Şeriatın Kemalizm
karşısında hiç bir şansı yoktur. Ancak Kemalist maskeyi takar ve Kemalist
cephede bir şekilde saf tutarsa, vaktiyle de bulduğu gibi yine yaşam şansı
bulabilir. Yani Kemalizm’e karşı değil ancak yandaşı olursa yaşama
tutunabilecektir. Çünkü Kemalizm Ehli Beyt İslami’dir yani laik ve sosyaldir. Oyunu
kurallarıyla oynayan herkes, kendinden olmayanların kurallarına saygılı kaldığı
sürece ancak, içinde barınabilir Kemalizm'in. Tıpkı Atatürk'ün Osmanlı
ümmetinden, Cumhuriyet Türkiye'sinin çağdaş Türk Milleti yaptığı; ama o
zamanlardan sarkan şeriatçıları da bugüne kadar birlikte taşıdığımız gibi. Ve
anlaşıldığı üzere, içimizde ki ortaçağ hastalıklı aymazlar, bu sarsılmaz
gerçeği ister istemez, şimdi yine anlamış görünüyorlar.
Ne var ki gözü uyku tutmayan,
yurdumuzdan kovduğumuz eski emperyalist düşman, yine içimizdeki bildik nifak
asosyallerini kaşıyarak, içlerindeki şeriat ve bölücülük tohumlarını yeşertti.
İşte bugün Cumhuriyetin kuruluşunda yaşadığımız ve dönüp dolaşıp yine
vardığımız nokta budur. Neymiş, demek ki Kemalizm de içinde ki bu yaban
tohumlarını, aslında daha yolun başında yok etmeliymiş. Siz bakmayın Barzani,
Erdoğan flörtüne, son Fetullah tuluatına bakıldığında, varlık nedeninin(!) geç de
olsa farkına varan cemaatin, bir de okullarının kapatılması sürtüşmesinin
itilaf doruğuna oturttuğu Erdoğan’ı, artık terk ettiği de görülüyor. Bu durumda
ise kendiliğinden anlaşılacağı gibi, yeni Kemalizm’in içinde Erdoğan, yaşama
şansı bulamayacak demektir. Zira kendisi, en uçuk taahhütle dahi iflahı olmayan
hıyanet hastalığının şifa bulmazıdır.
Bırakın kripto Kürtlerle buluşsunlar,
isterlerse birlikte hamama da girsinler. Eskiden İngiliz, Fransız oynuyordu
bölücülere, şimdi ise ABD ve Lejyoneri İsrail oynuyor, bir şey değişir mi?
Karşı safta yine biz Türkler varsak. Yine paketleyip derdest ederiz alayını
nasıl olsa. Yeter ki, kendimiz gibi olalım ve öyle de davranalım. Nasıl olsa
hepimiz Atatürk değilmiyiz. Veya Atatürk bizden biri değilmiydi? O halde demek
oluyor ki bütün varlığımızı, bizatihi tek favori olan kendi üstümüze oynayalım,
evvel Allah yine alayına yeteriz.
Bu tespitlerimin, bazılarına ters oturduğunu
iyi biliyorum. Bunlar bırakın din iman öğelerini, ilkelerini, vatan müktesebatlarını
bile siyasi rantları adına, pazara çıkarmış zavallılardır. Bu adamların ortama
göre açıp, kapayan ikinci sınıf vatandaşları olarak kabul ettikleri cariye
kumaşlı kadınlarını ise, tenzih etmeye gerek bile yok aslında. Bu seriden
sapkınlıkları onaylayanlardan olmadığım için, bunları söylemeye hakkım olduğunu
düşünüyorum. Ayrıca bilhassa da böyleleri iyi bilmeliler ki bugün 6 milyar
insanoğlunu barındıran bu planette, 6 milyar tanrı, bir o kadar da Şeytan
tasviri var demektir. Bu durumda mütevazi tespitlerimi de bana çok görmesinler.
Öyleyse kendilerinin, mevcut 6 milyar seçenekli böylesine zengin bir tezgâhta,
neyi pazarlayabileceklerini de daha iyi planlamaları gerekmektedir en azından.
Hele, çok varlıklı bir ömür sürüp
sonsuza göçen Tolstoy gibi olgunlaşıp da aklımız başımıza geldiğinde bizde
düşünürsek, yaşamın ve mülkiyetin sadece sonlu aptallar için bir anlam ifade
ettiğini anlamış oluruz. Aslında tam da bu noktada bir elimizi vicdanımıza,
diğerini alnımıza koyup, mal varlığımızın muhasebesini yaparak aslında ne kadar
hırsız olmuşluğumuzu düşünmemiz gerekir. Öyle ya bir Fransız düşünür de “mülkiyet
hırsızlıktır” demişti bir zamanlar. Ama ne yapsak, aşık atamayız AKP
ağalarıyla.
Bu optikten seyrederken de, ülkeyi bölmeye kalkanlar ve daha bölünmeden alıcısı olanlarla halay çeken ve aslında benim yerime bu tespitleri yapması beklenen, yurdum Başbakan'ının(!) hıyanet özlü ansızlığını takip ederken, bir başka kanalda yıllarca liberal demokrat bir kimlikle tanıdığımız Sayın Ufuk Söylemez'in, kendi kulvarında en yürekli duruşu sergileyip, sahip olduğu Kuvayi Milleyici ruhunun yüceliğini, takdir ve yüreğimi dolduran bir sevgiyle izliyordum. Aynı vatanın aslında kader birliği etmesi gereken iki evladı arasında, böylesi acımasız bir fark nasıl olabilirdi tanrım.
Bu optikten seyrederken de, ülkeyi bölmeye kalkanlar ve daha bölünmeden alıcısı olanlarla halay çeken ve aslında benim yerime bu tespitleri yapması beklenen, yurdum Başbakan'ının(!) hıyanet özlü ansızlığını takip ederken, bir başka kanalda yıllarca liberal demokrat bir kimlikle tanıdığımız Sayın Ufuk Söylemez'in, kendi kulvarında en yürekli duruşu sergileyip, sahip olduğu Kuvayi Milleyici ruhunun yüceliğini, takdir ve yüreğimi dolduran bir sevgiyle izliyordum. Aynı vatanın aslında kader birliği etmesi gereken iki evladı arasında, böylesi acımasız bir fark nasıl olabilirdi tanrım.
Yüce yüreğinle sağ ol Sayın
Söylemez, temsil ettiğin kampta en delikanlı sen çıktın. Ve aynı bağlamda, bir
zamanlar yüce Atatürk'ün, gururlu başları yukarıda vatandaşlarıyla birlikte, sayısız
şehitlerimizin kanlarıyla yıkanmış şerefli toprağını onurlandırdığı, bugün ise
tüm satılmış onursuzların aynı toprağı birlikte kirlettiği Diyarbakır’ımızın
yürek yakan hazin görüntüleri, o aynı yüreği acıyla dağlıyordu. Ama çok iyi
biliyordum ki, her batışın yepyeni ve apaydınlık bir doğuşu olacaktı. Hele de
konunun başlığı, her zaman küllerinden yeniden doğmuş TÜRK
ise…
Serendip
Altındal
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder