26 Temmuz 2019 Cuma

TESLİMİYET ANLAŞMALARI..


            Yetkileri Kongrenin tanıdığı sınırların dışına çıkamayan Amerika Birleşik Devletleri Başkanının, herhangi bir Devletle yaptığı ikili anlaşmalar aslında sadece kendisini bağlar, Devletini değil. Diğer bir deyişle Başkanın, aslında kurucu anayasaya göre, Devletini bağlayacak bir antlaşmaya kendi adına imza atma yetkisi yoktur. Bu nedenle de sadece Başkandan alınmış bir anlaşma onayının, Amerikan Devletiyle yapılmış herhangi bir antlaşma değeri de yoktur.

            Böylece Amerika Birleşik Devletleriyle bilhassa 1950 den itibaren yapılmış bütün ikili anlaşmaların gerçekte Birleşik Devletleri hiçbir bağlayıcı değeri yoktur. Bu yüzden de gerçek antlaşma yaptığını düşünen mesela F. Rüştü Zorlu gibi bir hariciye Bakanının sayısız ikili anlaşmalara attığı imzalar – ki elbette Hükümetinin haberi olmadığı söylenemez -  gerçekte Türkiye Cumhuriyetini tek taraflı bağlamıştır. Bugün bile bu anlaşmaların kesin içerikleri bilinmemekte ve arşivlerde de bulunmamaktadırlar. Sanki yer yarılmışta içinde kaybolmuş gibidirler.

            Yani Başkanının masasında oturmakla, elini sıkmakla, Amerika Birleşik Devletleriyle aynı masaya oturduğunu sanan bir Devlet adamı, önce kendisini, sonra da Devletini aldatıyor demektir. Bu sözlerin kime atıf olduğundan ziyade, milletimizi nasıl enayi yerine koyduğudur bizim için esas olan. Ve ne yazık ki yüce milletimiz, 50’ler den itibaren bu kafaya sahip siyasiler yüzünden sömürgenlere tarifsiz ödünler vermiş ve ne yazık ki hala da vermektedir.

            Yani büyük Devlet vasfınız olmadan, Amerika Birleşik Devletleriyle aynı topa giremezsiniz. Oysa biz bunu defalarca yaptık şimdi çok daha güçlü de yapabilirdik. Oysa bugün maalesef başımızda olanlar, milli kaynaklarımızı, ordumuzu, eğitimimizi, onurlu tarihimiz dâhil bütün milli değerlerimizi, emperyaliste teslim ederek, beslemeler olarak yaşamayı tercih ettiler. Ve milletimizi de çok zor ve meşakkatli bir mücadelenin kavşağına taşıdılar. Ne var ki bu millet, bu badireleri de aşacak yüreğe ve güce her zaman ve şeraitte sahiptir.

            Seçimlere kadar ülkeyi çaresizce itip dürterek, çakma ek vergilerle, vatandaşın gırtlağını aşan enflasyonla onu boğulma noktasına getirerek Devleti yönetmeye kalkma paradoksunun, kendilerini çıkmaz bir sokağa taşıdığını ve artık atacak barutu da kalmamış AKP Hükümetine ve bilhassa da liderleri Erdoğan’a hatırlatalım. Ki şayet Menderes Hükümetinin 60’lar döneminden – sürüyle muhalefeti engel yasasının üstüne, bir de tahkikat Encümeni ihdasıyla diktaya yönelme bindirilmişti - ibret almamışlarsa, bu hataları belki de daha elemli bir kadere dönüşecektir. Hatta belki de çok Partili rejimin bugüne kadar ki itilaf Hükümetlerinde bile rastlanılmamış ardılı ve tantanalı bir gidişinin de miladı olacaktır, kim bilir?

            Yakın tarihimizi anlayarak okumamızda fayda vardır. DP, CHP istemediği için devrilmedi. Kendi ihtirası nedeniyle 1960 yılında artık çıkmaz yola girdiği için, 27 Mayıs askeri darbesini, DP adeta kendi eliyle davet etmişti. Çünkü ‘iktidar bendeyse gitmem’ diyen Menderes’in, başka da tutunacak dalı kalmamıştı belki de artık.

            Atatürk’ten sonra itidalli, ölçülü, tutarlı, olgun, sabırlı ve bilimsel siyasa hayatını, Atatürk’ü doktrine ederek de Cumhuriyeti, prensipli ve doktriner bir Devlet modeline dönüştürerek tamamlayan ve hele muhalefet lideri olarak 50-60 yılları arasını da, bütün aleyhte zorluklara rağmen şerefiyle ve muhterislerin derekesine ve polemiğine asla düşmeden kapayan İnönü; neden ikinci adam olduğunu ölümünden sonra da Cumhuriyet Tarihine salt askeri zaferleriyle değil; ama Lozan ihtişamının üstüne, bütün Devlet adamlarına örnek siyasi ve insani kimliğiyle de bir kere daha perçinlemiştir.

            Aşağıda, İnönü’nün kendisiyle hesaplaşarak, açık kimliğini ve duygularını büyük bir vicdan rahatlığıyla, kendisini dinleyen vatandaşlarıyla paylaştığı bir konuşmayı, kendilerine mihmandar olması dileğimle, bilhassa da genç okurlarımın dikkatine sunuyorum.

            Bu gönül itirafnamesi, yurttaşına kuruş borcu olmayan; ama ondan ebediyete kadar da alacağı olduğu halde, onu da bağışlayan ve yüce Atatürk’ten sonra da ikinci en büyük Devlet adamımızın, tertemiz vicdan muhasebesinin bilançosudur. Büyük adamlar kolay yetişmiyor. Bizimkilerle sağlıklarında bile uğraşan bazı sapı silikler, vefatlarından sonra haydi haydi uğraşmaktadırlar. Sağlıklarında da kıymetlerini fazla idrak edemediğimiz bu mübarek insanların bari aziz hatıralarına sahip çıkalım. Arşivinizde saklamanız temennisi ile…

§    İnönü’nün 26 Eylül 1959 Bulvar Palas konuşması:

«Beni dinleyen muhterem ve âlicenap insanlar!
75 'inci yılında, geçmiş ömrümün özetini size söylemeye çalışacağım. 16-17 yaşında iken, bir büyük İmparatorluğun çökmekte olduğu kaygısı ve bizim yani en genç kuşağın, memleketi kurtarmak ödevinde olduğumuz düşüncesi bizi sarmış idi, 60 sene; bu, hislerin heyecanları, ümitsizlikleri ve zafer günleri içinde geçmiştir.
İmparatorluk çökmesi içinde vazife yapmaya çırpınırken, hesapsız şehitler ve felâkete uğrayanlar arasından, yaşayarak çıkmak gibi, bir umulmadık olay başımızdan geçti.
Milli Mücadele, ben 38 yaşında iken zaferle bitmiştir. Bu devirden, amansız ve kudretli dış düşmanlar karşısında kendi memleketimizi temsil yetkisi iddia edenlerin idam fermanlarını boynumuzda taşıyarak çıkabildik.
Ümitsiz günleri unutmuş, vatanı yeniden kurtarmak ve yükseltmek azmi ile başlamıştık. Yepyeni bir Türkiye’nin her sahada temellerini atmak, elimize geçen emaneti yüz aklığı ile yeni kuşaklara devretmek, tek amacımız olmuştur.
1920'den, yani 36 yaşından beri, memleket idaresinde birinci derecede mesuliyet taşıyan insanlar arasındayım. Doğrudan doğruya siyasî, kudret sahibi olarak 1950*ye kadar, yani 66 yaşına kadar, Türkiye'nin selâmeti ve ilerlemesi gibi bir ödev yolunda bulunduk.
1950 senesi, memleketin 100 seneden beri hasretini çektiği yeni hayat tarzını yüreğimiz ümit ve iftihar dolu olarak seçmiş bulunuyoruz. Aklımın erdiği günden beri, sıra ile başımdan geçen aşırı güçlük ve başarı anlarının bu yeni devirde de birbirini kovaladığını görüyorum. Bu devrin hastalıklarını büyük ölçüde, geçirdiğimize inanıyorum. Her siyasi inançta olanların son güçlükleri, iyi yürekle yeneceklerine şüphe etmiyorum.
Bu uzunca siyasî hayatı bir cümlede canlandırmak isterim: Bütün ömür boyunca her zaman elde edilmesi millet için aziz olan bir amaç peşinde koştum. Bu hana şevk ve kuvvet vermiştir.
Aile hayatında huzur, mutluluk hatırası ile doluyum. İçinde dar zamanlarımı genişleten, kasvetli günleri aydınlığa yönelten başlıca desteğim, eşim Bayan İnönü olmuştur. Siyasi hayatımın bütün üzüntülerini sabırla ve cesaretle karşıladı. Hiç bir sarsıntı anından ürkmedi. Aile İçinde geçimimiz daima anlaşmalı olmuştur.
Biz bunun tılsımını şu usulde bulduk: Bir olaydan hangimiz şikâyetçi olur ve ilk söze başlarsa, ötekimiz susar ve hak verir. Ve fırtına ne kadar sürse, mutlak sütliman olarak biter. Çocuklarımla arkadaş gibi yaşarım. Şimdi torunlarımla arkadaş gibi anlaşmaya çalışıyorum. Ben Türklerin iyi aile hayatına tabiattan istidatlı olduklarına inanmışımdır. Ben, aile saadetinin temelinin, tek evlilik olduğuna yürekten hükmetmişimdir.
Sevgili arkadaşlarım!
İkbalin ve kudretin en yüce devirlerinde taşınabilecek duyguların en değerlilerine, iktidardan ayrıldıktan sonra eriştim. Resmî hizmet yolunun en büyük mükâfatı, resmî hizmetten ayrıldıktan sonra milletten saygı görmektir. Bu ikbale ermiş insanlardan biri olmakla iftihar ederim. Hususiyle, siyasî hayatın bidatlerinden sıyrıldıktan sonra sevgi ile karşılanmak, bizde nadir görülmüştür. Muarızlarım dâhil olarak, bütün siyaset adamlarına, bu ikbali yürekten dilerim.
Geçmiş hayatımın arkadaşlarını, yardımcılarını ve bana amir mevkiinde bulunmuş olanları saygı ile anıyorum. Beraber çalıştığımız zamanlarda bana daima rehber ve yardımcı olan Büyük Atatürk'e karşı, yüreğim sevgiler ve minnetlerle doludur. Sağ olun arkadaşlarım...»

Yaklaşık 40 yıl kadar ailece sakinlerinden olduğumuz Bursa, ne yazık ki bugün 30 Ağustos Bayramının geneli alakadar etmediğini söyleyecek kadar ilkel kafalı bir Belediye Başkanına sahip. Bak! Kâğıt üstündeki yurttaş ve yapay başkan: O sapkın ifadenden anlaşıldığına göre 30 Ağustosun, senin şaibeli mevcudiyetini ilgilendirmediği kesin. Lakin şayet o kafanda biraz akıl olsaydı, 30 Ağustosların, içinde adam sayıldığın bu büyük mevcudiyetin – ki Türkiye Cumhuriyeti ve Türk Milleti geneli –  varoluş nedeni olduğunu da biliyor olacak ve belki de böyle zırvalamayacaktın.

Bazı haberlerde Trump’ın, Erdoğan’a güvence verdiğini okuyoruz.  Hala bu haberlerden nemalananlara sormak lazım. Siz hala defalarca yıkandığınız o kirli sularda mı banyo alıyorsunuz? El insaf! Bu adamların aynı tastan beslendiklerini ve işin başından beri anlaşmalı bir sözde kapışma senaryosu çevirdiklerini hala anlayamadınız mı? Yoksa anlamak mı işinize gelmiyor. Ki bunu defalarca yazdığımız halde. Oysa o kadar acemi bir gösteri ki bu. Böyle bir film en ucuz sinemalarda bir hafta bile oynayamaz.

Hiçbir ödül veya herhangi bir karşılık beklemediğim yazılarımın, akil ve özgün okurlarımın dışında bir takım çifte ağızlı kaşarın da işine yarıyor veya yaramıyor olmasının, hiçbir kıymeti harbiyesi yoktur. Benim için önemli olan sadece, gelecekte Devlet liderleri de olabilecek bugünkü genç okurlarımın, akıllarında ne kadar yer alabileceği, onlara kalıcı neler öğretebileceğidir. Şayet bunda yeterli olabiliyorsam bu da bana tarifsiz bir haz ve onur verir aziz okurlar…

                                                                       Serendip Altındal


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder