gibi aslında kendisini kesinlikle kastetmiyordu.
Çünkü kendisini
kastetmesi için, önce bir ruhunun olması gerekirdi ki, böyle bir kimliğin ruh
taşıdığı düşünülemez dahi. O halde olmayan bir ruhun, nereden, hem de bozuk bir
kökü olabilsindi. Ruhu olmayanın ruh kavramı da olamayacağına göre, bu bağlamda
ki ifadesi de ciddiye alınamaz.
Zira her salladığını ciddiye aldıkça, yeni ve taze bir gündemi
karşınızda bularak zaman kaybediyor, oyuna getirilmiş oluyorsunuz. O nedenle
kısaca diyebiliriz ki belki; konu savurmak olunca, tutarsızlığı asla
tartışılamayacak olan bizim usta, aslında her zamanki gibi kendisini teyit
ederken, yine çok haklıydı(!) el attığı hususta...
Serendip
Altındal
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder