İnsanoğlunun çıkış aklı olarak kabul
ettiği salt tanrı mefhumu, aynı düzeyde geleceği olmayacaktır. Dünyasında beş
milyon yıllık geçmişi ve Türk’ün Tengirizmi ile başlayan dinler tarihiyle, daha
ilk günden itibaren tanrı kavramının arayışı içinde olan insanoğlu, sonunda
belki de yine kendi tanrısal gerçeği ile yüzleşecektir. Ve ölümsüz tanrı babası
ve anaç ruhla – ki ruh baba ile insan evlat arasında ki tercümandır ve ruh
olmadan tanrı anlaşılamaz - kendi ölümlü bedenini bütünleştireceği, devinimi
sonunda da evrensel tek din olan Tengirizm olacaktır belki de yine geleceği.
Ne
ki bunun içinde seküler dünyada, yoğun deterministik bir bilimsel uğraş vermek
zorunda kalacaktır. Oysa henüz ışıksal foton paketlerine bile kendisini
taşıtmayı becerememiştir. Ve miligramları için bile milyarlarca Dolar harcanan tanrı
maddesine taşıtabilmesi içinse, önünde daha çok uzun mesafeleri vardır.
Konuyu açarsak; yani daha ışık
hızına bile erişememiş olan insanoğlunun, evrende küçük de olsa bir iddia
taşıyabilmesi veya varlığını diğer muhtemel tanrıdaşlarına hissettirebilmesi için,
ışık hızının katlarına da ulaşabilmesi bağlamında, daha çok uzun bir zaman
dilimine ihtiyacı vardır. Esasen buna ulaştığında ruh gibi tanrıçalaşacağına da
inanmaktadır aslında.
Yani
bizatihi gezip görüp tespit etmeden tanrı mefhumunu yorumlayabilmesi, ona
ulaşabilmesi veya en azından tatmin olabilmesi hemen hemen imkânsız olacaktır
artık. O nedenle de zaten on defa anlatılacağına bir kere göstermek yeterlidir.
Dolayısıyla da önce, bu güne kadar gök tanrı dediği kendi güneşini terk edip
evrensel tanrısını keşfetmek üzere ufkunu genişletmesi, başka dünyaları da
araştırması gerektiğinden, ışık hızının katlarıyla da yol alabilmesi gerekecektir
evrende.
Bunu
becerebildiğinde evren boşluğunda zaman, mekân ve mesafe mefhumunun da göreli
olarak altüst olacağına rağmen yine de evrensel tanrısıyla buluşabilmesi için
geriye daha bir hayli yolu kalacaktır. Ve başlangıçta ki Tengirizm giderek nasıl
Şamanizm, Budizm, Musevilik, Hristiyanlık ve İslam’a dönüştüyse, sonunda
evrende büyük bir tur atıp evrenselleşerek, artık aramaktan yorulup bitap düşen
insanoğlunun boşluğunu doldurmak üzere yine kendi özeği ile buluşacaktır.
Aslı
bilinmeden kullanılan ve başlangıcında olduğu gibi gerçek sulh ve saadet dönemi
olacak Tengirizm odaklı tek dinli ‘Küreselleşme’, belki de bu olacaktır aslında.
Ne ki bunun gerçek olabilmesi için bile daha bir hayli yolu vardır
insanoğlunun. Ve asla da unutmayalım ki emperyalistin kast ettiği küreselleşme,
bu değildi kuşkusuz. O halde bu durumda bize de yolun açık olsun insanoğlu
demek düşer…
Rahmetli
Yaşar Nuri de, İslam’da ki erozyonu görüp, insanlık sonunda nihilist olacak ya
da buna benzer bir şey söylemişti yanılmıyorsam. Şimdi tam olarak hatırlayamadım.
Ne ki ileri seviyede mükemmel ve apaydın bir ilahiyatçıydı kendisi. Bilhassa da
Ehli Beyt İslam’ı(gerçek İslam) mümini kendisini özlemle arayacaktır. Allah
rahmet eylesin diyelim ona tekrar. Aslında yeni Bizans oyunlarıyla Gayya kuyusuna
itilmekte olan İslam’da, alarm çanları da çalmaya başlamıştır. Bu da artık sona
gelinmekte olduğunun yadsınmaması gereken işaretidir.
Çünkü
başta kendi tefekkürlerini bile aşan tarikatlar, din tüccarı siyasiler, ulufeci
Bedeviler(her sınıftan yurdum insanı), soytarı imamlar, sahtekâr Şeyhler, çakma
peygamberler, sözde ilahiyatçılar, sonda da akılcıkları iğdiş edilmiş müritleriyle
birlikte; ama içlerindeki mümtaz bir azınlığı tenzih etmemiz kaydıyla, yine emperyalist kuklası yapılmış ve kendi hercailiğinden,
bilinçsizliğinden kafası Arapsaçına dönüştürülmüş ve aslı artık İslam olmayan
bir Bedevi toplumu vardır karşımızda.
Ahır
zaman dini olarak, Asrı Saadet dönemiyle başlayan ve herkesin dini olmaya
namzet İslam’ın emperyalist Vatikan eliyle bugün maalesef içine düşürüldüğü
durum, hazin kere hazindir. Ve aynı bağlamda tek vatanımız ve müktesebatımız olan
Türkiye’mizin dolaylı olarak yaşadığı badireden nasıl sıyrılacağı da ayrı; ama
en acil sorunumuz olmuştur bugün. Bu
konuda daha ne yazalım ki, sayfalar yetmez. Kitap yazmaya ise vakit kalmıyor.
Çünkü hadiseler afaki bir hızla gelişiyor. Bakın etrafınıza yeter, nasıl olsa bunu
kendinizin de aracısız tespit etmesi, hiç zor olmayacaktır.
Yüce
Atatürk’ümüzün “Bir milletin siyasi kaderinde mevki sahibi olabilmek için, onun
gereksinimini teşhis ve onun kudretini takdim de ehliyet sahibi olmak birinci
şarttır”,
siyasamıza tam oturan bu tespitiyle de illete son noktayı koyalım.
Konuya
böyle bakınca da size, “ehliyet ve liyakat sahiplerini arayın, belki
bulursunuz” umuduyla kolay gelsin demek düşüyor artık bana.
Sapkın
siyasilerden, moral bozan ve birbirini kovalayan acılı hüsran vakalarından,
artık çekilmez hale gelen yandaş ve asalak müptezellerden bahsetmemek için
farklı konular ele almayı tercih ediyorum. Zira çok ağır cümleler kullanmak
zorunda kalacağım ki onların da yasal yaptırımları olacaktır şüphesiz.
Bilhassa
tam da bugünlerde muhalefet partileri içine serpiştirilmiş menşei bozuk ve satılmış
bölücülerden oluşan bir zümre var ki işte onların mevcudiyeti yüreğimi cendere
gibi sıkıştırıyor. Acaba o partilerde ki arkadaşları bunların yüzüne nasıl
bakıyor, ellerini nasıl sıkabiliyorlar. Emperyalist eşkıyaların bu kokuşmuş
demokrasi paradoksuna nasıl bu kadar teslim olabiliyorlar, anlayabilmiş
değilim. Herhalde kendilerini kandırmaya ihtiyaçları var düşüncesi aklıma
geliyor ki bu çok daha da kötüdür.
Hele
de özellikle şanlı CHP ipeğine yamanmış kirli paçavralar var ki, CHP kumaşını
palyaço kıyafetine dönüştürüyorlar. İşte bu da beni ayrıca kahrediyor. Oh şimdi
az da olsa rahatladım işte! Çünkü hiç olmazsa yüreğimde ki sıkıntıyı,
sahiplerinin suratlarına olamasa da bu sayfaya döktüm en azından. Bırakın
yazmayı, inanın bunları ve olmazlarsa çok daha iyi bir dünyamızın olacağı, o bezdiren,
insanda ikrah uyandıran suratları düşündüğüm zaman bile midem bulanıyor, efkârım
kabarıyor. Siz anladınız işte hissiyatımı.
Son
söz de sizlerindir şimdi gençler: Hangi formaları taşıyor olursanız olun; ama birbirinizin
elini sakın ola bırakmayın. Bilin ki oluşturacağınız zincir sadece sizin değil,
milletinizin de namusunu koruyacaktır. İçinizdeki zayıf halkaları onarın veya
değiştirin. Çünkü zincir en zayıf halkasından ayrılır ve hepimizi taşıyamaz
sonra.
Büyüklerinize
sevgili ve saygılı olun; ama mesela Bahçeli ve diğerleri gibi milli
değerlerinizi tartışmaya açanları lisanımünasiple artık kenara koymasını da,
bunlardan ayrılmasını da bilin. Çünkü gün artık sizindir. Diğer büyükleriniz
yere düştüklerinde ise ellerinden tutup kaldırın, gerekirse de sırtınızda
taşıyın, korkmayın incinmezsiniz. Bilin ki sadece onlardan öğreneceksinizdir asla
bilemeyeceklerinizi.
Ve hiç unutmayın ki sizden önce onlar savaşıyorlardı aynı cephelerde. Sizler
cephedeyken, uyumayan düşmanın vatan toprağınızda, yuvalarınızda çıkaracağı
yangınları da sadece onlar söndüreceklerdir yine. Ve tekrar unutmayın ki
atalarımız olan büyüklerimize borçluyuz bütün varlığımızı. Güçlü olun, hep ayakta
kalın ki yarın sizin de torunlarınız sizler için, atalarımız nedeniyle bugün
varız diyebilsinler. Devletler varlığı uluslararası bir bayrak yarışıdır
gerçekte, nasıl ki bayrağını düşüren yarışçı yarışı terk ediyorsa, bayrağını
düşüren devletin de tarihten silineceğini bilin. Bilin ki işte düşmanlarınızın
da istediği, bayrağınızı elinizden düşürmenizdir.
29
Ekim Bayramınız milli varlığınızı yedi düvelin kafasına bir kere daha çivilediğiniz
tarihi betimler aslında ve anlam değeri çok büyük olan bir bayramdır. Bence de
en önemlisidir. Görün ki içimizdeki emperyalist uşakları bunu bile elinizden
almaya kalkıyorlar. Atatürk’ün sizler için yazdığı ’Gençlik Hitabesini’ defalarca
okuyun. Sonra kapatıp gözlerinizi anlam değerini yorumlayın. Artık kendi
gününüzün geldiğini ve sözlerin bittiği noktada olduğunuzu da anlamış olursunuz
böylelikle. Hepinizin gözlerinden öpüyor, varlık BAYRAMINIZI KUTLUYOR ve gazanızın mübarek olmasını diliyorum.
Sağlıkla
ve esenlikle kalın dostlarım.
Serendip
Altındal