Siyonist
de prensipte emperyalisttir. Ne ki, işgalci ve sahiplenerek büyümeden yana
olanıdır, yani uzaktan sömürgeci olanı değil. Bu bağlamda da Osmanlı ile tam
bir mental uyum içinde ve onun yolundan gitmeyi hedefleyendir aslında. Böyle bakınca
da, yeni Osmanlı mefhumunun aslında ustaca gizlenmiş; ama ilk fırsatta
patlamaya hazır bir Israil mayını olduğunu görmek gerekiyor. Siyonist gerçek ise
aslında Musevilerin, “şayet bir vereceksen karşılığında en az iki almalısın” düsturuyla
büyütülmelerinde aranmalıdır.
Aynı paralelde, Müslüman fırkalarını
(mezheplerini) birbirlerine düşürerek Hıristiyanlara, İslam bahçesinde uygun
adım yeni oyun sahaları yaratılması hedeflenen Ortadoğu’da, böylece Israil’in
Siyonist geleceğini veya kalıtımsal emperyalizmini sessiz ve derinden inşa
etmesinin de önü açılmış olacaktır. Yani, ortaya çıkacak yeni küçük Müslüman
özerk bölgelerine, ne kadar devlet denebilirse, o kadar da kaptıkaçtı devletçik
oluşacaktır bölge genelinde. Şayet her şey bu sinsi ve emsallerinden hayli farklı
plana uygun yürüyebilirse de elbette.
Birlikte nefes aldıkları dünyada
uyurgezer kaldıkça da, Müslümanların kendi gelecekleri hakkında, bundan böyle Musevilere
danışmak ya da nefes alabilmek için onlardan izin almak zorunda kalacakları, kendiliğinden
anlaşılıyor olmalıdır artık. Yoksa bizdeki çakma Osmanlı özentilerinden değil.
Çünkü tam bağımsız bir Türkiye Cumhuriyetini tenzih etmek kaydıyla, bizimkileri
adam yerine koyan bile yok. Çözümse; AKP külliyesinden tamamen arınmış, tam
Kemalist bir milli Hükümet kurulamadıkça, kulaklarda bir hoş seda olarak
kalacaktır bu ülkede. Demek istiyorum ki; Ehli Beyt İslam ile tam Kemalist
bağımsız bir milli ekonomi modeli (MEM) bir araya gelmedikçe. Yani sosyal, tam bağımsız
ve milli düşünmedikçe, kurtuluş ümidiniz bile olamayacaktır millet bilesiniz…
Batık kıta Mu’dan bu yana gelen ve
Dünya’nın her bölgesine yayılan Sirius çocukları (güneş halkı) olan Türkler’in,
tüm ayak bastıkları yörelerde, Dünya insanlarına önder olan devletçilik
gelenekleri ve uygarlıkları nedeniyle, bütün Devletlerin aslında Türklere
borçlu olmaları gerekir. Ne var ki kazın ayağı hiç de öyle basmıyor. Aynı
bağlamda, Museviler de Tevrat ayetlerine göre, bayraklarını sembolize eden mavi
şeritlerin Nil ile Fırat nehirlerini değil, aslında dini ibadetlerinde boyunlarında
taşıdıkları Tilgid denilen mavi beyaz şeritli atkılarını temsil ettiğini çok
iyi biliyor olmalıdırlar kuşkusuz.
Ülkemde yeni bir sorunsal olmaya
başlayan CHP, ABD&AB çetesinin ortak vizyonu bağlamında çeteyle flörte
başlayıp, bir özerklik misyonuna doğru hayli tehlikeli bir kurs çizmeye
kalkarken; acaba kendi geleceğini de taahhüt altına aldığını mı düşünüyor
yoksa? Şayet durum böyleyse, bu son derece ciddi bir tehlikeyi ve yanılgıyı da beraberinde
getirmektedir. Özellikle de kendi gelecek mevcudiyetleri adına, bunu bir değil
iki defa düşünmeleri gerekir.
Bilhassa
da bu değişimin oluşum aşamasında aktif görev almaya hazırlanan genç ve bazı
yabanıl kuşakların, sistemi kontrol edecekleri hesabını yaparken, aslında kimin
kontrolünde olacakları ise kafalarda soru işareti olmaya devam edecektir.
Internet jargonuyla da ifade etmek gerekirse; hızlandırılmış uzaktan güdümlü
spam eğitimle, milli kavramları artık dijital lotarya torbasından rastgele
çekip kullanan bir anlayışa, olması gereken entelektüel değil; ama varsayılan
aydın düzeyi demek gerekecektir bundan böyle artık.
Esasen
yeni yetişmekte olan sözde akademisyenlerde bu olumsuz değişimin ilk işaretleri
alınmaya başlanmıştır da. Efendi Biden’in de bunları ciddiye alması, esasen
beklediğimizdi. Ve tamamen de sinsi plana uygundu. Tam da bu sıralarda adamın eşini
de koluna takıp apar topar gelmesi ise, İnşallah uçurumun başındaki uyurgezer birilerinin
gözünü açmıştır.
Ülkemizi
ziyaret eden ABD’nin ikinci adamı Biden’in ziyaretinde ne mesajlar verdiğinden
ziyade, aynı bağlamda açık olarak vermediklerini şayet okuyabildiysek, mesele
yok demektir. Çünkü bir zamanlar Hz. Muhammedin Ehli Beyt ashabına, Bedeviler için
“ben biatkâra değil, imankâra bakarım, onu mümin sayarım” sözlerinden de bir şeyler
anlamışız demektir o zaman. Hele de yaşam alanımızda sürülerce Bedevi(!) ile
sarılmış durumdaysak, yine de bizde umut var demektir.
Otelinin
kapısında yaşamla ölüm arasında kalıp, yaşam mücadelesi veren Gezi Parkı
mağdurlarına kapıları açtırarak belki de birçoğunun hayatını kurtaran, Londra
Müzesinde ki Atatürk’ün balmumu heykelinin renovasyonu projesinin mimarı vb.
diğer bazı önemli milli yatırımların sahibi Mustafa Koç’a, Allahtan rahmetler
diliyorum. Gönüllü olarak ele aldığı sosyal ve milli angajmanlarıyla, Tarihe de
geçerek, Atatürk Cumhuriyetinin gerçek milli iş adamlarından birisi olmayı da
bilmişti. İşte bu nedenlerden dolayı da itiraf etmek zorundayım ki; hem de daha
önce tanışmadığım bir iş adamına, ilk defa kişisel bir yazımda taziyede
bulunmaktayım. Çünkü kendisi görüldüğü gibi, tanımadıklarında da saygı ve sevgi
uyandıran, emsal alınacak bir değerler adamıydı, Allah rahmet eylesin…
Serendip
Altındal