Bazı görüşlere göre, Trump ile Obama’nın
yardımcısı Joe Biden arasındaki. Ukrayna
nedenli ve Trump’ı azlettirmeye kadar gidebilecek ihtilafın, Demokrat/Cumhuriyetçi
karşıtlı yeni bir Amerikan iç savaşına yol açabileceği söyleniyor. Ve bu söylentilerin,
Bahçeli’nin Erdoğan’ın çekilmesiyle ilgili bizde de olabilecek iç savaş
adaptasyonuyla, ne hikmetse aynı döneme rast geldiği ve eşanlamda olduğu da
ayrıca dikkat çekiyor. Yani orada Trump, burada Erdoğan çekilirse iç savaş
çıkacakmış(!) anlayacağınız.
Yoksa zarlar boşa atılınca, ille de
düşeş yakalamak için son zarını MHP Başkanlığına atıp, bütün MHP camiasını
arkasına alarak kurtuluş yolunu Panislamist-milliyetçi yeni tarz bir Enverizm
de bulmayı umut eden Erdoğan, Bahçeliyle anlaştı da, Bahçeli o yüzden sağlık
sorunlarını bahane edip, yerini Erdoğan’a bırakmaya mı hazırlanıyor. Yoksa
Bahçeli’nin başka nedenle araziye uymasına imkân yoktur.
Olmaz olmaz demeyin, emperyalistin
bütün senaryoları bugüne kadar bir şekilde Türkiye’yi saf dışı bırakmaya
yönelik değil miydi? Düşünün, bütün milliyetçi kanadı arkasına toplayacak bir
Erdoğan popülizmi, ülkeyi nerelere taşımaz, ülkeye ne denli büyük hasar vermez.
BOP’dan, FETO’dan bu yana bize kafayı fena takmış olan emperyalist herifler
için fazla da alternatifin kalmadığı ülkemizde, bundan daha iyi ve verimli,
bizi yok edici bir son şans daha olabilir mi?
Aynı bileşkede, Türkiye ekonomisinin
uluslararası tefecilerin elinde, oradan oraya savrulmakta olduğu ve yeni Düyunu
Umumiyenin de artık kapımızda nöbet tuttuğu noktası, endişeler ötesi bir melanet
ve ihanetin de habercisi oluyor. Ve bu bağlamda, daha önce yerli tefecilerin
elindeydik, şimdi yabancılara mı satıldık sorusunu da sormaktan kendimizi
alamıyoruz.
§ Komutanı, subayı, eri, çetesi, köylüsü,
Mustafa Kemal hepsinin temsil ettiği Türk fedakârlığının başında idi. 1918
Türkiye’sinin şartları içinde, sırt sırta birbirinden beter üç harpten çıkan,
başındakilerin akılsızlığı ve maceracılığı yüzünden milyonlarca evlât,
vatanlarca toprak veren, ölü çocuklarını yiyen çıldırmış analar, yolsuz, demir
yolsuz, tekniksiz, medeniyetsiz bir memleketin bir ucunda Rus devinin, öbür
ucunda yedi düvelin ateş dalgaları içinde eriye eriye tükenen bir millet, gene
de harp edecek şevk bulur, gene de başındakilerin peşine düşüp, mandalarıyla
top çekerek, kadınlarına gülle taşıtarak, don gömlek yirmi bir günlük meydan
muharebeleri verir, âdeta eti ile istihkâmlara çarparak kaleler düşürür,
bunsuz, böyle milletsiz Mustafa Kemal neye yarardı?
50’nci yıldönümünde bir heyetle ziyaretine gittiğimiz Hitler, o delice
gururlu Hitler demişti ki:
- Mustafa Kemal, bir millet bütün vasıtalarından mahrum edilse dahi,
kendini kurtaracak vasıtaları yaratabileceğini ispat eden adamdır. Onun ilk
talebesi Mussolini’dir, ikinci talebesi benim!
Bu millet, Balkan bozgunu içinde dünyaya gülünç olduğumuz zaman da aynı
yiğitlerin milleti idi.
Mustafa Kemal onsuz olmazdı. Fakat 1919-1922’de o da Mustafa Kemal ’siz
ne olurdu?
Çanakkale harpleri sırasında, bir gün, bir İngiliz hücumunu kırmak için
Mustafa Kemal’in askerlerine bir karşı taarruz yaptırması lâzım gelmiş. Emir
vermiş. Durmuş, arkalarından bakmış. Siperden fırlayıp ölüme doğru akarlarmış.
Hepsi ölecekmiş ve ölmüşler. Anlatırken gözleri yaşarırdı.
Sadrazam izzet Paşa’nın kardeşi Esat Paşa’yı pek sayardı. O da süvari
komutanı imiş. Bir an olmuş ki bu süvariyi düşman üstüne sürmek lüzumunu
duymuş. Yüzde yüz ölüm. Esat Paşa’ya emir vermiş. Hiç tınmaksızın:
- Baş
üstüne! Demiş.
Mustafa Kemal:
- Galiba
anlamadı! Diye tereddüt etmiş:
- Ne
yapacağınızı acaba iyice ifade edebildim mi? diye
sormuş.
- Evet,
paşam, ölmezliğimizi emrediyorsunuz.
Sonra bu harekete sebep kalmamış. Esat Paşa ve süvarileri yaşamışlar.
Mustafa Kemal’in harp cephelerinde erleri onlar, komutanları bunlardı.
Ama bu kahramanlıkların hepsi, Viyana dönüşünden Sakarya tutunuşuna kadar, nice
kafasız komutanların hesapsız harplerinde nice boş kafalı liderlerin bozuk
politikalarında ziyan olup gitmemiş midir?
En iyi heykeltıraş, mermerini bulmalıdır. Çamur, kireç ve kerpiç, eser
tutmaz.
(Falih Rıfkı Atay, Çankaya I-V, s.484)
Biran için yukarıdaki ortak
anılarımızla ölümsüzlüğümüzü tanımladıktan sonra tekrar güne dönelim:
Artık bundan sonra güzel Türkçe’mizin
bittiği noktadayız herhalde. Çünkü cevap ve çözüm bekleyen bunca hayati soru
açıkta beklerken, satır başları bile olmayan Erdoğan demagojisinin tavana
vurduğu mahalde, artık bizim Türkçeyle anlaşabilmemize imkân kalmıyor.
Herhâlde Sanskritçe filan öğrenmemiz
gerekecek ki, bu defa kendilerine yazılacak, söylenecek olanları, onlar
araştırmak zorunda kalsınlar. Belki kendilerine de faydası olur bu değişikliğin.
Cumhuriyet Türkçemizle anlaşabilmek mümkün olamayacağına göre; bundan böyle ki
iktidarı kendi dilini konuşmadığına göre, Türk Milleti de sorgusuz, rehbersiz,
görünen köye kestirmeden kendisi erişmek zorunda kalacak demektir…
Serendip
Altındal