26 Eylül 2015 Cumartesi

TELEF OLMAK..

            Hatırlıyorum da, küçükken Arap’ın aklı incir çekirdeğini bile doldurmaz derdi büyüklerimiz. Allah, Allah nasıl olur öyle şey derdik. Vaktaki yıllar geçip te, okuyup yazıp, yakın, uzak çevremizle daha derin araştırmalara girince, bütün Müslüman siluetine rağmen, Arap dünyasının halen izlenimlerini taşıdığı ve bir türlü kendilerine gün yüzü göstermeyen, İslam öncesi paganist yapının arkaik tortusu, daha bir anlaşılır oldu bizim için de.

            Çoğunluğu Arap hacılarından oluşan hatırı sayılır bir kalabalığın, büyük bir kısmı (714 kişi), paniğe uğramış koyun sürüleri gibi bir anda birbirlerini ezerek, Hacı olarak mekânlarına dönememek zorunda kaldılar. Ayrıca ölenlerden fazla da yaralı vardı. Bu müthiş kalabalığın içinde çok sayıda Türk Hacı da olduğu halde, topu topu dört Türk’ün aynı akıbete uğradığını öğrenmek, bizi elbette fazla da sevindirmedi.

 Çünkü bu bilgi olsa olsa kendileri gibi kaotik mentalin insanı olmayan, Cumhuriyet kazanımlarıyla yüklü, Allahtan önce Tengriyi tanıyan, laik ve özgüveni yüksek, tarihinde hiç politeist olmamış, medeniyetlerin banisi Türklerle aralarındaki bariz farkın da bir göstergesiydi belki de.

            Ne ki, bu matematiksel orana rağmen, çoktan havlu atmış Arapların peşinden gitmeye kalkan birileri var hala aramızda. Bu kafaların aslında içinde boğuldukları anlamsızlığı, sağlıklı düşünce biçimiyle anlayabilmek mümkün değildir. Gerisini de siz bir kalıba oturtun artık.

            Okumayı unutan, yeni bitmelerinin ise bilmediği bir ümmeti arkasında bırakarak tarih sahnesinden çekilen Osmanlıya da, ayrı bir özlem taşıyor hala bu kafalar. Epistemolojiyi dıştalayan, ilahi safsatalarla, matematiksel özeği ile de tek bilimsel dil olan Türkçeyi bile kenara koyup; Farisi aruz kalıplarından başka da bir şey okuyup yazamayan Osmanlının, çöküşünün de ana nedeninin cehaleti olduğu bile, bütün işleri milli aydın kıyamı olan bu Osmanlı artıklarına, yine de emsal olamıyor.

            II Dünya Harbinin ülkeleri yerle bir edilmiş ağır mağlupları olan; ama toplum olarak matbaa ile birlikte bolca okuyup yazdıkları ve sayısız aydın bilim ve sanat adamı yetiştirmeleri nedeniyle de Almanların; bugün AB lideri nasıl olabildikleri hususunda da fikir sahibi olup, olmadıklarını sorgulamak dahi, bu farkındasızlar adına abesle iştigaldir, inanın. Bu yüzden de esasen, bunu hiç denemeyin bile derim.


Yine Hacılara dönersek, Haçlı savaşında bile bu kadar Müslümanı(!) aynı anda yakalayamazsın. Yoksa bu işin içinde de, Arap dünyasını iyi tanıyan, entrikal bir parmak mı mevcut acaba? Yoksa İsrail gizli servisinden bazı tanıdık suratlara rastlanabilir mi acaba, çekilen resimler arasında. Haydi, gelinde bunun izahını yapın bakalım. Bilhassa da Avrupalı Hıristiyanlar, bu trajikomediye nasıl münasip yanlarıyla gülmesinler şimdi. Çünkü buna ölmek denmez, telef olmak denir ancak.

            Hz. Muhammed bile çöl Arapları için; onlar biatkârdırlar, imankâr değil diye boşuna mı söylemiştir. Çünkü biat etmek dünyevi yani günlük yaşam için olan, iman etmek ise kafayı zorlayıp derinleşerek, seküler gerçekler yanında, manevi bir liman arayışı bağlamında yaşarken, sığınılan uhrevi bir yaşam tarzıdır. Sosyal adaletin eksiksiz sağlandığı, gerçek İslam olan Ehli Beyte olması gereken iman ise, ancak derinliği olan beyinler tarafından anlaşılarak özümsenebilirdi ki, Muhammedin işaret ettiği husus da buydu mutlaka.

            Koyun sürüleri gibi yaşayan, çabuk iğfal edilen, öyle ki ölüme bile kucak kucağa giden ve kendilerinden sayıca çok daha fazla olan bu insanları, iki buçuk Musevi, hem de kendi topraklarında, pinpon topu gibi oradan oraya boşuna mı savurabiliyor. İşte Arap dünyasının yüzyıllar sonra bile verdiği görüntü ne yazık ki budur.

Bu yazıyı espri olsun diye yazmıyorum. Aslında bu boşuna sefil yaşam ve niyazivari ölümlere içim paralanıyor. Yine de din kardeşi sayılırız ve biz de insanız neticede. Ne ki yüzyıllardır bir avuç aileye biat etmiş, beyin yerine incir çekirdekli bu milyonlara başka da ne denebilir ki acaba. Oysa geleneksel hırsızlarını tükürükleriyle bile defalarca boğamazlar mıydı, çocuklarının bağımsız geleceklerini defalarca kendileri tayin edemezler miydi?

Üstünde oturdukları hidrokarbon yataklarına çoktan göz koymuş, Lawrence gibi İngiliz homolarının bile oyununa gelip, Osmanlı topraklarında yine de adam gibi yaşıyorken, Osmanlıyı sırtından hançerleyerek durduk yerde, emperyalistin kucağında oturan Krallarının kulları haline gelen bu koyunlar, aslında layıklarını da bulmuşlardı ya neyse.

O günlerden bu günlere ne değişti ki hayatlarında. İşte bu yüzden de evleri barkları dağılıp, çoluk, çocuk sefilleri oynayarak Avrupa yollarını aşındırmak zorunda kalıyorlar ya zaten. Ne ki, aslında bilmeden ve farkında bile olmadan, mağduriyetlerinin sorumlusu emperyalist Batıya atabilecekleri en kuvvetli tokadı da atıyorlar bu sayede. Acaba bu durumlarının da farkındalar mı?

Hiç olmazsa bunu kullanabilseler bari. Ne var ki, AB çoktan uyandı bile ve daha önce de yazdığım gibi, mültecileri bizde tutalım diye kesenin ağzını açtı artık. Bizimkilerin de buna balıklama atlayacaklarını tabii söylemeye gerek yok. Yoksa son günlerde ki, Edirne den geri tepen, İstanbul, İzmir, Ankara gibi anakentlerimiz arasında ki mülteci transferlerinin aslı astarı bu mudur? Eğer durum buysa, yandı yine o garipler. Çünkü alınan yardımların, onlara harcanmak yerine ve o çaresizler çoluk çocuk, aç biilaç sokaklarda dolaşırken, yine örtülü ödenekler ve paydaşlar arasında deve yapılacağı kesindir.

Ve işin bu tarafıyla da zerre kadar ilgilenmez Avrupalı, Amerikalı dediğiniz o sahtekârlar. Ve İNSAN HAKLARI beyannamesi, işlerine gelmediği zaman yine arkadaki tozlu arşivlere kalkar. Çünkü kendileri için esas olan, mültecilerin ve emsal taifenin kendi coğrafyalarının dışında tutulmasıdır. Hoş bizim çakallar da iyi bilir bunu. O yüzden de al gülüm ver gülüm paslaşması bağlamında keyfiyeti kamu oyundan gizler, ikili oynarlar ya esasen. Şimdi bunun üstüne de artık iman edin ki, söylüyoruz; ama bizi sadece bizden olanlar anlar. Biz yine de söyleyelim de, haberiniz olsun…

                                                                      Serendip Altındal



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder