25 Eylül 2020 Cuma

SIMSIKI SARILIN, AKLINIZ VARSA..

            Siyaset dilini, kendi söylem ve istemleri doğrultusunda gören ve kabul edenlerin algoritması haline getirenlere, hiçbir siyasa diliyle bir şeyler anlatamaz, öğretemezsiniz. O halde bilhassa da dış siyasette, kendi doğrularınızı ifade eden, kendi siyasa dilinizi kullanmak zorunda kalmışsınız demektir. Bilmem anlaşılır oldu mu? O zamanda sizin haklı ifadeniz, buna rağmen karşı tarafça kabul edilmiyor olabilir.

 

İşte bu olduğunda da savaş olarak adlandırılacak sert tartışmalara hazır olduğunuza da karşı tarafı ikna etmek zorunda kalmışsınızdır bir de. Bu ise kurusıkı atmaların, sallamaların ötesinde ciddi bir husus demek olmuştur artık. Yani anlayacağınız, anlaşamayacağınız kesinlik kazanınca, onların duymak istedikleri siyasa dili, hiçbir anlam ifade etmeyecektir sizin için artık. Ki böyle de olmalıdır esasen.

 

Yoksa sizi kimse ciddiye almaz ve haklı bir konumdaki itilafınız dahi masaya bile yatırılmadan sizin aleyhinize, daha başlamadan sonuçlanır. Yani hep kaybedenler kulübünde yaşamaya mahkûm edilmiş olursunuz. Ya da dik duruşunuz, daha vahim sonuçlar oluşmadan ciddiye alınır ve taraflarca ister istemez antlaşma masasına oturulur. Cumhuriyet tarihimizde de böyle olmadı mı? Yani haklı yumruğumuzu hasmın suratına indirmeden sonuç alabilmiş miydik? Öyleyse şimdi de bilmeliyiz ki karşımızdakiler ancak ikna edici tutarlı tepkiden, ne demek istendiğini anlayacak yapıda, aymaz ve emperyalist oportünistlerdir.

 

            Bu kritik günlerde en kritik konuşmalarından birini yapmış olan ve doğru olarak Atatürk’le de söze başlayan Akşener’in konuşmasında, beklenenlerin dışında bilhassa duymak istediğim ve bir gün hasta Dünyanın tek devası olacak Kemalizm sözünü, ne yazık ki kendisinden değil; ama ‘Kemalizm’i tanıdıktan sonra artık Kemalist’im’ diyebilme erdemliliğini ve yürekliliğini, hazırunun gözünün içine baka baka vurgulayan Çin Büyük Elçisinden duydum. İnanın bu Zat, hiç beklemediğim bir zamanlamayla, artık benim de büyük favorim oldu.

 

            Çünkü dün olduğu gibi bugün, hatta yarın da Kemalizm’e sımsıkı sarılmazsak, emperyalistin yeni Türkiye Cumhuriyeti sömürgesi olmaktan öteye asla geçemeyiz. Anlaşılıyor ki Akşener de diğer muhalefet erbabı gibi Batıyı arkasına alabilme umuduyla veya Batıyla flört yapma alışkanlığıyla, belki de Batı’nın ısrarla dıştaladığı Kemalizm’e bilhassa değinmek istemedi. Lakin asla unutmayalım ki hepimiz Kemalist olmadan, değil bağımsız Sanayi ülkesi ve bir Sosyal Devlet olabilmek, küçük Asya gibi bir mekânda, tarlamızı bile sulayamayız.

 

            Neden mi? O halde ilk Cumhuriyet dönemine derhal empati oluşturalım. Bakın, bugün mazlum Devletlerden olmayı Atatürk ve Kemalizm sayesinde çoktan arkamızda bırakmış koca bir Türkiye Cumhuriyeti olarak, başımıza arda arda gelen ya da getirilen liyakatsiz ve ben merkezci siyasiler sayesinde, ne yazık ki hala Batı gözüyle, gelişmesini tamamlayamamış bir yarı sömürge ülkesi olarak anılıyoruz.

 

            Demek ki Kemalizm tamamlanamamış veya bilhassa ülkemizde yarım bırakılarak ters döndürülmüş demektir. O halde, hele de yeni bir başlangıç yapacaklarını vaat eden Kılıçdaroğlu, Akşener gibi Parti Liderleri, Kemalizm’i sadece çevre temizliği veya hatır için değil; ama tek kurtarıcı esas olarak görmek ve bütün şahsiyetleriyle ona sarılmak ve aynı bağlamda sözlerine bile inadına Kemalizm’le başlayıp onunla bitirmek zorundadırlar. Ki bizde ciddiyetlerine inanalım ve onlara el uzatalım.

