28 Ekim 2019 Pazartesi

KUTLU OLSUN..


                             AMENTÜ: İmanın esasları

Vatan senin, şan onun
Ten seninse, can onun
Sen öl ki, o yaşasın
Dökülecek kan onun

Ahlak yolu pek dardır
Tetik bas, önü yardır
Sakın hakkım var deme
Hak yok, vazife vardır…

Ziya Gökalp


            Fazla söze gerek yok. Aşağıda gençlerimiz, söylüyor son sözü zaten!

Milli kimlik ve Müktesebat Bayramımız sonsuza dek kutlu olsun…

SÖZ ÇOCUKLARIMIZINDIR ARTIK....

                                                                       Serendip Altındal



22 Ekim 2019 Salı

TERK EDİLMİŞLİK..


            Suratında nokta bile kıpırdamayan ve sanki Donkişot gibi bir zırhın içinde dimdik oturuyor intibaı veren Pen(ç)e’nin yanında ve masa başında ondan ayrı oturması gerekirken, ezilmiş bir köşe yastığı gibi kalan ve konumu gereği de ekranda, sanki daha alçak bir iskemlede oturuyor görüntüsü de veren Erdoğan’a, kendim ve milletim adına utanç duygularıyla bakmak zorunda kaldım desem, abartmış olmam.

            Oysa Suriye’de, karşısına herhangi bir resmi üniformayla çıkamayan emperyalist güçlerin paralı Haçlı Lejyonerleri karşısında, yine efsane yazan Türk Ordusunun, çakma da olsa bir Başkomutanı böyle süklüm püklüm ve sonuçta çaresiz kalmamalıydı. Trump Akbabasını temsilen uçurulan çaylağın pençesi bile bize yetti demek zorunda kalmamız, inanın ki yüreğimizi çok acıtıyor. Ve nefes bile alırken kendi adıma yüreğim yanıyor, sıkıntımdan boğazım kuruyor.

            Masada oturan ve savaş konumunda olan iki Devlet arasında çok hayati bir antlaşma hakkında konuşmakta olan bu iki insanın kim olduklarını ve hangi ülkeleri temsil ettiklerini bilmeyen bir izleyici, acaba hangisinin muzaffer olan tarafı temsil ettiğini düşünürdü dersiniz? Tıpkı da düşündüğünüz gibi Pence olanı galibin lokmasını önünden kaptı ve afiyetle yuttu. Ya da galip Türk tarafı maalesef yine milletini ve kendisini kandırmakla yetindi.

            Çünkü galip tarafın sadece ordusu güçlüydü, siyaseti ve siyasetçisi liyakatsizdi. Ve artık savaşların Diplomasiyle yürütüldüğü bu Dünya da ise sadece güçlü ordu galibiyete yeterli olmuyordu. Yani güçlü ordusu olan bir Devletin mutlaka güçlü Devlet adamları da olmalıydı.

            Bir marifet yapmış edasıyla sırıtan karşı tarafın üyeleri karşısında, zerre kadar ciddiyetini bozmayan ve kendisinden isteneni harfiyen yerine getiren Pence, kendi resmini, onlara uluslararası siyasa protokolü kültüründen bir kapak olması için, armağan olarak bıraktı.

            Ve neden kendisinin böyle bir toplantıya yollandığı mesajı acaba alınabildi mi? İşte bugünün Türkiye’sinde en fazla eksik olan da böylesi siyasetçilerdi. Aslında siyasetçinin önemi dün de fazlaydı. Lakin kılıç siyaseti artık bitti ve emperyalist şartlar gereği bugün Diplomasi, daha da bir kıymete bindi.

            Ne ve nasıl mı oldu: Bizim sulara pek yanaşmasına müsaade edilmeyen Suriye ordusuna ne hikmetse birden yürüyün dendi. Önünü açtığımız Suriye ordusu da bir anda aklından bile geçiremediği kendi hudut bölgelerine kadar girerek, yine bize sınır komşusu oldu.

            Hâlbuki Türk ordusu, Suriye ordusu ile herhangi bir konflikt yaratmamak için daha önceden bilhassa yoğun terörist yapılanması olan Resulayn, Kobani, Menbiç, Rakka vs gibi noktalarda, teröristlerle birebir, kafa kafaya kalarak onları tamamen temizlemeli veya teslim almalıydı. Yani burada evlatlarımı öldürenlere, son adamlarına kadar tam bir kılıç siyaseti uygulanmalıydı işte.

            Bu yapılmayarak Amerikalının YPG şemsiyesi altında PKK döküntülerini yeni bir Baharda tekrar kullanmak üzere depone etmesine yardımcı olunmuştur. Böyle bir ahmaklığa zafer denmesi mümkün olabilir mi? Demek ki yenilen düşman yine de istediğini alarak çetesini kurtarmış ve beklemeye yatırmıştır. Ayrıca bu teröristler Güneye çekilerek, bizden haraç almaya devam eden Petrol kuyularında, bu defa emperyalistin bekçi köpekliğini de oynayacaklardır. Yani hiç boş yok, emperyalist sinekten bile yağ çıkarıyor anlayacağınız.

            Ayrıca bir de bunun üstüne teröristle masaya oturmayız denmesine rağmen onları temsilen anlaşma yapan USA temsilcisine masada eşlik edilmiştir. Hâlbuki YPG/PKK tamamen temizlenseydi bunlara hiç gerek kalmayacaktı. Hele de ateş olmayan yerden duman yükselmez bağlamında, Erdoğan ve ailesinin Amerika’da ki mal varlığının sorgulanmasının, bu oldubittiyle yaptırımdan kaldırıldığı söylentileri de yeterinden fazla mide bulandırıcı değil mi?

            Veya bir de şöyle düşünelim; Şayet Atatürk kalan düşman bakiyesini son neferine kadar İzmir’de denize dökerek tam ve itirazsız bir zafer kazanmasaydı, yani rakibini iki omuzunu da yere yapıştırarak tuş yapmasaydı, biz halen onlarla ve hakem oyunlarıyla uğraşıyor olmayacak mıydık? Ve Lozan’da ihtiyacımız olan sonucu alabilecek miydik acaba?

            Her şeye rağmen işin en olumlu tarafı, Ulu çınar heybetli USA’nın, yıllar içinde, ilk kuvvetli rüzgârda çatırdayarak yerle bir olacak kof bir çınara dönüştüğünün de artık ortaya çıkmış olmasıdır. Ve bizde dâhil olmak üzere gözüne kestirdiği ülkelerde bölücü eyalet planları yapmaya kalkarken, kendi kampüsünden, birer birer kopacak eyaletleriyle yalnızlaşarak, en terk edilmiş ve acınacak duruma bizatihi düşecek olduğudur. Ve bu gidişatının farkında değildir. Çünkü megaloman egosu aynı bileşkede evirilemeyecek kadar körelmiş ve çürümüştür.
                                                                                  
                                                                             Serendip Altındal



14 Ekim 2019 Pazartesi

ULU SENTEZ..


            Suriye’de Türk ordusunun hiç işi yoktu ve olmamalıydı da gerçekte. Ne ki daha başından itibaren bizim olmayan bir savaşın içinde yer almakla, bizi buna zorlayan emperyalistin ekmeğine bolca tereyağı döşerken esasında kendi başımıza da, belki torunlarımızın bile ödemek zorunda kalabileceği dertler aldık.

            Güzelim ‘yurtta sulh cihanda sulh’ prensibini terk edip, düşmanı bile ortada olmayan ve karşımızda açık cephe dahi bulunmayan bir mekânda, hudutlarımızı ve dost yaftalı düşman üstlerini kapatıp, kararlı ordumuzu hudutlarımızın İÇİNDE, gereğinde hemen saldırı harbine de dönüşebilecek bir aktif cephe harbine hazır tutmalıydık sadece. 

            Rahmetli İnönü zamanında ve azami CEO stratejik bir bölgede, Atatürk inkılabı sadakatiyle, kinci Dünya savaşı gibi evrensel bir kavganın bile dışında kalıp milli menfaatlerimizi korumasını bilerek, siyasetçi aklının en yüce örneğini bütün dünyaya da kabul ettirmiştik oysa.

            Ve ne yazık ki bugün Türk siyasa aklına hiç yakışmayan bir duyarsızlık ve ansızlıkla, haklı olduğumuz ve dolayısıyla haklı bir nefsi müdafaa ile yasal hakkımızı da alabilmek durumundayken, şimdi şaibeli bir konumda hakkımızı dahi nasıl alabileceğimizin hesabını yapmak zorunda kalıyoruz. Bu halimize ise Levanten mahallesinin köpekleri bile gülüyordur kuşkusuz.

            Çünkü birde bu zafiyetin üstüne çevre komşularımızla da sorunlu olurken, evlatlarımız da pisipisine telef oldular ve olmaktalar da. Lakin beğenmesek de bugün öyle bir noktaya getirildik ve hele de Trump’ın cesametinden büyük zırvaları ve ‘bir gece ansızın gelebiliriz’ türkülerinden sonra, bir de Fırat’ın Doğusuna kadar olan kurtarılması gereken tampon bölgeyi de teröristten arındıramazsak şayet, işte o zaman daha da büyük bir kaybımız olacaktır. Ve artık o vakit, ‘yuh olsun ervahımıza’ demek de bize düşecektir.

            Ortaya çıkan görüntüden anlaşıldığına göre; USA, IŞİD bakiyesini illaki bize temizletmeye kararlıdır. Bugüne kadar AB ve USA’nın emperyalist paralarıyla teşkil edilen son Haçlı ordusu olan IŞİD yaftalı müstemleke ordusu bakiyesini temizlemek, yine Türk Ordusuna düşüyor desenize. Ziyan yok, biz Türkler alışığız buna tarih boyunca nasılsa.

            Bir daha yaparız ve böylelikle de muhtemel yeni bir Dünya savaşına da engel oluruz belki de.  Terörist sürüsüne verilen binlerce TIR dolusu silah ve askeri malzeme ne olacak derseniz. O da Türk Ordu envanterine giren, pahalı bir adı olmayan savaş ganimeti olur neticede. Eh olsun artık o kadar da, değil mi? USA da artık bir bardak su içsin bu savurganlığının üstüne.

            Bırakalım artık çeşitli illüzyonları, kelam ve kelime savaşlarını, birbirini suçlamaları. Çünkü bunların karın doyurmadığını ve kimsenin işine yaramadığını artık öğrenmiş olmamız gerekir. Zira kurgu ortadadır ve sonuç da bellidir. Tek yapılacak iş, bu duruma tek yumruk halinde odaklanmaktır artık dostlar.

            Öyleyse gelelim kıssadan sadede. Lakin bizatihi olarak anlayamadığım, koskoca Türkiye Cumhuriyetinin, nasıl olup da ülkenin ve Türk Milletinin asla çoğunluğunu temsil etmeyen, genelin ilkesiz bulduğu otokratik, emperyalist icadı ve kurucu anayasa suçlusu yapay bir Başkanlık senaryosuyla, böylesi eli kolu bağlı trajikomik bir duruma düştüğü veya düşürüldüğüdür. Şimdi gelin de ilk önce de bunu irdeleyelim isterseniz.

            Türk birliğinin Suriye’de ki en büyük hedefinin, özellikle de ırkdaşlarımız olan Türkmen göçerlerin, kurtarılmış bölgelerde güven içinde yerleştirilmelerinin önünün açılması olması gerekmektedir. İşte yalnız bu hedef dahi Suriye riskini, Türkiye ve Suriye açısından sulh içinde taşımaya değer.

            Harekâtı bahane eden ve artık ampulü patlamış AKP iktidarı, son kuvvetiyle hala yeni rantlar peşinde koşarken GDO’lu ürünlerin de kontrolünü kaldırıyor.  Siz anlayın artık bunun ne demek olduğunu. Arkasından da sallantıdaki iktidarını biraz daha uzatmak gayreti içerisinde,  muhalefeti de tamamen susturacak ve saf dışı bırakacak OHAL de gelirse şaşırmamak gerekecektir.

            Sıkıştıkça yardım aradığımız Tanrının bile Kâinatın selameti adına deterministik (bilimsel) kural ve kanunları vardır. İşte her şeyin uyum içinde, matematiksel ve harmonik bir disiplinde Kâinatı var edebilmesinin sırrı da buradadır. Yani tanrı yardımı istenirken bile öznel ve doğrusal bir sentezin haklılığı içinde olmak gerekir. Bu da her şeyden önce ulusal milliyetçi, sosyal bir sorumluluk bilinci ve anavatan müktesebatıdır…

                                                                       Serendip Altındal




7 Ekim 2019 Pazartesi

ÖLÜMSÜZLÜK..


            Bazı görüşlere göre, Trump ile Obama’nın yardımcısı Joe Biden arasındaki.  Ukrayna nedenli ve Trump’ı azlettirmeye kadar gidebilecek ihtilafın, Demokrat/Cumhuriyetçi karşıtlı yeni bir Amerikan iç savaşına yol açabileceği söyleniyor. Ve bu söylentilerin, Bahçeli’nin Erdoğan’ın çekilmesiyle ilgili bizde de olabilecek iç savaş adaptasyonuyla, ne hikmetse aynı döneme rast geldiği ve eşanlamda olduğu da ayrıca dikkat çekiyor. Yani orada Trump, burada Erdoğan çekilirse iç savaş çıkacakmış(!) anlayacağınız.

            Yoksa zarlar boşa atılınca, ille de düşeş yakalamak için son zarını MHP Başkanlığına atıp, bütün MHP camiasını arkasına alarak kurtuluş yolunu Panislamist-milliyetçi yeni tarz bir Enverizm de bulmayı umut eden Erdoğan, Bahçeliyle anlaştı da, Bahçeli o yüzden sağlık sorunlarını bahane edip, yerini Erdoğan’a bırakmaya mı hazırlanıyor. Yoksa Bahçeli’nin başka nedenle araziye uymasına imkân yoktur.

            Olmaz olmaz demeyin, emperyalistin bütün senaryoları bugüne kadar bir şekilde Türkiye’yi saf dışı bırakmaya yönelik değil miydi? Düşünün, bütün milliyetçi kanadı arkasına toplayacak bir Erdoğan popülizmi, ülkeyi nerelere taşımaz, ülkeye ne denli büyük hasar vermez. BOP’dan, FETO’dan bu yana bize kafayı fena takmış olan emperyalist herifler için fazla da alternatifin kalmadığı ülkemizde, bundan daha iyi ve verimli, bizi yok edici bir son şans daha olabilir mi?

            Aynı bileşkede, Türkiye ekonomisinin uluslararası tefecilerin elinde, oradan oraya savrulmakta olduğu ve yeni Düyunu Umumiyenin de artık kapımızda nöbet tuttuğu noktası, endişeler ötesi bir melanet ve ihanetin de habercisi oluyor. Ve bu bağlamda, daha önce yerli tefecilerin elindeydik, şimdi yabancılara mı satıldık sorusunu da sormaktan kendimizi alamıyoruz.  

            §   Komutanı, subayı, eri, çetesi, köylüsü, Mustafa Kemal hepsinin temsil ettiği Türk fedakârlığının başında idi. 1918 Türkiye’sinin şartları içinde, sırt sırta birbirinden beter üç harpten çıkan, başındakilerin akılsızlığı ve maceracılığı yüzünden milyonlarca evlât, vatanlarca toprak veren, ölü çocuklarını yiyen çıldırmış analar, yolsuz, demir yolsuz, tekniksiz, medeniyetsiz bir memleketin bir ucunda Rus devinin, öbür ucunda yedi düvelin ateş dalgaları içinde eriye eriye tükenen bir millet, gene de harp edecek şevk bulur, gene de başındakilerin peşine düşüp, mandalarıyla top çekerek, kadınlarına gülle taşıtarak, don gömlek yirmi bir günlük meydan muharebeleri verir, âdeta eti ile istihkâmlara çarparak kaleler düşürür, bunsuz, böyle milletsiz Mustafa Kemal neye yarardı?
50’nci yıldönümünde bir heyetle ziyaretine gittiğimiz Hitler, o delice gururlu Hitler demişti ki:
- Mustafa Kemal, bir millet bütün vasıtalarından mahrum edilse dahi, kendini kurtaracak vasıtaları yaratabileceğini ispat eden adamdır. Onun ilk talebesi Mussolini’dir, ikinci talebesi benim!
Bu millet, Balkan bozgunu içinde dünyaya gülünç olduğumuz zaman da aynı yiğitlerin milleti idi.
Mustafa Kemal onsuz olmazdı. Fakat 1919-1922’de o da Mustafa Kemal ’siz ne olurdu?
Çanakkale harpleri sırasında, bir gün, bir İngiliz hücumunu kırmak için Mustafa Kemal’in askerlerine bir karşı taarruz yaptırması lâzım gelmiş. Emir vermiş. Durmuş, arkalarından bakmış. Siperden fırlayıp ölüme doğru akarlarmış. Hepsi ölecekmiş ve ölmüşler. Anlatırken gözleri yaşarırdı.
Sadrazam izzet Paşa’nın kardeşi Esat Paşa’yı pek sayardı. O da süvari komutanı imiş. Bir an olmuş ki bu süvariyi düşman üstüne sürmek lüzumunu duymuş. Yüzde yüz ölüm. Esat Paşa’ya emir vermiş. Hiç tınmaksızın:
-   Baş üstüne! Demiş.
Mustafa Kemal:
-   Galiba anlamadı! Diye tereddüt etmiş:
-  Ne yapacağınızı acaba iyice ifade edebildim mi? diye
sormuş.
-   Evet, paşam, ölmezliğimizi emrediyorsunuz.
Sonra bu harekete sebep kalmamış. Esat Paşa ve süvarileri yaşamışlar.
Mustafa Kemal’in harp cephelerinde erleri onlar, komutanları bunlardı. Ama bu kahramanlıkların hepsi, Viyana dönüşünden Sakarya tutunuşuna kadar, nice kafasız komutanların hesapsız harplerinde nice boş kafalı liderlerin bozuk politikalarında ziyan olup gitmemiş midir?
En iyi heykeltıraş, mermerini bulmalıdır. Çamur, kireç ve kerpiç, eser tutmaz.
(Falih Rıfkı Atay, Çankaya I-V, s.484)

            Biran için yukarıdaki ortak anılarımızla ölümsüzlüğümüzü tanımladıktan sonra tekrar güne dönelim:
            Artık bundan sonra güzel Türkçe’mizin bittiği noktadayız herhalde. Çünkü cevap ve çözüm bekleyen bunca hayati soru açıkta beklerken, satır başları bile olmayan Erdoğan demagojisinin tavana vurduğu mahalde, artık bizim Türkçeyle anlaşabilmemize imkân kalmıyor.

            Herhâlde Sanskritçe filan öğrenmemiz gerekecek ki, bu defa kendilerine yazılacak, söylenecek olanları, onlar araştırmak zorunda kalsınlar. Belki kendilerine de faydası olur bu değişikliğin. Cumhuriyet Türkçemizle anlaşabilmek mümkün olamayacağına göre; bundan böyle ki iktidarı kendi dilini konuşmadığına göre, Türk Milleti de sorgusuz, rehbersiz, görünen köye kestirmeden kendisi erişmek zorunda kalacak demektir…
                                                                       
                                                                                Serendip Altındal