26 Eylül 2015 Cumartesi

TELEF OLMAK..

            Hatırlıyorum da, küçükken Arap’ın aklı incir çekirdeğini bile doldurmaz derdi büyüklerimiz. Allah, Allah nasıl olur öyle şey derdik. Vaktaki yıllar geçip te, okuyup yazıp, yakın, uzak çevremizle daha derin araştırmalara girince, bütün Müslüman siluetine rağmen, Arap dünyasının halen izlenimlerini taşıdığı ve bir türlü kendilerine gün yüzü göstermeyen, İslam öncesi paganist yapının arkaik tortusu, daha bir anlaşılır oldu bizim için de.

            Çoğunluğu Arap hacılarından oluşan hatırı sayılır bir kalabalığın, büyük bir kısmı (714 kişi), paniğe uğramış koyun sürüleri gibi bir anda birbirlerini ezerek, Hacı olarak mekânlarına dönememek zorunda kaldılar. Ayrıca ölenlerden fazla da yaralı vardı. Bu müthiş kalabalığın içinde çok sayıda Türk Hacı da olduğu halde, topu topu dört Türk’ün aynı akıbete uğradığını öğrenmek, bizi elbette fazla da sevindirmedi.

 Çünkü bu bilgi olsa olsa kendileri gibi kaotik mentalin insanı olmayan, Cumhuriyet kazanımlarıyla yüklü, Allahtan önce Tengriyi tanıyan, laik ve özgüveni yüksek, tarihinde hiç politeist olmamış, medeniyetlerin banisi Türklerle aralarındaki bariz farkın da bir göstergesiydi belki de.

            Ne ki, bu matematiksel orana rağmen, çoktan havlu atmış Arapların peşinden gitmeye kalkan birileri var hala aramızda. Bu kafaların aslında içinde boğuldukları anlamsızlığı, sağlıklı düşünce biçimiyle anlayabilmek mümkün değildir. Gerisini de siz bir kalıba oturtun artık.

            Okumayı unutan, yeni bitmelerinin ise bilmediği bir ümmeti arkasında bırakarak tarih sahnesinden çekilen Osmanlıya da, ayrı bir özlem taşıyor hala bu kafalar. Epistemolojiyi dıştalayan, ilahi safsatalarla, matematiksel özeği ile de tek bilimsel dil olan Türkçeyi bile kenara koyup; Farisi aruz kalıplarından başka da bir şey okuyup yazamayan Osmanlının, çöküşünün de ana nedeninin cehaleti olduğu bile, bütün işleri milli aydın kıyamı olan bu Osmanlı artıklarına, yine de emsal olamıyor.

            II Dünya Harbinin ülkeleri yerle bir edilmiş ağır mağlupları olan; ama toplum olarak matbaa ile birlikte bolca okuyup yazdıkları ve sayısız aydın bilim ve sanat adamı yetiştirmeleri nedeniyle de Almanların; bugün AB lideri nasıl olabildikleri hususunda da fikir sahibi olup, olmadıklarını sorgulamak dahi, bu farkındasızlar adına abesle iştigaldir, inanın. Bu yüzden de esasen, bunu hiç denemeyin bile derim.


Yine Hacılara dönersek, Haçlı savaşında bile bu kadar Müslümanı(!) aynı anda yakalayamazsın. Yoksa bu işin içinde de, Arap dünyasını iyi tanıyan, entrikal bir parmak mı mevcut acaba? Yoksa İsrail gizli servisinden bazı tanıdık suratlara rastlanabilir mi acaba, çekilen resimler arasında. Haydi, gelinde bunun izahını yapın bakalım. Bilhassa da Avrupalı Hıristiyanlar, bu trajikomediye nasıl münasip yanlarıyla gülmesinler şimdi. Çünkü buna ölmek denmez, telef olmak denir ancak.

            Hz. Muhammed bile çöl Arapları için; onlar biatkârdırlar, imankâr değil diye boşuna mı söylemiştir. Çünkü biat etmek dünyevi yani günlük yaşam için olan, iman etmek ise kafayı zorlayıp derinleşerek, seküler gerçekler yanında, manevi bir liman arayışı bağlamında yaşarken, sığınılan uhrevi bir yaşam tarzıdır. Sosyal adaletin eksiksiz sağlandığı, gerçek İslam olan Ehli Beyte olması gereken iman ise, ancak derinliği olan beyinler tarafından anlaşılarak özümsenebilirdi ki, Muhammedin işaret ettiği husus da buydu mutlaka.

            Koyun sürüleri gibi yaşayan, çabuk iğfal edilen, öyle ki ölüme bile kucak kucağa giden ve kendilerinden sayıca çok daha fazla olan bu insanları, iki buçuk Musevi, hem de kendi topraklarında, pinpon topu gibi oradan oraya boşuna mı savurabiliyor. İşte Arap dünyasının yüzyıllar sonra bile verdiği görüntü ne yazık ki budur.

Bu yazıyı espri olsun diye yazmıyorum. Aslında bu boşuna sefil yaşam ve niyazivari ölümlere içim paralanıyor. Yine de din kardeşi sayılırız ve biz de insanız neticede. Ne ki yüzyıllardır bir avuç aileye biat etmiş, beyin yerine incir çekirdekli bu milyonlara başka da ne denebilir ki acaba. Oysa geleneksel hırsızlarını tükürükleriyle bile defalarca boğamazlar mıydı, çocuklarının bağımsız geleceklerini defalarca kendileri tayin edemezler miydi?

Üstünde oturdukları hidrokarbon yataklarına çoktan göz koymuş, Lawrence gibi İngiliz homolarının bile oyununa gelip, Osmanlı topraklarında yine de adam gibi yaşıyorken, Osmanlıyı sırtından hançerleyerek durduk yerde, emperyalistin kucağında oturan Krallarının kulları haline gelen bu koyunlar, aslında layıklarını da bulmuşlardı ya neyse.

O günlerden bu günlere ne değişti ki hayatlarında. İşte bu yüzden de evleri barkları dağılıp, çoluk, çocuk sefilleri oynayarak Avrupa yollarını aşındırmak zorunda kalıyorlar ya zaten. Ne ki, aslında bilmeden ve farkında bile olmadan, mağduriyetlerinin sorumlusu emperyalist Batıya atabilecekleri en kuvvetli tokadı da atıyorlar bu sayede. Acaba bu durumlarının da farkındalar mı?

Hiç olmazsa bunu kullanabilseler bari. Ne var ki, AB çoktan uyandı bile ve daha önce de yazdığım gibi, mültecileri bizde tutalım diye kesenin ağzını açtı artık. Bizimkilerin de buna balıklama atlayacaklarını tabii söylemeye gerek yok. Yoksa son günlerde ki, Edirne den geri tepen, İstanbul, İzmir, Ankara gibi anakentlerimiz arasında ki mülteci transferlerinin aslı astarı bu mudur? Eğer durum buysa, yandı yine o garipler. Çünkü alınan yardımların, onlara harcanmak yerine ve o çaresizler çoluk çocuk, aç biilaç sokaklarda dolaşırken, yine örtülü ödenekler ve paydaşlar arasında deve yapılacağı kesindir.

Ve işin bu tarafıyla da zerre kadar ilgilenmez Avrupalı, Amerikalı dediğiniz o sahtekârlar. Ve İNSAN HAKLARI beyannamesi, işlerine gelmediği zaman yine arkadaki tozlu arşivlere kalkar. Çünkü kendileri için esas olan, mültecilerin ve emsal taifenin kendi coğrafyalarının dışında tutulmasıdır. Hoş bizim çakallar da iyi bilir bunu. O yüzden de al gülüm ver gülüm paslaşması bağlamında keyfiyeti kamu oyundan gizler, ikili oynarlar ya esasen. Şimdi bunun üstüne de artık iman edin ki, söylüyoruz; ama bizi sadece bizden olanlar anlar. Biz yine de söyleyelim de, haberiniz olsun…

                                                                      Serendip Altındal



23 Eylül 2015 Çarşamba

YAŞAYAN ÖLÜLER..

            Ulan TÜRK’ün vatanında ATATÜRK, evet mi, hayır mı kapsamında herhangi bir referanduma sığar mı, dünyaya kıç tarafından fırlamış kefereler. Vaktaki Türk Milleti böyle anlamsız bir referandumu protesto edip sandığa gitmese bile, ne bok yiyecektiniz? Yoksa o ilahi Türk mucizesinin kutsal heykelini, kaldırabileceğinizi filan mı sanıyordunuz? Şimdi şapkalarınızı koyun önünüze ve hiç olmadığınız kadar akıllı olun da, hiç olmazsa daha fazla da köpeklemeyin artık.


            CHP de ki tümörler yine sancı yarattılar ve Vatan partisinden bir iki adayı aralarına sokturmayarak, umutla beklediğimiz milli yapılanmayı başlamadan dumura uğrattılar. Bu konuda kendilerini haklı sanan iki parti liderine de aslında bu millet, tavır koymalıdır. Çünkü Kılıçdaroğlu, şayet bir iki aday da Vatan Partisinden gösterseydi, acaba taşımakta zorlandığı(!) inci gerdanlığında eksilme mi olurdu. Veya boşa geçen yılların kayıplarında, daha da bir artış mı olurdu.

            Perinçeğe gelirsek; başlarken her şeye şartsız tamam demişken, ne oldu da birden adaylık iştahı kabarıp talepler sıralamaya kalktı. Ve muhalefet lideri olan CHP’nin güncel konseptini de sarstı. Oysa CHP’ye arka planda tam destek verseydi, milli birlik adına beklentisiz fedakârlığı çok daha büyük yazılacak ve şansı gelecek seçimlere de birkaç misli artacaktı. Beklentili, salt düzeysiz politikayı tercih edince de, sıradan bir siyasiden ne farkı kaldı ki. Ve bu durumda seçmen, gelecek seçimde milli bir devlet adamı (lider) olarak kendisine nasıl güvenecekti. Bunu da bir düşünüverseydi.

Demek ki konu vatansa ve milli liderliğe soyunuluyorsa da ilk şart, asla yaşarken ölü sayılmamaktır. Çünkü zaman, bir zamanlar İşçi Partisinin kendi adına koalisyonlar kurabildiği zaman değildir. Ve şimdi zaman bizim için, İstiklal öncesinde olduğu gibi tekrar, olmak veya olmamak zamanıdır artık.
           
            Kılıçdaroğlu’nun “PKK’yı anlamak lazım” ifadesini biz hiç anlayamadık doğrusu. Çünkü açık ara Amerikancı bir açılım bildirgesi olan bu ifade, bir milli(!) lidere asla yakışmıyordu. PKK şayet silah bırakmıyorsa, özgüven sahibi, tam bağımsız bir milli lidersen, bıraktırırsın, daha doğrusu da yutturursun ona kendi silahını. Şu ara TSK’mızın kimseden hesap alıp vermeden yapmaya çalıştığı gibi. Allahtan ki bu ülkenin Atatürk askeri var. Yoksa bu noktaya da bir itirazınız mı var.

            Sonuçta görülüyor ki; iktidar esasen can derdinde, muhalefette de özgüven sahibi, toplumundan tam destek alabilecek ve milletine sapına kadar, acabasız güven verebilecek bir lider boşluğu var. Mevcut liderlerin tutarsızlığı nedeniyle, şoktan şoka girdiğimiz bu günlerde, yazılarımız bile birbiriyle tutarlı olamıyor. Şayet rahmetli İnönü yaşıyor olsaydı, bu Soros fabrika ayarlı yeni bitmelere “haydi canım geçiniz” derdi mutlaka. O halde biz de sadede gelelim artık.

Beyler şayet bu ülkenin evlatları ve ahde vefa sahibi bireyleri olduğunuzu düşünüyorsanız, aranızda ittifak yaparak en azından herkesin kabul edebileceği bir milli lideri seçin hiç olmazsa bari. Şayet siz kendi aranızda anlaşarak bu bağlamda örnek olursanız, bunu seçmenleriniz de kabul edecektir kuşkusuz.

Şayet bu zor günlerde yetersiz olduğunuzu düşünüp, milli hükümetsiz bıraktığınız milletinize, elle tutulabilir başka da bir fayda sağlayamayacaksanız, yine de tarih önünde temize çıkabilmeniz adına, bu teklifimi bir düşünün derim. İnanın ki bu seçenek, en son alternatifiniz olacaktır. Yoksa yüce Türk Milleti, sizleri tarihle birlikte, asla affetmeyecektir.


            Her ne kadar soğuk savaş yılları arkamızda kaldıysa da, yenisi ve çok daha endişe verici olanı da önümüzdedir. Bu bağlamda yeni Doğu Bloğunun görünen lideri Rusya ile Batının lideri olan ABD’yi tartıya koyduğumuzda, dostlarının kötü günlerinde de tam tekmil yanında duran Rusya, ağır basıyor. Yukarı kalkan kefede ki diğeri ise, en hafifinden emperyalist menfaatleri için bile, önce de dostum dediklerinin gözlerini oymaya kalkıyor.

Aslında sadece bu fark dahi, ABD’nin neden yakında topu dikmek zorunda olduğunun da göstergesi oluyor. Çok eleştiri alan; ama gidince de hayli rahmet duası alacağı anlaşılan Obama’nın yerine talip olanlara bakınca da, bu durum daha iyi anlaşılıyor. Çünkü hepsini üst üste koysan bir Obama etmezler. O yüzden Obama, şayet adaylığını koyabilseydi, yeniden seçileceğini de biliyordu ya zaten. Yani ABD’nin işi(!) daha da zorlaşacak, hele de ağalarının. Ne ki bu topu dikiş, yeni cihan harbinden öncemi, sonra mı olur şimdilik onu söyleyemiyoruz…


            2016 yılının Eylül ayında aynı bayramı, yine ve bu defa sökerek kopardığınız tüm müktesep haklarınızın bilinciyle ve tam bağımsızlığınızın Kemalist gururuyla, apaydınlık ülkenizde, geleceğe umutla bakan yücelmiş başlarınız yukarıda, tüm sevdiklerinizle birlikte esenlikle kutlamanıza empati çağrıştırırken; 2015 yılı Kurban Bayramınızı da her şeylere rağmen, en samimi dileklerimle kutluyor, sağlık ve esenlikler diliyorum efendim...

                                                                       Serendip Altındal



15 Eylül 2015 Salı

KEMALİST PAYDA..

            Kendi ülkesinde korkulmaktan ziyade sevilip sayılan, muhtemelen de bu yüzden ilk olarak elimine edilen, Kaddafi gibi bir liderin Suriye şubesi olan ve ülkesi için çalışan Esad’ın mevcudiyeti, sizleri neden bu kadar rahatsız ediyor diye sorulmalıdır Obama’ya. Aynı soru ülkemizdeki Amerikan ambalajlılara da sorulsa, nasıl olsa cevap bile alınamayacaktır. Obama da muhtemelen göz ucuyla İsrail Lobisinin locasına bakacaktır. Belki de bu soruyu onlar cevaplandırırlar düşüncesiyle.

            Çünkü Ortadoğu’nun, önce Israil’in güvenliği bağlamında, ısrarla küçük ve etkisiz lokmalara ayrıştırılmaya çalışılması projesinin (BOP) sacayaklarının birinin sahibi ABD, birinin AB, diğerinin de Israil değil midir? Ki bunların içinde Israil’in şişirilmesinin, en az işine yarayacak olanı AB’dir. AB’nin bu projede temsil edilmesinin nedeni de, onları uyutacak olan ”Kambersiz düğün olmaz” gerekçesi olsa gerekir. Yani anlayacağınız, ha sana ha bana s…. kaldı Hasan’a. Bak sen, herifler kendi aralarında çoktan bölüşüvermişler bizim Ortadoğu’yu. Tabii bu paylaşımın, içeriği olan ülkelerimizle birlikte olacağını da bilmem hatırlatmaya gerek var mı? 

            Küresel dünya diyerek, küresel korsanlığa soyunmanın amacı, lidersiz; ama gerçek liderin Washington DC de ikamet buyurduğu bir dünya mıydı acep kastettikleri; bir zamanların kendileri de çulsuz göçmenleri olan beyzadelerin. Yüzlerine, gözlerine bulaştırdıkları, yerleşik insancıkları hallaç pamuğu gibi dağıtıp sefil etmekten; ama sefil edilmişleri de kredi kartı sahibi yapmaktan başka da bir halta yaramayan Arap Baharını da içeren bu sorunun cevabı, artık her ne kadar uçan kuşlar tarafından bile biliniyor olsa da, yine de cevapsız bırakılmıştır. Ve bu bahar çabuk karardı diye, yoksa şimdi de canlarımı yanıyor acaba?


            Emperyalist biraderler devindiler, rakkaseler gibi kıvırdılar, kaşındılar durdular, nihayet öyle bir noktaya getirdiler ki bu küreselci(!); ama dört köşe olmuş dünyayı, neticede 3’cü dünya harbi tamtamları çalmaya başladı artık. Rusya’nın çeşitli fırsatlarda ve mekânlarda verdiği deklarasyonlar, yaptığı gövde gösterileri, hele son Suriye provokasyonu, sanki bir harp çağrısının da açık bir ifadesidir şimdi. Rusya da bu yolda yalnız değildir, bilakis arkası da çok kalabalıktır. Hele de galip tarafta yer alacağı kesin olan yeni taraftarların, sayıları da gittikçe kabaracaktır.

            Olası yeni bir dünya harbi, dağlarda eşkıya kovalamaya da hiç benzemez. Ne kaçanın ne de kovalayanın nefes dahi alamayacağı radyasyonlu ortamlarda ve toz duman olmuş bir dünyada galip de bulmak zor olacaktır. Ne var ki günahkâr tarafın çok daha ağır bir fatura ödeyeceği yine de kesindir. Mazi bu konuda emsallerle doludur.

            Tarih öncesi devleri olan Dinozorlarını telef eden süpernovadan sonra, nasıl ki dünyanın yeni patronları, cüce yer altı memelileri ve mağara insanları oldularsa, bir dünya harbinin gerçek kazananları da belki de yer altlarında, mağaralarda yaşayan ve radyasyondan kurtulan en alt sosyal katmanların, sömürülen evsizleri, çulsuzları olacaktır. Ve bu çulsuzlar ilk olarak da; doymak bilmeyen ihtiraslarıyla dünyanın da mahvına sebep olan küçük ve mutlu bir azınlık olarak hayatta kalan para babalarının, yer altı sığınaklarına, tıka basa dopdolu gıda ve mühimmat stoklarına el koyacaklardır hiç şüphesiz. Zira can pazarı acımasızdır. Hele de içinde olacakları o ana baba günlerinde.


            Tekrar dönelim biz yine Türkiye’mize, öyle ya başka da bir vatanımız var mı? Bir sürü emperyalist güdümlü, içimizden, dışımızdan çeşitli çatlak ses tarafından, ülkemizde bir Kürt sorunu olduğu söylenir durur yıllardır. Oysa ne yaptılarsa bu sorunu devreye sokamamışlardır bir türlü. Şimdi ise vatandaşları provoke edip birbirlerine düşürerek ve böyle bir sorun varmış izlenimli bir ortam yaratarak, uluslararası bir genel kampanya oluşturma gayreti içindedirler. İşte en son numaraları da budur.  

            Temcit pilavı olmasın diye aynı şeyleri tekrarlamadan, kısaca özetleyelim ki; aslında Türküyle, Kürdiyle mevcut bütün sorunlarımızın tek adresi ve tetikçileri bellidir. Bunlar başta aslı emperyalist mülkü olan otel-saray ve beyinleri iğdiş edilmiş, her konuda tetikçi olarak kullanılacak düzeydeki AKP’li yandaş ayak takımıdır. Bu yüzden de esasen AKP içinde her şeye rağmen temiz kalabilmiş beyaz yakalı siyasileri ve bir kısım medyası dahi, şimdi ikilem içindedirler. Başlarına neler gelebileceğinin artık farkında oldukları için de, bir an önce saray ve silahşörlerinden nasıl kurtulmalıyız mealinde beyin fırtınaları yapmaya başlamışlardır. Bu bağlamda seçimlere kadar da, önemli ve olumlu sinyaller alınacaktır muhtemelen. Çünkü başka da alternatifleri yoktur.


            Dolar’a gelince, bilhassa da ülkemizde, sadece stokçuları istediği için yükseldiği bellidir. Aslında ülkenin hemen hemen bütün mal varlığı, esasen uluslararası sermayenin elinde değil midir? Ülkemiz her artışta fakirleşiyorken, birilerinin Dolar milyarderleri arasına girdiği ise daha şimdiden kesindir. İyi de, ABD gibi Dolar da sıfırlayınca, ne olacaklarının da hesabını yapmışlar mıdır bu vatandaşlar. O zaman da dolu dolu, liderlerinin Erdoğan olacağını söyleyebilecekler midir acaba hala.


Milliyetçi cepheyi temsil etmesi nedeniyle okuduğumuz bir gazetenin, bugünkü bir iç sayfa başlığına bakın. “Güneydoğu Türkiye’den fiilen kopuyor mu?”. Şimdi bizi çok rahatsız eden bu başlığın sadece düşmanların işine yarayacak ifade biçimiyle, demek iş bitti algısı yaratarak, Türkçe okuryazarı nasıl yanlış yönlendirebileceğini de tespit edebiliyorsak ve bölgenin kendi kendine asla kopamayacağını da biliyorsak; “Güneydoğumuz bizden koparılmaya çalışılıyor?” başlığının daha doğru olacağının da bilincindeyiz demektir.

Çünkü her şeyi sorunsuzca ifade edebileceğimiz güzel ve anlam zengini Türkçemizi, hem de ortak milli amaca uygun, en doğru kalıplarda kullanmak zorundayız da demektir aynı bağlamda. Şayet ne demek istediğimi anlamakta zorlanıyorsanız kendinize, acaba tartışmasız bir Türkçeye sahip Mustafa Kemal, bu iki başlığın hangisini tercih ederdi sorusunu da sorun bir zahmet. O zaman beni daha iyi anlayacak ve bu konuda sayfalar yazmaktan da kurtarmış olacaksınız.

           
            Eli kulağındadır diyerek beklediğim gibi, sonunda köşeye sıkışan Batılı kaynaklardan, öncelikle de Alman olanlarından, göçmenlerin aşağıda – Lübnan, Irak, Türkiye vs. gibi kendi özelliklerinde sosyal yapıları olan Ortadoğu ülkelerinde – tutulabilmesi için, bu ülkelere para verelim mealindeki mesajlar söylenmeye başladı artık. Yani “biz sebep olduk; ama ver üç kuruş heriflere, nasıl olsa da üstüne atlarlar. Bırak onlar sürünsün” diyorlar herhalde kendilerince. Ne ki, ülkemin başına bu halleri de getirenler ve tüm rantçıları tarafından asla unutulmamalıdır ki; işin sonunda “birlikte yürüdük, birlikte asıldık” ağıtını, hep birlikte söylemek de vardır. İşte bu da bilinmelidir…


            CHP, Vatan Partisi birlikteliği, esasen çok güvendiğim Kılıçdaroğlu etiği, sağduyusu ve kalenderliğinin beklediğim sonucuydu. Esasen Kılıçdaroğlu bu davranışıyla, “yapamaz” diyen birçok kendini bilmezi de ters köşeye yatırmıştır. Bu sonucun hepimize hayırlı olacağını düşünüyor ve özellikle de Kılıçdaroğlu ve Perinçek’e milletim adına, teşekkürlerimi arz ediyorum.

Liderleri nedeniyle de sonuna kadar; aralarına herhangi bir kara gölge sokmadan, içlerinde ki sızmaları da temizleyerek, büyük bir titizlik ve duyarlılıkla yürütüleceğine inandığım ve tam da en ihtiyaç hissedilen bir zamanlamayla vücut bulan bu muhteşem beraberliğin; bünyesinde altı okla ifadesini bulan Kemalist ortak payda özeği ile de, lahit mekânında yatan yüce önderin ruhuna, ilahi bir şerbet olacağı inancına da sahibim.
                                                                                   
                                                                                    Serendip Altındal



9 Eylül 2015 Çarşamba

LEKELİ SURATLAR..

           Alman basınına göre; bir mezbaha haline gelen Suriye’den kaçmak zorunda kalan göçmenlerin sadece birkaç yüz kadarını – ki onlarda muhtemelen, en varlıklı olanlardı – kabul eden ve kendisi de bir göçmen ülkesi olan ABD’nin, bu bağlamda verdiği utanç büyüktür. Buna ilave olarak da, yaşanamaz bir bataklığa döndürdükleri Ortadoğu da, tüm mazlum insanları yerlerinden yurtlarından eden emperyalistlerin başı olan esas hergelenin de ABD olduğu düşünülürse, utancı koyun kenara; ama insan varlığını bu kadar umursamazlığın, sözde hümanist(!) suratlara kazıdığı böyle kapkara bir lekeye, haydi gelin de ‘yuh’ çekmeyin.

            Irak’ın Tahrir meydanında, ülkelerinde bir türlü birliği sağlayamayan kendi hırsızları yüzünden de galeyana gelen halk nümayişlerinde, Dışişleri Bakanlarının üstü çizilmiş resimleri dolaştırılırken, acınası durumlarından kendisinin de sorumlu olduğu emperyalist Merkel, en başarılı yönetici olarak alkışlanıyordu. Tezada bakın, ne alakaysa. Aynı halk grupları “şayet kendi ülkemizi geri alamazsak, Almanya’ya hicret ederiz” mesajlarını da veriyorlardı.

Şimdi bu durumda ne yaparlar dersiniz. Göçmen probleminde, bütün kalkınmış ülkeler sorumluluk almalıdır diyen Merkel – ki bu soygunda günahı olmayan Doğulular neden alsın - acaba gerçekte neyi hesaplıyor. Malum İt ite it de kuyruğuna buyurur derler. ABD topu AB ye attıktan sonra, AB patron devletleri de gözlerine kestirdikleri, sonradan AB’li olma Balkan devletlerini, belki de biraz finansal bağışlarla özendirerek, daha doğrusu da köşeye sıkıştırarak, göçmen – ki aslı çağdaş köle - kamplarına çevirmeye hazırlanıyorlar.

Demek ki AB taşeronları bundan böyle, meta – para piyasasının en değerli metaı olan emeği, bu kamplardan karşılayacaklar. Ne var ki diğer yandan da, Macaristan’da yeni Quantenamo’lar oluşuyor diyerek, Suriyeli vs. göçmenlerin yerleştirildiği gayrı insani kampları, sözüm ona kınamaktan da kaçınmıyorlar. Bu da yeni Balkan devletlerinin, emek pazarını ellerine geçirmemeleri ve bu çok değerli pazarı büyüklerin kendi kontrollerinde tutabilmeleri adına bir ön hazırlık olabilir mi acaba.

            Diğer bir yoruma göre de; Kürt İşçi Partisi olarak betimledikleri ve gözümüzün içine bak baka legalize ettikleri ve son günlerde ülkemize verdirdiği kayıpları da zevkle izledikleri PKK, istemeye istemeye AB’li sözde(!) dostlarımız tarafından da lütfen bir terör örgütü olarak kabul(!) ediliyormuş. Gel de gülme bu şarlatanlara şimdi. Sanki 35 yıldır PKK’yı iğneden ipliğe donatan, sözcülüğünü yapan, 45 yıl önce vefat etmiş rahmetli babacığımdı.

            Almanya’nın tirajı en yüksek olanlarından dünkü Die Welt gazetesi de Kara Kuvvetlerimizin PKK yuvalarını vurmak üzere Kuzey Irak’a girdiğini başlık haber yapmış. Geniş kapsamlı haberde 50 Türk uçağının da PKK yuvalarını yerle bir ettiği, Dağlıca saldırısında şüpheli olduğu sanılan en az 40 PKK’lının da etkisiz hale getirildiği filan falan bildiriliyor.

            Oysa bizim cepheden bakınca, PKK’nın 16 askerimizi şehit eden son Dağlıca ve beraberinde de 13 polisimizin hayatına mal olan Iğdır cinayetleri, biriken acılarımızın tuzu biberi olurken, PKK ya ve arkasında ki, “PKK bizim kara gücümüzdür” diyen tüm emperyalist sefillere karşı, tırnaklarımızı bile bilememiz gerektiğini, sathı müdafaamız bağlamında bir mecburiyetimiz olarak kabul ediyoruz. ABD, kara gücüm dediği PKK ile aziz ülkeni işgale hazırlanıyor, buna rağmen sen onu misakı milli cephene koymuyor ve hala bir dost kabul ediyorsun. Düşmanımsın diyebilmen için sana daha ne yapsaydı. Sorumuza gelince; şimdi milletine bu ıstırabı reva gören içindeki vatan haini beslemelerin, yatacak yerleri var mı hala senin ülkende artık.

Ve asla da yadsımıyoruz ki; 13 yıllık AKP devletsizliğinin, ekseninden saptırdığı devlet geleneği, ne yazık ki açılım süreci içinde ülkemizi, tonlarca patlayıcının çeşitli bölgelerine gömüldüğü ve tetikleri çekilmeye hazır, uzaktan kumandalı bir PKK mayın çöplüğüne dönüştürmüştür. Utanmadan ülkenin eski, açılımdan bizatihi sorumlu başbakanı, bugünlerin de Cumhurbaşkanı ise bu gerçeği, umursuzca bir de itiraf etmektedir.

Dolayısıyla da bu müstevli Hükümetin, kendi öz evlatlarımızın da PKK ile eş anlamda katili olduğu, nasılsa tarihin sabıka kayıtlarında, kronolojik yerini alacaktır mutlaka. Hele de acılarının nedenlerini haklı olarak sorgulayan Şehit ailelerini bile karaktersizlikle itham eden bir zihniyete, nasıl vatandaşlık hakkı verilir bu ülkede hala, anlaşılır gibi değildir.

            Bu başıbozuk keyfiyet nereye kadar böyle sürer. Fazla sürmeyeceği de artık belli olmuştur. Milli kararlılığımız ise bu süreyi çok daha kısaltacaktır. Mutlak arınma ise, milli birliğin vazgeçilemez tek gücümüz olduğu, toplumun bütün katmanları tarafından özümsenirse ancak mümkün olabilecektir. Tahrir meydanında ‘ya ülkemi geri alırım, ya da giderim’ çaresizliğine pankart açan Iraklılara baktığımızda, emperyalizmin Ortadoğu’muzu getirdiği hazin durumu anlıyoruz. Hiç unutmayalım ki büyük senaryonun içinde biz de varız. Yoksa hala uyanamadık mı? Hemen aynaya bakalım ve öz eleştiri yapalım o zaman. Lekesiz olduklarını düşündüğümüz suratlarımızda, başkalarına gözükmeyen kendi lekelerimizi görebiliriz belki de, kim bilir… 


            Ortak çağrılarımız üzerine, CHP’nin liderliğini üstlenebileceği bir MİLLİ BİRLİK projesi, nihayet tepenin ardından görüntü vermeye başlamıştır. Bu projenin yadsınamaz artılarının, Kılıçdaroğlu ve ashabının siyasi kariyerlerine, fazlasıyla getirisi olacağından da adımız kadar eminiz. Çünkü milli tarihimize altın harflerle yazılacak bir kayıt oluşturabilmek için de, atılabilecek en isabetli adımdır bu. İnşallah beklediğimiz gibi olumlu sonlandığını da görmek, milletimize nasip olur. Zira ancak o takdirde şehitlerimizin kanı yerde kalmayacak ve özlenen huzur, gerçek olabilecektir…

                                                                      Serendip Altındal



3 Eylül 2015 Perşembe

HAYDİ İŞ BAŞINA..

            Tavana vuran siyasal kalitesizlik, belirsizlik ve adamsızlık gerçeğimizle, 13 yıldır ruhumuzu karartan AKP Hükümetinden nihayet kurtulup, onu duvarın önüne de koyacakken, kendi ayağımıza sıkarak yeniden seçime zorlandığımız bir günceldeyiz şimdi de. 1 Kasımda ki Seçimler, Erdoğan’ın da dediği gibi 7 Haziranda ki seçimlere hiç benzemeyecektir. Çünkü yedikleri haramın açık hesabını ödeme zorunluğunda köşeye sıkışan Erdoğan ve ekibi, her ne pahasına olursa olsun korkudan iktidarı bırakmaya da niyetli değildir. Üstüne, bir de bölünmenin eşiğine getirdikleri ülkemizi, şimdi ulusal medyayı da sansürleyerek, Nazi betimli oluşturulacak çok daha mundar bir kaosun içine sürükleyebilecek gelişmelerden de, artık doğrudan sizler sorumlu olacaksınız ve o zaman da yüce Milletiniz sizleri hiç affetmeyecektir askerler ona göre.

            Çünkü 1959 da Menderes ve DP Hükümetinin, ülkeyi içine soktuğu ve milli darbeye adeta davetiye çıkarttığı durum, daha da ifrata taşmış haliyle bugün örtülü Başbakan olan Erdoğan AKP si ile yeniden yaşanmaktadır. İlaveten şimdi bir de kapımızın önünde ve içimizde emperyalist istila güçleri vardır. O halde şartlar daha da berbattır. O günden bugüne Demokrat olamayan ve cehaleti nedeniyle de, eliyle seçtiği otokrat idarelerin özgürlük gaspına müstahak olan bir toplumu, hem de diğer yanda düşmanla boğuşurken, seçim güvenliğini daha da kolay kaybedeceği bir ortamda yine ve ancak bir askeri milli müdahale veya en azından seçimleri tarafsız olarak, mutlak güvence altına almak üzere, milli amaçlı bir örfi idare paklar. Olmaz diyen sen, hangi Demokrasiden bahsediyorsun bu ülkede hala…


Öyle ya 1960 milli darbesiyle bugünleri bulabildik hiç olmazsa. Yoksa daha o zaman yok edeceklerdi bizi. Bakmayın siz Amerikalı artistin “bizim çocuklar” dediğine, oysa Menderes ve şürekâsı işlerine çok daha yarardı. Ne ki bizim askere diş geçiremeyeceklerinin de fazlasıyla bilincindeydiler; ama buna rağmen “bok at izi kalsın” klasiklerini, kazan kazan amaçlı kullanmakla yetinmek zorunda kaldılar. Şimdi ise durum çok daha farklıdır. Şayet son treni de kaçırırsak, artık TC bile kalmayacak ortada.

Yoksa istenen bu mudur? Çünkü hala uyanamayan bu cahil sürünün, kısa vadede adam olacağı yok. Yeni bir milli revizyondan geçirip, tam bağımsız ve Kemalist bir ortamda her şeye yeniden başlayarak, Köy Enstitüleri mealinde; ama daha da geliştirilmiş modellerle, yerinde milli eğitimi, kaldığı yerden yeniden ayağa kaldırmaktan başka da bir gelecek yoktur artık yeni nesillerimiz için.

Ruhunu bile sömüren yüzyılların, yüreğinde yanan ve Türk’e en yakışan Şamanist alevini de söndürdüğü bir ümmetten, yeniden aklı başında özgün bir milleti nasıl yaratacağını çok iyi bilen emsalsiz Atatürk’ün, önce kafasında planladığı sonra da uygulamaya koyulduğu milli eğitim programını, son sayfasına kadar ve yeniden eksiksiz uygulamak; ama bu defa sonlandırmak zorundayız.

Kendisinden sonra gelenler onun çeyreği kadar bile olamadıkları için ne yazık ki, yarım bıraktıkları milli eğitim, kanımıza giren Marshall adlı emperyalist sömürgeler projesi bağlamında, çoktan arkada kalmış Osmanlı dönemine tekrar geri döndürülmüştü. Şimdi, önce kendi seçmenini soyan, torunlarını bile borçla dünyaya getiren müstevli AKP çetesine bile hala ümmet olmakta ısrar eden bir topluma, artık kimse şaşırmamalıdır. Çünkü onlar genetiğiyle oynanmış tohumlar halinde önce ekilmişlerdi, şimdi de onları eken sömürgeci tarafından biçiliyorlar, işte oyunun aslı da budur.

Öbür yanda ise masraflarını bizim karşıladığımız, bitmez tükenmez çakma saray resepsiyonları ile sözüm ona halkla bütünleşiliyor ve kendi seçmenlerine “muhalif çevrelere de sevgi gösterin ki peçemiz aralanıp gerçek yüzümüz görünmesin. Seçimleri alınca, birde başkan olunca, biz biliriz nasılsa ne yapacağımızı, ara verdiğimiz noktadan yola nasıl devam edeceğimizi” mealinde, özellikle de kendi seçmenlerini hedefleyen yoğun bir mesaj kampanyası da aynı hızla yürütülmektedir. İşte böylesi Demokrasi trajikomedyasının oynandığı ülkemizde, esefle yaşadıklarımız ne yazık ki bunlardır. Ne var ki, Allah beterinden korusun demekle, düzlüğe çıkılamayacağını da biliyoruz.

Hala ümmet olduğunun farkında olmayan bir Amerikan toplumu olmadığımızı, yüce Atatürk sayesinde, çok daha aydın ve özgün bilinçli insanlar topluluğu olduğumuzu da çok iyi biliyoruz. Görüyoruz ki; bütün fazlalığımıza ve bu avantajımıza rağmen kendi ülkemizde, çakma Demokrasi yaftası altında, tramvay dolusu bir azınlığa mahkûm edilmek tehlikesi ile de karşı karşıyayız. Çünkü yasal haklarımızı bize vermekle yükümlü hukuk sistemi, kendi vatanımızda, AKP Hükümeti işbirliği ile maalesef, sömürgeci serbest sermaye, kurum ve dernekleri tarafından kontrol altına alınmıştır. Yani kendi hukuk sistemimiz, istisnalar tenzih edilmek kaydıyla, artık milli değildir.

Ve işte bu şartlarda artık olmazsa olmaz görünen örfi idare, seçimlerin engelsiz, tarafsız ve şaibesiz yapılabileceği ve arkasından da güvenli bir ortamda, milli bir icra Hükümetinin sorunsuzca işbaşına gelebileceği bir süreyi kapsamalıdır. Ve unutmayalım ki hazarda ordu komutanı olarak tanımlanan Cumhurbaşkanı, aslında bir kurşun askerdir, yani semboliktir. Seferi durumda ise o sembol de ortadan kalkar, ordular komutanı, Genelkurmay Başkanı olur hiç şüphesiz ve tam yetkiyle. Eğer bugün var olan durum seferi değilse, hangi durum seferidir. Ve bu bağlamda da, en azından seçimler ve ilk Hükümetin kurulması süresi boyunca, vatanımız genelinde milli güvenliği sağlayacak bir Örfi idare, artık kaçınılamaz olacak demektir.


Seçim öncesi PKK aktiviteleri ve cinayetleri yoğunlaşırken, diğer yanda yandaş medyanın maksatlı baskılarıyla askerimizin kafası karıştırılıp morali bozulmaya çalışılıyor. Bunu angajmanları gereği yapmaya yönlendirilenler de, yönlendirenler de, şüphesiz ki Türk askerini asla tanımıyor. Ama akamete daha başlamadan uğrayan bu gibi davranışların nedeni açıktır. Sarayda oturanı da kimseye metelik vermeyen fütursuz davranışa özendiren, “tavşana kaç derken tazıyı tekmeleyen” şifreli bir Obama/ Erdoğan dayanışması olduğu kesin gözüküyor.

Yok diyenler külahımıza anlatsın gerekçelerini. Herhalde bizim bilmediğimiz cesareti, tam da bitti denilen bir sırada, oradan alıyor olsa gerektir birader. Çünkü Erdoğan’ın, şayet yine ekseriyetle iktidar olduğu takdirde, şimdilik kenara koyduğu açılım motorunun başlatma butonuna, hem de Sultan/Başkan sıfatıyla yeniden basabilmesi, o vakit kıs kıs gülecek olan, sadece ABD ve hempalarının işine yarayacaktır, malumunuz.

           
            Ve hiç tartışmasız anlaşılabiliyor ki; sırasıyla AKP, PKK ve ABD den kurtulmadıkça, “kurtulduk” diyebilmek mümkün olmayacaktır bizim ve ülkemiz adına. Ne ki sadece, AKP ve PKK’nın bileşkesi olan ABD den kurtulmak da aynı kapıya çıkacaktır sonuçta. Ve bunun için de ülkemizden, bütün emperyalist çökeleğin ve özenle dağıtılmış diğer(!) çöp yığınlarının, kalıntısız temizlenmesi gerekmektedir. Aynı bağlamda, Irak’ın Kuzeyinde PYD/PKK’dan arındırılmış bir güvenlik bölgesi derhal oluşturulmak zorundadır.

Suriye ve Irakla yapılacak ve o ülkelerin bağımsız bütünlüklerini güvence altına alacak ikili anlaşmalar geciktirmeden imzalanırken, antiemperyalist ve katıksız, Kurtuluş Savaşı kıvamında Kemalist bir dik duruş,  yedi düvelin şakaya alamayacağı bir ciddiyet ve kararlılıkla tekrar benimsenmelidir. Bu çizelgeyi şiar edinip hedefine koyan bir Türkiye ise, Ortadoğu’nun tartışmasız yine tek lideri olacaktır.


Şimdi tek eksik, seçimler öncesi kendi Kemalist özeğine dönmüş bir CHP varlığıdır artık. Şayet bu da sağlanabilirse, bütün Vatan Birliğinin de yeni yıldızı olacak CHP, tadından yenmeyecek ve arkasında ki vatan birliği ile birlikte, altüst edeceği seçim endeksiyle, iktidar olup milletinin de önderi olacaktır. Türk Milleti ise doğası gereği güvenip, teslim olacağı adam gibi liderler ister. Bütün yorum ve temennilerin örtüştüğü bir ülkede ise milli birlik, esas, yasal ve asal tek güçtür. O halde haydin bakalım, artık hedefimiz bellidir. Başlarımız yukarıda ve göğüslerimiz ileride iş başına dostlar…

                                                                       Serendip Altındal