22 Nisan 2018 Pazar

HUZUR BAYRAMI..


            ABD, seçimlere OHAL ile gitmeyin diyerek Demokrasi faziletlerinden yeni örnekler vermeye kalkıyorsa; bilelim ki sadece kendisinin anladığı çakma demokrasinin arkasında yine pusuya yatmış demektir. Öyle ya kendisine boşuna BOP eş başkanlığı misyonu yüklemedikleri Erdoğan’ın, her ne pahasına Başkanlıkla birlikte Türkiye Cumhuriyeti’nin tapusunu dahi neredeyse emperyalist varlığı adına eline geçirecek olması, yedi düvelle bir arada başaramadıkları SEVR oldubittisini, ülkemin üstüne tek başına giydirmesi bağlamında, Erdoğan’dan beklentilerinin de ötesi değil de nedir.

            Bu sebeple de aldatmayalım birbirimizi demek, herhalde en akıllı söylem olur bizler için. Nitekim Seçim sonunda beklenen gerçekleşirse; Ortadoğu, Avrasya ve aşağı Asya’yı kontrol edebilecek teknolojik, eko siyasi ve istihbarı geniş bir alanda kurulacak ABD+İsrail kökenli bir koridorun, çakma Kürdistan yaftası altında oluşmasını beklemek, tüm etki altında kalacak ülkeler hesabına hiç de hayalcilik olmayacaktır. Eh ondan sonra artık, İpekyolu ve Dolar’ın sıfırlanması projelerinin de yeni bir Bahara ertelenmesi kaçınılmaz olur artık.

            Suriye’nin Kuzeyindeki zeytin dalımızın yapraklarını kıpırdatacak, muhtemelen de seçim sonrasına kadar, Fırat’ın Doğusuna kadar uzanan hiçbir esintinin olmayacağı, işte tam da bu nedenle beklenmelidir artık. Ki yeni Türkiye manda Devletinin de temelleri atılabilsin. Bu hesaba göre de Erdoğan Başkanlığı eline alınca, müptezel biraderlerin çantasında ki keklik olacaktır nasılsa.

            İşte şimdi de Bahçeli’nin danışıklı ön bildirgesi ve Erdoğan’ın 10 dakikada verdiği ve hemen de terminlediği(!) Okeyi ile de BOP ’un son perdesi, fiilen başlamış oluyor artık. O halde sıkı durun, bilhassa da siz muhalefet. Belki de sonuncusunu yaşayacağınız seçim antetli tarihi soyguna hazırlıklı olun o zaman. Bakalım nasıl başaracaksınız görelim. Duyarlı ve ahde vefa sahibi vatandaşlar elbette kendilerine düşeni nasılsa yapacaklardır. Onların hiç olmazsa reylerine, AB ve ABD de çoktan yasaklanmış olan ve bugüne kadarda defaten aksini yaşadığınız SECSİS ile tekrar nasıl sahip olabileceksiniz? Haydi, hayırlısı olsun bakalım. İnşallah aldanıyor oluruz.

            Son Referandum soygununda hala gözünüz açılmadığına göre, bu vatandaş sizlere nasıl güvenecektir. Çünkü hep aynı filmi izlemekten artık bizar olduk kardeşler. Ya bırakın bu işleri, bu sefil paryayı ya da bu defa sahip çıkın kimliklerinize de şaşırtın bizi artık. İktidarda kalabilmek için her şeyi benimsemiş olanlardan birisi de bu baskın seçimi, ‘Kurtuluş Savaşı’ olarak betimlemiş. Ne var ki kendi adına düşünmekle, teşbihte hata yapmış.

            Doğrudur gerçekten de Kurtuluş Savaşı gibidir durum. Her ne kadar eşanlamda olmasa da. Lakin Türk Ulusunun, ırzına, namusuna bile göz dikmiş emperyalist haramiler beslemesi, manda Devleti misyoneri AKP iktidarından kurtuluşudur aslı bu savaşın, biline. Köşeye sıkışan Harami gibi de ya hep ya hiç ruhsal depresyonu altında oldukları nedeniyle de, suçluluk korkusu sarmıştır her yanlarını artık. Dolayısıyla da her kötülüğü yapmaya müsaittirler ve dikkatle takip edilmelidirler.

            Aynı bağlamda söylemeden geçmeyelim. Ve muhalefet Lideri Kılıçdaroğlu neden Cumhurbaşkanlığına adaylığını koymuyor diye de sitem etmeyelim. Çünkü yıllarını Devlet memurluğunda geçirmiş ve çoğumuzdan fazla Devletine hele de o en üst makama saygısı fazla bir insan olduğu kesindir. İnsan, dürüst, ahlaklı ve vicdanlı olunca da yanlıştan, hata yapmaktan korkacak demektir. O halde kendi kumaşında olan bir insan da, Cumhurbaşkanlığı adaylığını kendisi değil; ama partisi ve vatandaşlarının tensibiyle koymak zorunda olduğunu da elbette düşünecektir kuşkusuz. Bana göre bizim de bu düşünceye saygı duymamız ve empati oluşturmamız gerekir. Bırakalım öyleyse kararını kendisi versin.


            Çocuk kalplerini de unutmayan ve o kalplere Dünya tarihinin ilk çocuk bayramını armağan eden insan Atatürk’e, derin minnet içeren saygılarımı yolluyor ve torunlarım adına da hepinizin bayramını kutluyorum sevgili çocuklar.  

            25 Haziran’dan itibaren, üstüne zorla giydirilmeye çalışılan ve kendisini tarihin çöplüğüne gömmeye hazırlanan kara çarşaftan, onu paramparça ederek kurtulacağına inandığım yüce Türk Ulusunun, şanına çok yakışan bu çok özel HUZUR – ki çocuk huzurdur - Bayramını da kutlarım. Bakın Avrasya’ya, Asya’ya Türk’ün yaşadığı hiçbir yerde bağnaz ve kara çarşafı yoktur. Bütün mendeburların ve mendeburluğun yuvası haline emperyalist tasallutuyla getirilmiş Ortadoğu’nun kontrolü yeniden; ama bu defa laik ve Cumhuriyetçi Türk’ün himayesine geçmelidir ki huzur bulsun…
                                                                       
                                                                              Serendip Altındal



17 Nisan 2018 Salı

KARAMANIN KOYUNU..


           Koyununun postu gibi oyunu da sonradan ortaya çıkan ve Abdülhamit ile Erdoğan arasını duraklama Devriyle kıyaslayan mister Karaman, herhalde Osmanlı tarihini ya hiç okumadı ya da tersinden o da bir miktar okudu. Muhtemelen de tarihsel dönemlerin sadece başlıklarını okumuş olmalı mutlaka ki sapla samanı karıştırmış. 

           Duraklama devrinin atalet, uyuşukluk ve topuklarına kadar zafiyet içindeki liyakatsiz, harem Padişahlarıyla, perpetimobile gibi neredeyse kendi kendini şarj eden dinamik, yürekli, bataktaki bir ulusu yeniden ayaklarının üstüne diken Atatürk ve arkadaşları dönemini aynılama şaşkınlığı, garabet ötesi değil de nedir Allah aşkına. Ufak at da bari yutulur olsun. Ve daha fazla da söylemeyelim ki RTÜK(!) müdahil olmasın

Aslında böylesine sormak lazım; gerçekte yurdumun tüm kimsesizlerinin olduğu gibi senin de anan, baban olan ve diğer renktaşlarınla birlikte tek yaradılış nedeniniz iken; Cebinize de vatandaş kimliklerinizi koyan, sizleri dahi hatırı sayılır yapan,  yüce ve emsalsiz Atatürk Cumhuriyetini nasıl yok sayarsın. 

Ki senin ve meydanı boş bulan tüm senin gibi aymazların bile bugünlere kadar da aziz yurdun bağlarında, dağlarında özgürce at koşturduğunuz dönemdir. Osmanlı döneminde Cumhuriyet döneminde olduğu gibi serbest ve özgür olabilacekmiydin ya da yediğin içtiğin senin olsun; ama en az nankör ve uzun dilinden ötürü kelleni çoktan cellata kaptırmış mı olurdun acaba.


Adı üstünde İstiklal Savaşımızı ‘bir Anadolu asiler hareketi’ betiğiyle parafe eden Batılı, taraflı tüm yazar, çizer ve sözde tarihçiler karşısında, bu savaşın tamamen Türk tarafı adına haklı bir misakı milli savı oluğunu vurgulayarak, Türk Ulusunun varlığını, haklılık ve kadim yüceliğini ortaya koyarken de diğer aymazları hem şaşırtıp hem de eğiten, tarafsız ve bağımsız tarihçi Toynbee, o dönem Türk Ulusunun da takdirlerini kazanmıştı. Çünkü yüce Atatürk ve haklı İstiklal Davamız, Toynbee gibi başlangıçta hemcinslerine benzer bir Türk aleyhtarını bile tarafımıza çevirmişti.

İşte bu tarafsız, bağımsız, aydın ve örnek tarihçi ile o dönemlerdeki bileşkelerini dile getiren A. Emin Yalman’ın savaş sonrası anılarından yaptığım bir alıntıyı, sırası gelmişken yine aşağıda görüşlerinize sunuyorum. Çünkü kulak dolgusu olmayan; ama bizatihi yaşanmış tarihin belgeliği ve bilgeliği kadimdir. Birilerine kapak olması dileğimle…


§ Arnold Toynbee Bu sıralarda memlekete mühim zi­yaretçiler geliyordu. Ben, bunlardan hepsi ile temas arıyor, konuşuyor ve dost oluyordum. Başta gelenlerden biri Pro­fesör Arnold Toynbee idi. Londra Üniversitesi’nde Yunan parasıyla kurulan Bizans Kürsüsünün profesörü bulunan Toynbee, İngiltere’de eskiden beri Türklük aleyhinde bu­lunan belli başlı şahsiyetlerden biriydi. Harp yıllarında İn­giltere tarafından Ermeni meselesine dair neşredilen ve her tarafından bize karşı düşmanlık hislen taşan meşhur “Ma­vi Kıtap’ın meydana gelmesinde İngiltere’nin eski Washington sefiri ve kitabı hazırlayan komitenin başkanı Lord James Bryce’in yardımcısı sıfatıyla başrolü oynamıştı. İn­giltere’de Yunan hayranlığını yaratanlardan Oxford Üni­versitesinin eski Yunan Tarihi Profesörü Gilbert Murray’in de damadı idi. Manchester’da çıkan Türk düşmanı “Guardian” gazetesi, Yakındoğu’nun hali hakkında bir etüt yaptırmak ihtiyacını duyunca, tabii olarak Profesör Toynbee’nin üzerinde durdu.

Hâlbuki Toynbee İstanbul’a gelip ortalıktaki manza­rayı görünce, ilk işi, Yalova, Çınarcık ve civarında toptan yok edilmek tehlikesine maruz olan Türk halkının arasına bir Kızılay heyeti ile beraber koşmak ve onları muhakkak bir felaketten kurtarmak olmuştu. Bütün o civar halkı, o günlerin korku ve dehşetini ve kurtarıcılara karşı olan minnet borcunu hiç unutmamıştır. Toynbee bundan son­ra Türk istiklal Mücadelesinin İngiltere’de ne kadar yan­lış tanındığını gördü, doğruyu herkese duyurmak için bü­yük bir cesaretle kaleme sarıldı. Türk düşmanı “Manchester Guardian” hiç beklemediği bu yazıları aynen neşretmek büyüklüğünü gösterdi. Bu sayede İngiltere’de hakkımızda esen hava değişti. Yunanlılar küplere bindiler, Profesörü Bizans Tarihi Kürsüsünden azlettiler. Toynbee’ye İstan­bul Üniversitesi’nde bir tarih kürsüsü teklif edilmişse dc kendi memleketinde başka bir vazifeye geçirildiği için ka­bul edemedi. Bundan sonra yazdığı “Türkiye ve Yunanis­tan’da Batı Medeniyeti” adlı kitabında ve diğer eserlerinde tamamıyla objektif bir lisan kullandı ve Yakın ve Orta Doğa’da taşkın hareketlerin yalnız bir tek memlekette görül­mediğini ve zaman zaman bütün memleketlerde bunların örneklerine rast gelindiğini ileri sürdü.
Toynbee İle tartışmam Toynbee ile Türkiye’yi ilk ziyaretinden başlayarak ömrüm boyunca sıkı bir teması muhafaza ettim. İngiltere’yi her ziyaretimde kendisini ara­dım, Malatya suikastı sırasında bana gönderdiği mektup­tan sırası gelince bahsedeceğim Profesörle yalnız bir defa çatıştık. Avrupa Konseyi’nin Roma’da tertip ettiği bir yu­varlak masa toplantısına ikimiz de davetliydik. Toynbee, bu toplantıda, Batı medeniyetinin ancak bir Hıristiyan me­deniyeti olduğu, Hıristiyan olmayan milletlerin bu mede­niyetin şekillerini taklit ettiklerini, fakat ruhuna gireme­diklerini ilen sürdü. Ben de kendisine şu cevabı verdim: “Medeniyet, bütün insanların ortak malıdır. Ayrı ayrı top­lulukların buna hizmetleri zamana göre değişmiştir. Müs­lümanlık, ilk yayılış devrinde eski Roma ve Yunan medeni­yetlerinin eserlerini benimsemiş, Endülüs’te kendi prensip­leriyle beraber bunlara da dayanan bir idare kurmuştur. Gaflet ve cehalet içinde bulunan Hıristiyan Avrupası’nın kapılarını vurmuş ve kendilerine Aristo’nun eserlerinin manasını duyurmuştur. Osmanlı tarihinin parlak devirle­rinde medeniyetin en yüksek kıymetleri Osmanlı İmpa­ratorluğu’nda yaşanılmıştır. Medeniyetin en değerli sembolü olan dini toleransa asırlarca müddet yalnız Tür­kiye’de rast gelinmiştir. Avrupa’da otuz yıllık din muha­rebeleri esnasında Protestanlar Türkiye’ye aklın ve me­deniyetin bir iltica yeri, bir cenneti gözüyle bakmışlardır. Atatürk’ün, Türkiye’nin ölüm döşeğinde sanıldığı bir dakikada yürütmeye başladığı inkılap hamlelerine ve or­taya koyduğu örneklere ve bilhassa büyük bir cesaretle laikliği benimsemesine medeniyetin büyük bir zaferi gözüyle bakmak lazımdır. Asırlarca süren engizisyon ka­ranlıklarını unutarak, medeniyete bir Hıristiyan damgası vurmak, Hıristiyan olmayanlara eşit haklara sahip ortak­lar değil, sığıntılar gözüyle bakmak manasına gelir. Müstemlekeci ligin kötü bir maskesi olan böyle bir muamele tarzına kimse boyun eğmez. O zaman medeniyetin ica­bı olan karşılıklı saygı korunacak yerde, dünya boş yere iki düşman cepheye bölünmüş olur. Hâlbuki son iki Ci­han Harbi’nin acı derslerinden sonra yeni bir dünya kur­mak için aklı başında bütün insanların işbirliğine ihtiyaç vardır.”
Toplantıda bulunan eski Fransız Hariciye nâzırı Mr. Schumann bana hak verdiğini belirtti. Öğle yemeği için paydos yaptığımız sırada Prof. Toynbee yanıma geldi:
“ Beraber yemek yiyelim,” dedi.
Yemek masasında eski tanıdığım itidalli ve berrak gö­rüşlü Toynbee’yi karşımda buldum. Tatlı tatlı konuştuk ve bütün görüşlerde birleştik. Sonradan anladım ki bu parlak zekâlı büyük tarihçiye dinle ilgili sabit bir fikir zaman zaman misafir oluyor ve tarihi kendine mahsus bir zaviyeden tefsir etmek hevesine kapılmasına sebep oluyor.

                                                                        Serendip Altındal



12 Nisan 2018 Perşembe

YA SONRA..


            ABD, İngiltere ve Fransa üçlüsü arasında – Türkiye’nin de bunlar arasında olması veya olmaması bir şeyi değiştirmez- oluşan emperyalist ittifak, giderek Ortadoğu ve dolayısıyla da Dünya sulhunu tehdit eden bir görüntü vermektedir. Çünkü bu bileşke Suriye, Türkiye, İran ve Rusya konjonktürlerini de yakinen alakadar ettiğine göre, atılacak herhangi bir yanlış adımın, yeni bir cihan harbi tehlikesi oluşturabileceğini de yadsımak zordur. Ne ki bu durum özetle de mağdur tarafın ‘beklemekle anlaşılır’ gamsızlığını, adam sendeciliğini de aşmıştır artık.

            Bilhassa da mevta Siyonist Rockefeller’in burslu talebesi küçük Siyonist Macron’un ‘Suriye Hükümetinin Gota’da kimyasal silah kullandığı belgesine sahibiz’ mealinde ki beyanı, Sedat Hükümetinin bu silahları bizatihi kullandığı anlamını taşımaz. Aksine emperyalist kaşalotların her zamanki emsalsiz yüzsüzlükleriyle, bu silahları bizatihi kullanarak; hem suçlu, hem de güçlüyü yansıtan paradokslarının yeni bir örneğini de teşkil eder.

            Dünya kamuoyu üstünde, bilhassa da çocuk ölümleriyle, soygunlarını meşru kılacak desteği sağlayacak çapraz algıyı, her zamanki gibi yaratmak isteyen emperyalist, bu eski numaraların artık geçmediğini, ne hikmetse bir türlü anlamak istemez. 


            Oyunun geneline baktığımızda; kaynakça fakir Avrupa, gittikçe fakirleşen ABD ve Musevi Siyonistlerin kaynakça zengin ve jeopolitik değeri yüksek Ortadoğu üstündeki ihtirası tükenmiyor ve tükenecek gibi de gözükmüyor. Trump’ın havsalaya sığmaz, elinde kimyasal silah olmayan Suriye’nin, olmayan silahını kullandığı gerekçeli yeni bir Haçlı seferi başlatılmak isteniyor şimdi de.

            Yakın geçmişte aynı oyunun Irak’ta Saddam’la oynandığı ve o zamandan bu yana Irak’ın artık dikiş tutmadığı ise çabuk unutuldu herhalde. Ki aynı oyunun şimdi Suriye’de oynanmak istendiği, özellikle de yandaş medya, bazı Dolar beslemesi STK’lar, Vekiller, Akademisyenler, dernekler, dergâhlar ve iş adamları tarafından vatandaşa unutturulmaya çalışılıyor.

            Bu stratejik çalışmaların yoğunlaşması ise tamamen AKP Hükümetinin 2019 seçimlerindeki her ne pahasına ele geçirmek istediği ve misyonu gereği de buna zorunlu olduğu Başkanlık sonuçlarına endeksli olduğu görüntüsünü veriyor. Çünkü şayet böyle sonuçlanmazsa AKP’nin tepeden tırnağına kadar de monte edilerek ipinin de bizatihi emperyalist patronu eliyle çekileceği tartışılamaz bir açıklıkla karşımızda duruyor. Yoksa siz hala Erdoğan’la, Trump ikilisi arasında danışıklı oynanan vodvile mi takılı kalmıştınız!

İşte bu durumlar herhalde kendilerinin de malumu olmalıdır ki; bir hayli endişeliler ve seçimlerden sonra tek otokrat güç olmak ve patronlarının istediği gibi de Güney Amerika veya Afrika tipi bir manda Devletine dönüşmek için ellerinden ne gelirse yapmaya da kararlılar.

Ne yaparlarsa yapsınlar; ama hüsranlı sonuca da şimdiden kendilerini hazırlasınlar. Her şeyden önce de Türk Ulusu bu gidişe yumruğunu vuracak ve son noktayı koyacaktır. Ya sonra; Başkanlarının 127 Milyar Doları olduğu söyleniyor. O elindeki paranın yarısına bile Afrika’da veya Dünyanın başka bir bölgesinde küçük bir Devlet bile satın alabilir. Pekiyi ya öteki yandaş ve yalakalar, münasip yanlarını nasıl kurtaracaklarını düşünmektedirler acaba…

                                                           Serendip Altındal



3 Nisan 2018 Salı

SAHNELER..


           Terörün vatan toprağımızda devam ediyor veya ısrarla ettiriliyor olması, Ordumuzun Suriye’deki mevcudiyetinin de ister istemez nedeni ve güvencesi oluyor. Afrin, Menbiç vs. artık neresi, nasıl denk gelirse, bundan sonra da günah bizden gider. ABD ile de ipler isterlerse kopar. Paşa gönülleri bilir, gerisini de bunlara sebep olanlar düşünsün artık.

            SAHNE I

            Sayın Akşener’in Partisi, mevcut şartlarda Türkiye’mizin en güçlü muhalefet partisi olma yolunda emin adımlarla ilerliyor. İşte İyi Partinin izleyicilerinin tamamının içeriye giremediği, acil uygulanan tramvay(!) partisi boykotu nedeniyle de on binlerin kongre mahalline bile ulaşamadığı; ama bütün engellere rağmen büyük coşkuyla kutlandığı parti Genel Kongresinden aldığımız izlenim buydu.

