16 Ocak 2021 Cumartesi

DİKTA MI, DİTATÖR MÜ..

 


            Alman Devleti kurulmadıkça, sömürge siyasetine de hak kazanamaz düşüncesine sahip bir Hitler’in Devletçilik anlayışı, aslında sömürgeciliğe aracısız bir kafadan dalıştı. Her bakımdan güçlü bir Devlet kurulabilirse şayet sömürgecilikte de söz sahibi olunacaktı Hitlere göre o halde.

 

Sömürgecilik Hitler anlayışının giriş kapısıydı yani hedefiydi aslında. Düşünüyorum da Hitler diktası, kendi diktatörlüğünün ne kadar vazgeçilmez bir silahı olmuşsa, sapla samanı ayıramayanların diktatör (!) dedikleri yüce Atatürk’e de yapılan, ne denli uyuşmaz ve eşyanın asla tabiatına uymayan bir atıftı Yarabbi!

 

Hitler, yokluk içindeki ülkesinin şartları içinde kendi diktatörlüğünü tırnaklarıyla kazırken, Atatürk sömürge yapılmaya çalışılan vatanını emperyalistlere karşı savunup muzaffer Komutan olunca, milletinin kendisine bahşettiği ölümüne kadar tek adamlığı – ki Halife ve/veya Padişah ya da her ne olmak isterse – elinin tersiyle itip, özgün Türk Milleti için laik, halkçı ve bağımsız bir Cumhuriyet kurmaktan yana olmuş ve gerekli olan devrimleriyle de bunu başarmıştı sadece.

 

Aynı bağlamda Hitler ise yokluk içinde büyüdüğü bir toprağı başka topraklarla büyütüp, gasp (sömürgecilik) yoluyla zenginleşmeyi kurguluyordu aslında. Oysa Atatürk her şeyini kaybederek, Hitler gibilerin sömürgesi olma durumuna düşmüş bir Cihan İmparatorluğunu, tırnaklarıyla bile olsa bu makûs durumdan kurtarabilmenin çarelerini araştırıyordu.

 

Lenin’in de söylediği gibi bir Diktatör ülkesini iç kavgaya düşürmeden yok olmaz. Ya da Hitler gibi Dünya ile kavgalı olur ve neticede Dünya tarafından tarihten silinir. Görüldüğü üzere her iki şıkta; milletini bölmek, ayrıştırmak yerine büyük Türk Ulusu kimliği altında birleştiren, herkese savaş açmak yerine ‘yurtta sulh Cihanda sulh’ sözünü ebedileştiren, can düşmanlarının bile aradan geçen yaklaşık 100 yıla rağmen, bugün dahi özlem ve saygınlığını hak eden, şimdi artık Tengri huzmelerinde uyuyan rahmetli Atatürk’ümüzle hiç uyuşmaz.

 

Öyleyse bırakalım diktatörlüğü filan; ama Hitlerle Atatürk arasında gerçekte geceyle gündüz farkı olduğunu söyleyelim en azından. Bak sen! Meğer ki Atatürk nasıl bir diktatörmüş! Hadi canım geçiniz! Lakin laf aramızda keşke biraz da olsaymış hani. Çünkü kendisi gibi bir doğrucu Davut, kim bilir ne kafalar temizlerdi de bugün bu dertlerimiz olmazdı.

 

             Ötesinde de Yakup Cemil olayında olduğu gibi, Mustafa Kemal’in Harbiye Nazırı olması için Saraya isyan eden Yakup Cemil’in sonuçta asılması nedeniyle kendi anılarını Falih Rıfkı’ya (Atay) anlatan Mustafa Kemal; ‘şayet adam muvaffak olsaydı, benim bu görevi kabul edebileceğimi düşüne bilirmiydin’ diye sorması, herhalde Atatürk diktatörlüğünün (!) de çarpıcı bir göstergesi olmaz mı? İşte bu doğrultudaki bütün emsaller ve argümanlar adam gibi bir Devlet Lideriyle, bir sefih ve narsist Diktatör arasındaki dipsiz uçurumu yeterince ortaya koyar sanırım. Bilmem daha da fazlasına gerek var mı?

 

            Trumph yandaşlarıyla Amerikan Kongre Binası doldu boşaldı. Böylece bir emme basma olayı daha arşive geçti. Ne var ki USA derin Devleti sonuçta radikal Trumph’ı da tasfiye ederek eski Amerikan rüyası masalını, Biden’in yeni Demokrasi cilasıyla parlatarak dünyanın gözünü tekrar boyamaya kalktı muhtemelen. Bakalım göreceğiz. Yakında yine yapay boya düşer ve eski astar çıkar ortaya nasılsa. Ve malumdur, alışmadık kıç don tutmaz lafını eskiler boşuna söylememişlerdir.

 

            Öyle veya böyle biz yine anımsayalım ki Türkiye Cumhuriyeti, USA topografyasının hele de Pensilvanya Sultanlığına bağlı bir sömürge diktatoryası asla değildir, istese de olamaz esasen. Bu özlemi taşıyanlar hatta her gece rüyasını bile görenler olabilir. Bırakalım onlar rüyalarını görmeye devam etsinler. Diğer yanda ekonomi masası gibi mufassal ve halkı aydınlatıcı sunumlar, birliktelikler genel muhalefetin sadece kurucu CHP kanadı tarafından yapılmaya çalışılıyor. Kendilerini kutlarız.

 

Oysa bu halkçı aydınlatmalar, açık bütçe gibi aslında sosyal bir Devletin yapmak zorunda olduğu işlerin en başında olması gerekenlerdir. Ülkemizde maalesef kuruluş yıllarından, bilhassa da Atatürk’ün vefatından sonra bu geleneğin giderek raftan kaldırılması, AKP döneminde ise tamamen yok edilmesi, bırakın ciddi bir Cumhuriyetin olmazsa olmaz sosyal Devlet geleneğini, geleneksiz ve yasasız bir Devlet bile olmayı beceremeyen bir yapay İktidarın ancak ortaya koyabileceği tek ve salt icra haline gelmiştir…

                                                                       Serendip Altındal

Kaynak:

a-      Atatürk’ün bana anlattıkları – Falih Rıfkı Atay.

b-     Kavgam – Hitler.

           

Özün Kişiliğinin Aynasıdır...

serendipaltindal.blogspot.com

serendipaltindal@gmail.com

Video Kanalım & Şiirlerim

 

2 Ocak 2021 Cumartesi

DENGE BOZULMASIN..

 


            Meral Akşener hareketini, eli yüzü düzgün ve Türk vatanına hayırlı olacak bir muhalefet paragrafına yazmış ve can ı yürekten de onaylamıştık. Ne ki son günlerde kulağımıza gelen ve kendi tarafından da ifade edilen ‘yuvama dönüyorum’ başlığında oluşan soruların ikna edici cevapları; yine tarafından verilmediği taktirde ahde vefa özgünü vatandaşları tarafından kabul görmesi kesinlikle mümkün olmayacaktır.


             Soru 1. Yuvana yani MHP’ye bugünkü koşullarda geri dönmek Bahçeliyi destekleyip aynı bağlamda Cumhur ittifakına da devam edeceğin anlamını mı taşıyor?

             Soru 2. Yoksa bu geri dönüş, MHP de köklü bir yeniden yapılanma ile Başkanlığın da değişmesi bileşkesinde, bütünüyle Kemalist bir dayanışma içinde bir milli öze geri dönüşü mü dile getiriyor?


             Şayet ikinci sorunun cevabı açıklık kazanırsa, buna hiçbir milli görüş sahibi vatandaşın itirazı olamayacağı açıktır. Çünkü o takdirde olası bir CHP/MHP Hükümetinin tatminkâr, özlenen ve tam da günün sorunlarına çözüm üretebilecek bir alternatif olacağı açıktır. O zaman da bize bunu kutlamak düşer. Şener’in ağzından çıktığı söylenen bu ifade söylenti bile olsa, neden ve kimden bu haberin çıkarılmış olabileceğini öngördüğüm için, bu uyarıyı ilgili adreslere her şeye rağmen yapmak ihtiyacını hissettim.


             Bugün Türkiye’miz, birisi engellerle dolu, diğer ikisi ise açık gözüken bir üç yol kavşağındadır. Pekiyi bizi nereye ulaştırır bu yollar. İçimizdeki Amerikalıların bilhassa tercih nedeni olan birinci yol ABBD bileşkesinde bizi, eyaletler Cumhuriyeti sömürgesi olmaktan başka da bir hedefe asla götürmez.  


             Bu yola alternatif gibi duran ve arkası açık olduğu sanılan ikinci yol ise Arap Dünyası içinde yeni bir Osmanlı paradigması bağlamında teokratik Panislamist Osmanlı imajlı, aslı ise yeni bir ABD İslam sömürgesi olmaktan öte başka da bir sona çıkmaz. Bu iki yolda bizi AKP dürtüsüyle, zorunlu olarak tekli veya koalisyon Hükümetli, neticede havlu atacağımız hedeflere ulaştıracaktır sadece. Ne var ki çıkmaz gibi gözüken lakin ancak Türk gücü ve dik duruşu ile açılabilecek olan üçüncü yol ise Atatürk ilkeleriyle benimsediğimiz altı okun işaret ettiği; ama Pantürkizm olarak betimlemediğimiz Kemalist yolumuzdur.


             Ki aslında sapmak zorunda kaldığımız ve sonuna kadar içinde kalmakla da yükümlü olduğumuz bu yol emperyalist engeller ve tutucu Hükümetlerle bugüne kadar uzak tutulduğumuz, bundan sonra da içimizdeki müstevli beslemelerle dışımızdaki sömürgeci sürüngenlerin, asla sapmamızı istemedikleri tek yoldur. Ne ki işte sadece bu yol, Dünyada kimse yokken var olmuş Türk evlatlarına yakışan, güçlü ve azimli başlarını ebede kadar gururla dimdik omuzlarının üstünde taşıyabilecekleri tek yoldur. Bilmem anlaşılır oldu mu?


             Burada ‘derin Devlet’ demeyelim; ama Türk evlatlarının derin köklerine doğru bir anımsatma yapalım. Latinler Türklerin son yüzyıllarda birleşmelerini çeşitli desiselerle engelleyip onları birbirinden faklıymış sanılan budunlara ayrıştırarak hatta sonuçta kardeşi kardeşe de öldürterek, bu sayede ancak ve bin bir meşakkatle Türklerin mirasları üstünde kendi Devletlerini ve teritoryal varlıklarını oluşturabilmişlerdir. Bugünse görüldüğü üzere Türk gücü büyük Dünya güçlerini yine karşısına almıştır.


             Bu durumda ise Türk evladı ne yapacağını yani nasıl ve neden öz birliğine sahip olmak zorunda olduğunu yine çok iyi bilecek ve gerekeni de yapacaktır şüphesiz. Yalnız asla unutulmaması ya da yadsınmaması gereken, acilen çözülmesi gereken bu sorunun yavaş ve milli özünü asla temsil etmeyen bir Cumhur ittifakı ve otokratın liyakatsiz yandaş kadrosuyla, hitlervari yapılamayacağının hesabını da elbette özenle yapmış olacaktır.


             Ve bu denge esasına dayalı hassas birlikteliğe uyum sağlayamayacağı anlaşılan herhangi bir muhalefet Partisi de derhal birlik dışı bırakılacaktır. Bu arada en yakın komşusu olan Rus’a Türk’ten, Türk’e de Rus’tan fayda vardır esasen. Ve biz şimdi ön Asyalıyız o halde ne işimiz vardır Atlantik ötesindeki ve asla bize uymayan abuk arayışlarda.


             Rusya, Çin ve tarihimizin de bir parçası olan Hindistan ile yeni İpekyolu projesinde tam birlik sağlanırken, yenisi ve daha gelişmişi tarafımızdan yapılmadıkça en gelişmiş ve kendisini defalarca ispat etmiş bir savunu silahımız olacak S-400 vs. kararlarının da sadece bizi bağladığı ve bağlayacağı herkese kabul ettirilmelidir.


             Kendi milli silah bileşkeli ağır sanayimiz ve milli tarım mevzuatlarında ise Atatürk’ün yaptığı gibi kimseye zerre taviz verilmemelidir. Bilinmelidir ki ancak bu yolun, hür doğmuş ve hür yaşamak zorunda olan Türk evladının Milli bağımsızlığını pekiştirecek tek çözüm yolu olduğu ve olacağı da biran bile akıldan çıkarılmamalıdır…

                                                                                                                                                                                                                                                                       Serendip Altındal

 Özün Kişiliğinin Aynasıdır...

serendipaltindal.blogspot.com

serendipaltindal@gmail.com

Video Kanalım & Şiirlerim