22 Eylül 2014 Pazartesi

PARÇALI BULUTLU..

             Ya sıkın yumruklarınızı, açın gözlerinizi ayağa kalkın ya da açın gözlerinizi, sıkın yumruklarınızı; ama ayağa kalkın. Şimdi vakittir, haydi açın pencerenizi, devrimin rüzgarını topuklarınıza kadar doldurun içinize ve yüreğiniz ürperip kıpırdasın artık. Bir açılım tutturmuşsunuz hep birlikte batıyorsunuz. Uyanın artık sonunda kimliğinizi de kaybetmeden. Bayrağınız, üstüne milli okullarınız bile yakılırken gıkınız çıkmıyor.
            Acaba alevler kendi kıçınızı da sardığında ne yapacaksınız. Söndüren yok mu diye bağıracaksınız. Bu nasıl Kemalistliktir. Yoksa bu da mı yumuşatılmıştır. Anlaşılan hepiniz Amerikan mutfağından besleniyor olmalısınız. Bu ise bırak anlaşılmayı, asla kabul edilebilir de değildir. Bu çağrı öncelikle de CHP içinde ki; ama varlığı ile yokluğu artık tartışma konusu olan öz-KEMALİST'leredir.


            Başbakanına, Cumhurbaşının(!) ayak işlerini yaptıran, tersyüz edilmiş ve amuda kalkmış hükümetiyle, batma potasındaki ilkel ülkeler safına indirgenmiş, anlı şanlı koca Türkiye Cumhuriyetinde, ne yazık ki muhalefeti de ara ki bulasın. Hal bu olunca da ülkede, un eleğine dönmüş hudutlarıyla, uçanla kaçanın hesabını tutacak bir merci de kalmamış demektir. Kaotik karmaşa almış başını giderken, milleti fıttırma noktasına getirmiş, yetersizlikleri tavan yapmış malum ve artık bezdiren, onursuz kimlikler, hala bıkıp usanmadan balkon veya fırsat tiradlarıyla vatandaşları, acı gerçeklerine hiç dokundurmadan, alışıldık çakma gündemleriyle uyutmaya devam etmektedirler. Bu arada milli tansiyonumuz da giderek ölümcül tehlike hudutlarına doğru süratle yükselmektedir. Sonra mı? O da sürpriz yumurtamız olsun artık...


            Marks, ingilizler insanları şapkalara, Almanlar da fikirlere dönüştürür demiştir. Yani İngilizler 'BEN diyorum ki' diye söze başlarken, Almanlar önce 'SİZ ne diyorsunuz?' diye sorarlar insana. Ve hiç bir fikri olmayana da muhatap olarak bakmazlar aslında. İşte fark da buradan gelir esasen. Bu yüzdendir ki, şayet Merkel "Türkler müttefikimiz; ama dostumuz değil" demişse, bu yakın tarihimizde bir ilktir ve bu da beni düşündürür doğrusu. Ve ülkemin düşürüldüğü Siyonist tuzağın efkarı - ama çaresizliği asla - çöker üstüme, akşam güneşinin son ışıklarıyla ağır ağır. Oysa yakın ötemde, bana bunları söyleten ansızların kılları bile kıpırdamamaktadır. İşte kendi aramızda ki fark da budur aslında.
           

            Yanlış sorulan soruya doğru cevap alınamaz. Öyle ki, neyi, nasıl soracağını bilmeyenin kafası daha da karışır aldığı cevap üzerine. Tez antitezine kavuşmadan sentez kurulamaz. Doğru soru ise doğru cevabı, antiteziyle birlikte getirir genelde. Geriye de artık sentezi oluşturmak kalır sadece. İşte evrensel insansı olan devinim de budur ve bu da ilanihaye sürer gider ya zaten yerküre üzerinde. Yani tarih dizesi içinde, sosyal-asosyal-sosyal sentez, asosyal-sosyal-asosyal devinimini tekrarlar durur; ama asla aynı noktadan geçmeden. Bu spiral döngünün, insan neslinin sonu gelinceye kadar da böyle süreceği kesindir. Ve hiç unutulmamalıdır ki, genetik kopyası bile orijinalin asla kendisi değildir. Her şey biriciktir yani tanrı gibi.
            Salt vatandaş ifadesiyle de; tüm varlığımızı kapsayan tarihsel süreç içinde oluşan ve toplumları zaman zaman karanlıkta bırakan sıkıntılı dönemler, yağmur bulutları gibidir. İçlerindekini boşalttıktan sonra sular durulur ve pırıl pırıl gökyüzünde güneş yeniden bütün haşmetiyle yine parıldamaya başlar ve yeri göğü birdenbire yine ısıtıverir. Öyle ki; tekrar yağmur duasına çıkılma ihtiyacı kendiliğinden hasıl olur. İnsan kaynağı kişisel olarak ele alındığında da, bireyi yöneten ruhsal  konsepti aynı şekilde, açık veya parçalı bulutlu değilmidir. İşte bu da ne hikmetse insan toplumlarının güncesidir. Ve bunun hikmeti de tüm mevcudu yaratandan sorulmalıdır...


            Sabıka kayıtları bir hayli kabarık olduğu için, tanınmak endişesiyle kara maskeler takan ve profesyonel kitle katillerinden oluşan sapkın bir Salip ordusu, ne zamandan beri Müslüman birliği (!) kurmaya soyundurulmuştur. Hiç bir Müslümanın, başka bir Müslümanın kalbini - ki kan davalı bile olsa - yemiyeceği, bunun Müslüman doğasına aykırı olduğu, nasıl olur da sorgulanmaz. Hangi Müslümanlıktır (!) bu sözü edilen. Yoksa hani şu yumuşak pankartıyla meraklısına sokulan, bu mudur acaba? O zaman Allah sertinden cümleyi korusun. Artık kendisini kuyruğundan yutmaya başlayan adı üstündeki küresel emperyalist sapık, IŞİD adlı haramiler kervanıyla işte işi sonunda bu mecraya da getirmiştir. Ama kendi sonunu da ilan eden son perdenin başlama gongunu da çalmıştır aynı bağlamda. 


            Muhayyel Kürdistanın olası kampusu aslında öz vatanı olan Mezopotamya'dır. Doğu Anadolumuz da işi ve yeri hiç olamaz. O halde Türkiye için tasarlanan senaryo, açıkça bir İsrail-Ermenistan kripto Kürt projesidir. Çünkü Kürtleri temsil edeceği ve adı Kürdistan olacağı söylenen bir devletin daha adı bile konmamışken, aslında binlerce yıldır Türklerin vatanı olan Anadolu da konuşlandırılmaya kalkılması, bırakın yeni bir devlet kurulmasını, aksine hanidir var olan gelişmiş başka bir devletin veya devletlerin emperyalist tasallutu olarak kendiliğinden algılanmasıdır. Ve bu bağlamda da bize yedirmeye kalktıkları Kürdistan masalı, koskoca bir ABSURD olarak kıçının üstüne düşmüştür artık. Haydi, şimdi gelinde bu masalı, Kürdiyle, Türküyle tüm Türk milletine yutturun bakalım...

                                                                                         Serendip Altındal

                                                                                                          

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder