Ölüsünden bile duyulan korku, çaresizlik
ve emperyalist misyon gereği de hedef yapılan Atatürk, son tepkide, Osmanlı dan
hazır bir miras aldığı savıyla da gülünç ve akıl dışı yeni bir gündeme taşındı.
O zaman sormak lazım bu okuma özürlülere; acaba hangi Atatürk Osmanlı dan elle
tutulur bir alt yapı mirası almıştı. Atatürk İnkılabı ortadadır, acaba hangi
reformun Osmanlı da daha öncesi bir karşılığı vardı ki Atatürk ondan istifade
ederek işini kolaylaştırmış olsundu.
Bu bizim milli Şefimiz ve bütün
Dünya’nın asrın lideri olarak kabul ettiği Atatürk’se asla olamaz. Başka bir
Atatürk’se onu da bu masalı uydurana sormak lazım. Çünkü tarih bile böylesini
tanımıyor. En iyisi bu abesi iddia edenlere; tarafsız olmak için hadi bırakın
bizim arşivleri, yabancı ülkelerin arşivlerinde Atatürk adıyla bir araştırma
yapın demek daha uygun düşer. Bilmediklerinizi de misliyle öğrenirsiniz ve bir
daha da kendi tarihlerini bile bilmeyenlerin böylesi trajikomik durumlarına
düşmezsiniz, muhteremler.
Daha da ötesi, Akşener tabiriyle,
pelüş kafalı dostunuz Trump’ın ülkesindeki arşivlere önce bakın ki hani
aradığınız ve sizi teyit edip Atatürk’ü yeren negatif ifadeleri belki
bulabilesiniz. Ama hiç zahmet etmeyin, çünkü orada da duvara toslarsınız. İyisi
mi siz vazgeçin bu abesle iştigalden ve Devletinizi yönetmeye bakın,
becerebildiğiniz kadar, hiç olmazsa son yaprak dökümünüzde, daha fazla da gülünç
ve itici olmayın. Bu belki biraz fayda sağlar İzmir marşıyla ve hızlı adımlarla
son gidişinize.
Dün geceki münakaşalarımızın
ışığı altında zatıâlinize, memleketin huzur ve istikrarı için alınması lazım
gelen tedbir ve kararlar hakkında görüşlerimi bildirmeyi, milli, vatani bir
vazife bilirim.
Sayın başvekilin açıklamalarını
dinledim ve okudum. Bunlarda, benim düşündüklerimin kabulüne müsait bir zemin,
henüz mevcut olmadığı, aşikâr olarak belliyse de, gene de düşüncelerimin
sizlere iblağının zaruretine inanıyorum.
Muhterem Vekilim,
Şu hakikati kabul etmek
lazımdır ki, Kayseri hadiseleriyle başlayıp, son karar ve feci olaylara kadar
varan sahneler, vatandaş ruhunda derin tesirler ve hükümete karşı telafisi
kabil olmayan hoşnutsuzluklar yaratmıştır.
Sayın Vekilim,
Bu ahval küçümsenecek, cebir ve
şiddetle değiştirilecek şeylerden değildir. Memleket, hükümet ve partinizin
düştüğü bu müşkül vaziyeti kurtarmak için, sükûnetli, fakat ciddi ve zecri tedbirler
almak lazımdır. Bu tedbirler şunlar olmalıdır:
1. Cumhurbaşkanı istifa etmelidir. Çünkü
bütün fenalıkların bu zattan geldiği hakkında umumi bir kanaat vardır.
2. Kabinede iyi kabul
edilmeyen ve suihalleri bütün memlekete yayılmış bulunan zevat, çıkarılmalıdır.
Ve yeni kabine, mutlaka, dürüst, makul, zorcu değil, adalet ve şefkat hissi
taşıyan zevattan kurulmalıdır.
3.
İstanbul, Ankara valileri ve emniyet müdürleri süratle değiştirilmelidir.
4.
Ankara örfi idare kumandanı derhal değiştirilmelidir.
5. Son çıkarılan ve tahkikat komisyonları ihdas eden kanun
kaldırılmalıdır.
6. Mevkuf gazeteciler, bir af kanunuyla, kısa zamanda tahliye edilmelidir.
7. Son hadisede tevkif edilen talebeler serbest bırakılmalı, ilim
müesseseleri, yeniden faaliyete geçmelidir.
8. Şimdiye kadar çıkarılan bütün antidemokratik kanunlar,
tedricen kaldırılmalıdır.
9. Vatandaşın hürriyet ve eşit muamele hakkına, mutlak surette
riayet edilmelidir.
10. Din simsarlığından vazgeçilmelidir.
11. Suiistimaller oluyor mu bilmiyorum. Fakat olduğu hakkında
umumi bir kanaat mevcuttur. Ve milletin, hükümete karşı itimatsızlığına sebep
olmaktadır. Bu gibi kötülüklerin şiddete bertaraf edilmeleri lazımdır.
12. Müstesna zamanlar ve günler haricinde hükümet büyüklerinin
memleket gezilerinde, suni büyük vatandaş topluluklarıyla karşılanmaları usulü
terk edilmelidir.
Muhterem Vekilim,
Bu yazdıklarım, asla bir parti
ve politika mülahaza ve tesiriyle yazılmamıştır. Memleketin durumunun bu
tedbirlerin alınmasını zaruri kıldığına inandığım için arz edilmiştir. Sizlerin
vatanperverlik ve vicdanlarınıza hitap ediyorum. İyi düşününüz. İyi hareketler
yapınız. Memlekette çok şeyler yapacağınız muhakkaktır. Fakat bu, asla kâfi
değildir. Bu yapılan işleri, müstemleke idareleri de yapar, yapıyor ve
yapmıştır. Asıl mühim olan, toplumun ruhunda, yaşama şevk ve azminin
geliştirilmesi, hak ve hürriyet aşkının kökleştirilmesi ve vatandaş idrakinin,
yüksek ve necip hislerle donatılmasıdır.
Olaylar, bu yolda olmadığınızı
göstermektedir. Talebelerin, hürriyet duygusuyla yaptıkları masumane tezahürata
karşı, kıtalar sevk edilmesi ve onların desteğiyle, emniyet kuvvetlerinin, ilim
yuvalarının içine kadar girerek talebeleri, profesörleriyle beraber coplarla ve
kurşunlarla tedip etmesi, dünyada görülmemiş feci bir şeydir. O hengâmede kız
talebelerin yürekler parçalayan çığlıklarının, analar, babalar ve halk ruhunda
onulmaz yaralar açacağını ve açtığını anlamamak, memleketin huzuru bakımından
büyük bir hata ve hazin bir gaflet olduğuna kaniim. Bizim gençlerimizde hak,
adalet ve hürriyet duygularının gelişmesinden ve kemalinden memnun olmamız
lazım gelmez mi? İstikbali, hissiz, duygusuz, müstemleke ruhlu, yalnız maddeci
bedbaht insanlara mı bırakmak istiyorsunuz?
Sayın Vekilim,
Maruzatım muhakkak ki, çok mühim
ve hatta çok cüretkâranedir. Fakat memleket için, milletin selameti için,
hükümet ve hatta partinizin kurtarılması için, dikkate alınması lazımdır.
Ve hatta çok lazımdır. Saygılarımla.
3.V.1960
Kara Kuvvetleri
Kumandanı
Orgeneral Cemal
Gürsel
MEKTUBUN DİĞER BİR ÖNEMİ
Ama bu mektubun diğer bir önemi
de var. O da, yalnız o güne ve o günün problemlerine değil, her zaman için hele
günümüze de ışık tutan birtakım toplum gerçeklerine temas etmesidir. Yani şu
demektir ki, toplumda şartlar, Cemal Gürsel’in mektubunda sıralandığı gibi
birikirse, toplum hasta demektir. Yani bir toplumda eğer din simsarlığı
yapılırsa, coplu, silahlı kuvvetle üniversitelere saldırılırsa, meydanlarda hak
ve hürriyet için gösteri yapan gençlere çullanılır ve bu meydanlardan taşan
çığlıklar yeri göğü çınlatırsa, hulasa toplumun ruhunda gelişen çağdaş ve
ileriye müteveccih hamleler zorla, baskıyla bastırılır zannedilirse,
suiistimaller alır yürür, hatta suiistimal, bir nizam-ı âlem haline gelirse ve
fazla olarak da bir iktidar, tıpkı bu mektubun yazıldığı zamanki iktidar gibi:
— Ben’i m, başkası yok!
Derse, o zaman ve o ülkede Gürsel’in bu
mektubunu, her gün vatandaşa yaymak, her gün bu nasihatlere ihtiyacı olanlara
duyurmak, galiba bir toplum vazifesi halini alır...
(Menderesin Dramı, s. 392-393, Ş. S.
Aydemir)
Cemal Gürsel’in 27. Mayıs.1960
İhtilali öncesi Savunma Bakanı Ethem Menderes’e yazdığı bu mektup şayet DP
adresli değil de bugün AKP adresli olsaydı, herhalde AKP’lilerin bile itirazı
olmazdı. Dolayısıyla ‘mektubun önemi’ maddesini uygulayarak bizde toplumsal
görevimizi yerine getirmiş olalım. Ve hiç unutmayalım ki şayet o zaman, çıkmaz
yolda olan DP Hükümeti istifa edip yeni seçimlerin önünü açmış olsaydı, İhtilal
de olmaz, Yassıada mahkemelerine de gerek kalmazdı.
Ne
var ki Bayar, istifa etmeye kararlı ve bunu da açıklamış olan Menderesi de engelleyerek
ve ‘Seçimle geldim seçimle giderim’ diyerek, bu son kurtuluş yolunu da
tıkamıştı. Oysa Bayar’ın unuttuğu veya hiç kabul etmek istemediği, seçim yoluna,
artık istibdata dönüşmüş DP iktidarında bariyer döşenmiş olduğundan, DP’yi çoktan
dıştalamış olan seçmenin, hangi seçim olanağı kalmıştı ki. Belki de Anayasa
ihlalcilerinin başı olarak, ilk önce asılması gereken, Bayar’dı aslında…
Kırılan ve artık Cumhuriyet resmine
zarar vermekte olan çerçeveyi, biran önce bir yenisiyle değiştirmek
gerekmektedir. Trump buluşmasında; USA ile Türkiye arasında, dışarıda güvercin
içeride atmaca kesilen Cumhurbaşkanı nedeniyle, AB’nin de desteklediği yeni bir
yol gündeme geldiyse de, Erdoğan İslamcılığı paradoksuyla, Türkiye Cumhuriyeti
gerçeği ne kadar uyum sağlar. Veya bu ikilinin yeni emperyalist yolda birlikte
yer alıp alamayacağı da açıklık kazanmış değildir. Tabii konuya bir de bu
perspektiften bakmak gerekir. İşte bizim
için ele alınması gereken asıl mesele de budur.
Bu arada söylememiş de olmayalım!
Ali Babacan, biyolojik olarak Menderes’e benzer bir görüntü veriyor hani. Hele yüklendiği
USA misyonuna, ülkesine zarar vermek pahasına bu kadar göbekten bağlı bir
Erdoğan yanında, Ali Babacan göstergesi, çok daha bağımsız ve güvenilir
kalıyor. Elbette aklı başında AKP’liler de bu farkı, kesinlikle
yadsımayacaklardır.
Diğer yanda sınır komşusu ve her
zaman güvenilecek Atatürk hamurunda bir lideri de olmayan; ama güçlü bir NATO Türkiye’si
yerine, bugünkü güvenilmez yönetim anlayışı ve jeostratejik şartları nedeniyle,
kontrol edilmesi hatta zorunlu hale gelmiş olan bir Türkiye’nin, neden Rusya’nın
menfaatine daha uygun olduğuna da anlayış göstermek gerekir. Çünkü her Devletin
her türlü antlaşmada, önce kendi menfaatini ön planda tutması eşyanın tabiatı
gereğidir.
Ki bu görüşte ne kadar haklı
olduğumuz, Barış Pınarı hareketindeki Rusya’nın, ikircikli tutumuyla daha da
anlaşılır olmuştur herhalde. Yani bizdeki lider kendi üslubuna yakışan bir
karşılık bulmuştur sonuçta. Yalnız bu durum, karşı tarafın da aynı üslubu
benimsediği anlamını taşımaz şüphesiz.
Serendip
Altındal