Partin
ile ilişkin kesilmezse, nasıl tarafsız bir Cumhur başı olarak kalabilirsin ki. Şayet
anlayışın ve bilgi düzeyin de buysa, o zaman Fransa ile arandaki OHAL farkını
sorgulayarak, onlardakinin anayasal resmiyeti olmayan OHAL; ama sendekinin kendinden
menkul BUHAL ve OHAL kararlarının ise sadece süreçle sınırlı olduğunu, öğrenmek
zorunda kalacaksın demektir istemesende.
Ne
ki yeryüzünde yer almayan, tarihte bile emsallerine az rastlanan, hâsılı
garabet tanımlı tüm asosyal modelleri, yüce Türkiye Cumhuriyetine ve onun
hümanist anayasasına yakıştıran kafalardaki zihniyeti, bildiğimiz kelimelerle açıklayabilecek
tümceleri bir araya getirebilmemiz hayli zorlaşacaktır. Ve bugüne kadar bilinen
39 lehçeli Türkçemize, olası yeni bir lehçe daha yaratmak zorunda kalabileceğiz
belki de dostlar.
Trump’un yönetimini henüz
izleyemedik; ama yöntemi şimdiden bellidir. Erdoğan’la diyalog bağını bütün
bütün koparmayıp onu, liderliğini yaptığı emperyalist batı bloğundaki askeri
kolluk kuvvetine (NATO), yeniden odaklayacak bir ortak çözümde buluşturmak
isteyeceği de açıktır.
Bunun
için de her şeyden önce, tarafsızlığını çoktan yitiren NATO’dan ayrılmayı
düşünen Türkiye’yi, Rusya ve Çin mutabakatından vazgeçirmesi gerekmektedir.
Belki Trump kendi algıları bağlamında NATO’yu önemli bulmaz; ama Batı
dünyasında liberal kapitalizmin yaşamaya devam edebilmesi ve hayalini
kurdukları, Vietnam ve Kore örneğinde olduğu gibi gerektiğinde bir Batı, Doğu
Türkiye ikilemini de realize edebilmeleri için, NATO’dan vazgeçilemeyeceğini(!)
de iyi bilir.
Nitekim
eli selama bile denk gelmeyen uyurgezer bir asker müsveddesinin arkasında komut
bekleyen bir ordunun dramı. Dış kaynaklı
köprüler, kanallar, havaalanları, İstanbul gibi tarihi bir dünya şehrine
pompalanarak üst üste istiflenen ve çoğu yabancı, kokarca bir toplum birikimi.
Ege Denizinin bir Yunan denizi haline getirilmesi, İzmirli bazı vekiller ağızlarında,
“biz ayrılalım da AB ye girelim” zırvalarının dolaşması gibi söylem ve
eylemler, Batı ile Doğumuzu ayırmaya yönelik ve böyle bir gelişimi senarize
eden çok tehlikeli işaretlerdir, dikkat edile.
Çünkü
Türkiye’mizde de sanal İslamcılarla Kemalist milliyetçiler karşı cephelere
alınmaya başlamışlardır. Yüzde elli mesajları da açıkça bu durumu betimler. Ve
mevzu bölmekse, cephe bayraklarının kıymeti harbiyesi bahse konu bile olmaz
artık. Bölünmüş Vietnam, Kore vs. gibi ülkelerin bayrakları, bu ülkelerin nasıl
ve kimler tarafından bölündüğü bugün kimin umurunda ki. Bakın çevrelerinde ki
ekonomi/politik ve sosyal yaşam takır takır yoluna devam ediyor. Yani sadece vah
gidene!
Bir
tarafta bu tezgâhlar sessiz, derinden ve alıştıra alıştıra sahnelenirken, siz
hala masum çocukların bile dokunulamaz mahremiyetleriyle uğraşıp yandaş
sapkınlarınız için ahlaksız kanunlar çıkartarak çakma gündemler yaratıp oturun,
ahlak erozyonlu müstevliler sizi. Dikkat edin de, sizler Başkanlık ve yeni
Osmanlı teraneleri sallıyorken İstanbul merkezli yeni Bizans kurulmasın. Gökdelenler,
konaklar, köprüler diktiğiniz topraklarınızın üstünde. Belki de onları size
yaptırıyorlar, sizi ırgat olarak kullanıyorlardır, ilerideki varlıklarını inşa
edesiniz diye, kim bilir. Öyle ya kara akçeler, hibeler neden, niçin geliyor
sanıyorsunuz?
Sonra
hangi mal varlıklarınızdan bahsedebileceksiniz ki. Şakanın sonunda kakaya
dönüştüğü de bilinir. Siz birilerini gıdıkladığınızı düşünürken bir anda
üstünüze barsakları boşalıverir ve altında boğulur kalırsınız. Ceplerinizdeki,
ayakkabı kutularınızda ve kasalarınızdakilere de fazla güvenmeyin, nasılsa aynı
mealde haydan gelen de yine huya gidecektir bilesiniz.
O
halde bir yanda bu hazırlıklar yapılıyorken, bize öncelikle bazı elma şekeri
nitelikli, göstermelik ödünler verileceği de anlaşılır olmalıdır. Bunu biliyor
ve bekliyoruz da. Sonrasında, malum eski tas eski hamam vecibeleriyle arkasının
da geleceği olasıdır yine. Ve bu yeni durum Erdoğan ve yandaş iş dünyası için hiç
de önemli değildir. Zira nasıl olsa kazı çevirmeye alışıktırlar yanmasın diye.
Lakin bundan Türkiye’mizin asal kazancı ne olur. İşte asıl soru da budur aslında
bizi kucaklayan.
Bağlamındaki yorumlar, sebep sonuç
ilişkileri doğrultusundaki mantık çerçevesinde yapılırken; yazarlarının kişisel
tercihlerini de yansıtacaklardır hiç şüphesiz. O halde peşinen kendi adıma;
Avrasya öz kaynağımda demir atarak, tam bağımsız, Kemalist kalkınma ile refah
geleceğimin ayrılamaz bağını da öngörebilen bir anlayışa sahibim. Ve her
halükarda Rusya ve Çin işbirliğinden yanayım.
Bu
anlayışla da AB&ABD ilişkilerimi, ancak var olacak yeni bir yapılanma ile
pekiştirdiğim milli gücümü tekrar oluşturduktan ve emperyalist Batı karşısında
eşit kuvvetler prensibiyle ayakta durabileceğim zaman, ele almayı öngörüyorum. Tıpkı
Rusya veya Çin’in ABD karşısında ki ödün vermeyen duruşları gibi anlayacağınız.
Çünkü her şeyden önce, yeni
Cumhuriyetimiz kurulduktan hemen sonra 1923-1938 döneminde, ekonomik tam
bağımsızlığını elde etmiş, kalkınan ülkeler yıldızı olmuş bir Atatürk
Türkiye’sinin, siyasi bağımsızlığını da yeniden elde etmiş olacağını ve buna
olan ihtiyacımızın da milli müktesebatımızı ayakta tutacak bir olmazsa olmaz olduğunu,
adım gibi biliyorum. Ayrıca bunun vazgeçilemez müktesep hakkımız olduğuna,
dünya uygarlığının atası olmuş Türk Ulusunun özgün bir ferdi olarak da bütün
benliğimle inanıyorum.
İşte ancak tam bağımsız olunduğunda,
mesela; Almanya ile Fransa, İngiltere ile ABD vs. ilişkileri mentalinde bir özgüvenle,
diğer devletlerle karşılıklı; ama birbirinden tam bağımsız ve iki tarafında
kazançlarının olduğu bir ekonomik/siyaset ortaklığı yürütülebileceğine olan
inancımı da belirtmek istiyorum. Yani AB şimdi bizi mevcut şartlarımızda hemen
üye yapmaya bile kalksa; acaba eniştemiz bizi niye öptü diye sorgulamam ve bu
teklife asla balıklama atlamamam gereğini de fazlasıyla idrak edebiliyorum.
Son günlerde Erdoğan’ın Batıyı hedef
gösteren stratejisi, aslında arka plandaki gizli oyuncu İsrail’in işine
yarıyor. 18 Ocak 2017 den itibaren resmiyet kazanacak olan Trump misyonu ile
Türkiye’mizin siyaset lastiği uluslararası planda daha da gerileceği için, oluşacak
siyasi ortamda geri planda kalmamak ve güvenlik umudu olan Türkiye’den azami
nasiplenebilmek bağlamında İsrail’in, Türkiye’ye acilen bir Büyük Elçi ataması
da dikkatleri çekiyor. Çünkü bu atamanın zamanlaması da iyi seçilmiştir elbette.
Yani bunun açık Türkçesi, İsrail’in Trump’dan önce Türkiye’de mevzie yatmaya
hazırlanıyor olduğudur.
Başkanlık projesinin temelinin, daha
Bush ile başlayan BOP döneminde Erdoğan’a misyon olarak atıldığı unutulmadı. Türkiye
Cumhuriyetinden bozularak, Kürdistan Federasyonlu bir Yeni Osmanlı
Cumhuriyetinin şekillendirilmesi hedefli, ayrıca yeni devlet isminde Türk
ifadesinin bile yer almayacağı bir devlet karalamasının, aynı projenin Anadolu
ayağı olduğu da biliniyordu.
İşte
tam da bu günlerde, o projenin devamı olan ve İsrail Büyük Elçiliği yaftasıyla
tanımlanan, içinde bürokrattan fazla istihbarat ajanını barındıracak olan ve
mevcut olanlar sanki yetmiyormuş gibi bir yenisi daha oluşturulan, bir başka şer
yuvasının varlığına da hazırlanalım o zaman. Her şeye rağmen çok iyi biliyoruz
ki, bu hikâyenin de bir sonu vardır.
Ve onu da Atatürk’ün
Ordumilleti yazacaktır yine…
Serendip
Altındal