Teknik,
istihbarî, siyasi, tıbbi, ticari, askeri kaynakları, denetlenemez iletişim,
erişim ve merkezi yönetim olanaklarıyla Türkiye’nin göbeğinde bir Pentagondur
Beştepe Sarayı. Yani bir ifadeyle de Türkiye Cumhuriyeti Devletinin paralarıyla
inşa edilmiş lakin milletinin kontrolünden çıkarılmış ve USA (CIA) denetiminde,
emperyalist güdümlü bir karargâhtır.
Bu karargâhın yönetiminin kendi
elinde olduğu söylenen veya bu algı yaratılan; ama aslında konu mankeni olan
şahıs ve şahıslarsa elbette bizden birileri olmalıydı. Ki bildiğiniz gibi de
öyledir. Ne ki bu resmin bizim tarafımızdan görünen yüzüdür. Ve bilelim ki
emperyalist Batı dünyası resmin gerçek yüzünü görüyor, çünkü işin aslını
biliyor. Şimdi buna itirazı olanlar elbette olacaktır. Lakin bu itirazların
gerçeği değiştirmeyeceğini de asla yadsımamak gerekir.
Bilinen tarihle birlikte Doğuda
başlayan, Batıya doğru Türkler eliyle gelişen ve yayılan uygarlıklar dizesinde
derinleştikçe görüyoruz ki; insanoğlu var olduğundan beri hep iktidar, servet
ve ikbal için yaşamış ve bunlar için hemcinsleriyle hatta aile bireyleriyle
bile savaşmıştır. Dinler ortaya çıktıktan sonra da durum asla değişmemiş aksine
kanlı ve acımasız din savaşlarıyla, daha da dehşetengiz hale gelmiştir.
Emeviler ve Abbasilerle birlikte
bilhassa da Türklerin İslam’a geçmesinden sonra, Dünya uygarlık merkezi haline
gelen İslam İmparatorluğu sonrasında da İslamiyet, bir Dünya dini olabilmişse,
bunu tamamen Türk varlığına ve onun tasavvufi, bilimsel, ötesinde de dini varlığını
tarihten silmeyi hedefleyen Haçlı olgusunu yok eden askeri gücüne borçludur.
Dolayısıyla Arap âlemi de bunun bilincinde olmalı ve bu gerçeği asla
unutmamalıdır.
O halde Türk varlığı sadece
kendisinin değil, İslam’a geçtikten sonra Arap varlığının da devamını
sağlamıştır. Varlık tarihi boyunca ezeli bir iktidar kavgası içinde olan
insanoğlu, bütün fikri ve teknolojik gelişmesine rağmen egosu bileşkesinde bir
arpa boyu bile yol alamamış yani sosyal ahlak ile kişisel mental bağını, en
ideal sosyal seviyeye ne yazık ki taşıyamamıştır. Böylece Homosapienin insan
yaratığına özgü egosu, başlangıçta neyse bugün de daha fazla veya az değildir.
Dolayısıyla bugün dahi insanlığın
ortak kaderinin, yaratılışından ötürü, topluca mekânımız olan Dünyanın herhangi
noktasında, bir nükleer tetiği ateşleyecek bir sapığın elinde olması, insanlık
adına çok ürkütücü ve utanç vericidir. O halde böyle bir ilkel seviyedeki
insanlık, evrensel uygarlık, sulh, özgürlük, sosyal adalet, hümanizm
kavramlarıyla nasıl özdeş tutulabilir.
Çünkü saydığımız ilkeler, anlaşıldığına
göre insan toplumları için aktüel ve özümsenmiş değil, sadece yüzeysel ve anlamsal
değerler içermektedir. Aynı bağlamda görülür ki başlangıçta Doğudan Batıya
doğru seyreden insan varlığının uygarlık serüveni, artık sona varış ve bitişle
yer değiştirerek doymaz emperyal Batıdan, Doğuya doğru yön değiştirmiştir.
Eşin, eşiyle, kardeşin, kardeşiyle, Devletlerin birbirleriyle, Homosapien den
bugüne kadar süren sonu gelmez kavgayı analiz ettiğimizde, insanoğlunun
bizatihi aslında sadece kendi egosuyla ezeli bir kavga içinde olduğunu
anlıyoruz, başkasıyla değil. Maalesef ve nasıl bir paradokstur ki barbar doğalı
bu insan yaratığı, şimdi uygar kabul etmemiz gerekiyor. İlk Devletleşme olan Feodal
hiyerarşi bile önce Doğu da Türk illerinde gelişmiş lakin giderek Batı da demokrasi
yaftalı, emperyalist diktaya dönüşmüştür.
Erdoğan her konuşmasını Bay Kemal’le
açıp, kapıyorsa demek ki artık kişisel özgüvenini de yitirmiştir. Ve Yerel
seçimlerden de ümit var değildir. Belki de son seçimleri olduğunu düşündüğünden
tansiyonu yükselmiştir. Öyle ya kendi eliyle servet sahibi yaptığı yandaşları
bile kendisine ve Partisine güvenmedikleri için ülkeyi terk etmişler ve
etmektedirler. Sıra yakında en yakın akrabalarına da gelirse hiç şaşırmamak
gerekecektir. Velhasıl İktidarı kaybetme korkusu onlarda tavan yapmıştır artık.
Milli ekonomiyi işlemez hale
getiren, vatandaşı inleten, canından bezdiren vergi artışlarına, enflasyon
çılgınlığına asla tutmadığı ve tutamayacağı vaatlerine bakılırsa, son çare
olarak ‘ey mümin kardeşlerim, Cennete gitmenize bile gerek yok. Size bu Dünyada
da dört tane huri vereceğiz’ vaatlerini de yakında kullanırsa da, şaşırmamak
gerekecektir.
Aldığımız izlenimlere göre USA, AB
bileşkesinden de ayrılıp – ki NATO’dan ayrılacağı sinyalini de vermişti – Arap
– İsrail ve olası Türkiye bileşkesinde – ki Asya kapısı olan Anadolu’nun
stratejik değeri vazgeçilemezdir ve/çünkü yapay bir Kürdistan kendileri için de
salt bir fanteziden ibarettir - yeni bir güçler birliği kurmaktan yanadır.
Yanılmıyorsak bu yılın yarısından
sonra bu doğrultudaki gelişmelerin ilk işaretleri büyük olasılıkla görünür
olacaktır. Yalnız İngiltere’nin Brexit’e sarıldığı gibi Türkiye de Asya
birliğinden asla vazgeçmemeli, AB&ABD ile ilişkisini de Asya birliği
güvencesinde yeniden yapılandırmalıdır.
İşte tam da bu noktada servetin
varlık olmadığı ana hatlarıyla çıkmaktadır ortaya. Çünkü parasal servetlerinin,
fizyolojik ve manevi varlıklarının güvencesi olmadığını kendileri de anlamış
olacaklardır ki son dönemde mantar gibi biten yandaş para babaları, şimdilerde mekân
değiştirmeye karar vermişlerdir.
Sözü varlıkla bitirelim: Ülkende anayasanın
adil ve eşitlikçi güven ilkelerinin ışığı altında, huzur içinde özgür, korkusuz
ve herhangi bir endişesiz yaşayabiliyorsan; geçim, sağlıklı yaşam ve istikbal sorunsuzluğunun
yanında, şüphesiz çocuklarının da eğitim ve gelecek endişeleri olmayacaktır. O
zaman hepinizin birlikte, tam bağımsız vatanınızda asla bir milli beka
sorununuz da yok ve olmayacak demektir.
Ve işte o zaman bileceksin ki; her
şeyden önce toprağının altı ve üstüyle bütün milli servetinin güvencesi olan
mükemmel ve güçlü bir milli ordun var demektir. O halde hemen, Atatürk’ün istiklal
varlığın için kurduğu milli ordusuna empati oluşturabilirsin. Ve bu ordunun
ebediyen diri ve güçlü kalabilmesi için de onun milli silah, araç, teçhizat
sanayiinden, eğitimine, sağlığına, iaşe ve ibatesine kadar bütün çağdaş
olanaklara da sahipsin demektir.
Sonra da bu gücün koruyucu kalkanı altında
doğal olarak gelişmiş tarımsal ve ithalat ihtiyacı olmayan, ihraç sanayi fazlan
da vardır kuşkusuz. Bu durumda elbette fert başına GSMH dağılımın kalkınmış,
zengin bir ülkenin seviyesinde ve dış borcun da sıfır olmalıdır. İşte gerçek
varlığın, sana bütün zenginliğini sağlayan böylesi bir Devletindir aslında
kardeşim. Çünkü ancak böyle bir Devlet zırhı altında bireysel servet sahibi de
olabilirsin.
Yani salt insan olmak insanı varlık
sahibi kılmaz. Demek ki servet güvencesi için de önce gerçek varlık sahibi
olmak gerekiyormuş. Yani varlık serveti de içeriyorken salt servet tek başına anayasal
adalet, bilinçli insan kaynağı ve doğal zenginlikle özdeş olan gerçek bir Devletin
varlığına işaret etmiyormuş.
Öyleyse zorunlu bir saygı nasıl
sevgiyi de ifade etmiyorsa, içten gelen bir sevgi sözcüğünün güzel Türkçemizde saygıyı
da ifade ettiğini bir kenara yazmamız gerekecektir. 17 yıldır varlıksız hatta
eldekini dahi yok ederek iktidar olan zoraki saygınlara ve o batılda kalmakta
ısrarcı aymazlara, bilmem bir şeyler anlatabildik mi?
Serendip
Altındal