Yetkileri
Kongrenin tanıdığı sınırların dışına çıkamayan Amerika Birleşik Devletleri
Başkanının, herhangi bir Devletle yaptığı ikili anlaşmalar aslında sadece
kendisini bağlar, Devletini değil. Diğer bir deyişle Başkanın, aslında kurucu
anayasaya göre, Devletini bağlayacak bir antlaşmaya kendi adına imza
atma yetkisi yoktur. Bu nedenle de sadece Başkandan alınmış bir anlaşma
onayının, Amerikan Devletiyle yapılmış herhangi bir antlaşma değeri de
yoktur.
Böylece Amerika Birleşik
Devletleriyle bilhassa 1950 den itibaren yapılmış bütün ikili anlaşmaların gerçekte
Birleşik Devletleri hiçbir bağlayıcı değeri yoktur. Bu yüzden de gerçek
antlaşma yaptığını düşünen mesela F. Rüştü Zorlu gibi bir hariciye Bakanının sayısız
ikili anlaşmalara attığı imzalar – ki elbette Hükümetinin haberi olmadığı
söylenemez - gerçekte Türkiye
Cumhuriyetini tek taraflı bağlamıştır. Bugün bile bu anlaşmaların kesin
içerikleri bilinmemekte ve arşivlerde de bulunmamaktadırlar. Sanki yer
yarılmışta içinde kaybolmuş gibidirler.
Yani Başkanının masasında oturmakla,
elini sıkmakla, Amerika Birleşik Devletleriyle aynı masaya oturduğunu sanan bir
Devlet adamı, önce kendisini, sonra da Devletini aldatıyor demektir. Bu
sözlerin kime atıf olduğundan ziyade, milletimizi nasıl enayi yerine koyduğudur
bizim için esas olan. Ve ne yazık ki yüce milletimiz, 50’ler den itibaren bu
kafaya sahip siyasiler yüzünden sömürgenlere tarifsiz ödünler vermiş ve ne
yazık ki hala da vermektedir.
Yani büyük Devlet vasfınız olmadan,
Amerika Birleşik Devletleriyle aynı topa giremezsiniz. Oysa biz bunu defalarca
yaptık şimdi çok daha güçlü de yapabilirdik. Oysa bugün maalesef başımızda
olanlar, milli kaynaklarımızı, ordumuzu, eğitimimizi, onurlu tarihimiz dâhil
bütün milli değerlerimizi, emperyaliste teslim ederek, beslemeler olarak yaşamayı
tercih ettiler. Ve milletimizi de çok zor ve meşakkatli bir mücadelenin
kavşağına taşıdılar. Ne var ki bu millet, bu badireleri de aşacak yüreğe ve
güce her zaman ve şeraitte sahiptir.
Seçimlere kadar ülkeyi çaresizce itip
dürterek, çakma ek vergilerle, vatandaşın gırtlağını aşan enflasyonla onu boğulma
noktasına getirerek Devleti yönetmeye kalkma paradoksunun, kendilerini çıkmaz
bir sokağa taşıdığını ve artık atacak barutu da kalmamış AKP Hükümetine ve
bilhassa da liderleri Erdoğan’a hatırlatalım. Ki şayet Menderes Hükümetinin
60’lar döneminden – sürüyle muhalefeti engel yasasının üstüne, bir de tahkikat
Encümeni ihdasıyla diktaya yönelme bindirilmişti - ibret almamışlarsa, bu hataları
belki de daha elemli bir kadere dönüşecektir. Hatta belki de çok Partili
rejimin bugüne kadar ki itilaf Hükümetlerinde bile rastlanılmamış ardılı ve
tantanalı bir gidişinin de miladı olacaktır, kim bilir?
Yakın tarihimizi anlayarak okumamızda
fayda vardır. DP, CHP istemediği için devrilmedi. Kendi ihtirası nedeniyle 1960
yılında artık çıkmaz yola girdiği için, 27 Mayıs askeri darbesini, DP adeta kendi
eliyle davet etmişti. Çünkü ‘iktidar bendeyse gitmem’ diyen Menderes’in, başka
da tutunacak dalı kalmamıştı belki de artık.
