22 Eylül 2014 Pazartesi

PARÇALI BULUTLU..

             Ya sıkın yumruklarınızı, açın gözlerinizi ayağa kalkın ya da açın gözlerinizi, sıkın yumruklarınızı; ama ayağa kalkın. Şimdi vakittir, haydi açın pencerenizi, devrimin rüzgarını topuklarınıza kadar doldurun içinize ve yüreğiniz ürperip kıpırdasın artık. Bir açılım tutturmuşsunuz hep birlikte batıyorsunuz. Uyanın artık sonunda kimliğinizi de kaybetmeden. Bayrağınız, üstüne milli okullarınız bile yakılırken gıkınız çıkmıyor.
            Acaba alevler kendi kıçınızı da sardığında ne yapacaksınız. Söndüren yok mu diye bağıracaksınız. Bu nasıl Kemalistliktir. Yoksa bu da mı yumuşatılmıştır. Anlaşılan hepiniz Amerikan mutfağından besleniyor olmalısınız. Bu ise bırak anlaşılmayı, asla kabul edilebilir de değildir. Bu çağrı öncelikle de CHP içinde ki; ama varlığı ile yokluğu artık tartışma konusu olan öz-KEMALİST'leredir.


            Başbakanına, Cumhurbaşının(!) ayak işlerini yaptıran, tersyüz edilmiş ve amuda kalkmış hükümetiyle, batma potasındaki ilkel ülkeler safına indirgenmiş, anlı şanlı koca Türkiye Cumhuriyetinde, ne yazık ki muhalefeti de ara ki bulasın. Hal bu olunca da ülkede, un eleğine dönmüş hudutlarıyla, uçanla kaçanın hesabını tutacak bir merci de kalmamış demektir. Kaotik karmaşa almış başını giderken, milleti fıttırma noktasına getirmiş, yetersizlikleri tavan yapmış malum ve artık bezdiren, onursuz kimlikler, hala bıkıp usanmadan balkon veya fırsat tiradlarıyla vatandaşları, acı gerçeklerine hiç dokundurmadan, alışıldık çakma gündemleriyle uyutmaya devam etmektedirler. Bu arada milli tansiyonumuz da giderek ölümcül tehlike hudutlarına doğru süratle yükselmektedir. Sonra mı? O da sürpriz yumurtamız olsun artık...


            Marks, ingilizler insanları şapkalara, Almanlar da fikirlere dönüştürür demiştir. Yani İngilizler 'BEN diyorum ki' diye söze başlarken, Almanlar önce 'SİZ ne diyorsunuz?' diye sorarlar insana. Ve hiç bir fikri olmayana da muhatap olarak bakmazlar aslında. İşte fark da buradan gelir esasen. Bu yüzdendir ki, şayet Merkel "Türkler müttefikimiz; ama dostumuz değil" demişse, bu yakın tarihimizde bir ilktir ve bu da beni düşündürür doğrusu. Ve ülkemin düşürüldüğü Siyonist tuzağın efkarı - ama çaresizliği asla - çöker üstüme, akşam güneşinin son ışıklarıyla ağır ağır. Oysa yakın ötemde, bana bunları söyleten ansızların kılları bile kıpırdamamaktadır. İşte kendi aramızda ki fark da budur aslında.
           

            Yanlış sorulan soruya doğru cevap alınamaz. Öyle ki, neyi, nasıl soracağını bilmeyenin kafası daha da karışır aldığı cevap üzerine. Tez antitezine kavuşmadan sentez kurulamaz. Doğru soru ise doğru cevabı, antiteziyle birlikte getirir genelde. Geriye de artık sentezi oluşturmak kalır sadece. İşte evrensel insansı olan devinim de budur ve bu da ilanihaye sürer gider ya zaten yerküre üzerinde. Yani tarih dizesi içinde, sosyal-asosyal-sosyal sentez, asosyal-sosyal-asosyal devinimini tekrarlar durur; ama asla aynı noktadan geçmeden. Bu spiral döngünün, insan neslinin sonu gelinceye kadar da böyle süreceği kesindir. Ve hiç unutulmamalıdır ki, genetik kopyası bile orijinalin asla kendisi değildir. Her şey biriciktir yani tanrı gibi.
            Salt vatandaş ifadesiyle de; tüm varlığımızı kapsayan tarihsel süreç içinde oluşan ve toplumları zaman zaman karanlıkta bırakan sıkıntılı dönemler, yağmur bulutları gibidir. İçlerindekini boşalttıktan sonra sular durulur ve pırıl pırıl gökyüzünde güneş yeniden bütün haşmetiyle yine parıldamaya başlar ve yeri göğü birdenbire yine ısıtıverir. Öyle ki; tekrar yağmur duasına çıkılma ihtiyacı kendiliğinden hasıl olur. İnsan kaynağı kişisel olarak ele alındığında da, bireyi yöneten ruhsal  konsepti aynı şekilde, açık veya parçalı bulutlu değilmidir. İşte bu da ne hikmetse insan toplumlarının güncesidir. Ve bunun hikmeti de tüm mevcudu yaratandan sorulmalıdır...


            Sabıka kayıtları bir hayli kabarık olduğu için, tanınmak endişesiyle kara maskeler takan ve profesyonel kitle katillerinden oluşan sapkın bir Salip ordusu, ne zamandan beri Müslüman birliği (!) kurmaya soyundurulmuştur. Hiç bir Müslümanın, başka bir Müslümanın kalbini - ki kan davalı bile olsa - yemiyeceği, bunun Müslüman doğasına aykırı olduğu, nasıl olur da sorgulanmaz. Hangi Müslümanlıktır (!) bu sözü edilen. Yoksa hani şu yumuşak pankartıyla meraklısına sokulan, bu mudur acaba? O zaman Allah sertinden cümleyi korusun. Artık kendisini kuyruğundan yutmaya başlayan adı üstündeki küresel emperyalist sapık, IŞİD adlı haramiler kervanıyla işte işi sonunda bu mecraya da getirmiştir. Ama kendi sonunu da ilan eden son perdenin başlama gongunu da çalmıştır aynı bağlamda. 


            Muhayyel Kürdistanın olası kampusu aslında öz vatanı olan Mezopotamya'dır. Doğu Anadolumuz da işi ve yeri hiç olamaz. O halde Türkiye için tasarlanan senaryo, açıkça bir İsrail-Ermenistan kripto Kürt projesidir. Çünkü Kürtleri temsil edeceği ve adı Kürdistan olacağı söylenen bir devletin daha adı bile konmamışken, aslında binlerce yıldır Türklerin vatanı olan Anadolu da konuşlandırılmaya kalkılması, bırakın yeni bir devlet kurulmasını, aksine hanidir var olan gelişmiş başka bir devletin veya devletlerin emperyalist tasallutu olarak kendiliğinden algılanmasıdır. Ve bu bağlamda da bize yedirmeye kalktıkları Kürdistan masalı, koskoca bir ABSURD olarak kıçının üstüne düşmüştür artık. Haydi, şimdi gelinde bu masalı, Kürdiyle, Türküyle tüm Türk milletine yutturun bakalım...

                                                                                         Serendip Altındal

                                                                                                          

14 Eylül 2014 Pazar

TARZ MESELESİ..

            Beni doğma büyüme İstanbul'lu ve bir Türkiye Cumhuriyeti bireyi yapan kişiliğimle, bunu ön plana taşımayan ve nereli olduğumu soranlara da "bu neye lazım" diye tavır koyan bir insanımdır aslında. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı Kemalist, Türk Milliyetçisi ve Ulusalcısı özeğimle, böylesi soruları ilk gençlik yıllarımdan beri hiç sorulmamış kabul etmiş veya istemeyerek cevaplamışımdır da ondan.

            Doğum teşvikleri ve fukara fonlarıyla artan ve yeni nesillerinin milli eğitimlerinin, çağdaş eğitim yerine, Arapça tedrisatlı İmam Hatiplere kadar ümmet seviyesine düşürüldüğü nüfusumuz, diğer yanda milli kaynaklarını da dış sermayeye satanların seçmen sayısını daha da arttırıyor olacaktır. Seçme haklı eğitimin ise paralı olması ve misyoner okullarında, o da sadece portföyü kalın bir azınlığın uhdesinde kalması, azınlığın nispeten çağdaş eğitilmesini sağlarken, çoğunluğun ise koyun bırakılmak istendiği apaçık ortadadır. İşte asıl hedeflenen de budur esasen. Sabık Başbakanın, nüfusun artması bağlamında "en az 3 çocuk yapın" söylemleri, bu gerçeğin ifadesiydi aslında.

            Bu tehlikeyi yani yurdumuzun kendi nüfusumuzla emperyalist düşman adına içerden, göçmenlerle de dışarıdan işgal edilerek, çağdaş Atatürkçü Cumhuriyet ilkelerimizin tersyüz edilmesine, ancak Atatürk niteliklerinde bir liderin yöneteceği tam bağımsız bir CHP engel olabilir. Ve böyle bir CHP rüştünü ispat ederek yeniden hepimizin partisi olurken, aynı bağlamda tüm ulusal muhalefeti de yine İstiklal Cephesinde bir araya getirebilecektir. İşte görünen köy budur ve bu da kılavuz istemez.

            Bilinmelidir ki; ABD de, AB de Burjuva çocukları "yeni artı artık varyasyonları" açık tabirle de "ülkeler nasıl sömürgeleştirilir" tezleriyle eğitimlerini tamamlayabilmektedirler. Bizim gibi gelişme ülkelerinde ise finanse ettikleri hükümetlerle milli eğitim tersyüz edilerek milletler, yeniden skolâstik ümmetler haline bu yüzden getiriliyor. Yani bizim nesillerimizi geri bırakarak, kendi yeni bitmelerinin önlerini açmak için.

            İnsan ırkının bütün analarından aynı niteliklerde insan türü doğar. Aralarındaki tek fark sadece eğitimleridir. İşte bütün mesele de budur. Bunu da emperyalist çok iyi bilir. İşte o yüzden de kemirdiğinin kemirgenidir ya zaten...


            Bu aralar kafaları karıştırılmış bazı kindar ve yandaş gugukçuların, yaratıcılıklarıyla dünya sevgilisi olmuş ve bütün dikkatleri üstlerine toplamış Gezi liderlikleri nedeniyle de, neredeyse yargılamadan mahkûm etmeye çalıştıkları, Atatürk'ün gençlik yıllarının ilk ateşi BJK’nın, aynı ateşi taşıyan ahde vefa sahibi ve gerçek vatan evladı taraftarı Çarşı grubu aklıma geliyor da; bu memleket bunları da görecek miydi, burası sahiden bizim Türkiye Cumhuriyetimiz mi diye soruyorum zaman zaman kendime.

            Size namusum üstüne yemin ederim ki, İstanbul-Bakırköy doğumlu olduğum halde, şayet Bakırköy’de milli birliğimizi bozacak bir yapılanma olduğu ispat edilmişse ve ben de yetki sahibi olmuşsam, inanın ki gerektiğinde, milli birliğimiz ve ulusal bütünlüğümüz adına, içinde doğduğum evimiz de dâhil olmak üzere tüm beldeyi yerle bir ederdim.

            Daha bitmedi. Şayet, bir zamanlar genç takımında top koşturduğum, babamın da ilk resmi lig şampiyonu kadrosunun - Taksim 1924 - kaptanı olduğu ve kendimin de taraftarı olarak doğduğum BJK’nın bile bünyesinde, bir hain nifak yuvalandığını bilsem, kapısına ilk bombayı koyan olurdum, biline. Şimdi her fırsatta milli birliğimizi yok etmek adına tarih boyunca emperyalist tarafından kaşınmış Dersim ve diğerlerini size havale ediyorum, yorum sizindir artık. Ve diyorum ki; tarihler boyunca anavatanımız olan Türkiye’miz ben Türküm diyenlerindir. Ve en azından, ABD adlı federatif göçmen kampusun da bile "ben Amerikan'ım" diyen Porto Riko’luların ve diğer göçmenlerin söylediği gibi.

            İşte bizde de, vatanımızın nimetlerinden fazlasıyla nemalanıp "ben Türküm" diyemeyenleri vatandaşımız olarak göremeyiz. İşlerine gelirse... Bunu anlamaları bu kadar zor mu? Almanya da kaldığım uzun yıllarda, Alman vatandaşı olmak istiyor musunuz diye sorduklarında da, her seferinde "hayır Türküm ve Türk vatandaşı kalacağım" demiştim de bizatihen. Ve buna rağmen saygı gördüm her zaman. Yani anlayacağınız dürüst ve açık olmak her zaman iyidir ve hep işe yarar.


            Bu bakış açısı, benimle aynı zaviyedeki her vatandaşımın da ortak özelliğidir aslında. İyi de, aziz Atatürk'ün eliyle kurduğu ve Cumhuriyetimizin de banisi olan, Kemalist yani tam bağımsız ve bunu altı okuyla da bütün dünya karşısında başından beri vurgulamış ve bundan sonra da betimlemek zorunda olan CHP gibi Cumhuriyetimizle özdeş bir partinin başkanı, nasıl olur da hem de altını çizerek ben "Dersim’li Kemalim" diyebilir. Ve nasıl olur da "ben Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı Türk ve Kemalist Kemal'im" diyemez. Bu durumda ise Erdoğan’dan ne farkı kalır acaba?

            Bununla, ülkemizde alenen bölücü kaftanıyla dolaşan; ama partisinin içine de hortumunu sokmuş olan emperyalist vampire, "aynı saftayız bizi hükümet yapın" mesajı mı vermektedirler acaba? Şayet durum buysa kendisi, her fırsatta telin ettiği sabık Başbakandan, partisi de sömürge cemaati AKP den hangi farkla ayrılabilirdi acaba? Yoksa enternasyonalist demokrat(!) olma sanrısı ile ve herkesi kendisi gibi sanan dürüst yanıyla da, farkında olmadan ve istemeden, ülkesinde hiçbir zaman ayrımcı siyasetler, ırkçılık ve etnik baskılar uygulanmamış olduğunu bildiği halde, başka bir TARAF ın oyununa mı getirilmektedir acaba? Keşke böyle olmuş olsa da, muhtemel bir sukutu hayal depresyonunu kapımızın dışında tutmuş olabilsek, tarihi CHP'miz adına.

            Yani parti içinden kuşatılıyor ve Cumhuriyetimizi, onu kuran partiyle yıkma diyalektiği giderek partiye egemen oluyorsa ve şayet Kemalist geleneğin çekirdeği de bu kan emici asosyal katkıyı bağrından söküp atmaya yeterli olamıyorsa - ki buna inanmak mümkün değil -; yapılacak tek iş, tüm Kemalistlerin partiden kendilerini soyutlayarak dışarıda tam bağımsız ve Kemalist tek ve aynı kalpak altında, yeniden bir araya gelmeleridir.


            Bütün bu acabalara verilecek tek bir cevap vardır aslında:
         Şayet CHP bünyesinde olması gereken doğruya salt tokalaşmakla ulaşılamıyorsa veya ulaşılamayacaksa, demek ki avuçlarımızı değil, kenetlenmiş yumruklarımızı buluşturmamız gerekecektir artık. Ne dersiniz arkadaşlar...


            Bu yazı Sayın Kılıçdaroğlu'na direk olarak yollanan bir kişisel mektup mahiyetinde de olabilirdi. Ne ki, bizde ayrı gayrı olmadığı, içimizdeki ne diyorsa dışımızdakinin de aynısını söylediği ve asıl hedef adresim parti bünyesinde ki öz-Kemalistler olduğu için, yazımın açık, toplu bir serzeniş ve parti geneline bir çağrı tarzında olmasını, aslında hepsine hitap etmesini bilhassa tercih ettim. Yine de Sayın Kılıçdaroğlu’ndan, artıları dolayısıyla ümitvar olduğum için, daha şefkatli bir üslup kullanmak, özellikle tercih nedenim oldu...

                                                                                               Serendip Altındal
Özün Kişiliğinin Aynasıdır...
serendipaltindal.blogspot.com
serendipaltindal@gmail.com
Video Kanalım

9 Eylül 2014 Salı

DOST - DÜŞMAN..

            Şaka gibi; ama gerçek, hani derler ya "kaş yaparken göz çıkardın". İşte bizim DLKB (Devşirme Liberalist Kardeşler Birliği) ülkeyi bugün öyle bir açmaza düşürdü, öyle bir morarttı ki tam bir felaket. Yakında en kalender vatandaş bile yolda bir liberaliste rastladığında, hemen yakalayıp ciğerini sökmeye kalkarsa hiç şaşırmayalım.

            Bu durumun vahametine bakıldığında ise, yani zengin ve fakir arasındaki uçurumun giderek, çorak toprakla, fay gökdelenleri arasında oluşan Arizona çöllerindeki görüntüyü almaya başladığı ülkemizde, cidden çok ciddi bir tehlike arz etmekte olduğuna dikkat çekmemiz gerekmektedir.

            Bir yanda zenginle fakir arasında önlenemez bir uçurum oluşurken diğer yanda, daha namuslu, sadece hakkı olanı talep eden ve başındaki manda hükümetine haraç vermeyen milli tüccar, sanayici ile vergi ödemeyen, dışa bağımlı, haraç vakıfları bağışçısı(!) yandaş iş adamı arasındaki tartışılamaz fark bile, haramzadeler tarafından sapına kadar soyulmakta olan halkın gözünde ne yazık ki giderek yok sayılmaktadır. İşte esas tehlike de buradadır, ticaret erbabı adına. Bu durumda Atatürkçü, tam milliyetçi ve bağımsız, ahde vefa sahibi milli iş adamlarımızın kendi adlarına da gittikçe kararan tablodan azami rahatsızlık duydukları ise kendiliğinden anlaşılmaktadır...

            Kendileri de bu gidişle uzak olmayan bir gelecekte, sokağa bile çıkamayacaklarının farkındalığında ve oluşmakta olan kaotik olguyu giderek artan bir endişeyle izlemektedirler. İşte başta besleme AKP manda hükümetinin, ABD+AB+Gladyo neferi ve şimdi ise boykotçuların yardımı ile de ite kaka, Cumhur’un bile başına paketlenmiş Erdoğan'ın ve milletin A' sında bile gözü olan yandaş bağışçıların(!) toplu gayretleriyle hep birlikte, bu noktaya salimen gelinmiştir.

            Kendi seçmenini dahi fukara fonuna muhtaç eden, vergi tahsildarını, vergisini ödeyen; ama kendisine haraç vermeyen milli tüccarın yakasına yapıştıran, haracını yediği yandaşın ise, yolundaki bütün engelleri temizleyen ve haram gelirini arttıran bir siyasa mevcudiyeti, sanki Cumhuriyetin ilk günlerinden itibaren bu ülkede serbest piyasa ekonomisi ve ekonomisti olmamış gibi, mevcut olanın da içine etmiştir. 

            İşte bu yüzden de yakında milli ekonomistin de anlayışla karşılayacağı tarihin en kanlı Sosyalist devrimi, şayet yakın günlerin Türkiye sinde yaşanırsa buna da kimse şaşırmamalıdır. Sosyalist devrim tabiri bilinçli olarak kullanılmıştır. Çünkü Komünizm'in devrimi yoktur ve olamaz. O bir yaşam biçimi olarak, ancak yaşanarak varılacak sosyalist aşamalı, ileri kültür düzeyi varışım formasyonudur. Tıpkı Asrı Saadet döneminin, cemaat, fırka, tarikat ve dergâhı olmayan, gerçek Ehli Beyt İslam'ı gibi. O dönem ne yazık ki sadece 23 yıl sürmüş ve Hz. Muhammed ile bitmiştir. Ne var ki yenisi öyle olmayacaktır.


            Bu öngörüyle geleceğe baktığımızda keyfiyet birileri adına hayli endişe vericidir. Öyle ki, emekli komşusunun veya kahvede ki pişti arkadaşının meslek, kıdem ve barem haklarından oluşan bir-iki yüz liracık fazlasını bile ona çok görüp komprador diyen ansız; ama çaresizlik içinde ki vasıfsız işçi veya emperyalist tabirle de yarı fabrika otomatları da artmaktadır ülkemizde ne yazık ki. Oysa değil Sosyalist, herhangi sosyal bir üçüncü dünya devletinde bile vasıf (meslek profili), kıdem, barem ve ortalama çalışma dönemi kazancı, sosyal hak edişle özdeştir. Bu hak ediş zürafalar devletinde bile eşitlenemez. Kuranda bile 'Bilmeyenle bilen bir olabilir mi' denirken; vasıflı ile vasıfız hiç bir tutulabilir mi? Ne ki, sosyal bir devlette her sosyal bireyin yaşam hakkı da son kuruşuna kadar ödenmelidir.

            Marks'ın PMP (para-meta-para) veya MPM (meta-para-meta) artı artık piyasa deviniminde bile bir manüfaktür işçisi ya da yarı otomatı, iş bölümünü kaybettiğinde işsiz kalmış demektir. Çünkü bir vasfı (mesleği) yoktur. Yeni bir iş yerinde, ya eskiden çalıştığı kendi iş bölümünde çalışmak veya da başının çaresine bakmak mecburiyetindedir artık. Yani vasıflı ve yüksek ücretli bir yöneticinin görevi, zürafalar ülkesinde bile, vasıfsız bir fabrika otomatına devredilemez. Yoksa bu da sadece büyük bir adaletsizlik değil; ama daha da büyük bir enayilik olurdu.


§          Türkiye Cumhuriyeti, halkın ayrı ayrı sınıflardan oluşmuş değil ve fakat kişisel ve sosyal hayat için iş bölümü itibariyle çeşitli meslek erbabına ayrılmış bir toplum olarak düşünmek esas prensiplerdendir. Çiftçiler küçük sanayi erbabı ve esnaf, amele ve işçi, serbest meslek erbabı, sanayi erbabı ve tüccar, Türk toplumunu oluşturan başlıca çalışma gruplarıdır. Bunların her birinin çalışması, diğerinin ve bütün toplumun hayat ve mutluluğu için zorunludur. (Atatürk’ün Görüş ve Direktifleri –s.13  Mustafa Kemal)
           
            İşte aziz Atanızın Türkiye Cumhuriyeti hakkında ki görüşleri bu merkezdeydi. Yoksa size birileri kalkıp: Oturun oturduğunuz yerde. Size verdiğimiz hakları kabullenin, yoksa çok daha yetersiz şartlarla yetinmek zorunda kalırsınız veya dünyanın patronları olan efendilerimiz bizden bunu mu bekliyorlar, diyorlar. Yürekleri yetmediği için belki açıkça söyleyemiyorlar; ama bilin ki istenen budur sizden. Sizi bilmem; ama bu bize hiç uymaz ona göre! Açın gözlerinizi ve hangi çukura sürüklenmekte olduğunuzun da artık lütfen farkında olun çocuklar. Ya kenetlenip tek yumruk olun eskisi gibi ya da birlikte o çukurda yok olun, seçim sizindir.


            O halde gençler kendilerine iş ve eğitim vermeyen hükümetlerinin gereğinde ümüğünü sıkıp, hakları olanı zorla almalıdırlar. İşte asıl hayat kavgaları da bu doğrultu da olmalıdır. Yoksa kavgaları kendileri gibi çaresiz vatandaşlarının, aslında haklarını bile ödemekten çok uzak gelirlerini kıskanmak veya çaresiz birinin can düşmanları olduğunu sanmak hiç değildir. Ayrıca gerçek DOST ve DÜŞMANLARINI ise, titizlikle teşhis etmeye şimdi her zamankinden fazla ihtiyaçları vardır...

                                                                                                                                                                                                                                                                Serendip Altındal

Özün Kişiliğinin Aynasıdır...
serendipaltindal.blogspot.com
serendipaltindal@gmail.com
Video Kanalım

4 Eylül 2014 Perşembe

FOKUR FOKUR..

        Bana gelen ekte olduğu gibi, sizlerle de paylaştığım yazılardaki doğruların kaynadığı ocağa bir kaç çıra da biz atalım ki, ateşimizin harı kesilmesin:

1)     Son günlere kadar sütre gerisinde sessiz kalma hakkını kullanan ve şimdi rapor adresi değişen GENKUR paşa, ne oldu da birden açılım denince, açılıverdi. Elbet bir esbabı mucibesi olmalı. Yoksa bu da ayrı ve yatay mı, dikey mi olduğu belli olmayan bir paralel uzantı mıdır?

2)      Öyle bir iki uygun renkte fırça darbesiyle kafalarında ki resme oturtulamayacağımız, sakın ola unutulmasın. Gerektiği anda olması gereken aksiyona, atılan adıma bakar notumuzu ona göre verebilir, rotamızı çizebiliriz. Kendi hür ve özgün irademizle, yardıma ihtiyacımız olmadan da, tam bağımsız kararımızı alabilecek bilinç, iman, ahde vefa ve özgüven sahibiyiz Allaha şükür, hiç kuşkunuz olmasın.

3)     ABD ve ayrılmaz kuyruğu İngiltere, klasik emperyalist kulvarda yalnızları oynamaya mahkûm kalacaklardır bundan böyle. Çünkü diğer Avrupalı Almanya'nın ise Türkleri vardır işin özünde, müttefik kalırlarsa nasıl olsa kestirme Türk usulü ile birlikte çıkış yolunu yine bulurlar. Diğer Kuzey Avrupalılar da, aynı bağlamda akıl yolunu bulacaklardır muhtemelen. Çünkü, şayet ABD dolmuşuna binmekte ısrarcı olurlarsa, kâbusları olacak ve kapılarının önüne dayanmış olan enerji krizleri, kaderleri de olacaktır yakın gelecekte.
          İşte bu bağlamda Avrupalı kara kara düşünürken; Amerikalı ise, şimdilerde son sahneleri oynanan "Amerikan Rüyası" adlı 300 yıllık güldürü filmiyle, daha kuruluşundan beri bir iki ailenin elinde olan 'serbest' yaftalı aslı para babalı ekonomisiyle, kendi vatandaşlarının yanı sıra bütün dünyayı da uyutup durmuştur. Şimdi ise Amerikan vatandaşı da bu sömürünün yani bugüne kadar nasıl iğfal edildiğinin farkındadır ve işin suyu da çıkmıştır artık. Çirkin Amerikalıyla yatıp kalkan Türkiye’de ki, küçük Amerikan modeline bakınca, bizde daha da bir çamurlu akan suyun, kenarında bile piknik yaptırmayan çirkin, vahim manzarası, bütün çipçaklığı (çıplaklığı) ile gözler önünde sırıtmaktadır.

         Doğu Avrupalı, eski Türk eyaletleri de müşterek gelenekler bağlamında kendi doğrularını bulacaklardır nasılsa. Orta Doğu ise, tam bağımsız bir Türkiye için sorun olmaktan çıkar. Tarihi ve geleneksel bağlarımız olan, Önasya ve ilerisi bildiğiniz gibidir esasen. Ve oralılar daha şimdiden geleceğin küreselci emperyalistlerinin, liberalistlerinin kafaları ezilmiş dünyasının köprübaşları olacaklarını ispat ettiler.

            O halde ABD daha ne kadar vazgeçilmez orta saha yıldızı kalabileceğinin hesabındadır ve Doların geleceğinden emindir de o yüzden mi, yeni transfer ataklarına kalkmaktadır. Yani nasıl, neyle, kiminle, hangi takıma bundan sonra transfer yapabilecektir artık. Girişe bakınca, sanki bu sorular şimdi biraz havada kalmış veya abesle iştigalmiş gibi kaldılar sanıyorum. Ne dersiniz...

4)         Eşyanın doğası gereği Yeni Haçlı senaryosu, eski mantıkla tutmayacağı için şimdi istavrozu bırakıp, artık İslam'ın hilali ile gelmektedirler. Amaç İslam’ı çakma olanıyla kırıp malı götürmek ve sahte İslam bayrağı altında da bölgemize yerleşmektir. Bu bağlamda İslamın iplerinin Vatikan'ın eline verileceği de unutulmamalıdır. Bu aralar moda olduğu üzere, Batılı konuşmacıların sık sık konuşmalarına Selamünaleyküm'le başlamaları da hiç boşuna değildir, sakın kimse aldanmasın.
            İşte tüm bu planlar çerçevesinde Orta Doğu fokurdamaktadır. Bu da yine kendi ellerinde patlayacak olan son bombalarıdır aslında. Bu mealde yarattıkları IŞİD yılanı da kendisini kuyruğundan yutmaya başlayarak giderek yok olurken, bizim biraderleri de birlikte götüreceğinin işaretini vermektedir. İşte şimdi ABD bunun da telaşı içindedir.
            Aslında sömürgelerinden kovulup, şimdi dört tarafı denizle çevrili bir adada sıkışıp kalan, eski güneş imparatorluğu İngiltere’nin durumu, son Osmanlıdan da hazindir. Çünkü bir Atatürk'ü olmadığı gibi, bundan böyle sığınacak limanı da kalmayacaktır. Obama'nın hava raporu ise daha da karışıktır. Ve kesim öncesi kara kara düşünen çilli tavuk ifadesiyle verdiği son resimleri, sanki bu gerçeği afişe ediyor gibidir.

5)         Haydi Erdoğan'ı bırakın, o her ne kadar aksini iddia etse de hükümetten düştü artık yani kabul etmese de işi bitmiştir. Paratoner Davutoğlu’nu da koyalım bir kenara; ama velâkin Adalet Bakanı denen şahıs, nasıl olur da yeni adalet dönemi açılışında, bekalarından bile sorumlu olduğu meslektaşlarıyla bir arada olmaz. Şimdi bu ne mene bir hastalıktır da teşhisi yoktur.
            Böyle bir adam olasılıkla Adalet Bakanlığını tesadüfen veya zorunlu olarak üstlendiği bir ülkede; adalet kavramının bile, ya bilincinde değil veya mevcut olduğuna bile inanmıyordur anlaşılan. İşin sırrını da belki bize, besleme manda hükümetinin diğer koltuk başları izah edebilirler herhalde…

6)         Haydi kalk da vur yumruğunu tekrar, bir zamanlar söylevlerinle yürekleri uçurduğun o meclisin kapısına. Çünkü senin ve silah arkadaşlarının hamurundan adam kalmadı artık o mecliste atam. Yokluk içinde ve yoktan kazanılmış bir harbin galibi ve tüm yokluklara rağmen yine de bu mekandan göçerken, dünyanın bir numaralı kalkınma ülkesi olarak zirvede bıraktığın yurdunda bugün bankalar; bil ki, neredeyse sokaktan silah zoruyla adam toplayıp, yüksek faizle aldıkları kredilerden bir de kazanç sağlayabilmek adına, dar gelirli vatandaşlarına zorunlu kredi poliçeleri imzalatan tefeci mafyalarına dönüştüler.
            Karısı, anası, babasının yanında, can düşmanı yerine can arkadaşını bile telef eden adamlar ülkesine, kendini bilmez ve münafık bir kaç yandaş eliyle çevrilmektedir aziz yurdun giderek atam. Kurduğun Köy Enstitülerinin hemen senin ardından ellerinden alındığı, görkemli arzularının hilafına, reformsuz bırakılarak dıştalandığı muhtemel toprağına ise, ancak dürbün tutabilmektedir yurdun efendisi köylün. Bugün, getirildiği küresel oyunun farkına bile varamadan büyük şehirler denen AVM kampuslarına transfer edilip, yandaş mütahitlerin beton mezarlarına yerleştirilen ve sınıf atladığını sanırken bir de ekmeğinden, istikbalinden olduğunun hala farkında değildir. Aynı bağlamda da eliyle seçtiği din simsarları ve bakara, makaracıları sayesinde fukara fonlarına, erzak torbalarına mahkum edilip, yürek sızlatan trajikomik durumuyla üstüne üstlük bir de dalga geçilip, 'A'... sına konulurken, dininden bile edilmektedir.
            Anlayacağın müktesebatının, geleceğinin ve de kimliğinin hırsızı can düşmanlarının ümüğüne çökecek, senin asil kavganın nedenini anlayabilecek şeref adamı kalmamış gözüküyor aziz yurdunda atam. İnşallah yanılıyorumdur. Haydi, kalkıver de tüm bu soysuzluklara HAYIR tamgasını vuracak öpülesi yumruğunu çak o müstevli suratlarına yine atam. Zira bir zamanlar saf tuttuğun arkadaşlarınla birlikte, saf kanlarınızla suladığınız, adımlarınızla titrettiğiniz bu topraklarda size yakışan aksiyon adamlarından ne yazık ki, bugün eser kalmadı artık; ama ağız kabadayılarından, laf ebelerinden de geçilmiyor hani; işte böyle, adam gibi adam, sevgili ATAM...



           Adamın biri kendi tabiriyle liberalisttir, yani her halükarda yatırdığından fazla kazanmalısın, taşıdığın riskin de artı artığını almalısın diyenlerdendir. Çünkü dayandığı felsefe budur. İyi de rakibi de aynı kafada ve kendisinden de güçlü olunca ve kazanmak için belden aşağı da çalışınca, yani serbest rekabet piyasasıyla tatmin olmayıp tröst kurmaya kalkınca, isyan edip adalet aramaya kalkar.

         Bu yorumla da karşı taraf hırsızlık mertebesine(!) erişip kendisi de salt namuslu(!) liberal kalmışsa, kaybının çok daha büyük olacağının bütün bütün farkındadır. Rakip tarafın yozlaştırdığı adalet ise, karşı taraftan daha fazla tatmin olduğu için o tarafa sarkınca, bu defa eli ayağına dolaşır, hangi boka battığını esefle görür ve her şeyini kaybedeceğini, yani sıfırlayacağını anlayınca da ağlamaya başlar.

         Sonuçta liberalist olmayan sıradan vatandaşlardan birisi olarak, küçük balığı yutan büyük balığın mağdurlarından olmuştur kendisi de artık. Ve hiç istememiş, hatta bunu hiç düşünmemiş olsa da, sosyal devletten yardım dilenmekten başka çıkar yolu kalmadığını, istemese de anlayanlar safındadır kendisi de bundan böyle. Tabii ortada hakları gözeten bir sosyal devlet de bırakılmışsa ancak, açlıktan kurtulabilecektir.
           
         Şimdi soralım o zaman. Böylesine ne dersiniz? Ve de biz başından beri böyle liberallerden olamamış veya olmamışsak, pekiyi bizi neyle vasıflandıracaksınız. İşte akli vicdan, tam da bu noktada ciddi olarak sorgulanır sevgili vatandaşım. Bunu yaparken de çevrenize, sorgulamasını bilen gözlerle bakıp, giderek alışkanlık haline getirdiğiniz yanılgıya tekrar düşmeyin lütfen. Çünkü bundan sonra yanılgı lüksünüz de kalmamıştır artık...


         Neticede Amerikan’ı da, IŞİD’lisi de, yandaşı da, hırsızı da, sıfırlayıcısı da, zengini de, fakiri de, Şii’si de, Sünni’si de, meclisteki rüzgârgülleri de, kendisini cumhur'un başında oturuyor sananı da, hatta bölücübaşısı da, falanı da, filanı da aynı potanın içinde, hep birlikte eriyik olmuşuz da kaynayıp duruyoruz. Hem de FOKUR FOKUR. Ve bu potadan ne çıkar şimdilik bilmiyoruz. Allah sonumuzu hayra yorsun. Aminnn!..
                                                                 
                                                                                     Serendip Altındal                                        
                                                                                                                                                                                                 
serendipaltindal@gmail.com


1 Eylül 2014 Pazartesi

ARŞİV BELGESELİNİZ..

         Öncelikle Sayın Halit Narin ve Türkiye Tekstil Sendikasına; böyle değerli bir eseri toplum paylaşımına sundukları için sonsuz teşekkürlerimi arz etmek isterim. Bilhassa da sınırlı sayıda basılan, böylesi tarihi değeri çok yüksek olan bir belgeyi, almak isteseler de piyasada bulamayacak veya bulsalar da belki de maddi imkânsızlıkları nedeniyle alamayacak olan gençlerimize, kendimi yine ve yeni bir ahde vefa ödevine adayarak, armağan ediyorum.

           İlişikte ki eserin orijinal eski Türkçe aslından yeni Türkçeleştirilmiş nüshasını, dijital belge (içinde araştırma yapılabilir) suretine getirerek, özellikle de Atatürkçü gençliğimin arşivine sunuyorum. Herhangi bir maddi menfaat amacım olmadığı için, piyasada satılmayan bu kitabın telif haklarını da ihlal etmediğimi, dijital kitabın ilk defa dağıtımını yaptığım bu yazımla da özellikle belirtmek isterim.

            Kendi adreslerine de benden sonra dağıtım yapacak olan dostlarım, herhalde aynı esaslara sadık kalacaklardır. Bu paylaşımlar bilhassa kısıtlı bütçeli ve anavatanlarında yokluklarla mücadele eden gençlerimiz için büyük önem taşımaktadır aslında. Tarihi belgeler, tarihi bulgular gibidir. Asla toprak altında veya kapalı dolaplarda, kitaplıklarda kişisel ya da kurumsal menfaatler nedeniyle kullanılmak amacıyla muhafaza edilemezler. Hemen toplumla paylaşılmalıdırlar. İşte bu nedenle Sayın Halit Narin ve arkadaşları önemli bir iş başarmışlar ve her türlü övgüye de hak kazanmışlardır.

            Bana gelince, elbette böylesi zarif bir duyarlılığa, duyarsız kalamazdım. Saniyelerde ciltleri yutan devasa tarayıcıların kullanıldığı bir Net dünyasında; 735 sayfayı tek tek ve ağır ofis tarama cihazımla tek başıma elden geçirmek ve tarama hatalarının üstüne üstlük; orijinalinde bile bolca rastlanan hataları elimden geldiği kadar düzeltmeye çalışırken de, neler çektiğimi ben bilirim. İnanın yeni ve aynı büyüklükte bir eser veya hayli karmaşık bir ERP programı yazmaya kalksam, asla bu kadar zorlanmazdım.

            Ne ki amaç aziz önderin, bana göre özelleri itibarıyla da, Nutuktan bile önemli, bilinen tüm görüş ve tarihi söylevlerinin yer aldığı böyle değerli ve kapsamlı bir eseri, özellikle de bugünkü mevcut, kol ve kanatları dışa bağımlı sistemin yokluk içinde bıraktığı vatanlarında; ama bağımsız geleceğimizin fundamenti olan çocuklarımızın arşivleriyle buluşturmak olunca, aldığım keyif çektiğim her sıkıntıya değerdi.

            Dosyayı mesaj eki halinde yollarsam bazı servis sağlayıcılarında ve şirket serverlarında, dosya boyutu (23 MB) nedeniyle sorunlar oluşacağından, dijital kitabı aşağıda ki paylaşım adresimden direk olarak okuyabilecek veya bilgisayarlarınıza da yükleyebileceksiniz.

            Bağlantı adresi:  Atatürk'ün Görüş ve Direktifleri..

                    

Dipnot:
            Bütün titizliğime rağmen kitabı oluştururken, kaçınılamaz bazı hatalarımdan dolayı
            lütfen kusumu bağışlayın. Siz nasıl olsa onlarla da eserin üstesinden
            gelebilirsiniz. Yerimde olsa Atatürk'de aynı şeyleri, size güveni tam olduğu için
            - ki hepsi kitabın içinde - önce de söylediği gibi, yine söylerdi sevgili gençler...

                                                                                                                                                                                                                                                                   Serendip Altındal

Özün Kişiliğinin Aynasıdır...
serendipaltindal.blogspot.com
serendipaltindal@gmail.com
Video Kanalım