Birileri Abdullah
Gül'den sanki medet umuyor gibiler şimdilerde bu ülkede. Oysa biraderlerin hep
birlikte içinde bulundukları destansı çürümenin baş müderrisi o hazrettir.
Eğitimiyle birlikte başlayan içerde ve dışarıda ki yanardönerli(!) siyasi yaşam
öyküsü, aslında bu günlerinin de habercisiydi. Fazilet, Refah sonra da kurucusu
olduğu AKP’de, birbirinden 180 derece tutarsız takiye manevralı hezeyanlarıyla,
parti içi çürümenin emsalsiz bir örneği olmadı mı, siyasi yaşamında hep.
Bunu ben söylemiyorum. “Musa’nın Çocukları”nın
hayat belgeseli, Ergün Poyraz'a makûs bir talih olmuş olsa da, tanınmasının da
önünü açmıştır. Adamcağız eksiksiz belgelemiş doğrusu. Aşağıda kitabından küçük
bir alıntıyı okuyacaksınız.
§ Abdullah Gül'de Türklükten Rahatsız:
Tayyip'in danışmanı Mehmet Metiner "Yemyeşil Şeriat" kitabının
481. sayfasında Abdullah Gül’ün "Ne Mutlu Türküm Diyene" sözünden
duyduğu rahatsızlığı ve konu ile ilgili bazı açıklamalarına yer veriliyordu:
"...Abdullah Gül: Asıl çözüm İslam kardeşliği o dönemde
İslamcı siyasetçilerimizin, yani RP'de siyaset yapan aktörlerin, şiddet sarmalındaki
Kürt sorununa ilişkin neler dediğine bakmakta yarar olduğu kanısındayım. O gün
söylenenler ile bugün söylenenler arasındaki farkı görmek acısından çok gerekli
ayrıca.
Osman Tunç’un yönettiği, DYP'den Baki Tuğ, DEP’ ten Remzi Kartal
ve RP'den Abdullah Gül’ün katıldığı "Kürt sorununda şiddet-siyaset
çekişmesi" başlıklı açıkoturumda Gül’ün söyledikleri o günkü anlayışına
uygun "dini bir söyleme" yaslanıyordu bütün bütüne.
Bugün Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı olan Abdullah Gül,
o tarihte RP Genel Başkan Yardımcısı ve Kayseri Milletvekili sıfatıyla bakınız
neler diyordu:
"Simdi ben bu meseleye farklı yaklaşmak istiyorum. Bunlar benim
şahsi görüşlerimdir. Bir ırk asabiyeti içerisinde değil. Çünkü ben Kayseri'de,
Remzi Bey Van'da doğarken iradelerimiz dışında olan şeylerdir. Dolayısıyla
meseleye biraz daha inanç birliği acısından değinmek istiyorum.(...)
"Ne Trablusgarp'ta savaşırken, ne Medine'yi müdafaa ederken,
ne de Çanakkale’de çarpışırken sen Kürt müsün,? Çerkez misin, Türk müsün diye
kimse sormuyordu. Bunu sormayı inancına, ahlakına yakıştıramazdı. İslam
ahlakından gelen böyle bir kaygı yoktu. Böyle bir birlik, böyle bir yapı
içerisinden geldik.(...)
Fakat Osmanlı'dan sonra, yeni Türkiye
Cumhuriyeti'nde özellikle tek parti diktatoryası oyle yanlıs politikalar
izlemistir ki, burada Kurt orijinli olan arkadaslarımızı, vatandaslarımızı değil
Turk olanları da mahvetmistir. Mesela bir Atıf
Hoca Kurt değildi ki! Dolayısıyla devletin bu yanlıs politikası, Kürt-Türk'ten
cok Türkiye'ye giydirilmek istenen bir elbise olmuştur ki, bu milletin örfüne, âdetine,
geçmişine zıt olan bir yapıdır.
Gösterebilir misin, resmi ideolojiyle bütünleşmiş olan Kürt
vatandaslarımızın hor görüldüğünü? Ama çok Turk gösterebilirim ki ezilmiştir.
Dolayısıyla sunu demek istiyorum. Meselenin ortaya çıkması ırki bir asabiyetten
olmamıştır. Ama bu 70 senelik uygulamalar Türkiye’yi şimdiki duruma
getirmiştir.(...) (Musa’nın Gül’ü – Ergün Poyraz)
Çanakkale, Trablus, Medine vs.
savunmalarından bahsederken, o savunmaları tek yumruk bütün TÜRK ULUSU’NUN yaptığını unutmuş olmalı herhalde
muhterem Gül. Bu eksikliği, ulus devlet kavramının farkında olmadığının da bir
göstergesidir aslında. Entelektüel(!) bir Doçent Dr. adına vah ki ne vah! Ayrıca
dışarıdan parmak atılmazsa, bir ülkenin milli birliğinin, o ülkenin farklı
etnik kökenli – ki her devlette farklı ırklar mevcuttur - vatandaşları
tarafından, kendiliğinden bozulamayacağını da bilmez mi pekiyi bu zat. Şayet
bilmiyorsa İngiltere’de ne öğretmişlerdir kendisine acaba? Yoksa ABD, İngiliz,
Fransız veya Alman vs. ulus devletlerin bütün vatandaşları aynı ırktan mıdır?
İlave olarak, Avrasya-Avrupa köprüsü
olan Türkiye’mizin hayati stratejik konumunun, emperyalist için yüzyıllardır
taşıdığı önemin ve bu önem dolayısıyla da esasen her fırsatta içimizde ki
azınlıklara oynandığının farkında değilmidir. Hem de ülkenin ne yazık ki
Başbakanı da olmuş bir vatandaşı olarak. Anlaşılan Abdullah Gül’ün, asıl
kaynağı Cumhuriyet alerjisi olan evrensel İslami(!); ama Ehli Beyt olmayan
fırkasal bakışı, ULUS devletlere karşı alerji taşıyan emperyalist kampus
devleti ABD için de, biçilmiş kaftan olduğundan, küresel İslam(!) – doğrusu
Vatikan İslami - maskeli çokuluslu
soygunun, daha verimli olacağına ABD’yi de ikna etmişti.
Nitekim İngiltere de okurken, arada
sırada yaptığı Kilise ziyaretlerinden döndüğünde, orada ne yaptığını soranlara,
Gül’ün “Rahip izniyle namaz kılıyordum”(…) mizahı da belgeleniyor aynı kitapta.
Bu bağlamda Okyanuslu senaristin ikisini birden kullandığı “AKP Haramiler Hükümeti”
adlı oyunda, baş oğlan ve hamal figüran olan Erdoğan için de bir şeyler
söylemek gerekirse; sadece aşağıda ki dörtlüğümün yeterli olacağını
düşünüyorum.
Tencere dibin
kara
Seninki alayımızdan
da kara
Ulan
utanmadan hala
Sallıyorsun
makara kukara
Allahım var
deme
Şirk koyma
tanrına
Salladığın yetmedi
mi yıllarca
Şimdi ağlama
boşuna
Nadim ol
kandırma daha fazla
Ümmetini yok
yere
Zira
sende muhtaçsın
Sonda bir
arşın peşkire
Kör inadı
bırak
Zilletinden utanda
biraz
Terk et fitneyi günah çıkar
Etme boşuna
niyaz
Bindiysen
de elin sandalına
Kaldıysan
da Okyanusta artık tek başına
Ve
boğuluyorken haram denizinde
Nasıl
kafadır ki bu ZURNAN hala elinde
Oysa son
deliğisin
Bak bu
halinle
Ve Musa'nın
çocuklarının
Kafadan
çürüttüğü partinle
Uyma daha
fazla elin aklına
Hiç
olmazsa sonunda
Gel
artık imana
Kalan
aklını kullan da gir adalet denen limana...
Bu fırsatla,
bütün dost ve okurlarımın aileleriyle birlikte yeni yıllarını en içten
dileklerimle kutluyor, sağlık, mutluluk ve esenlikler diliyorum aziz
vatanlarında ve İnşallah 1914 ile başlayacak – AKP’siz
- aydınlık yarınlarında…
Serendip
Altındal