25 Ocak 2014 Cumartesi

APTALLAR MÜZESİ..

             Dün Ulusal Kanalda tesadüfen izlediğim bir konuşmada, kanımca TÜBİFED üyesi bir genç adam, yeni Internet yasakları hakkında açıklamalarda bulunuyordu. Kendisini dinlerken, güleyim mi, ağlayayım mı bilemedim doğrusu. Bilişim görevlisi delikanlının, söylediklerini, söylemediklerini belki de bilemeyeceklerini düşündüğümde, konunun ilk aklıma düşürdüğü, ülkemizin yakında, bu işten büyük rantlar elde edilebilecek bir HACKER cennetine dönüşeceği idi. İnanın bu enayiliğin, sahiplerine hiç bir getirisi olmayacağı gibi, taşıdığı borç yüküyle yamalı bohçaya dönmüş ülkeme, yeni bir yüksek maliyetli Internet borç yaması daha ekleyecektir.

            Ne diyelim içi boşalmış kafaların bu son icadı, vatana millete hayırlı(!) olsun. Şöyle ki; start aldıktan sonra kuantum evreninin sonsuz boşluğunda, dönüşü olmayan bir yolculuğa çıkan 'BİLİŞİM TEKNOLOJİSİ', bundan sonra artık galaksiler arası seyahatinde dur durak tanımayacaktır. Hele de işin dozunu kaçırıp, yasak üstüne yasak getirmeye kalkan yerel veya uluslararası tüm teknolojik tiranist engeller, her zaman sadece provokasyon üretecek tezlere, bu tezlerde derhal antitezlere ve onlarda sonuçta çıkış noktalarını imha eden teknolojik bumeranglara dönüşecektir.
            Bu olgu da sonuçta neden olan sahiplerini, olsa olsa 'Tarihin Aptalları' müzesine taşıyacaktır. Bu durumda, bileşkesi olan yolsuzluğun, soysuzluğun, erdemsizliğin giderek 'YOKLUK' ile kesişeceği o kritik nokta ise, bizim tarihi aptallar için, herhalde trajikomik son bir ödül(!) olacaktır. Siz bu yazdıklarımın altını yine de çizin. Çünkü bu yazımı okumuş olanlar, saati çaldığında, şayet hayatta isem nasıl olsa kulaklarımı çınlatacaklardır. Bir ilave daha yapmak gerekirse; suratları yıkanabilir duvar kâğıdıyla kaplı bu yüzsüz adamlar, yasağı uzatarak Hacker’lerden avanta istemeye kalkabilirler de, hatta belki de çoktan ortak olmuşlardır bile. Bakın biz söylemiş olalım da!

            Sözün özüne gelince; kısaca "BİLİŞİM TEKNOLOJİSİ" hiç bir yasak ve engel tanımaz. Yaklaşık 45 yıllık bugün emekli bir bilişim profesyoneli olarak, size garanti de verebilirim bu hususta. Esasen ona yasak getirmeye kalkan, Şeytanı provoke ederek adeta ona davetiye çıkarıp, tarafından delik deşik edilmesinin de önünü kendi eliyle açan ahmaktır. Bu durumun adı ise, bahsi geçen hele bir iktidarsa yaptığı, çağdaş dünyada, kendi adına müzelik bir aptallık olmaz da ne olur. Ayrıca dış ödeme açığı tahammül hudutlarını aşan yurdumuza, maliyeti oldukça yüksek ek bir borç yükü bindirmesi de, götürüsünün artısı olacaktır. Ha bu arada, yeni Wikileak operasyonlarına da şimdiden hazırlasınlar muhteremler kendilerini…

                                                                                              Serendip Altındal



22 Ocak 2014 Çarşamba

SİNEİ MEBUSAN(!)...

           Yaşama mahkûm olduğumu hissetmeye başladığımı hissediyorum artık birilerinin sayesinde. Birkaç gün önce kardeşimi, "cemaati hazırun refakatinde" ahret göçerleri kervanına emanet ettiğimde anlamıştım bunu. O kervanın yolcuları, cismani kalıplarını bu yanda bırakıp artık birer insan olmayan uhrevi yeni kimlikleriyle, diğer âleme göçtüklerinde, kafileler arasında hemen yerlerini alıyor ve tanrılarıyla buluşmayı umdukları sonsuz yolun sonunda ki ışığa doğru, asla sonunu getiremeyecekleri bir yolculuğa çıkıyorlar sanıyorum.
            Doğum öncesi ile ölüm sonrası kesiştiğinde, esasen yaşam sıfırlanmış olmuyor mu beşer için. Öyle ya, tanrıyla buluşmak kim, biz kimiz. Havas ül havas(!) olsak da kurtarmaz bizi. Bakalım kaçınılmaz son da, bizde oralardakilerle saf tutunca anlayacağız işin doğrusunu...

            Mekândan, mekâna, kişiden mekâna tevcih edilen bütün bakışlar, iletişim ve yorumlar izafidir. Mesela uzaydan Dünyaya baksanız ABD(!)  görünemez bile. Einstein’a da rahmetler olsun. Sevgili kardeşim Aytun Altındal’ın da sevenleri, sevmeyenleri, dostları, düşmanı yoktu; ama dostu da olmayanlar onu nasıl yorumlar bilemem. Bu kendi izafiyetleridir. Ayrıca işin o yanı, başta kendisi olmak üzere, bizim için de hiç önemli değil artık.
            Geçen Cumartesi günü ASAM Küçükçekmece – İst. Merkezinde veda toplantısını tertipleyen ve orada hepimizi buluşturan tüm dost ve ilgililere, tüm aile bireylerimiz adına teşekkürlerimi buradan bir kere daha arz ediyorum. O toplantıda başta değerli müsteşar, devlet yetkilileri ve diğer saygın aydınlar tarafından, Aytun adına sağ olsunlar, rüzgâra çok ağıtlar yollandı.
            Bu vesile ile de rüzgâra kaptırmadan, sadece kalıcı olmasını çok arzu ettiğim, bana göre de çok özel bir hususu orada da seslendirmişken, bu sayfamda beyazın üstünde siyah olarak tekrar ifade ediyorum. Kardeşim benim için, tüm ailevi, özel ve duygu yüklü diğer hususlar bir yana, daima, Kemalist dünyamın asla vazgeçemediği bir sathı müdafaa elemanı olarak kalacaktır.
             Toplantıda duymak istediğim halde, ne yazık ki kişilerce farklı ifade edilen; ama aslında böyle ifade edilmesini beklediğim ve bizler için de böylesi çok önemli bir hususu da betimlemek, şükür ki bana düştü. Can kardeşimin vardığı âlemde, özgün ışığına kavuşuncaya kadar tanrısı yolunu açık ve engelsiz kılar İnşallah.

            Bu keşmekeş içinde bir yanda yaşam çilesi sarılırken, diğer yanda yurdum manzaraları bühtan olup duruyor bize. Gittikçe daha da şirazesinden çıkan bizim ansız kadı, sahibi olduğu adalet kaftanını kendisine kalkan yaparcasına tersyüz giyerken, Habeşi Bilal’ı, muhtemelen bakire kızlar gibi doğum sancıları içindeydi ki bunu sığındığı babasının koltuk altından görünen gözlerinde de okumak mümkündü.

            Nedir, ne değildir, nerededir? Ne bilelim biz. Bunu bilmek bizim işimiz de değildir. Bu sorulara bırakın cevap bulmaya çalışmayı, onları çözümlemek zorunda oldukları halde, hepsi aynı
                                               Sine i mebusan
                                               Mermi değil boş kovan.

            Değilse de nedir efendiler. Kimlerdensiniz? Ne yapar, ne işe yararsınız sizler. Aynı mekânda 11 yıldır dinlemekte olduğunuz aynı çatlak zurnaya tahammül edebiliyor ve hala deliğini tıkayamıyorsanız, ne denebilinir ki daha sizlere. Senaristleri bile kumpas diye cırtlarken, kumpas mağdurlarımızı bile hala çekip alamıyorsunuz ellerinden. Sizler nerelerin delikanlılarısınız. Onu da bir deyiverin hele!!!

            Birlikte yol aldığınız çakma, tramvay demokrasiniz sizin olsun. Onu paketleyip yol gösterenlerinizle birlikte, müsait bir yanınıza takın. Şayet veremeyecekseniz bizim Kemalist Cumhuriyetimizi - ki o bize fazlasıyla yeter - bir an evvel küllen yok olun bari hepiniz...
           
         YA DA…

            SİNEİ MEBUSAN’ mı demiştik. O halde Mebusandan ne anladığımızı aşağıda anımsatarak, Kemalist bir yeni Türkiye Cumhuriyeti çekirdek Meclisine empati oluşturmaya çalışalım. Burada dikkat edilmesi gereken husus, bugün şartların o zamankinden fazla farklı olduğu saçmalığının, özellikle iddia edilmeye kalkılmamasıdır.  Aşağıda okuyacağınız Nutuktan bir alıntıyı, bugün yeni bir Kemalist Cumhuriyetin miladını oluşturmaya kalkan, Milli veya Merkezi birlikçilere de ithaf ediyoruz. Lütfen başınızda Mustafa Kemal varmış gibi, Kemalce düşünün efendiler…

§ 45. Konu:  Milletvekillerine Verilen Direktif
Efendiler, bu kararlar gereğince, milletvekilleri aydınlatmak için verdiğimiz bilgi ve direktifleri olduğu gibi bilginize sunacağım:

Seçilen milletvekillerine verilen bilgi ve direktifler şunlardır:

Madde 1- İstanbul`un, İtilâf Devletleri`nin ve özellikle İngiliz kara kuvvetlerinin işgali altında ve deniz kuvvetlerince kuşatılmış olduğu, güvenlik kuvvetlerinin de yabancılar elinde ve karmakarışık durumda bulunduğu bilinmektedir. Bundan başka, Rumların kendi aralarından İstanbul milletvekili adıyla kırk kişi seçtikleri ve Atina`dan gelmiş Yunan lider ve komutanlarının yönetimi altında olmak üzere, gizli polis ve ihtilâlcı örgütler kurarak, devletimize zamanı gelince isyan edecekleri anlaşılmıştır. Maalesef, hükümetin İstanbul`da serbest olmadığını itiraf etmek mecburiyeti vardır. İşte bu sebeplerle, Millî Meclis`in toplanma yerini tartışmak gibi bir konu ortaya çıkmış bulunuyor. Millî Meclis İstanbul`da toplandığı takdirde, milletvekillerinin yapacakları vatan görevi dikkate alınırsa, tehlikeye uğramalarından cidden korkulur. Gerçekten de İtilaf Devletleri`nin Ateşkes Anlaşması hükümlerini bozarak barış anlaşmasını beklemeye gerek duymadan, vatanımızın önemli bölgelerini işgal etmek ve Hıristiyan azınlıklara haklarımızı çiğneme fırsatını vermek suretiyle yapılan haksız muamelelerini eleştirip reddedecek, toprak bütünlüğümüzü ve bağımsızlığımızın dokunulmazlığını yılmadan isteyecek ve savunacak olan Meclis-i Meb`usan`ın dağıtılması ve üyelerinin tutuklanması veya sürgün edilmesi, uzak bir ihtimal değildir. Tıpkı Kars`ta toplanan Milli İslâm Şurası`na İngilizlerin yaptıkları gibi. Seçimlere katılmamış olan Hıristiyan azınlıkların, onlara uyan İngiliz Muhipleri ve Nigehban Cemiyetleri`nin, bu konuda düşmanların gayelerine hizmet ederek her türlü kötülüğü yapabilecekleri de akla gelebilir. Bu bakımdan, Millî Meclis`in İstanbul`da toplanması, Meclis`ten beklenen ciddi ve tarihî görevin yerine getirilmesini imkânsız kılacağından ve Milli Meclis de devlet ve milletin bağımsızlığının temsilcisi olduğundan, ona vurulacak darbe ile bağımsızlığımızın da zedeleneceğini belirtmeye gerek yoktur. Kabine adına, Amasya`da Heyet-i Temsiliye ile görüşmelerde bulunan Bahriye Nazırı Salih Paşa Hazretleri bile bu gerçekleri göz önünde tutarak Milli Meclis`in İstanbul`un dışında güvenli bir yerde toplanması gereğine vicdanı ile de düşüncesi ile de kanaat getirmiş ve bu hususu uygun bulduğunu imzası ile doğrulamıştır. Millî Meclis`in düşman baskısından uzakta ve tam bir güvenlik içinde bulunan bir yerde toplanması halinde, İstanbul`da toplandığı takdirde akla gelebilecek bütün sakıncalar ortadan kalkmış olacağı gibi, hilâfet ve saltanatın tehlikede olduğunu dünya kamuoyuna ve özellikle İslâm âlemine fiilen duyurmuş olacak, milli varlık ve bağımsızlığımızın aleyhinde alınması muhtemel bir karar karşısında vatana ve millete karşı olan görevlerini yerine getirebilecek ve İtilâf Devletleri karşısında, Meclis`in milletin kaderine tamamen hâkim bulunduğu daha açık bir şekilde ortaya konabilecektir. Meclis`in İstanbul dışında toplanması halinde akla gelebilecek olan sakıncalar aşağıdadır:

Millet düşmanları, İstanbul`un gözden çıkarıldığı yolunda zararlı bir propagandaya fırsat bulacaktır. Hükümet, İstanbul`da olduğu gibi, Meclis ile kolayca temas ve bağlantı kuramayacaktır. Meclis`in açılış töreni, Zâtışâhâne`yi yolculuk külfeti ile karşı karşıya bırakmamak için, vekil tayin buyuracakları bir zat vasıtasıyla yapılabilecektir. İşte bu sakıncalar dolayısıyla şimdiki hükümet, Millî Meclis`in İstanbul dışında açılmasını kabul etmemiştir. Hükümetin bu olumsuz kararı yüzünden söz konusu sakıncalara aşağıdaki sakıncalar da eklenmektedir:

Millî Meclis`in kanuna uygun olarak toplanması, Meclis-i Mebusan ile Ayân Meclisi`nin aynı yerde ve aynı zamanda bulunmasına bağlı olduğundan, hükümetin İstanbul dışında, uygun göreceği bir yerde toplanmaya razı olması yüzünden, Ayân Meclisi ve Hükümet, İstanbul dışındaki toplantıya katılmayacak ve Zâtışahane`ye usulüne uygun olarak Meclis`i açtırmayacaktır.

Bu durum karşısında Millî Meclis`in İstanbul dışında toplanmasına kanun bakımından imkân kalmadığı için, yukarıda arz edilen sıkıntılara rağmen, İstanbul`da toplanması bir zaruret hükmüne girmiş bulunuyor. Sayın milletvekilleri İstanbul`a gitmekten çekinerek, İstanbul dışında kendiliklerinden toplandıkları takdirde, böyle bir toplanma elbette Millî Meclis`in herkesçe bilinen yasama gücünü temsil edemez. Belki, milletin varlığını, gayelerini, bağımsızlığını temsil edecek, onun hakkında verilecek hükümleri eleştirecek ve yine millete dayanarak reddedebilecek bir millî kongre şeklinde olabilir. Bu takdirde, Millî Meclis de elbette İstanbul`da toplanmamaya mahkûm olur. Böyle bir davranışın, hükümetin karşı çıkmasına, zorlayıcı tedbirler almasına ve sonunda millet ile İstanbul Hükümeti arasındaki her türlü ilişkinin kesilmesine yol açacağı da düşünülebilir.

Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti, yukarıda dile getirilen bütün hususları gözden geçirip tartıştıktan sonra, Millî Meclis`in İstanbul`da toplanma zaruretine karşı, durumu bütün milletvekillerine bildirerek, her birinin düşünce ve görüşlerini almayı görev saymıştır. Bundan başka, sayın milletvekillerinin İstanbul`da Milli Meclis`e girmeden önce, kolayca bir araya gelebilecekleri bazı yerlerde toplanıp aşağıdaki hususları görüşmeleri ve görüşme sonuçlarının birleştirilebilmesi için bunları Hey`et-i Temsiliye`ye bildirmeleri gerekli görülmüştür. Görüşülecek hususlar şunlardır:

a) Meclis`in İstanbul`da toplanması zaruretine karşı, İstanbul ve İstanbul dışında olmak üzere bütün yurtta alınması gerekli tedbirler, yapılması gerekli hazırlıklar;


b) Meclis-i Meb`usan`da vatanın bütünlüğünü, devlet ve milletin bağımsızlığını kurtarmaktan ibaret olan gayeyi korumak ve savunmak için birleşmiş azimli bir kadro kurma çarelerinin düşünülmesi;

Milletvekillerinin yukarıdaki hususları görüşmek için toplanmaları uygun görülen yerler şunlardır :

Trabzon, Samsun, İnebolu, Eskişehir, Bursa, Bandırma, Edirne

Madde 2 - Birinci maddeyi, olduğu gibi bölgelerinizde bulunan milletvekillerine bildirerek, önce, en kısa zamanda onların şahsî görüşlerini almak ve bunda vakit kaybetmeden bir yandan Hey`et-i Temsiliye`ye bildirmek, bir yandan da bölgelerinizdeki merkez hey`etlerine ulaştırarak bu konuda faaliyet göstermelerini sağlamak.

İkinci olarak, bölgelerinizdeki milletvekillerinin birinci maddede gösterilen yerlerde huzur ve güven içinde toplanmalarını sağlayarak, görüşme sonuçlarının Hey et-i Temsiliye`ye bildirilmesi için gereken tedbirlerin alınması istirham olunur.

Sizlerin seçim bölgelerinden milletvekili olup da şimdi İstanbul`da bulunanların, kendi seçim bölgelerindeki teşkilâtı tarafından, İstanbul`a yakın toplanma yerlerinden birine davet ettirilmesi gerekir.
(Nutuk – Mustafa Kemal)


                                                                                  Serendip Altındal




8 Ocak 2014 Çarşamba

BU BİR TEKZİP YAZISIDIR..

            Hiçbir site (domain), portal vs. sahibi olmadığım gibi (twitter, facebook vs.) ve diğer paylaşım sitelerinde, forumlarda herhangi bir kaydım da yoktur. Esasen bir bilişim profesyoneli olduğum için de, prensip olarak bu kişisel teşhirlere de karşıyım. Çünkü bu bağlantıların kişilerin aleyhine kullanılmaları son derece kolaydır. Esasen bu özelliğinden ötürü, WEB âleminin, tartışılmaz faydalı eğitici, öğretici, iletici tarafının yanında, daha büyük bir kısmının da çöplük olduğu görülmüyor mu? Yazılarımı da adreslerim dışında kimseyle paylaşmıyor ve sadece kendi sayfamda (http://serendipaltindal.blogspot.com/) ve görsellerimi de (http://www.youtube.com/user/MrSer0609) video kanalımda neşrediyorum. WEB dünyasında bunların dışında tarafımdan açılmış başka herhangi bir bağlantım da mevcut değildir.

            Bütün bunlara rağmen internette dolaşırken, bazı dost ve okurlarımın sağ olsunlar kendi sayfalarında neşrettikleri, benim yazılarımdan çok daha fazla, kimliğim kullanılarak yazılmış yazılar, mesajlar okuyor, adını dahi bilmediğim sözde bazı örgüt veya gruplarlarla da, haberim olmadan ilişki kurmuş olduğumu(!) hayretle görüyorum. Bu arada gözüme çarpan diğer bir husus ise, bütün bu faaliyetlerin, yasal, tescilli bir sitede neşredilmemiş olması (çoğunluk ABD menşeli), bu bağlamda yasal bir risk taşımaktan kaçarken de başka kimliklerin arkasına sığınan bu zihniyetin, sahtekârlığını, art niyetini da esasen açıkça ortaya koyduğu ve çocuksu gözüktüğüdür. Yani istediğiniz ad ve kimlikle, istediğiniz bloğu, adeta bir elektronik posta adresi alır gibi, herhangi bir servis sağlayıcıda (MSN, Twitter, Facebook, Google, isimsiz (noname, IP korumalı) serverlar da vb. sayısız) oluşturabildikten sonra, Internet denen kurguda, ne kadar güvende olabileceğinizin hesabını, siz de bir kere daha yapın artık.  

            Şayet bu ülkede, böyle mesnetsiz, sanal kurgulara dayanan, hatta çok çarpıcı acemilikle hazırlanmış, net mesajlarını, görsellerini her şeye rağmen ciddiye alan bir hukuk varsa, aynı hukuk, günahsız ve kimliği çalınmış insanlara, kendilerini savunacak elektronik tekzip hakkı da tanımak zorundadır diye, aynı zamanda bir IT profesyoneli olarak da düşünüyorum. Bu bağlamda, açık isim ve makine adreslerimle, kendi makinemden, günün tarihi ve saati ile elektronik imza alacak olan bu mesajım, aynı zamanda tekzip yazım olarak alınmalıdır ve gerektiğinde de aynı hukuk tarafından mutlaka kullanılabilmelidir.

            Bir insanı bile vursanız, vuran silahta parmak izinizin olması gerekir. Net üzerinden yapılan sahtekârlıklarda da ilk bakılması gereken yer, yazı ve mesajların kaynağı, yani hazırlanıp postalandıkları çıkış adresini ihtiva eden makine adresleridir. Bu adresler sadece makine adresinden de ibaret değildir. Bu konuda birbirini teyit edecek adreslerle de mukayese yapılmak zorunludur, router, dağıtım köprüleri, net kartları veya kablosuz bağlantı birimlerinin hiyerarşik köprü adreslerinin vs. birbirini teyit etmesi gibi. Bütün bunlara rağmen, evinizde siz fark edemeden makinenizi veya routerinizi kullanan bir başkası da olabilir. Bilmem anlatabiliyor muyum? Bu iş göründüğü kadar ucuz ve basit değildir. Veya profesyonel iz sürücülerden kaçmak kolay değildir aslında.

            Şayet gerçekten birileri, beni karalamak veya kimliğimi kullanmak istiyorlarsa, delikanlı gibi, bu işi benim yazdıklarıma göre yapsınlar, kendi yazdıklarına göre değil. Ben kendi yazdığının altına her zaman imzasını, şerefle atan bir insanım. Şayet birilerine veriştireceksem de hiç kuşkuları olmasın, bunu da kendi imzam altında yapacak tabana da sahibim çok şükür ve bunun için de kimseye ihtiyacım yoktur. Ayrıca insan olup da omurgası olmayan bu zavallılara kızmayı bile değersiz buluyor, onları kendi çaresizlikleriyle baş başa bırakıyorum. Çünkü omurgası olmayanların ayakları da yoktur ve ne yazık ki, pisliğin üstünden atlayamadıkları için de esasen, burunları bir türlü bokun içinden çıkamaz…

           
            Not: Aynı durumda olan veya olabilecek olan dostlarınızla bu yazıyı paylaşmanız önerilir.

                                                                                                          Serendip Altındal



4 Ocak 2014 Cumartesi

ORTAMI TOPARLAMAK..

            Yeni yılın ikinci günü, Uğur Dündar'ın Arena programında, Ergenekon, Balyoz tutuklusu şerefli ordu mensuplarımızın aile fertleriyle yaptığı söyleşi, bence yeni yılın ilk günlerinin en önemli olayı oldu. Vatan aşığı kahraman babacıklarını, şeref ve yüksek onurla temsil eden birbirinden akıllı çocuklarının ve ahde vefa yüklü güzide eşlerinin, kaderlerine terk edilmediklerini görmek, kendileri gibi bizleri de fazlasıyla mutlu etti. Nezih eşlerin ve evlatların, analarının pak sütü gibi tertemiz alınlarından minnetle öpüyor, İnşallah bu yıl içinde özgür babalarına yine kavuşmalarını temenni ediyorum.
            Asıl eziyeti kendileri çeken, eşleri gibi günahsız, ruhları da güzel bu kadınların ve çocukların acılarına, vatandaşların dikkatini çekerken gösterdiği yüksek kişiliği ve duyarlılığından ötürü, Uğur Dündar’ı ne kadar kutlasak yetersiz kalır.

            Yeni yıl, yeni yeni hortumlarla değil; ama yeni yorumlarla başlamalı diye temenni ediyoruz doğal olarak. Zira giderek artan problemler, çözüm listesini de yeterinden fazla kabartıyor esasen. Her kafadan ayrı bir ses çıkıyor, ortam daha da geriliyor ve çözüm de giderek sanki bir yaşam iksirine dönüşüyorken, akil adamlar da arada sırada akil önerilerde bulunuyorlar, anlaşılacağı üzere.

            Akil sözü bu günlerde, her ne kadar tartışma konusu haline geldiyse de, yine de gerçek anlam değerini yitirmiyor hiç kuşkusuz. Bana göre, ülkemin akil ve aynı bağlamda Erdoğan'ın en fazla çekindiği parlamenterlerinin de başında geliyor, anlaşılan birileri tarafından şimdilerde hakemliğe soyundurulan Baykal. Kendisiyle yapılan son röportaj da, "herkes birbirini suçlarken çözüm asla üretilemez. Birinin ortamı toparlaması ve meclisi parlamenter çözüme hazırlaması gerekir" derken de, asla yadsınmamalı doğrusu.
            Ayrıca şimdi devran dönmüş ve Baykal'a mükemmel bir rövanş fırsatı da doğmuştur. Baykal'ın yerinde olsam hemen Erdoğan'a, "yerinde olsam hemen istifa ederdim" derdim ve bu da, daha önce ispat ettiğime göre asla yalan da olmazdı. Siyasi ortamı kimin toparlayacağı sorusunun da cevabı olarak, Cumhurbaşkanı adresini göstermesi, kendi deneyimindeki eski bir ustadan beklediğimdi hiç şüphesiz.

            Ne ki, arzu etmediği veya takiye yapması gereken konularda ne demeye çalıştığını kendisi de bilmeyen bir Gül'ün, nasıl bir bağımsız yorum(!) getireceğine de akıl hiç basmıyor ya neyse! Nitekim bu sabah ki haberlerde yine çaresizliğini(!) ortaya koyarak, küreselci tapınakçılarla olan göbek bağına sadakatini teyit ettiği anlaşılıyor. Şayet siyasi bir kaosa girilmişse, AB ve ABD Gladyosu ülkemde neredeyse yumruk yumruğa gelmişse, - AKP, cemaat kapışması aslında tevatürdür - devletim yerine makamını işgal eden haram yiyiciler, harap olmaktaki ülkemin sadece izleyicileri olmuşsa, artık birilerinin bu çıkmaz ve suçlunun güçlü olduğu sapkın gidişe, milletim adına radikal bir dur çekmesi gerekmez mi?
            Baykal’a göre de her iki tarafın, milli menfaatlerimiz bağlamında haksız olduğu ve bu durumdan hiç bir kazançlarının da olmadığı artık tabak gibi ortaya çıktığına göre; çözüm parlamento ve adresi de elbette meclis olmalıdır. Kanlı bir devrim yapılması için ortam henüz oluşmamıştır ve bu mesele de henüz sokakta çözülmemelidir.
            Ne var ki gerektiğinde bunu sokakta da çözebilecek bir Türk Ulusunun olduğunu, herhalde hepimiz biliyoruz. Ki işte bu seçenekte artık hadlerini aşan çakma parlamenterlere, asla tavsiye edilmez. Ama akıllı olup bu alternatifi asla göz ardı da etmemelidirler. Zira göz kırptığında, bölgesinde İstiklal harbinde olduğu gibi, dört bir yandan da hemen silme destek bulacak bir Türk Ulusu, gümbür gümbür işaret fişeğini beklemektedir.

            Ortaya çıkan bu tabloyu tamamlamak üzere ilave yapmak gerekirse; inatla işin bu noktaya gelmesinin tek sorumlusu, bu kadar belgeli suiistimalin üstüne hala "inadım inat, yakam iki kanat" diyen ve Meclisin BAŞ koltuğunu, artık gasp ettiği bir daha tescil edilen şahıstır. Öyleyse önce bu beladan kurtulmak gerekmektedir. Seçimleri beklemekse durumu çok daha vahim bir noktaya taşıyacaktır.
            O halde sonunda kabaran ve ziyadesiyle ağırlaşan faturayı ödemek zorunda kalacak olan AKP'li aktif parlamenterlerin, kendi makûs kaderlerinin de nedeni olacak ustalarına "ARTIK YETER!" demeleri gerekmektedir. Yasam ve yürütmenin yeniden işler hale getirilmesi, adil yargı önünde hesap vermeye hazır olunması ve devletsizliğin aslında yine parlamento yoluyla en acil çözümü de budur. Bu çözüm aynı zamanda AKP tabanını da kurtaracaktır.
            Çünkü bu ağır faturanın asıl sahiplerinin, kurbağa olmadıkları nedeniyle, ısınan sular kendilerini pişirecek kıvama gelmeden önce, Okyanus ötesine ricat ederek, ceplerinde taşıdıkları çifte vatandaşlık belgelerini kullanacakları da kesindir. İşte tam da bu yüzden, geride kalan enayiler faturayı ödemek zorunda kalacaklardır. Yani sözün özü kısaca; oyunun sonunda kör tuttuğunu öpecektir. İşte böyle, hani ben pası atayım da, sonra atmadın demeyin AKP’liler. Top sizde artık...

                                                                                              Serendip Altındal