Yazmamış olmayalım ki; şimdi diğer partilerden, bilhassa da AKP’nin anti Erdoğan ve antiemperyalist milliyetçi kanadından da İyi Parti yönünde gelişecek kopmalar peş peşe beklenmelidir artık. Bunlara CHP tabanından da İyi Parti hesabına bir hayli artıların olacağı, kesinlikle hayalcilik olmaz. Çünkü gidişat bunu gösteriyor.

Şimdiden bekleyebilirsiniz ki; emperyalist ihtirasların da ağzını sulandıran İyi Parti, yeni manipülasyonların da hedefi haline gelmiştir artık. İnşallah çürümeden diri ve taze kalabilirler. Zira bundan böyle Erdoğan’ın yerine Akşener’in resminin yer alacağı sanki kesinleşmiş gibi duruyor. Buna da artık muktedirden bıkkınlığı tavan yapmış büyük çoğunluğun, eyvallah diyeceği açıktır. Umalım ki Vatana, Millete hayırlı olur.

Şimdi bütün mesele, alışık olduğumuz gibi emperyalist dış kaynaklarla acilen oluşturulması beklenen bağların, daha yolun başındayken parti yönetimi tarafından koparılması ve o bağlantılara mutlaka uzanacak olan ellerin sahiplerinin, derhal partiden ihraç edilmesi gerekmektedir. Ki başlangıç bütün toplumu kucaklayarak kalıcı olabilsin. Şayet bunu başarabilirlerse bizde şapkalarımızı saygınlıklarına çıkarabilelim. Ve yeni bir umut oldunuz, ‘hoş geldiniz Sayın Akşener ve arkadaşları’ diyebilelim.

Umalım ki İyi Parti CHP için de yeni bir itici bir motor olsun, çünkü CHP’nin buna ihtiyacı var diyerek, onu kaybetmeyelim temennisiyle şimdilik yetinmek istiyorum. Kongre salonunun önünde toplanan ve içeriye giremeyen binlerin yüzlerine baktığımızda, onların gözlerinde de bizimkilerde olduğu gibi umut kıvılcımlarının parıldadığını gördük.

Yani onlarda bizler gibi ikircikli menfaat kıpırdanışları taşımayan aynı göz ifadelerine sahiptiler. Prensipte ayrı partileri desteklemiş olsak da, aramızda müthiş bir ortak paydanın oluşu, şaşırtıcıydı. Bu vesileyle de milli duygularımızın pompaladığı ‘acaba ve nihayet mi’ demek ihtiyacında hissettik kendimizi. İşte bunları tespit etmem, bende bu yazımın da çıkış nedeni oldu…

SAHNE II

Ağzında aynı tempoyla sürekli çiğneyerek çürüttüğü sakızı fırlatıp aklın yoluna, Atatürk’ün altı okunun ışığı altında yeniden girmelidir artık CHP. Ve ikinci bir Ekmeleddin olayını aklının ucundan bile geçirmemelidir. Yoksa çok yazık olacak ve ahde vefa sahibi seçmeni ile birlikte, kahır ve hüsran sularında birlikte boğulacak, atılacak can simitleri dahi batıklara bir fayda sağlamayacaktır.

Bu durum ise hepimize karabasan olur ki bunu hiç istemeyiz. İyi Parti henüz bir erken doğumdur ve zamana ihtiyacı vardır. Yukarıda belirttiğim tehlikelere de açık ve deneyimsizdir. Biraz daha özgüven kazanması için, tam destekle önünün açılması lazımdır. Millet inanırsa bu destek de sağlanır. Ve CHP ile muhteşem bir ikili oluştururlar. Bu da iktidar demektir zaten.

Aynı bağlamda CHP, kapalı tuttuğu Atatürk şemsiyesini her koşulda tekrar açabilecek yegâne partidir aslında. O halde acilen de akıl cetvelinin doğrultusunda yerini almalıdır. Yönetimi ile birlikte atalet uykusundan derhal uyanıp, bünye içinde yapacağı acil bir iç revizyonla da tam bağımsız, doğru liyakat taşlarını ilk kuruluşta olduğu gibi tekrar yerlerine oturtarak, silkinmeli ve ikna yoluyla da tüm seçmenleriyle yeniden kucaklaşmalıdır.

İşte yeni siyaset perdesi bu iki sahnelik oyunla açılıyor. Zira AKP cephesi 16 yıldır bildiğiniz gibi orada her geçen gün umutsuzluk ve huzursuzluğumuzu körüklemekten başka da yeni bir şey yok. İşte bu bileşkede herkese iyi seyirler diliyorum…


SAHNE III

Eğri otur, istersen de amuda kalk; ama sonunda hep ayaklarının üstünde ancak doğrulabileceğini de sakın unutma. Yani eğri ile başladığın aklın yolu, seni sonunda daima doğru olan yolla buluşturacaktır. İşte sıkça kullandığımız aklın yolu da budur esasen. Ve bu yolun da asla başka sapağı yoktur.

Homosapien evladını emzirmesini kimden öğrendi sanıyorsunuz. Kuşkusuz ki hayvanlardan. Çünkü emzirme işini hayvanların insanlardan öğrenmiş olacağını aklın yolu pek kabullenemiyor. O halde insanoğlu insan gibi yaşamasını da önce hayvanlardan öğrenmiş olmalıydı.

Şimdi dini ve kitabı bir kenara koyup, lütfen biraz düşünelim. Veya Kuranın da defalarca önerdiği gibi biraz aklımızı kullanalım. O halde kâinat dediğimiz, evrenleriyle dört dörtlük sistemi yaratan ve tanrı olarak betimlenen büyük yaratıcı, acaba neden insanlara yaşamı öğretebilmek için hayvanları kullanmıştı. Şüphesiz bunun da bir hikmeti olmalıydı. Yoksa sonunda eşekler cennetine göçmeyi bekleyenler, acaba bir dahaki gelişlerinde hayvan olarak mı ineceklerdi Dünya’ya. Hep sorup dururum bunu kendi kendime…


Yukarıda iki sahnelik oyun demiştim. Lakin bir sahne de benden olsun istedim. Yani insan olarak tıpkı atalarım gibi at üstünde durmadan giden bir süvari gibi hissediyorum kendimi; ama nereye gittiğini bilmeden ölüm koşusunda sürekli atını süren. Oysa onlar koşuların sonunda vardıkları yöreleri daima erdem, uygarlık ve bilimleriyle tanıştırıp oralarda muhteşem Yeni Dünya İmparatorlukları oluşturmuşlardı.

Düşmanların Türk Birliğini yenebilmelerine imkân yoktu. Dolayısıyla da Türk’ü yenebilmeleri için onu mutlaka boylara ayrıştırmaları gerekiyordu. Şimdi de hedeflendiği gibi, düşmanları tarafından boylara ayrıştırıldıklarında ise kıçı kırık Emeviler bile onları zorla Tengri’lerinden, inançlarından edebilmişlerdi.

İslami tefekkürünü bile tarikatları eliyle elinden alan putperestler, defalarca canını ve mal varlığını da Haçlı (putlu) seferleriyle gaspa kalkmışlar, kendi varlığını bile korumaktan aciz olan Arap camiası ise var kalmasını bile tefekkürüne, erdem ve yüreğine borçlu olduğu Türk evladının, bugün de başının belası olmayı becermiştir. Acaba Zeytin Dalı nedir, nedendir sanıyorsunuz.

Atatürk Tük insanının dinine, imanına karışmadığı halde Hilafeti ilga ederken, yobaz tekkelerini, irtica tarikatlarını vs. neden yasakladı. Türk’ün bağımsız olmasını, kimseyle göbek bağı olmamasını ve Türk birliğinin içinde emperyalist düşmanların her daim yeniden ısıtacakları bir takım sönmüş ocaklar kalsın istemiyordu da ondan.  Herhalde bu nedenler ve çözümlerin doğruluğu bugün daha iyi anlaşılıyordur.

Ne ki Türk’lerin Atatürk’e kadar süren savruluş ve kendi özünü arayışları, Atatürk sayesinde tekrar yerine oturmuş ve bu günlere kadar da gelebilmiştir. Bundan sonrası ise artık yeni bir dirilişe muhtaçtır. Bu nedenle de yukarıdaki iki sahnenin bir arada mütalaa edilerek birbirine bağlanması, hayati önem kazanmıştır…

                                                                       Serendip Altındal