24 Ağustos 2016 Çarşamba

YÜKSELEN AKIL..


            Seküler, bizatihen de senin ve ailenin yaşam nedeni olan, iaşe ve ibatenizi sağlayan gerçek dünyanda, şayet ruhani tarafın, daha ağır basıyorsa; ama ayakların da yere basmıyor olduğundan, aklını başına acilen toplamalısın artık mümin kardeşim. Çünkü fetbaz emperyalist vampire, kardeşin sandığın içindeki din tüccarlarını kullanarak senin kanını emmek üzere, açık bir hedef olmuşsun demektir. Ve bu durumda, daha da ileri seviyede Fetullah ve diğer fırka liderleri olan Vatikan İmamları tarafından da iğfal edilerek sapkınlaşıp, önce kimliğinden sonra da vatanından soyutlanmak tehlikesine karşı da korunmasız kalmışsın demektir.

Başında 15 yıldır varlığını sürdüren Hükümetin ise,  mandacın tarafından işte sırf bu nedenle kurulmuştur. Safında olan yandaşlar ordusundan seç seçebildiğini şimdi, mesela adam Bismillah dediği ağzıyla senin yani milletin a… na da koyuyor, diğerleri istiflerini sıfırlamak ya da sağ elleriyle oluşturdukları paralelleri, sol elleriyle asimile etme peşindeler. Sen ise,  böylesi karışık cins ve türlerden oluşan bir cemaatle aynı safta namaza duruyor ve de Allah’ından utanmadan bir de şefaat dileniyorsun.

Acep nasıl bir Müslümansın sen be birader. ‘Sana boşuna mı akıl ihsan ettik‘ diyen Allah’ı veya aynı şeyleri bizzat aktarmış olan Hz. Muhammed’i, sanki işitiyor gibiyim. Hiç Kuran da okumadın mı sen. Ya da Arapça anlamıyorsun diye, birileri seni fena şişirdi herhalde. Atatürk’ün de el kitabı olan Türkçe Kuran’ı, anlayarak oku o halde. Anlayınca nadim olup belki de bilmeden işlediğin günahlarından da affa uğrarsın. Her ne kadar bilgisizlik, suçun affına neden olmasa da…


Gün gelir saat çalar, kurt ulur, çölde kervan Anadolu da asker yürür. İşte bizim asker de yola çıkıyor artık yavaş yavaş. Şafak atarken karşı dağlarda, hayvanatı beşer bir anda pür dikkat kesildiler. Artık itine de, bitine de, Haydar’ına da tamam garı çekmek vakti geldi de geçiyor bile neredeyse. Yürü yiğidim, kim tutar ki seni!

Hudutta yığın yapacaksın,  öncülerini içeri salacaksın. PYD nam emperyalist işgalcileri de, ABD&AB menşeli oldukları için esasen ikirciklidirler. Yani kumaşları aynıdır. Ve bu tabansızlar, şimdi kıçları da gerildiğinden, Esad’ın da kucağına oturacaklarını beyan edince ne olacaktır. Alenen bizim müktesebatımızı tehdit ediyor konuma gelmiş, IŞİD, PYD, PKK ittifakına, ‘tamam, dediğiniz gibi olsun’ mu diyecektir veya demesi mi istenmektedir Türk varlığını temsil eden Türk Ordusunun.

Evet, hal bu noktaya gelince ne olacaktır. Esad’dan takviye almak, Rus’tan da almak demekse, bu da bizim onlarla yine Papaz mı olacağımızı gösterir veya öyle olması mı istenmektedir. ‘wait and see’ o zaman Coni Volkır. Ve sana da kısaca denir ki; ‘bırak bütün bu numaraları da adam gibi kendin çık karşımıza o zaman. Biz zaten karşındayız.’ Delikanlıyı arada bulasın. Buna başka da bir alternatif bulamıyorum doğrusu. Yani kısaca ‘ya işine gelir ya da işine gelir’ Coni milleti. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti hudutlarının tamamen kontrolünü eline almak zorundadır ve bunda da gecikmiştir aslında.

Aslında TSK’nın dimdik ayakta olduğunu ve ‘ben buradayım’ dediğini ortaya koyan Cerablus yıldırım harekâtı, TSK’mızın Ordu Millet yapısının 15 Temmuz gibi böyle ufak tefek it kaklarla asla yolundan saptırılamaz ve gücünde de en ufak bir kayıp oluşturulamaz olduğunu, yedi düvele bir kere daha göstermiştir. Buradan da, ayrışımsız ve somut olarak tekrar noktalanır ki; TSK’nın kurulu düzeneği ile ve bilhassa da jeopolitik küresel koordinatlarımız nedeniyle, Gata’sından, YAŞ’ına, Askeri Liselerine, kısaca temelinden çatısına kadar hiçbir organı ile zinhar oynanmamalı ve bunlarla ilgili bütün yanlış KHK kararları da acilen yok hükmünde sayılmalıdır.

Biz Türk Ordu Milleti olarak, ya Allah, Bismillah deyip de ayağa kalmışsak, işi bitirmeden veya kendimiz bitmeden de asla oturmayız, daha doğrusu da oturamayız. Çünkü bu gen yapımıza aykırı olur, ona göre. Ki adın, kimliğin, külliyatın ne olursa olsun o saatten sonra da vız gelir bize artık, bilesin.


Bir rivayete göre de Erdoğan gerekirse veya başka da bir olasılık kalmaz ise; yüreğini kaplayan ve onda tarifsiz bir karabasan haline gelmiş olan kendi varlık korkusu - yani bir gün karatahta önünde açık hesaba çıkarılacağı korkusu - yüzünden, yeni bir devlet kurmaya da kalkabilir deniyor. İyi de nerede kuracaktır bu devletini, Kaf dağlarının arkasında, ardıç kuşlarının melediği, bülbülün havada öttüğü, hamsinin gökten tavaya düştüğü topraklarda kuracaksa mesele yok. Arkasına alacağı millete de bu revadır ve yakışır hani. Bir tane de yetmez hatta bir düzüne kursun.

Ne ki, bu devlet Türk evladının vatanı, Atatürk mirası Türkiye Cumhuriyetinin misak ı millisi olan Anadolu toprağının üstünde kurulacaksa, hiç tavsiye edilmez. Zira, sonra müstevlinin kendi cenaze marşı da erken çalınmak zorunda kalınır. Valla böyle öngörüyor bende ki yükselen akıl. Sendeki ne der bu işe onu bilemem tabiatıyla da aziz kardeşim…
           
                                                                                  Serendip Altındal



18 Ağustos 2016 Perşembe

MANTAR AYAKLAR..

            ABD emperyalistinin arabulucu yumuşakçalarından adı Biden olanı, Erdoğan’ı yine kafaya almak üzere ülkemize geliyormuş. Bir başka ifadeyle de “ne istedin de vermedik” demiş olma niyeti yaratarak, batacağı görünen geminin yakın pruvasına, bir tahliye sandalı uzatabilmek adına muhtemelen de.

            İyi de Erdoğan şayet tufaya gelip bu defa da dümeni sancak alabanda yapıverirse, neler olabileceğini de düşünüyor mudur acaba? Af dilemekle de kurtulamayacağı bir makas ağzına yattığını, yani hem ABD gadrine uğrarken hem de Rusya’dan dömivole yiyeceğini tahmin edebiliyor mudur acaba. Sonra sakata yatmakla veya özür dilemekle de kalesini koruyamayacak ve ligin sonu gelmeden, takım halinde alt kümeye düştükleri Federasyonca da tescil ediliverecektir. Ve işte o zaman da çalsın sazlar.

            Yap, işlet, devret sonra da milletin malını terk et noktayı nazarını, günlük siyasetleri haline getirenlerin hazin bilançosu, bu defa yine devreye girecek ve kendi tükeniş borularını üfleyecektir. Bu da la minör cenaze marşımı olur artık bilemeyiz. Çünkü sonuçta ne devlet ne de millet kalmıştır artık ayakta. Sana ise kucak açacak bir arşın mezarcık vatan toprağın bile kalmamıştır sonuçta.

Ve 15 Temmuz şokuna rağmen, ne yazıktır ki biraderlerin gidişi hala o gidiştir. Bir zamanlar delik pabuçlu bir hane i nabit iken sonunda, boğazından taşan mal varlığın içinde biterken, Huda’nın sormadan aldıklarından oluverirsin bir anda. Ki o mal varlığın da acep hangi yaban ellerin envanterinde kalmıştır. İşte bu da apayrı yeni bir sorun olmuştur artık.


Beştepe de Feyzioğlu’nun kaba bir edepsiz olmadığı anlaşılırken, taş taş üstünde bırakmayan OHAL’den bile PKK ile ilgili herhangi bir KHK çıkmaması; sanki aynı uçurtmayı paylaşamayan iki çocuğun birbirini karşılıklı tokatlaması gibi bir etki yarattı üstümüzde. Kaş yaparken göz çıkarmayla müsavi, sarımsaklı işkembe çorbası içerken dondurmaya kaşık sallayan karışık bir kafanın tutarsızlıkları nedeniyle, her yanımızdan gündem fışkırıyor artık.

Askeri akademiden mezun olurken OHAL gadrine uğrayarak, gelecekleri karartılan ve mezuniyetlerinden olan aslan yürekli yavrularımızın acılı hüsranları, milli bir bühtan yarasıdır. Üstüne milli askeri parametrelerle ayarlanarak olgunluk diplomasını alacakları askeri lise sınıflarında, henüz kişilikleri oluşurken, onlara özgüven tavanı yaptıracak Kemalist ögelerle teçhiz edilmelerinin psikolojik mesuliyeti ve önemi anlaşılmalıdır. Çünkü bu vatanı koruyacak olan Subay namzetleri onlardır ve bunu da ancak Kemalist sağlam fundamente dayalı özgüvenleriyle yapabileceklerdir. Ve buna olan ihtiyaçları da inanın, hepinizinkinden fazladır.

Bu önemin ve olmazsa olmaz KEMALİST RUHUN, milli ruhu çarmıha gerilmiş ve bağımsız milli müktesebat sorumluluğu bilincinin içi boşaltılmış İmam Hatiplerle, aynı seviyede tutulması; nasıl mandacı perspektifiyle onun adına bir mecburiyetse, bu durumun, milli sorumluluklarının bilincinde olması gereken Hükümet erki tarafından atlanması da, vatana ihanetten de öte şizoid evrede bir bunamayla özdeştir sadece.

Aynı bağlamda, bir Bakanın ‘bilmiyorum’ demesiyle ‘bilemiyorum’ demesi arasındaki minimal fark bile suçlu yaratır aslında. Ve siz bilmiyorum diyen bir Bakana taşeron Bakan derseniz de suçlu olmazsınız aslında. Halk TV de dün akşamki ‘Gündem Özel’ programında, cemaat yapılanmasını yıllarca deşifre eden; ama parmakları havada uyuyanlar tarafından söyledikleri ninni gibi algılanan Atilla Kart’ı dinlerken aldım bu ilhamı. Her okurum bu programı görememiş olacağından ve okuruma olan saygım nedeniyle de, paylaşmam gerektiğini düşündüm.


            Çok verdin yeter artık, biraz da al Allah’ım, fazlalığı olandan da, Hz Muhammed gibi garibana dağıt azını da”, diliyoruz canı gönülden… Bak hele, kim öpüyor ki Fetoyu artık. 15 Temmuz durağında indi o çoktan, içinde hep birlikte olduğunuz tramvaydan. Şimdi ise OHAL’iniz var, yaşasın OHAL. Hoş o da giderek bizim hale dönüşüyor nasılsa. Başkabakan Amerikalıya “haydi ….rin” çekerken ve “Türküm, Doğruyum” türküsünü si bemol seslendiriyorken, yurdun garibinin tenceresinin dibinin tutuştuğundan bile habersizdi. Muhtemel de para basan gemiciklerinin hayaliyle, Pasifiklerde rüya gezileri planlıyordu mutlaka.

            Birileri ise özür diliyor, bumbar ile sucuğun farkını bile artık unutmuş olan başka birilerinden. Emekli bayrama yine meteliksiz girerken, bunlar kekikli ayrana buz karıştırıyor. Komşu evde boş mideyle yatağa giren yetim, öbür sokakta işsizlik utancıyla sokağa çıkamayan, parasızlıktan kız arkadaşıyla bile buluşamayan Üniversite mezunu genç, yan mahallede Şehidine ağıt yakan acılı anne, acıyla yutkunan baba, eş ve durmadan ağlayan çocuklar vs. vb.

Oysa yurdum insanının da gündemi sadece bunlar ne yazık ki. Harp, marp umurunda bile değil, çünkü kaybedecek bir şeyi kalmadı zaten. Ne bıraktınız ki ona. Neyini alacaksınız daha. Yani sizlerin kuyruk derdi, bizlerinkini hiç kesmiyor biraderler bilesiniz. Biraz yüzünüz kızarsın, fazla da sallamayın bari hiç olmazsa boşluğa da, çıkmasın kavağa.

            Türkiye Cumhuriyetinin yaşam iksiri demek olan TSK’nın başındaki sözde Komutan; mantar ayakları üstünde eğreti duran ve diğer yandan da gün sayan iktidarın önünde daha fazla eğilme. Dik dur biraz, şerefli TSK’nın onurlu bir üyesi olmaya özen göster, şayet öyle bile değilsen. Göster ki, sana da adam desinler hiç olmazsa son durakta. Yoksa özürle de affedilemezler safında yer alacaksın, haberin olsun. Ne oldu? Arka Sokakları bile bastıran son Darbe dizisinden sonra dahi hala ayamadın mı? Eğer biraz kıpırtı varsa veya kaldıysa sende, ilk önce de orduna sahip çıkarsın.

            Ha bir de, İngilizler Türkleri avlamaya hazırlanıyormuş diyorlar. Feto’nun darbeci kurşun askerleri gibi korkudan altımıza kaçırdık(!) hani. Bir zamanlar kumaş satarlardı bize, yoksa şimdi de Brexit patiskası mı satmaya kalkacaklar. Ulan İngiliz’in kıçında don kaldı mı da bu işlere kalkar? İstiklal harbinde, bırakın yetersiz kalan Arsenallerini, Chuchill’leri, Curzon’ları vs. vardı hiç olmazsa fazladan. Ne ki onlar da yetmedi Türk civanmerdine. Yoksa az geldi de gerisini mi istiyorlar bizden. Ne diyelim hayırlı olsun onlar için. Sahiden de çok istekliyseler, istediklerini nasılsa alırlar yine misliyle, hiç kuşkuları olmasın…

            Sana gelirsek; önce oturup Rus’la anlaşacaksın, sonra da Kuzey Irağa inip PYD+PKK+IŞİD+ABD dâhil karşına kim çıkarsa temizleyeceksin. Türkmenleri aktive ederek kendi otonomileri bağlamında çok daha güçlü ve tam güvenilir bir sınır komşun haline getireceksin. Sonra da Elhamdülillah diyeceksin. Devamında Rusya ile de birleşip Suriye deki rejim sıkıntısını da bitireceksin, halkı tarafından gerçekten illaki isteniyorsa Esad’ın da elini sıkacak, kardeşim diyeceksin. Şayet bu konuda tam güvenilir olabilirsen Rusya da sana elini uzatacaktır. Çünkü alınacak sonuç onun ve Avrasya’nın daha çok işine yarayacaktır inan.

            Şayet bu dediklerimi yapamaz veya da yapmazsan bil ki ABD bu yukarıda saydıklarımı kullanarak senin ülkene aynısını yapacaktır, Erdoğanspor bilesin. Yoksa daha çoook bombalar patlayacak milletinin kafasında ve sen daha adını bile söyleyemediğin ya da zevahir nedeniyle söylemeye çalıştığın o milletten tam takım halinde daha çook beddualar yiyeceksin işte bunu da bilesin. Sonran da nasıl olur onu da ben bilemem artık…
           
                                                                               Serendip Altındal



10 Ağustos 2016 Çarşamba

REALİST KİME DENİR..

            Adamlar üç hilalli yeşillerini Türk bayrağı refakatinde alenen, balkonlarına asmaya başladılar artık. Demek ki işaret bekliyorlarmış, son Yenikapı yürüyüşüyle de bu işareti alınca, çaktırmadan saf tutmaya başladılar anlaşılan. Bu gerekçeyle şimdi de bize Türk bayrağıyla karışık, şeriat yeşillerini alıştıra alıştıra yedirmeye başladılar hemen.

            Bu sabah astığı iki bayrağıyla, balkonda poz veriyor gibi kasılan ve bir arkadaşıyla da gülerek konuşmakta olan adama; “bana bak o bayraklardan birini kaldır, ikisi bir arada durmaz” diyerek seslenmek zorunda kaldım. Adam neden diye sordu. “O iki bayrak yanyana olmaz da ondan” diye cevap verdim. Adam iyi ki de fazla üstüne gitmedi. Yoksa aşağıya yazmak zorunda kaldıklarımı, orada önce de ona yazmak zorunda kalacaktım.  


            Türk, asla İslam ile birlikte identifike edilemez. Çünkü İslam dininin kurucusu Muhammed bile peygamberlerin en körpesidir. Yani kendisi bile haşmetli Türk tarihi gerçeği yanında, 1600 yaşına rağmen daha dünkü çocuk kalmaktadır. Dolaylı olarak da İslam, Türk’le bir arada anlam kazanıyor ifadesi de söz konusu olamaz.

Sadece Müslüman olan Türkler vardır. Türkler 4 Haçlı seferini engellerken, aslında Arapların da kıçını kurtarmışlar ve İslam’ında yayılmasının ana nedeni olmuşlardır. Bu da doğrudur. Ne ki Müslüman olan bazı Alman, Fransız, İngiliz, Amerikalıların vs. olduğu gibi, ayrıca Hristiyan, Ortodoks, Budist vs. halen de Şamanist olan veya öyle kalan Türklerin de varlığı, Türk kimliğinin özeğinde asla bir değişim yaratmaz.

            O halde alkan renkli Türk bayrağımızın yanında yeşilli şeriat bayrağı asla yer alamaz. Bu Türk gerçeğini de hiçlemek demek olur. Aslında asla kabul edilemez bir aşağılamadır da, tarihte ilk göründükleri andan itibaren özgün, bağımsız, doğuştan laik öz Türk evlatları için. Oysa yeryüzüne ilk TANRI kavramını da indiren – ki her ne kadar bunun adı Allah olmasa da – yine de Türk kavmidir.

Öyleyse Türk’ün tanrısı yanında daha dünkü çocuk kalan Allah’ın, ağababası olan Tengri dururken nasıl olur da; tarihte ilk defa uhrevi dünya ile seküler olanı, tanrı fikri ile buluşturan Türk evladını, Arap’la bir tutarsınız. Sözün özü; Türk’le şeriat birbirine hiç yakışmayan ve birbirini asla da çağrıştırmayan iki betiktir.

O halde Türk ve Müslümansanız laik(seküler); ama asla şeriatçı değilsiniz, şayet şeriatçı iseniz de asla Türk olamazsınız en fazla da Arap’sınız demektir. O halde şimdi bir daha sorgulayın bakalım Erdoğan’ın neden ben Türküm demediğini ve Atatürk’e de hep Gazi Mustafa Kemal diye hitap ettiğini. Erdoğancı çakma Kemalistler(!) buna da bir cevabınız var mı; ama lütfen takiye yapmadan verin de biz de ikna olalım.

Aslında Erdoğan ve ekibinin nemalanacağı, Feto kurgusu ve başarısızlık yaftası altına gizlenmiş, CIA tetikçisi ve Vatikan İslami mizanseninin ustaca bir araya paketlendiği bir darbeye (ya da neyse) açık bir kimlik arayışında olan bizleri, ahmaklıkla itham eden siz, sivri akıllılar(!) hala ayamadınız mı? Birlikte içtiğiniz bozuk ayrandan, hala kendinize gelemediniz mi yoksa. Unutmayın ki biz o ayrandan içmedik.

Hepimize hamdolsun, bizim yeni Kemalist’in(!) Rusya gezisi beklenildiği gibi yürüdü. Yani ne bir eksik ne de bir fazla çıkardı ortaya. Ne ki Atatürk döneminde olduğu gibi Türkiye’miz adına tam bağımsızlık perspektifiyle konuya bakabilmemiz ise, içindeki Erdoğan gölgesi nedeniyle bir türlü mümkün olamıyor ne hikmetse.

Hoş ben Putin’in de aynı görüşte olduğuna inanıyorum doğrusu. Herhalde o da sonucu bekleyecek. Daha iyi fikir sahibi olabilmek içinse, vakit henüz olgunlaşmadı. Biraz daha bekleyelim, varsa alışıldık ikircikli bir siyaset, nasılsa hemen kendini gösterecek ve dananın kuyruğu da kopacaktır yine.

Çünkü İstiklal döneminde dahi hep var olmuş ve asla uyumayan, emperyalist tarafından da hep kaşınacak olan sinsi şeriat, son gelişmelerden aldığı cesaretle şimdi Türk bayrağı da açarak koşturuyor artık. Son Yenikapı Mitingi bize göre de milli; ama AKP paradesiyle sonuçlanan ve yüce Türk Milletinin birlik ve bölünmezliği ile sarılmış saf ruhu, Türk bayrağı altında sinsice gizlenen şeriat bayraklarının vurduğu gölgeye rağmen, AKP tarafından yine ve sinsice istismar edilmiştir aslında. Timsah gözyaşlarına sakın aldanmayın. Nasıl! Yoksa burada da yine ayrı mı düştük sizinle, uyurgezer Kemalistler(!).

Yoksa hala birilerinin ciddiyetlerine, samimiyetlerine inanıyor musunuz? Şimdi yine Erdoğan düşmanlığıyla önümüzü göremiyor olduğumuzu mu ifade etmeye çalışacaksınız. Hani ne senle olur ne de sensiz emsali. O zaman burada birlikte noktayı koyalım şimdi isterseniz. Müşterek tüme varım objemiz Erdoğan gerçeği olduğuna göre, böylesi favori bir realiteyi irdelemek(analiz etmek) ne zamandan beri düşmanlık olarak adlandırılır oldu. Yoksa bu arada, güzel ve matematik dili Türkçemizi değiştirdiniz de bizim bundan haberimiz mi olmadı…
                                                                                  
Serendip Altındal



7 Ağustos 2016 Pazar

EFESLEF..

            Bendeniz de, tuzu hem de hiç kuru olmayan emeklilerden biriyim. Helal süt emmiş bir babanın evladı olduğum için, hak etmeden yedi sülaleme yetecek bir mirasa da konamadım, hani birilerinin konduğu veya konacağı gibi. Ne ki yine de devletimden; emekli maaşıma enflasyon zammı veya komşumun neredeyse balkonunun içine inşa edilmiş, çevre katili beton mezarlardan birinde, bir daire sahibi olabilmek adına bana kredi vermesinden önce; çok daha önemli görevlerini yerine getirmesini bekliyorum.

Çünkü gerçek sorumluluklarının bilincinde olan bir devletin, ciddi bir sorunu da olmaz diye düşünüyorum. Bunun içinde ilk şart, önce aynı milli kalp atışlarına sahip milletin vekillerinden oluşan ve bağımsız adayların oluşturduğu, gerçek milli bir meclisin mevcudiyetidir. Tek adam sultasında, “parmaklar havaya” sisteminin içinde yer bulamayacağı bir meclis olmalıdır, yani anlayacağınız milli bir meclis.

            Adam gibi özgüveni tavan yapmış bir dik duruşla, milli eğitiminden, sağlığına kadar bütün sosyal varlık sebeplerinin bilincinde, milli kaynaklarını takır takır işleyen bir milli ekonomiye sahip, tam bağımsız bir devlet profilinde olmasıdır, benim de devletimden beklediğim, işin özünde. Milli sanayinin bilhassa da askeri alanına, milli katkısının azami olmasıdır, bu millilikten de ne anladığım. Çünkü gerektiğinde vurucu gücü en yüksek olan, özellikle de Türkiye’miz şartlarındaki bir devletin, ancak bu sayede ayakta kalabileceğine inancım büyüktür de ondan.


            İnsan olarak bizi hayata bağlayan tek nedenin, içimizdeki sevgi olduğunu biliyor olmalıyız. Şayet bunu şimdiye kadar öğrenememişsek de öğrenelim biran önce. Çünkü başkalarının bizi sevip sevmedikleri tamamen onların tasarrufunda olan bir kriterdir. Bu da bizim için asla bir hayat bağı olamaz. Bizi ayakta tutan ve sonumuza kadar da ayakta kalmamızı sağlayacak olan sadece bize ait olan kişisel sevgi algımızdır.

Sevgi mefhumu olmayan veya onu yitirmiş olanların hayat bağları da yoktur. Veya yaşamaları için bir neden de kalmamış demektir artık. Hepimiz sonunda o ölüm denilen kara deliğimizle tanışıp, toprakta çürüyerek, sonuçta tanrı maddelerimize ayrışacağımızı da biliyoruz. Buna rağmen sağlıklı veya normal (neyse) bir kafa yapısına – daha doğrusu yüreğinde herhangi bir objeye (vatan, at, avrat, silah vs. vb.) sevgi (hobi) taşıyor olmak – sahip olan asla intiharı düşünmez.

Pozitivist bir bilim adamı bile, Hume’in “nasıl” edilgenliği ile Aristo’nun bir türlü kopamadığı skolastik etkinliği arasındaki asimetrik kargaşa da, yoğun bir mücadele veriyor olsa da, ancak öldükten sonra tanrı denen ölçülemez objenin, aslında ne olduğunu, belki öğrenebilecektir diye düşünüyordur kuşkusuz. Çünkü insan doğası hep bu ‘neden, niçin, nasıl’ arayışı içinde olmadı mı, doğduğundan itibaren aslında? Ve hangimiz doğuşumuzdan sorgulanabiliriz ve bunun günahı ile de yargılanabiliriz ki?

Ve ne Aristo ne de Hume ve diğerleri kendilerini bile hayata bağlayan tek unsurun, yaşam özünü besleyen sevgi (hobi) olduğunu hiç düşünmüşler miydi acaba? İçimizde sayısız evrenler barındıran, ezoterik kosmosların sonsuz labirentlerinde ışık hızının katlarında bizi dolaştıran, gerçekte de muhteşem karanlığımızın tek ışığı olan, ‘DÜŞÜNCE’ dediğimiz o sınırsız zihinsel yetimiz, belki de bizi hayata bağlayan tek hobimizdir (sevgi) aslında.  

O halde şimdi, beklenen o soruyu da sorabiliriz artık. İçinde tanrımızı da barındıran ‘DÜŞÜNCEMİZ’ acaba bir varlık mıdır? İşte en kritik bir karar aşamasındayız artık. Çünkü şayet ‘DÜŞÜNCE’ varlık değilse tanrıyı da ihtiva eden ‘VARLIK’ da yoktur o halde demek olmaz mı bu. Böylece daha iyi de anlamış oluyoruz ki artık, nereye baksak bu yazımın başlığını tersinden okuyunca da vardığımız gibi FELSEFE yani mantık velhasıl akılcılık bilimi çıkıyor karşımıza. Belki de yaradılış nedenimiz, bunu kavramaktı sadece, kim bilir…

Şimdi artık mandacımızın felsefeyi neden milli eğitimden kaldırmak istediğini ve körpe beyinlerimizi neden içi boşalmış limon kabuklarına benzetmeye çalıştığını da anlamaya başlıyoruz demektir. İşte Feto’culuk gibi Vatikan misyoneri tarikatlarla neden çocuklarımızı içi alınmış kuru limonlar gibi pazarlamaya çalıştıklarını da sorgulayabiliriz demektir, şayet felsefemiz varsa artık.

Ve unutmayalım ki yukarda söylemeye çalıştıklarım sadece felsefeye giriştir. Ben aslında yersizlikten, son da sorulan VARLIK sorusunu, başta sorarak başladım işe. Önce Türk evlatlarının, müstevliler eliyle, bir Truva atı gibi içlerine yerleştirilen Marshall soygunu ile başlayan kırılma noktasından itibaren, milli eğitimlerinden neden koparıldıklarını ve şimdi de okullarımızda felsefeyi kaldırarak, çocuklarımızın akılcı olmalarını neden istemediklerini, daha iyi özümsüyor olmalıyız da artık. 

Milli eğitim kırıldığı noktadan itibaren tekrar kaynatılarak; aslında özgüven için yaratılmış olan Türk neslini de yeniden ayağa kaldırmak ve layık olduğu yere yükseltmek gerekiyor. Atatürk’ün yurdumun efendisi dediği KÖYLÜ de yeni KÖY ENSTİTÜLERİYLE kaldığı yerden itibaren yeniden eğitilebilir ve gerçek yurdun efendisi kimliğine dönebilirse ancak, Türkiye’mizle birlikte kurtulmuş olur.

Çünkü seçmen yerine sıçman haline getirilmiş, artık sapla samanı, orakla keseri ayıramayan, şeriat sarmalında, AVM atığı yutarak boğulma noktasına gelmiş ve yeşil düşmanı beton mezarlarda, çevre katili hüviyetine yaftalanmış, kentleri varoşlara mahkûm eden bugünün köylüsü, Atatürk’ün köylüsü olmadığı gibi, bu güzel Türk yurdunun da asla efendisi değildir ve olamaz da.

O halde önce bu vatanın efendiliğine layık olacak gerçek seviyeye tekrar getirilmelidir, her şeyden önce de. Bunun içinde ilk şart, onun bu çaresizliğinin ve umutsuzluğunun asal sorumlusu, din taciri ve iğfalcisi olan başımızdaki mandacı misyonerlerinden hep birlikte kurtulmaktır.

İşte yüce Atatürk’ün asıl hedefi de buydu, böyle bir Türkiye bırakmaktı aziz milletine. Ne ki kısa ömrü yettiği kadar bunu fazlasıyla başarmıştı da.  Ne yazıktır ki en yakınında ki bazı şerefsizler tarafından da ihanete uğramıştır; ama sonuçta kaybeden yine ve sadece Türk Milleti olmuştur. Çünkü rahmetli Atatürk, özeğinde doğruların adamı olduğu için, eskisinden daha da büyümüş bir Dünya lideridir bugün. Ve her geçen gün daha da büyüyor olacaktır tartışmasız.

SANA GELİNCE BEDHAH; UYAN ARTIK ELİNDE KALANI DA YİTİRMEDEN…

                                                                      Serendip Altındal



1 Ağustos 2016 Pazartesi

İNANDIRAMIYORSUN..

            Zorbalığın Türk Milletinde ters teptiğini artık öğrendikleri için, şimdi taktik değiştirerek timsah gözyaşlarıyla süslemeye başladılar icraatlarını. Adamlarda 1001 surat maskeleriyle, çeşitli makyaj malzemesi ve bol aksesuarla dolu geniş ambarlar varsa ve bunları kullanacak yetenekli aktörlerin ve asgari ücretli azami sayıda figüranın da olunca her filmi çevirirsin artık hiç merak etme.

            Adam kafasının içinde daha önceden imajı oluşturulmuş USA projesini, eksiksiz oluşturmak üzere, çaktırmadan ufak ufak veya alıştıra alıştıra, timsah gözyaşlarıyla da süsleyerek sunuyor şimdi. Yani darbe ile karışık hani bir zamanlar vardı ya bir Sadri alışık, usulüyle bize afiyetle yedirmeye başladı, istendiği gibi de hiç vakit kaybetmeden farkındaysanız.

            Şimdi başarısız ABD darbesi diyen kafalar, aynı olguyu yakında maksada yönelik, hedefi tam 12 den vuran özellikte bir darbe olarak da betimlemek suretiyle, tarihe not düşeceklerdir de bilesiniz. Ne oldu, yavaş yavaş darbe şokunu atlatıp, oyuna daha doğrusu da yeni bir ketenpereye getirildiğinizi hala anlayabilmiş değilsiniz herhalde. O zaman bakın etrafınıza, ordumuza Ergenokon kurgusundan bile ağır hasarlar bırakacak ve o şerefli orduyu, tasfiye edilme noktasında NATO emirberi vasıfsızlığına indirgeyecek olan yeni manevralara.

            Bu doğrultuda, sözde milli Hükümetin diğer partnerlerine bile danışmadan apar topar alınan acil kararlara ve sanal gerekçelerine de bir göz atıverin lütfen. Kurunun yanında, kasıtlı olarak kaynatılan, kualifiye; ama sessiz ve pasif oldukları için de Fetocular tarafından bilhassa aldatılarak kullanılan Kemalistlerden oluşan yaşlar ordusuna da bir göz atın bu arada. Tasfiye orduları arasında olan esas o kimliklerin figanlarını duymuyor olamazsınız. İşte bunların olacağını da söylemiştik, daha darbe masalı ortaya çıktığı anda. Ve birileri Amerika’yla savaşıyoruz, buna inanmayanlar haindir, hemen birlik olalım diye uçuyorken.

            Erdoğan’a aslında destek vermek üzere ülkemize gelecek olan USA Genel Kurmay Başkanının takacağı maskeyi, oynayacağı yeni rolü de dikkatle izleyin. Bu da şimdiye kadar hiç rastlamadığınız türden olacaktır. Konu senaryo yazmak, film çevirmekse, USA ile dans edilemeyeceğini de bir kere daha öğrenmiş olursunuz bu vesileyle de. Bu sosu da yedikten sonra artık hazımsızlığa uğramazsanız, bundan sonra da hiç uğramazsınız, bakın bu da bir şeydir hani. Ve hiçbir şeyden yine de daha iyidir.

            Hele bizimkinin son konuşmasında, kafasının içindeki Taksim Projesini ağlaya ağlaya takdim ederken, neredeyse boynuna sarılıp özür dileyeceklerdi bir de bizim safolar. Hem de daha dün, aynı bağlamda gezi parkında yuttukları tonlarca biber gazını unutmuş olarak. Aslında birader, daha fazla inandırıcı olabilmek adına, Gezi parkındaki kahramanca(!) duruşlarına, vurgu yapmıştı da ustaca.

Hakkını vermek lazım, bizdeki yeterince mebzul safoları kafaya almak adına üstüne de yok hani. Ee boşuna mı beslediler patronları ve hala da arkasındalar ya onun. Sözüm ona gergin modundaki USA GENKUR Başkanı bile aslında ona destek olmaya boşuna mı geliyor sanıyorsunuz. Çünkü türünün emsali Hollywood da bile yoktur…


            Uluorta bu roller kesiliyorken, bizim darbe imanlılar şimdi ne diyor bu işlere acaba. Onlara da tekrar hatırlatalım ki; elbette USA ile savaş halindeyiz. Ve elbette onların bizimle Anadolu’muzda, açık bir cephe savaşına giremeyeceklerini, bunun intiharları demek olduğunun, aksine PKK ve Erdoğan’ın IŞİD lejyonerleri vasıtasıyla bizimle bir süreliğine daha örtülü bir savaş sürdürmek zorunda kaldıklarının; ama Türklerin mağlup edilemezler olduğunu, bildiklerinin de bilincindeyiz.

Elbette gerekirse PYD ve diğerleriyle oluşturmaya çalıştıkları sınır koridorunda, aslında çok yerinde ve kimsenin beklemediği bir yapılanma ve zamanlamayla, bir Türkmen Devleti kurabileceğimizin ve buna kendi Kürtlerinin(!) bile daha sıcak bakacağını öngörebiliyorlardır doğrultusunun da inancındayız. Ve şüphesiz USA ile savaş halindeyiz; ama bugüne kadar bizim de hiç tanımadığımız bir tarz ve üslupla yürütülüyor bu savaş. Ayrıca biz Türklerin, herkesle her platformda, anladıkları dilden konuşabilecek, bizi dayanılmaz cazibeli kılan prozeki bir özelliğimiz de vardır. Bunları da hala anlayamadınız mı?

Son konuşmasında “ey Erdoğan Ordu karargâhlarının önünden çöp kamyonlarını çek, o ordu hepimizin ordusudur” mealinde cumhur başına atıfta bulunan Perinçek, ne düşünüyordu acaba. Yoksa nedamet ikrarının başka bir ifadesi miydi kullandığı. Ya da darbe saptırmasıyla orduya asıl şimdi kalıcı zararlar verilecek olduğunun ve ordunun aslında şimdi pasifize edilmekte olduğuna kendilerinin de alet edildiklerinin hala farkında olamadı mı yoksa.

Perinçeği ve bağlamında Vatan Partisini de angaje etmelerinin bilincinde ve hepsinin de ustası olan Erdoğan, ondan Esad ile aracılık yapmasını boşuna mı rica(!) etti sanıyorsunuz? Öyle ya, ne demektir aracılık, sen de milli takımın içindesin aldatmacasıyla, adamı pasif göreve veya arka plana atayarak açık sahneden çekmektir işin fütuhatında. Demek ki usta işini iyi biliyor, rolünü de ezbere oynuyor artık suflesiz.


Neyse geçelim şimdi bunları. Olayları birbirine bağlayarak konsülide edelim ve süjeye varalım. Neresinden bakarsak da bakalım bir MİLLİ HÜKÜMETİN kurulması, asla Erdoğan ve ekibini saf dışı bırakmadan gerçekleşemeyecektir. Siz milli birlik oluşturuyoruz diye Erdoğan posterini parti binalarınızın kapısına asabilir hatta sarmalına da alabilirsiniz. Ne ki enayiliğinizi tescil etmiş de olursunuz neticede. Bu başka da hiçbir işe yaramaz. Bizimse bir kulağımızın arkası kaldı, bırakın o da bizde kalsın artık.

Bizi, Erdoğan düşmanlığı gözlerini perdelemişler olarak yaftalayanlar utansın. Biz kimseye düşmanlık taşımıyoruz. Neden taşıyalım ki, özü sözü doğru adamlarız neticede, sözümüzün altına da her zaman imzamızı koyarız. Biz sadece gerçeklerin bilincini arayan; ama hemen de tavaya gelmeyen realist Kemalistleriz. Yani duygusal saftirik eyyamcılara asla benzemeyz.

Size bir öneri; şayet AKP ile birlikte bir Milli Hükümet kurabileceğinize sahiden inanıyorsanız, parti faaliyetlerinizi geçici olarak dondurun. Ve AKP pardon ABD&Erdoğan Hükümetine – çünkü AKP Hükümeti diye bir şey yoktur – sicili temiz, milliyetçi, toplumca saygın, laik, Cumhuriyetçi demokrat ve tarafsız adaylardan oluşan, seçimsiz ortak bir Milli Hükümet kuralım teklifinde bulunun. - Çünkü her partide bu tariflere uyan adaylar mevcuttur. Ve amaç salt rantçıları değil sadece katıksız, saf milletin vekillerinden oluşan bir Milli Hükümet kurmak olmalıdır – Bakalım ne cevap alacaksınız. Haydi varmısınız.

Çünkü kendi adıma realist bir Kemalist olarak, binbir Ali ile ikibiniki Erdoğan’ın ortalarından ikiye ayrılıp, gözyaşı denizlerinde boğulsalar da beni ikna edemeyeceklerini söylemeye çalışıyorum sadece. Ne ki sizleri bilemem tabiatıyla. 

                                                                      Serendip Altındal