Atatürk’ten sonra itidalli, ölçülü, tutarlı,
olgun, sabırlı ve bilimsel siyasa hayatını, Atatürk’ü doktrine ederek de
Cumhuriyeti, prensipli ve doktriner bir Devlet modeline dönüştürerek tamamlayan
ve hele muhalefet lideri olarak 50-60 yılları arasını da, bütün aleyhte
zorluklara rağmen şerefiyle ve muhterislerin derekesine ve polemiğine asla düşmeden
kapayan İnönü; neden ikinci adam olduğunu ölümünden sonra da Cumhuriyet
Tarihine salt askeri zaferleriyle değil; ama Lozan ihtişamının üstüne, bütün
Devlet adamlarına örnek siyasi ve insani kimliğiyle de bir kere daha perçinlemiştir.
Aşağıda, İnönü’nün kendisiyle
hesaplaşarak, açık kimliğini ve duygularını büyük bir vicdan rahatlığıyla, kendisini
dinleyen vatandaşlarıyla paylaştığı bir konuşmayı, kendilerine mihmandar olması
dileğimle, bilhassa da genç okurlarımın dikkatine sunuyorum.
Bu gönül itirafnamesi, yurttaşına
kuruş borcu olmayan; ama ondan ebediyete kadar da alacağı olduğu halde, onu da
bağışlayan ve yüce Atatürk’ten sonra da ikinci en büyük Devlet adamımızın,
tertemiz vicdan muhasebesinin bilançosudur. Büyük adamlar kolay yetişmiyor.
Bizimkilerle sağlıklarında bile uğraşan bazı sapı silikler, vefatlarından sonra
haydi haydi uğraşmaktadırlar. Sağlıklarında da kıymetlerini fazla idrak
edemediğimiz bu mübarek insanların bari aziz hatıralarına sahip çıkalım. Arşivinizde
saklamanız temennisi ile…
§ İnönü’nün 26 Eylül 1959 Bulvar Palas konuşması:
«Beni dinleyen muhterem ve
âlicenap insanlar!
75 'inci yılında, geçmiş
ömrümün özetini size söylemeye çalışacağım. 16-17 yaşında iken, bir büyük
İmparatorluğun çökmekte olduğu kaygısı ve bizim yani en genç kuşağın, memleketi
kurtarmak ödevinde olduğumuz düşüncesi bizi sarmış idi, 60 sene; bu, hislerin
heyecanları, ümitsizlikleri ve zafer günleri içinde geçmiştir.
İmparatorluk çökmesi
içinde vazife yapmaya çırpınırken, hesapsız şehitler ve felâkete uğrayanlar
arasından, yaşayarak çıkmak gibi, bir umulmadık olay başımızdan geçti.
Milli Mücadele, ben 38
yaşında iken zaferle bitmiştir. Bu devirden, amansız ve kudretli dış düşmanlar
karşısında kendi memleketimizi temsil yetkisi iddia edenlerin idam fermanlarını
boynumuzda taşıyarak çıkabildik.
Ümitsiz günleri unutmuş,
vatanı yeniden kurtarmak ve yükseltmek azmi ile başlamıştık. Yepyeni bir
Türkiye’nin her sahada temellerini atmak, elimize geçen emaneti yüz aklığı ile
yeni kuşaklara devretmek, tek amacımız olmuştur.
1920'den, yani 36 yaşından
beri, memleket idaresinde birinci derecede mesuliyet taşıyan insanlar
arasındayım. Doğrudan doğruya siyasî, kudret sahibi olarak 1950*ye kadar, yani
66 yaşına kadar, Türkiye'nin selâmeti ve ilerlemesi gibi bir ödev yolunda
bulunduk.
1950 senesi, memleketin
100 seneden beri hasretini çektiği yeni hayat tarzını yüreğimiz ümit ve iftihar
dolu olarak seçmiş bulunuyoruz. Aklımın erdiği günden beri, sıra ile başımdan
geçen aşırı güçlük ve başarı anlarının bu yeni devirde de birbirini
kovaladığını görüyorum. Bu devrin hastalıklarını büyük ölçüde, geçirdiğimize
inanıyorum. Her siyasi inançta olanların son güçlükleri, iyi yürekle
yeneceklerine şüphe etmiyorum.
Bu
uzunca siyasî hayatı bir cümlede canlandırmak isterim: Bütün ömür boyunca her
zaman elde edilmesi millet için aziz olan bir amaç peşinde koştum. Bu hana şevk
ve kuvvet vermiştir.
Aile hayatında huzur,
mutluluk hatırası ile doluyum. İçinde dar zamanlarımı genişleten, kasvetli
günleri aydınlığa yönelten başlıca desteğim, eşim Bayan İnönü olmuştur. Siyasi
hayatımın bütün üzüntülerini sabırla ve cesaretle karşıladı. Hiç bir sarsıntı
anından ürkmedi. Aile İçinde geçimimiz daima anlaşmalı olmuştur.
Biz bunun tılsımını şu
usulde bulduk: Bir olaydan hangimiz şikâyetçi olur ve ilk söze başlarsa,
ötekimiz susar ve hak verir. Ve fırtına ne kadar sürse, mutlak sütliman olarak
biter. Çocuklarımla arkadaş gibi yaşarım. Şimdi torunlarımla arkadaş gibi
anlaşmaya çalışıyorum. Ben Türklerin iyi aile hayatına tabiattan istidatlı
olduklarına inanmışımdır. Ben, aile saadetinin temelinin,
tek evlilik olduğuna yürekten hükmetmişimdir.
Sevgili arkadaşlarım!
İkbalin ve kudretin en
yüce devirlerinde taşınabilecek duyguların en değerlilerine, iktidardan
ayrıldıktan sonra eriştim. Resmî hizmet yolunun en büyük mükâfatı, resmî
hizmetten ayrıldıktan sonra milletten saygı görmektir. Bu ikbale ermiş
insanlardan biri olmakla iftihar ederim. Hususiyle, siyasî hayatın
bidatlerinden sıyrıldıktan sonra sevgi ile karşılanmak, bizde nadir
görülmüştür. Muarızlarım dâhil olarak, bütün siyaset adamlarına, bu ikbali
yürekten dilerim.
Geçmiş hayatımın
arkadaşlarını, yardımcılarını ve bana amir mevkiinde bulunmuş olanları saygı
ile anıyorum. Beraber çalıştığımız zamanlarda bana daima rehber ve yardımcı
olan Büyük Atatürk'e karşı, yüreğim sevgiler ve minnetlerle doludur. Sağ olun
arkadaşlarım...»
Yaklaşık
40 yıl kadar ailece sakinlerinden olduğumuz Bursa, ne yazık ki bugün 30 Ağustos
Bayramının geneli alakadar etmediğini söyleyecek kadar ilkel kafalı bir
Belediye Başkanına sahip. Bak! Kâğıt üstündeki yurttaş ve yapay başkan: O
sapkın ifadenden anlaşıldığına göre 30 Ağustosun, senin şaibeli mevcudiyetini
ilgilendirmediği kesin. Lakin şayet o kafanda biraz akıl olsaydı, 30
Ağustosların, içinde adam sayıldığın bu büyük mevcudiyetin – ki Türkiye
Cumhuriyeti ve Türk Milleti geneli – varoluş nedeni olduğunu da biliyor olacak ve
belki de böyle zırvalamayacaktın.
Bazı
haberlerde Trump’ın, Erdoğan’a güvence verdiğini okuyoruz. Hala bu haberlerden nemalananlara sormak
lazım. Siz hala defalarca yıkandığınız o kirli sularda mı banyo alıyorsunuz? El
insaf! Bu adamların aynı tastan beslendiklerini ve işin başından beri anlaşmalı
bir sözde kapışma senaryosu çevirdiklerini hala anlayamadınız mı? Yoksa anlamak
mı işinize gelmiyor. Ki bunu defalarca yazdığımız halde. Oysa o kadar acemi bir
gösteri ki bu. Böyle bir film en ucuz sinemalarda bir hafta bile oynayamaz.
Hiçbir
ödül veya herhangi bir karşılık beklemediğim yazılarımın, akil ve özgün
okurlarımın dışında bir takım çifte ağızlı kaşarın da işine yarıyor veya
yaramıyor olmasının, hiçbir kıymeti harbiyesi yoktur. Benim için önemli olan
sadece, gelecekte Devlet liderleri de olabilecek bugünkü genç okurlarımın,
akıllarında ne kadar yer alabileceği, onlara kalıcı neler öğretebileceğidir.
Şayet bunda yeterli olabiliyorsam bu da bana tarifsiz bir haz ve onur verir
aziz okurlar…
Serendip Altındal