 

            Pandemi dönemine kadar takdirli evlatlarının okul başarılarıyla öğünen genç anne ve babalar, Pandemi ile başlayan ve adı öğrenim olan içeriği belirsiz, uzak eğitim yaftalı bir Internet oyunu ile çocuklarının, kafalarının iyice karıştırılıp aldıkları eğitimi de artık ciddiye almayarak okul ve eğitimden uzaklaşan başarısız kimliklere giderek dönüştüklerine de esefle şahit olmaktadırlar. İşte tam da bu noktada ve bıçak kemiğe dayanmadan, ilk Cumhuriyet döneminin yoksulluk günlerinde bile Köy Enstitüleriyle hızlandırılmış, dinamik bir milli eğitim mucizesini de gerçekleştirebilen Kemalizm, özellikle de muhalefet liderleri vasıtasıyla yine imdada çağırılmalıdır.

 

            Yoksa ne olur biliyor musunuz? Siyasa oyununu Batı şemsiyesi altında bir menfaat yarışına döndürmüş olanların hazin akıbeti sizi de bulur ve daha yolunuzun başında bu sahteciliği defalarca denemiş ve yok olmuş ve olacak olan diğerleri gibi sizde tarih sahnesinden acilen ıskarta edilirsiniz. Ayrıca Devletinize ve yüce Türk milletine vereceğinizin zararın da bedelini asla ödeyemezsiniz…

                                                                      

Serendip Altındal

 Özün Kişiliğinin Aynasıdır...

serendipaltindal.blogspot.com

serendipaltindal@gmail.com

Video Kanalım & Şiirlerim

18 Eylül 2020 Cuma

TARİHE SADAKAT..

 

            Akdeniz’de son günlerdeki geri ileri sismik manevralar kafaları karıştırırken yine de bazı akılcı gerçekler gözümüze çarpmıyor değil hani. Havada uçuşan kelebekler gibi kısa ömürlü olan bu gerçekleri incitmeden sis bulutlarından sıyırıp masamıza yatırdığımızda;

1)      Akıldışı bir stres ile bizim Dışişleri siyasasının tarumar edildiği bu günlerde iki taraf içinde tatminkâr bir sonuç açıkça görünmüyor.

2)      USA Balkan kanadımızda üsler açarak Yunan fırsatını, Ön Asya ve Avrasya bileşkesinde kendince bir menfaat çizelgesine yazıyor olabilir. Bu da bizi fazla bağlamaz aslında. Zira USA’nın üsler açmaktan ziyade onları nasıl işlevli kılacağı meselesinin tatminkâr bir yanı yoktur, bu üslerden medet umanlar için. Bilmem açık anlatabildik mi?

3)      Daha ziyade Musevi İş adamlarının çikolata, bisküvi, kozmetik, abur cubur vs. vb. anti milli sanayi ürünlerinin cenneti haline gelen Türkiye aslında, ülkemizde kendi işçiliğimiz ve kaynaklarımızla imal ettiğimiz ürünlerin toplam hasılatından fazla tutan marka ve patent ücretini, Dolarla ödeyerek dış borçlarımızı katladığımız bir İsrail serbest Pazarı haline gelmiştir.

Yani İsrail’de bizlerden sağlanan kazanç ağır endüstri ve silah sanayiine, bağımsız kalkınma amacına dönük kullanılırken, maalesef bizim emeğimiz ve milli kaynaklarımız kendi ülkemizde milli sanayiimizi engelleyerek geciktiren, bizi uyutan ve prensipte başkalarına menfaat sağlayan bir yapay ticari meşgaleye dönüştürülmüştür.

4)      USA ve AB emperyalist menfaat ortaklığı, aptal değildir ki Akdeniz krizini gereğinden fazla uzatarak, pandemiden bile ağır bir derde duçar olup kendi yarınlarını karartarak, bunun da masrafını kendi ceplerinden ödemek zorunda kalsınlar.

Sonuç: Neresinden bakılırsa bakılsın, ana kıta sahanlığı ve karasuları hakları, Lozan Antlaşmasının 12-15 maddelerinden bile açıkça anlaşılan Türkiye’nin, çevresel adaları, karasuları, su ve toprak altı madenleri üzerindeki hakları itirazsız teslim edilmek zorundadır.

Ayrıca Vatanımız ön Asya’dır, yani Doğu kapısıdır. Hele de Türk’ün toprağı olunca, burada Bizans oyunları, sahipsiz Beyrut’ta olduğu gibi sökmez artık. Şayet böyle olmasaydı, önce 1071 de Alparslan, 1453 de ise Fatih ile tanışamazdı bu Dünya. Atatürk ise hepsinin üstünde emsalsiz bir ders ve damak tadı bırakamazdı bu Dünyaya.

           

            İşte ortak akılla da yürünmesi gereken yol, varılması gereken hedef budur. Yani ortak akıl aslında üst akıldır o da esasen her zaman doğruya işaret eder. Siz karşı tarafın, haklı Türkiye karşısında, kabadayı makyajıyla atıp tutmasına sakın kulak asmayın. Eski oyunu oynuyorlar aslında her zamanki gibi. Yani önce tehdit et, tabii bunun Türk’e tesir etmeyeceğini Coni Volkır ve avenesi de iyi bilir aslında, hiç kuşku duymayın. İkinci silahları provokasyondur. Ki önce biz vuralım da onlar uluslararası kamuoyunu arkalarına alabilsinler, anlayacağınız.

 

            Bir noktayı daha hatırlatırsak belki daha açık ve sempatik olur konumuz. Rahmetli Atatürk oturduğu yerde ve evlatları olan Mehmetlerinin burnunu bile kanatmadan kazanabileceği bütün hakların da zaferi olurdu bu, şayet işin başında kendisi olabilseydi. Bakalım Ak biraderler ondaki zekânın ve Devlet adamlığının katresini ortaya koyabilecekler mi?

 

            İstanbul’un tarihi güzelliğinin, AKP eliyle, yeşilinden yoksun beton duvarlarla çevrili siluetine, AKP Hükümetinin, milli sanayi ve toprak bereketini yok eden 20 yıllık makus icraatları bileşkesinde bakınca, sömürgeci direktifleri doğrultusunda nasıl bir Türkiye tasarımında oldukları derhal anlaşılıyor. Yani beton konutları çeşitli yörelerden gelen göçmenlerle doldurulmuş, demografisi altüst edilmiş, yabancı yardımlara muhtaç hale getirilmiş, bir sömürge İslam Cumhuriyeti Eyaletler Türkiye’sinin resmidir bu.

 

            THK’nın, Atatürk ve diğer milli Türk kurumlarının neden işgal ediliyor ve/veya elimine ediliyor olması ise yukarıdaki resmin yanında artık laf ı güzaf olmaktan öteye gidemiyor maalesef. Öyle ya bize sömürge gözüyle bakan Batı Aleminin, yeni Newyork’laştırdığı İstanbul’umuzun yanında başka söze de gerek kalıyor mu artık dostlar!

 

            Tarihe sadakat akılcılık ise tarihi yaşatmakta, tarihsel esaslara ve doğrulara sadık kalmakla ancak gerçekleşir. Atatürk ismini, yok olma potasından, o kocaman yürekli adamın çelik parmaklarıyla söküp aldığı milletinin kendisine verdiği ve bu soyadını da anasının ak sütü gibi hak ettiği gerçeği ise tarihe sadakatin ayrılmaz bir parçasıdır. O halde tarihi gerçeklere aykırı ve tarihe sadakati beslemeyen konularda popülasyonu aramak, her halde trajikomedyen ikbal düşkünleri için, daha akılcı ve menfaate yönelik olacaktır…

                                                                      

Serendip Altındal

 

Özün Kişiliğinin Aynasıdır...

serendipaltindal.blogspot.com

serendipaltindal@gmail.com

Video Kanalım & Şiirlerim

 

7 Eylül 2020 Pazartesi

BAVUL TAŞIMAK ZOR İŞTİR..

 

            Kâinatta değişmeyen tek bir şey vardır o da değişim veya devinimdir. Bu da esasen her şeyin gelip geçici olduğunu tek kelime anlamıyla da ifade etmez mi? Yani uluslar, Devletler, inançlar ve kısaca olmazsa olmaz kabul edilen ve yakın çağlara kadar çok köklü olan bilinçler, dinler ve bilim dalları bile bugün izafi değerlere dönüşüp yerlerini çağdaş dediğimiz ve ne zamana kadar doğru olacaklarını bilemediğimiz bilinçlere bırakmamışlar mıdır?

 

Tıpkı hiçbir şeyi umursamayan, Dünyaya metelik vermeyen uçarı bir gençliğin, günü gelince, lastik külotla dolaşmaya veya yatağa çakılmaya mecbur olan bir yaşlılığa dönüştüğü gibi. Veya o noktada yardıma gelecek tanrıyı bile boşuna beklediğini anlayan öncesinin mütedeyyin insanının, çektiği acıların kahrından bütün inançlarına ve yaşadığı hayata bile lanetler okuyarak ateiste dönüştüğü gibi.

 

Aslında böylesi ikbal düşkünlerine bu dünyada yapılabilecek en büyük iyilik, saatleri çalınca onlara ayna tutup ‘bak görüyor musun, kimseyi adam yerine koymayan, hırs ve duygusuzluğun taşlaştırdığı suratın ne hale geldi. Ne mazlum ve çaresiz bir insana dönüştün’ demek olacaktır. Ki gençlere de uzak, yakın her türlü eğitimden daha kalıcı ve öğretici olsun. İşte burada hep birlikte bir kere daha anlıyoruz. Ki bütün zamanların en gerçek eğitimi ve bütün ilimlerin atası tarih dersidir. O halde rahmet isteyen tarih hocalarımıza, gelin birlikte rahmet okuyalım.

 

Yalnız bu arada bizim için önemli ve geleceğimiz bağlamında da çok umut verici olanı, tarih dizesi içinde kadim Türk ulusunun Dünya uygarlık tarihinde başat pozisyonunu bazen büyüyüp bazen de küçülerek; ama hiçbir şekilde asla terk etmediğidir. Ağzı olan konuşacaktır elbette lakin bilin ki bu bağlamda her söz artık söyleyenlerin de sonunda kabul etmek zorunda kalacağı laf ı güzaf olacaktır.

 

            Ağız torba değildir ki dikip büzesiniz. O halde bazıları da elbette ‘dindar ve kindar’ nesiller gibi gafları da diğer emsal saçmalıkların yanı sıra aynı hevesle havaya savuracaklardır şüphesiz. Bunu da arada düşünmeden konuşan, bilmediğini dahi her fırsatta, bilinçsizliğine uygun bir formatta zırvalayan ve lakin bu alemde tek başına olduğunu da bilen insan bilinmezinin çaresizlik ve korku kompleksine yorumlamak da hatalı olmaz aslında. Çünkü bu gibi insanların, dini imanı bütün olan bir kimsenin asla kindar olamayacağını bilmeleri de beklenmemelidir işin özünde. Ya da bunlar belki de dinsiz ve ateistleri dindar bir maskeyle sinsice ve hayasızca temsil ederken, dindar olanları da sömürüyorlardır, kim bilir?

 

            Milli ve tam bağımsız Sanayiden bahsederken unutmayın ki söyleyeceğiniz her yanlış söz ve yaratacağınız her ters algı, rahmetli yüce Atatürk’ün kemiklerini sızlatacaktır. Çünkü hemen Kurtuluş Savaşının ve Lozan’ın ardından Türk milli sanayiini uçurarak ve o yokluk günlerinde Türkiye’mizi, kendi başına kalkınabilen birkaç Devletin en tepesine oturtarak, Türk mucizesi lafını Dünyaya ezberleten tek liderdi rahmetli Atatürk. Bugün ithalat ekonomisine milli sanayi diyenlerin tümüne ithaf edelim o halde bunu da. Kuşkusuz bu yazıyı herkesin erişebileceği belgesel rakamlarla da tamamlayabilirdim. Okuduğunu bile anlayamayanları ya da anlamak istemeyenleri fazla sıkmamak için bunu kendime saklıyorum.

 

            Herkesçe malum emperyalist kardeşlerle, onların bavul taşıyıcısı Yunanistan’ın bugünlerde tek iştigal ettiği konu, Lozan antlaşması ile de görmeyen gözler ve duymayan kulaklar için daha da anlaşılır hale gelmiş olan kıta sahanlığı ve karasularımız üstünde olan yasal haklarımızı, bir şekilde egale edebilmek için, ilk tetiği çeken olmamızı sağlamak üzere bizi provoke etmeye çalışmaktır. Sabır, sükûn ve kararlı yüreklilik, gerektiğinde hiçbir savaştan kaçınmayacak ve gerçek varlığını o zaman ortaya koyacak olan Türk Ulusunun esasen her zaman yanında taşıdığı, ilk ve son noktaya kadar da karşı empatiyle kullandığı ögeleri olmuştur hep.

 

            Pandemi borç rezervasyonundan ellerinde kalan 300 Milyar Doları halka dağıtmayı söyleyen ve bunun için Kongreden yetki isteyen Trump, Başkanlığını bir dönem daha uzatabilmek için daha ne yapsındı ki. Acaba Başkanlığının temdidine ondan bile fazla ihtiyacı olan ve vatandaşına Pandemi vaatlerini bile tutamayan bizim Erdoğan, bundan nasıl bir öğreti çıkarabilirdi ki.

 

Hele de hazinede ne o kadar parası ne de olsa bile mislini kazanmadan karşılıksız halka dağıtmayı aklından bile geçirmeyecek fıtrata sahip bir Hükümet lideri için bu olacak şey mi şimdi hiç? Bizde nelerden bahsediyor, alakasız kimliklerde nasıl empatiler oluşturmaya çalışıyoruz hani. Ya da Tevrat’ı rahleye koyup Kuranla tedrisata başlayanlara tempo tutuyoruz dostlar, hadi canım geçiniz…

 

                                                                                   Serendip Altındal

 

Özün Kişiliğinin Aynasıdır...

serendipaltindal.blogspot.com

serendipaltindal@gmail.com

Video Kanalım & Şiirlerim