İnşaat ateşiyle kavrulan AKP gasp yıllarının, lebalep doldurarak kimyasını bozduğu ve artık doğası isyan eden ve üstüne bir de Kanal usturasıyla yüzü hacamat edilecek olan güzelim İstanbul’un, şimdi de kanalizasyona dönen ve bir zamanların rakı sofralarına bile meze olmuş şiirsel Marmara’mızın kusmuğunda, sonunda birlikte boğulmaya başladık düşüncesi dahi, aslen kolay bir sahadan kaçış yoludur.
Siz
yine de bilimci geçinenlerin yapay bulgularına fazla aldırmayın. Lakin simülaj bahanesi
yanında bu atığın bu kadar kısa bir süre içinde İstanbul’un deniz çevresini neredeyse
yaşanamaz hale dönüştürmesi, akla çakma kanalın yapılmasını amaçlayan tankerli
bir kirletme paradigmasını da ister istemez getiriyor hani. Ya da toplu gider
vidanjörleri veya filitrasyon sistemi açılarak biriken atık, direk denize boşaltıldı
herhalde. Anlayacağınız yaşanan felaket aslında emperyalist bir kurgu ve
imalattır; lakin kesinlikle bir komplo değil.
Çünkü
tam da deniz mevsiminin başında bu afetin yaklaşık bir gecede zuhur etmesinin
başka da bir izahı yoktur bana göre. Milletimiz bağlamında en iyisi ve
verimlisi bu durumun teknik olarak gerçekçi araştırılması ve gelecek için de şimdiden
acil önlem alınmasıdır.
NATO
zirvesinden umut var olmak bile boşluğu kulaçlamak demektir. Zira müşteki
Erdoğan’ın esasen olmayan siyasası bile artık tamamen bitmiştir. Hedef aldığı ve
modası geçmiş absürt veya UCUBE tek adam felsefesi, kendisini sonunda bitirmiştir.
Erdoğan’ın yol yakınken ülkeyi terk etmesi en akılcı işi olacaktır bundan böyle.
Çünkü neticede ipi çekilmiş olan AKP’de hala yeni bir arayış içinde kalacaksa,
bir Babacan veya Davutoğlu bile olamayacağını böylece ya bilmek ya da bilmek
zorundadır artık. Ve özgüven eksikliğiyle NATO zirvesine, kişisel destek
amacıyla avenesiyle birlikte gidişi, bu görüşümüzü doğrulamaktadır.
Danışmanlarından
da en başından itibaren olduğu gibi şimdi de bir fayda olmayacaktır kendisine.
Hatta en güvendiği danışmanı bile Brütüs olmayı tercihleyerek akıl vermeye
kalkmaz bile kendisine. Çünkü sonra sıranın kendilerine geleceğini de nasıl
olsa etraflıca hesaplamıştır bu epiküristler. Hatta öyle ki bütün yandaş
saydıkları ve bağrına bastıkları bile kendisini, sonuna kadar tek taraflı
kullanmak zorunda olduklarını kurnazca hesaplamışlardır, nasıl olsa da esas
fatura ona yazılacağından, hiç kuşkunuz olmasın.
Lakin
yine de çok kapsamlı kalkule edilmelidir ki bunların bazıları, Erdoğan’dan bile
önce ülkeden kaybolacaklardır. Çünkü kalan sağların sonunda, yüce Yargının
olacağını da çok iyi bilir bunlar inanın! Ee ne yaparsın, risk taşıyan ya da taşımayı
seven sonunda kalan borçlarıyla da yüzleşecektir. Ya da Bankacı ağzıyla ‘korumacı’
olacaksın ki risk almayarak kimseye de borcun olmasın. Zira her borç ki adı
kredi, taksit, kira vs. her ne olursa olsun kendi mealinde risktir aslında. Ve
boyunu aşan her risk de sonunda yargıyla sahibini hep karşı karşıya bırakacaktır,
bu da asla unutulmasın!
Biden
USA’sının Türkiye Cumhuriyeti’ne değil; ama tartışmalı tek adam Türkiye’sine
vereceği ve karşılığında hayalini kurduğu Eyaletler Türkiye’sinden ve beslediği
Mafyacı AKP şürekasından hiyerarşik olarak ne alacağı bellidir. Bunları burada
tek tek sıralamaya hiç gerek yok. Dikkatli ve bilinçli okur, bunların ne
olduğunu nasılsa bilecektir. Bu yazıyı hemen zirveden önce yazıyorsam; nasıl
olsa söylemeye özen gösterdiklerimden fazla da bir şeyi zirve oluşumundan beklemediğimdendir.
Okumak
için okuyor gözükenlere ya da sadece haberleri veya meallerini
anlayamayacakları makalelerin başlıklarını okuyanlara ise esasen söyleyecek sözümüz
yoktur. Böylece klasik bir NATO-Biden ile Erdoğan’ın Timsah gülücüklü
buluşmasını ne abartın ne de abartanlara yol gösterin derim ben. Amerika ise siyası
bileşkede bildiğiniz Amerika’dır lakin o da artık bir Atlantik fırtınası
olmaktan çok uzaktır. Ve belki de İzmir yöresinin İmbatına dönmüştür artık.
İşte hepsi de budur prensipte.
AB
ve ‘Drang nach Osten’ özlemindeki Almanya ise zaten Anadolu Türkiye’sinden ve
Türk atalarından istese de vazgeçemez. Yoksa genetiği bozulur. Sizi bilmem; ama
Almanya da yaşadığım yıllar ve yaptığım diyaloglarda entelektüel Alman dostlarımdan
bunu çok iyi öğrenmiştim.
Ne
var ki bizim yeniden Atatürk Cumhuriyeti kimliğimizi alabilmemizin ve karşı fırtına
yaratabilmemizin ilk şartı ise önce AKP külliyesi ve Erdoğan şürekasına yol vererek,
ilk önce de kurucu anayasayı ve yüce Yargıyı bir daha benzer ve asosyal maceralara
açık vermeyecek uygarlıkla revize ederek, sonra da milli, bağımsız bir siyasi ve
yeminli birlikteliği, tıpkı kuruluşta olduğu gibi yine TBMM sıralarında bir araya
getirmekten geçer…
Serendip Altındal