Koyununun
postu gibi oyunu da sonradan ortaya çıkan ve Abdülhamit ile Erdoğan arasını
duraklama Devriyle kıyaslayan mister Karaman, herhalde Osmanlı tarihini ya hiç
okumadı ya da tersinden o da bir miktar okudu. Muhtemelen de tarihsel
dönemlerin sadece başlıklarını okumuş olmalı mutlaka ki sapla samanı
karıştırmış.
Duraklama devrinin atalet, uyuşukluk ve topuklarına kadar zafiyet
içindeki liyakatsiz, harem Padişahlarıyla, perpetimobile gibi neredeyse kendi
kendini şarj eden dinamik, yürekli, bataktaki bir ulusu yeniden ayaklarının
üstüne diken Atatürk ve arkadaşları dönemini aynılama şaşkınlığı, garabet ötesi
değil de nedir Allah aşkına. Ufak at da bari yutulur olsun. Ve daha fazla da söylemeyelim
ki RTÜK(!) müdahil olmasın
Aslında
böylesine sormak lazım; gerçekte yurdumun tüm kimsesizlerinin olduğu gibi senin
de anan, baban olan ve diğer renktaşlarınla birlikte tek yaradılış nedeniniz iken;
Cebinize de vatandaş kimliklerinizi koyan, sizleri dahi hatırı sayılır yapan, yüce ve emsalsiz Atatürk Cumhuriyetini nasıl
yok sayarsın.
Ki senin ve meydanı boş bulan tüm senin gibi aymazların bile bugünlere
kadar da aziz yurdun bağlarında, dağlarında özgürce at koşturduğunuz dönemdir. Osmanlı
döneminde Cumhuriyet döneminde olduğu gibi serbest ve özgür olabilacekmiydin ya
da yediğin içtiğin senin olsun; ama en az nankör ve uzun dilinden ötürü kelleni
çoktan cellata kaptırmış mı olurdun acaba.
Adı
üstünde İstiklal Savaşımızı ‘bir Anadolu asiler hareketi’ betiğiyle parafe eden
Batılı, taraflı tüm yazar, çizer ve sözde tarihçiler karşısında, bu savaşın
tamamen Türk tarafı adına haklı bir misakı milli savı oluğunu vurgulayarak,
Türk Ulusunun varlığını, haklılık ve kadim yüceliğini ortaya koyarken de diğer
aymazları hem şaşırtıp hem de eğiten, tarafsız ve bağımsız tarihçi Toynbee, o
dönem Türk Ulusunun da takdirlerini kazanmıştı. Çünkü
yüce Atatürk ve haklı İstiklal Davamız, Toynbee gibi başlangıçta hemcinslerine
benzer bir Türk aleyhtarını bile tarafımıza çevirmişti.
İşte
bu tarafsız, bağımsız, aydın ve örnek tarihçi ile o dönemlerdeki bileşkelerini
dile getiren A. Emin Yalman’ın savaş sonrası anılarından yaptığım bir alıntıyı,
sırası gelmişken yine aşağıda görüşlerinize sunuyorum. Çünkü kulak dolgusu
olmayan; ama bizatihi yaşanmış tarihin belgeliği ve bilgeliği kadimdir. Birilerine
kapak olması dileğimle…
§ Arnold Toynbee Bu sıralarda memlekete mühim ziyaretçiler
geliyordu. Ben, bunlardan hepsi ile temas arıyor, konuşuyor ve dost oluyordum.
Başta gelenlerden biri Profesör Arnold Toynbee idi. Londra Üniversitesi’nde
Yunan parasıyla kurulan Bizans Kürsüsünün profesörü bulunan Toynbee,
İngiltere’de eskiden beri Türklük aleyhinde bulunan belli başlı şahsiyetlerden
biriydi. Harp yıllarında İngiltere tarafından Ermeni meselesine dair
neşredilen ve her tarafından bize karşı düşmanlık hislen taşan meşhur “Mavi
Kıtap’ın meydana gelmesinde İngiltere’nin eski Washington sefiri ve kitabı
hazırlayan komitenin başkanı Lord James Bryce’in yardımcısı sıfatıyla başrolü
oynamıştı. İngiltere’de Yunan hayranlığını yaratanlardan Oxford Üniversitesinin
eski Yunan Tarihi Profesörü Gilbert Murray’in de damadı idi. Manchester’da
çıkan Türk düşmanı “Guardian” gazetesi, Yakındoğu’nun hali hakkında bir etüt
yaptırmak ihtiyacını duyunca, tabii olarak Profesör Toynbee’nin üzerinde durdu.
Hâlbuki
Toynbee İstanbul’a gelip ortalıktaki manzarayı görünce, ilk işi, Yalova,
Çınarcık ve civarında toptan yok edilmek tehlikesine maruz olan Türk halkının
arasına bir Kızılay heyeti ile beraber koşmak ve onları muhakkak bir felaketten
kurtarmak olmuştu. Bütün o civar halkı, o günlerin korku ve dehşetini ve
kurtarıcılara karşı olan minnet borcunu hiç unutmamıştır. Toynbee bundan sonra
Türk istiklal Mücadelesinin İngiltere’de ne kadar yanlış tanındığını gördü,
doğruyu herkese duyurmak için büyük bir cesaretle kaleme sarıldı. Türk düşmanı
“Manchester Guardian” hiç beklemediği bu yazıları aynen neşretmek büyüklüğünü
gösterdi. Bu sayede İngiltere’de hakkımızda esen hava değişti. Yunanlılar
küplere bindiler, Profesörü Bizans Tarihi Kürsüsünden azlettiler. Toynbee’ye
İstanbul Üniversitesi’nde bir tarih kürsüsü teklif edilmişse dc kendi memleketinde
başka bir vazifeye geçirildiği için kabul edemedi. Bundan sonra yazdığı
“Türkiye ve Yunanistan’da Batı Medeniyeti” adlı kitabında ve diğer eserlerinde
tamamıyla objektif bir lisan kullandı ve Yakın ve Orta Doğa’da taşkın
hareketlerin yalnız bir tek memlekette görülmediğini ve zaman zaman bütün
memleketlerde bunların örneklerine rast gelindiğini ileri sürdü.
Toynbee İle tartışmam Toynbee ile Türkiye’yi ilk
ziyaretinden başlayarak ömrüm boyunca sıkı bir teması muhafaza ettim.
İngiltere’yi her ziyaretimde kendisini aradım, Malatya suikastı sırasında bana
gönderdiği mektuptan sırası gelince bahsedeceğim Profesörle yalnız bir defa
çatıştık. Avrupa Konseyi’nin Roma’da tertip ettiği bir yuvarlak masa
toplantısına ikimiz de davetliydik. Toynbee, bu toplantıda, Batı medeniyetinin
ancak bir Hıristiyan medeniyeti olduğu, Hıristiyan olmayan milletlerin bu medeniyetin
şekillerini taklit ettiklerini, fakat ruhuna giremediklerini ilen sürdü. Ben
de kendisine şu cevabı verdim: “Medeniyet, bütün insanların ortak malıdır. Ayrı
ayrı toplulukların buna hizmetleri zamana göre değişmiştir. Müslümanlık, ilk
yayılış devrinde eski Roma ve Yunan medeniyetlerinin eserlerini benimsemiş,
Endülüs’te kendi prensipleriyle beraber bunlara da dayanan bir idare kurmuştur.
Gaflet ve cehalet içinde bulunan Hıristiyan Avrupası’nın kapılarını vurmuş ve
kendilerine Aristo’nun eserlerinin manasını duyurmuştur. Osmanlı tarihinin
parlak devirlerinde medeniyetin en yüksek kıymetleri Osmanlı İmparatorluğu’nda
yaşanılmıştır. Medeniyetin en değerli sembolü olan dini toleransa asırlarca
müddet yalnız Türkiye’de rast gelinmiştir. Avrupa’da otuz yıllık din muharebeleri
esnasında Protestanlar Türkiye’ye aklın ve medeniyetin bir iltica yeri, bir
cenneti gözüyle bakmışlardır. Atatürk’ün, Türkiye’nin ölüm döşeğinde sanıldığı
bir dakikada yürütmeye başladığı inkılap hamlelerine ve ortaya koyduğu
örneklere ve bilhassa büyük bir cesaretle laikliği benimsemesine medeniyetin
büyük bir zaferi gözüyle bakmak lazımdır. Asırlarca süren engizisyon karanlıklarını
unutarak, medeniyete bir Hıristiyan damgası vurmak, Hıristiyan olmayanlara eşit
haklara sahip ortaklar değil, sığıntılar gözüyle bakmak manasına gelir.
Müstemlekeci ligin kötü bir maskesi olan böyle bir muamele tarzına kimse boyun
eğmez. O zaman medeniyetin icabı olan karşılıklı saygı korunacak yerde, dünya
boş yere iki düşman cepheye bölünmüş olur. Hâlbuki son iki Cihan Harbi’nin acı
derslerinden sonra yeni bir dünya kurmak için aklı başında bütün insanların
işbirliğine ihtiyaç vardır.”
Toplantıda
bulunan eski Fransız Hariciye nâzırı Mr. Schumann bana hak verdiğini belirtti.
Öğle yemeği için paydos yaptığımız sırada Prof. Toynbee yanıma geldi:
“ Beraber
yemek yiyelim,” dedi.
Yemek
masasında eski tanıdığım itidalli ve berrak görüşlü Toynbee’yi karşımda
buldum. Tatlı tatlı konuştuk ve bütün görüşlerde birleştik. Sonradan anladım ki
bu parlak zekâlı büyük tarihçiye dinle ilgili sabit bir fikir zaman zaman
misafir oluyor ve tarihi kendine mahsus bir zaviyeden tefsir etmek hevesine
kapılmasına sebep oluyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder