Politikada
anayolun bittiği çıkmaz sokaktayız galiba. Bir zamanlar Weimar Cumhuriyetinin
görebildiği en son noktaydı da bu hatırlanırsa. Neden Weimar, çünkü Erdoğan’ın
son Hitler çıktısına bakılırsa, yeni gündemin bu olduğu anlaşılıyor. Malumunuz
olduğu gibi, muhteremin ağzından ne çıkarsa gündem oluyor da ondan.
Bize ne bundan diye sorulursa,
Türkiye Cumhuriyeti’nin günceli, Weimar Republic’in son günlerini çağrıştırmaya
başladı, sebebi de bundandır herhalde. İnşallah yanılıyoruzdur da benzerlik
kısmi ve yüzeyseldir sadece. Çünkü aksini düşünmek bile kâbustan öte felaket olur
hepimiz, özellikle de sebep olanlar için. Bizden önce de kendileri bunun
farkında olurlarsa çok akıllıca olur kendi adlarına.
Yabancı sermayenin çok uygun
şartlara rağmen ısrarla ülkeden kaçması. Sonu gelmez dış destekli PKK yaftalı
terörün vatandaşı bezdiren çilesi. Verilen bir Liralık ücret zammının daha
sıcakken elli Kuruşunun tekrar geriye alınması. Faturalardaki devlet gaspı
olarak nitelendirebileceğimiz ve giderek artan dolaylı vergilerin, artık
tahammül edilemeyen sancısı. Diğer yanda gittikçe artan bir hızla koşturan
enflasyon. Katlanarak artan dış borçlar ve durmadan büyüyen işsizler ordusunda,
geleceği karanlık yeni mezun gençlerimizin kahreden fazlalığı.
Tüm bunlar yetmiyormuş gibi, birde
kendi dünyasının kaptanı, hayal denizlerinin yelkencisinin arkası gelmez
başkanlık çağrıları vs. vb. Her gün bu bağlamda sayfalarla yazılanlara bakınca,
gerisi de bildiğiniz gibi işte. Ve arkasında bıraktığı varoluş savaşının
kazanımları yanında ülkeye bıraktığı perişanlığa rağmen; yine de kuruluşunun
ilk 15 yılı içinde, Dünya devleri arasında ki yerini alabilmiş Türkiye
Cumhuriyeti adlı dahi Atatürk Devletinin, bugün içine düşürüldüğü hazin durum.
Yukarıdaki indislerin hangisini
sarmala alalım şimdi. Her biri kendi başlığında sayfalar oluşturacaktır.
Anayasa, babayasa feryatları arasında, iç ve dış kaynaklar eliyle, çağ gerisine
U dönüşü kavşağına getirilmiş bir yüce Devletin,
vatandaş bireylerini, sessiz savaşçılarını temsil etmeye çalışıyoruz bugünlerde.
Çok zor iş doğrusu. Hâlbuki yuları bir salsak ne güzel olurdu.
Hazinden
öte ağlamaklı ve münevver bir sosyal cemiyet olduğunu varsayan bir ulus adına,
bir değil dört defa düşünülmesi gereken bir durum. İşte seküler tek gerçeğimiz
de, ne yazık ki budur bugün. Önce de bu doğruda anlaştıktan ve asal mevcudiyet
nedenimiz olan değiştirilemez Anayasa maddelerini tartışmaya bile almadıktan sonra,
kalan gerisini mercek altına alabiliriz şimdi.
TÜRK
ASKERİ için aslında bir günlük çözüm olan terör ve teröristi total tasfiye,
neden bu kadar uzuyor acaba? Çünkü vicdan sahibi, adam evladı Türk Milletinin
askeri de adam evladıdır ve vicdanlı yürek taşır, duygusaldır, insaflıdır.
Canını bırakır; ama himayesindekini, ölüsünden bile ayıramazsınız. Türk evladı
olarak hepimiz böyle büyümedik mi, büyütülmedik mi?
Dolayısı
ile de bizim askerimiz birtakım yaban domuzları yüzünden, yurdum insanının
zarar görmesini istemez. O nedenle de açılım aldatmacasında yılların ihmaliyle,
uğursuz çakalların sığındıkları yuva evlere, inlere bin bir itina ile giriyor.
Bu nedenle de tasfiye vakit alıyor. Esasen bu hoşgörüsünü, yüce tarihindeki
bütün benzer olaylarda da aynen ortaya koymuştur. Bundan öncekinde de,
özellikle halen hayatta olan Dersimliler de TSK gerçeğini çok iyi bilirler. Sayın
Kılıçdaroğlu’da bir zahmet danışsın onlara bu konuda, tarihi açığını belki
kapatır da iyi olur.
Diğer
ülkelerde böylesi bir durum, yani ülkenin milli bütünlüğüne dış destekli Lejyonerlerle
yapılan böyle bir tasallut, nasıl cezalandırılırdı acaba? Son örnek
Ukrayna’dır. Çatışmalarda Batı destekli asilerden fazla Rus vatandaşı ölmüştür
ve ancak acımasız radikal bir çözüm uygulandığı için de sonuç hemen alınmıştır.
Bu ABD ve AB ülkeleri için de böyledir, bakmayın siz onların insan hakları,
demokrasi mavallarına. Demek ki TSK’mız bu bağlamda da örneğinde tektir. O
halde hakkını yemeye de hakkımız yok demektir.
Sonuç
olarak; Başkanlığı, Misakı Milliden bir metre kare bile fedakârlık yapmayı ve Anayasamızın
değiştirilmesi bile teklif edilemez maddelerini unutmak kaydıyla, şimdi gelin
her şeyi tartışalım diyoruz milletimiz adına!
Türkiye
Cumhuriyeti’nin olmasa da, AKP cemaati ve partizanlarının
Başbakan-Cumhurbaşkanı olduğuna, Hitler örneği ile de empati oluşturan Erdoğan,
tam ve konumuna yakışan sorumluluğunu acaba neden açıkça üstlenemedi? Bilahare
de Putin’e atfen, Başbakanlık deklarasyonunda görülen “İsrail ve ABD’nin
tuzağına düştük” ifadesini tek yetki sahibi olarak, neden kendi adına
imzalamadı acaba?
Neron
Roma’yı yakarken, çılgın bir zevkle izleyenler arasından, bazı aklı başında
olanlar da çıkıp; “bütün varlığımızı hiçleyen bu çılgın, acaba ne yapmak
istiyor” diye sormuşlar mıdır? Bunu hep merak etmişimdir. Çünkü iyi bilinir ki,
bir meczubun peşinden gidenler, daha acınacak durumda ve tedaviye daha fazla
ihtiyacı olanlardır aslında.
Zitat
o ki; iki göz görür; ama dört göz iki misli fazla görür. Perspektif de doğru
oranda genişler. Yani neticede hepimiz bir şekilde birbirimizi tamamlarız. Ne
alaka demeyin. Bilmem öylesine aklıma geliverdi işte, belki kullanırsınız…
Serendip
Altındal
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder