22 Ekim 2019 Salı

TERK EDİLMİŞLİK..


            Suratında nokta bile kıpırdamayan ve sanki Donkişot gibi bir zırhın içinde dimdik oturuyor intibaı veren Pen(ç)e’nin yanında ve masa başında ondan ayrı oturması gerekirken, ezilmiş bir köşe yastığı gibi kalan ve konumu gereği de ekranda, sanki daha alçak bir iskemlede oturuyor görüntüsü de veren Erdoğan’a, kendim ve milletim adına utanç duygularıyla bakmak zorunda kaldım desem, abartmış olmam.

            Oysa Suriye’de, karşısına herhangi bir resmi üniformayla çıkamayan emperyalist güçlerin paralı Haçlı Lejyonerleri karşısında, yine efsane yazan Türk Ordusunun, çakma da olsa bir Başkomutanı böyle süklüm püklüm ve sonuçta çaresiz kalmamalıydı. Trump Akbabasını temsilen uçurulan çaylağın pençesi bile bize yetti demek zorunda kalmamız, inanın ki yüreğimizi çok acıtıyor. Ve nefes bile alırken kendi adıma yüreğim yanıyor, sıkıntımdan boğazım kuruyor.

            Masada oturan ve savaş konumunda olan iki Devlet arasında çok hayati bir antlaşma hakkında konuşmakta olan bu iki insanın kim olduklarını ve hangi ülkeleri temsil ettiklerini bilmeyen bir izleyici, acaba hangisinin muzaffer olan tarafı temsil ettiğini düşünürdü dersiniz? Tıpkı da düşündüğünüz gibi Pence olanı galibin lokmasını önünden kaptı ve afiyetle yuttu. Ya da galip Türk tarafı maalesef yine milletini ve kendisini kandırmakla yetindi.

            Çünkü galip tarafın sadece ordusu güçlüydü, siyaseti ve siyasetçisi liyakatsizdi. Ve artık savaşların Diplomasiyle yürütüldüğü bu Dünya da ise sadece güçlü ordu galibiyete yeterli olmuyordu. Yani güçlü ordusu olan bir Devletin mutlaka güçlü Devlet adamları da olmalıydı.

            Bir marifet yapmış edasıyla sırıtan karşı tarafın üyeleri karşısında, zerre kadar ciddiyetini bozmayan ve kendisinden isteneni harfiyen yerine getiren Pence, kendi resmini, onlara uluslararası siyasa protokolü kültüründen bir kapak olması için, armağan olarak bıraktı.

            Ve neden kendisinin böyle bir toplantıya yollandığı mesajı acaba alınabildi mi? İşte bugünün Türkiye’sinde en fazla eksik olan da böylesi siyasetçilerdi. Aslında siyasetçinin önemi dün de fazlaydı. Lakin kılıç siyaseti artık bitti ve emperyalist şartlar gereği bugün Diplomasi, daha da bir kıymete bindi.

            Ne ve nasıl mı oldu: Bizim sulara pek yanaşmasına müsaade edilmeyen Suriye ordusuna ne hikmetse birden yürüyün dendi. Önünü açtığımız Suriye ordusu da bir anda aklından bile geçiremediği kendi hudut bölgelerine kadar girerek, yine bize sınır komşusu oldu.

            Hâlbuki Türk ordusu, Suriye ordusu ile herhangi bir konflikt yaratmamak için daha önceden bilhassa yoğun terörist yapılanması olan Resulayn, Kobani, Menbiç, Rakka vs gibi noktalarda, teröristlerle birebir, kafa kafaya kalarak onları tamamen temizlemeli veya teslim almalıydı. Yani burada evlatlarımı öldürenlere, son adamlarına kadar tam bir kılıç siyaseti uygulanmalıydı işte.

            Bu yapılmayarak Amerikalının YPG şemsiyesi altında PKK döküntülerini yeni bir Baharda tekrar kullanmak üzere depone etmesine yardımcı olunmuştur. Böyle bir ahmaklığa zafer denmesi mümkün olabilir mi? Demek ki yenilen düşman yine de istediğini alarak çetesini kurtarmış ve beklemeye yatırmıştır. Ayrıca bu teröristler Güneye çekilerek, bizden haraç almaya devam eden Petrol kuyularında, bu defa emperyalistin bekçi köpekliğini de oynayacaklardır. Yani hiç boş yok, emperyalist sinekten bile yağ çıkarıyor anlayacağınız.

            Ayrıca bir de bunun üstüne teröristle masaya oturmayız denmesine rağmen onları temsilen anlaşma yapan USA temsilcisine masada eşlik edilmiştir. Hâlbuki YPG/PKK tamamen temizlenseydi bunlara hiç gerek kalmayacaktı. Hele de ateş olmayan yerden duman yükselmez bağlamında, Erdoğan ve ailesinin Amerika’da ki mal varlığının sorgulanmasının, bu oldubittiyle yaptırımdan kaldırıldığı söylentileri de yeterinden fazla mide bulandırıcı değil mi?

            Veya bir de şöyle düşünelim; Şayet Atatürk kalan düşman bakiyesini son neferine kadar İzmir’de denize dökerek tam ve itirazsız bir zafer kazanmasaydı, yani rakibini iki omuzunu da yere yapıştırarak tuş yapmasaydı, biz halen onlarla ve hakem oyunlarıyla uğraşıyor olmayacak mıydık? Ve Lozan’da ihtiyacımız olan sonucu alabilecek miydik acaba?

            Her şeye rağmen işin en olumlu tarafı, Ulu çınar heybetli USA’nın, yıllar içinde, ilk kuvvetli rüzgârda çatırdayarak yerle bir olacak kof bir çınara dönüştüğünün de artık ortaya çıkmış olmasıdır. Ve bizde dâhil olmak üzere gözüne kestirdiği ülkelerde bölücü eyalet planları yapmaya kalkarken, kendi kampüsünden, birer birer kopacak eyaletleriyle yalnızlaşarak, en terk edilmiş ve acınacak duruma bizatihi düşecek olduğudur. Ve bu gidişatının farkında değildir. Çünkü megaloman egosu aynı bileşkede evirilemeyecek kadar körelmiş ve çürümüştür.
                                                                                  
                                                                             Serendip Altındal



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder