Hatırlıyorum
da, küçükken Arap’ın aklı incir çekirdeğini bile doldurmaz derdi büyüklerimiz.
Allah, Allah nasıl olur öyle şey derdik. Vaktaki yıllar geçip te, okuyup yazıp,
yakın, uzak çevremizle daha derin araştırmalara girince, bütün Müslüman siluetine
rağmen, Arap dünyasının halen izlenimlerini taşıdığı ve bir türlü kendilerine
gün yüzü göstermeyen, İslam öncesi paganist yapının arkaik tortusu, daha bir
anlaşılır oldu bizim için de.
Çoğunluğu Arap hacılarından oluşan
hatırı sayılır bir kalabalığın, büyük bir kısmı (714 kişi), paniğe uğramış
koyun sürüleri gibi bir anda birbirlerini ezerek, Hacı olarak mekânlarına dönememek
zorunda kaldılar. Ayrıca ölenlerden fazla da yaralı vardı. Bu müthiş kalabalığın
içinde çok sayıda Türk Hacı da olduğu halde, topu topu dört Türk’ün aynı akıbete
uğradığını öğrenmek, bizi elbette fazla da sevindirmedi.
Çünkü bu bilgi olsa olsa kendileri gibi kaotik
mentalin insanı olmayan, Cumhuriyet kazanımlarıyla yüklü, Allahtan önce
Tengriyi tanıyan, laik ve özgüveni yüksek, tarihinde hiç politeist olmamış,
medeniyetlerin banisi Türklerle aralarındaki bariz farkın da bir göstergesiydi
belki de.
Ne ki, bu matematiksel orana rağmen,
çoktan havlu atmış Arapların peşinden gitmeye kalkan birileri var hala
aramızda. Bu kafaların aslında içinde boğuldukları anlamsızlığı, sağlıklı
düşünce biçimiyle anlayabilmek mümkün değildir. Gerisini de siz bir kalıba
oturtun artık.
Okumayı unutan, yeni bitmelerinin
ise bilmediği bir ümmeti arkasında bırakarak tarih sahnesinden çekilen
Osmanlıya da, ayrı bir özlem taşıyor hala bu kafalar. Epistemolojiyi
dıştalayan, ilahi safsatalarla, matematiksel özeği ile de tek bilimsel dil olan
Türkçeyi bile kenara koyup; Farisi aruz kalıplarından başka da bir şey okuyup
yazamayan Osmanlının, çöküşünün de ana nedeninin cehaleti olduğu bile, bütün işleri
milli aydın kıyamı olan bu Osmanlı artıklarına, yine de emsal olamıyor.
II Dünya Harbinin ülkeleri yerle bir
edilmiş ağır mağlupları olan; ama toplum olarak matbaa ile birlikte bolca
okuyup yazdıkları ve sayısız aydın bilim ve sanat adamı yetiştirmeleri nedeniyle
de Almanların; bugün AB lideri nasıl olabildikleri hususunda da fikir sahibi olup,
olmadıklarını sorgulamak dahi, bu farkındasızlar adına abesle iştigaldir,
inanın. Bu yüzden de esasen, bunu hiç denemeyin bile derim.
Yine
Hacılara dönersek, Haçlı savaşında bile bu kadar Müslümanı(!) aynı anda
yakalayamazsın. Yoksa bu işin içinde de, Arap dünyasını iyi tanıyan, entrikal
bir parmak mı mevcut acaba? Yoksa İsrail gizli servisinden bazı tanıdık
suratlara rastlanabilir mi acaba, çekilen resimler arasında. Haydi, gelinde
bunun izahını yapın bakalım. Bilhassa da Avrupalı Hıristiyanlar, bu trajikomediye
nasıl münasip yanlarıyla gülmesinler şimdi. Çünkü buna ölmek denmez, telef
olmak denir ancak.
Hz. Muhammed bile çöl Arapları için;
onlar biatkârdırlar, imankâr değil diye boşuna mı söylemiştir. Çünkü biat etmek
dünyevi yani günlük yaşam için olan, iman etmek ise kafayı zorlayıp
derinleşerek, seküler gerçekler yanında, manevi bir liman arayışı bağlamında yaşarken,
sığınılan uhrevi bir yaşam tarzıdır. Sosyal adaletin eksiksiz sağlandığı, gerçek
İslam olan Ehli Beyte olması gereken iman ise, ancak derinliği olan beyinler
tarafından anlaşılarak özümsenebilirdi ki, Muhammedin işaret ettiği husus da buydu
mutlaka.
Koyun sürüleri gibi yaşayan, çabuk
iğfal edilen, öyle ki ölüme bile kucak kucağa giden ve kendilerinden sayıca çok
daha fazla olan bu insanları, iki buçuk Musevi, hem de kendi topraklarında, pinpon
topu gibi oradan oraya boşuna mı savurabiliyor. İşte Arap dünyasının yüzyıllar
sonra bile verdiği görüntü ne yazık ki budur.
Bu
yazıyı espri olsun diye yazmıyorum. Aslında bu boşuna sefil yaşam ve niyazivari
ölümlere içim paralanıyor. Yine de din kardeşi sayılırız ve biz de insanız neticede.
Ne ki yüzyıllardır bir avuç aileye biat etmiş, beyin yerine incir çekirdekli bu
milyonlara başka da ne denebilir ki acaba. Oysa geleneksel hırsızlarını
tükürükleriyle bile defalarca boğamazlar mıydı, çocuklarının bağımsız
geleceklerini defalarca kendileri tayin edemezler miydi?
Üstünde
oturdukları hidrokarbon yataklarına çoktan göz koymuş, Lawrence gibi İngiliz
homolarının bile oyununa gelip, Osmanlı topraklarında yine de adam gibi yaşıyorken,
Osmanlıyı sırtından hançerleyerek durduk yerde, emperyalistin kucağında oturan Krallarının
kulları haline gelen bu koyunlar, aslında layıklarını da bulmuşlardı ya neyse.
O
günlerden bu günlere ne değişti ki hayatlarında. İşte bu yüzden de evleri
barkları dağılıp, çoluk, çocuk sefilleri oynayarak Avrupa yollarını aşındırmak
zorunda kalıyorlar ya zaten. Ne ki, aslında bilmeden ve farkında bile olmadan,
mağduriyetlerinin sorumlusu emperyalist Batıya atabilecekleri en kuvvetli
tokadı da atıyorlar bu sayede. Acaba bu durumlarının da farkındalar mı?
Hiç
olmazsa bunu kullanabilseler bari. Ne var ki, AB çoktan uyandı bile ve daha
önce de yazdığım gibi, mültecileri bizde tutalım diye kesenin ağzını açtı
artık. Bizimkilerin de buna balıklama atlayacaklarını tabii söylemeye gerek
yok. Yoksa son günlerde ki, Edirne den geri tepen, İstanbul, İzmir, Ankara gibi
anakentlerimiz arasında ki mülteci transferlerinin aslı astarı bu mudur? Eğer
durum buysa, yandı yine o garipler. Çünkü alınan yardımların, onlara harcanmak
yerine ve o çaresizler çoluk çocuk, aç biilaç sokaklarda dolaşırken, yine örtülü
ödenekler ve paydaşlar arasında deve yapılacağı kesindir.
Ve
işin bu tarafıyla da zerre kadar ilgilenmez Avrupalı, Amerikalı dediğiniz o sahtekârlar.
Ve İNSAN HAKLARI beyannamesi, işlerine gelmediği zaman yine arkadaki tozlu
arşivlere kalkar. Çünkü kendileri için esas olan, mültecilerin ve emsal
taifenin kendi coğrafyalarının dışında tutulmasıdır. Hoş bizim çakallar da iyi
bilir bunu. O yüzden de al gülüm ver gülüm paslaşması bağlamında keyfiyeti kamu
oyundan gizler, ikili oynarlar ya esasen. Şimdi bunun üstüne de artık iman edin
ki, söylüyoruz; ama bizi sadece bizden olanlar anlar.
Biz yine de söyleyelim de, haberiniz olsun…
Serendip
Altındal