Suratında
nokta bile kıpırdamayan ve sanki Donkişot gibi bir zırhın içinde dimdik oturuyor
intibaı veren Pen(ç)e’nin yanında ve masa başında ondan ayrı oturması
gerekirken, ezilmiş bir köşe yastığı gibi kalan ve konumu gereği de ekranda, sanki
daha alçak bir iskemlede oturuyor görüntüsü de veren Erdoğan’a, kendim ve
milletim adına utanç duygularıyla bakmak zorunda kaldım desem, abartmış olmam.
Oysa Suriye’de, karşısına herhangi
bir resmi üniformayla çıkamayan emperyalist güçlerin paralı Haçlı Lejyonerleri karşısında,
yine efsane yazan Türk Ordusunun, çakma da olsa bir Başkomutanı böyle süklüm
püklüm ve sonuçta çaresiz kalmamalıydı. Trump Akbabasını temsilen uçurulan
çaylağın pençesi bile bize yetti demek zorunda kalmamız, inanın ki yüreğimizi
çok acıtıyor. Ve nefes bile alırken kendi adıma yüreğim yanıyor, sıkıntımdan
boğazım kuruyor.
Masada oturan ve savaş konumunda
olan iki Devlet arasında çok hayati bir antlaşma hakkında konuşmakta olan bu
iki insanın kim olduklarını ve hangi ülkeleri temsil ettiklerini bilmeyen bir
izleyici, acaba hangisinin muzaffer olan tarafı temsil ettiğini düşünürdü
dersiniz? Tıpkı da düşündüğünüz gibi Pence olanı galibin lokmasını önünden kaptı
ve afiyetle yuttu. Ya da galip Türk tarafı maalesef yine milletini ve kendisini
kandırmakla yetindi.
Çünkü galip tarafın sadece ordusu
güçlüydü, siyaseti ve siyasetçisi liyakatsizdi. Ve artık savaşların
Diplomasiyle yürütüldüğü bu Dünya da ise sadece güçlü ordu galibiyete yeterli
olmuyordu. Yani güçlü ordusu olan bir Devletin mutlaka güçlü Devlet adamları da
olmalıydı.
Bir marifet yapmış edasıyla sırıtan
karşı tarafın üyeleri karşısında, zerre kadar ciddiyetini bozmayan ve
kendisinden isteneni harfiyen yerine getiren Pence, kendi resmini, onlara uluslararası
siyasa protokolü kültüründen bir kapak olması için, armağan olarak bıraktı.
Ve neden kendisinin böyle bir
toplantıya yollandığı mesajı acaba alınabildi mi? İşte bugünün Türkiye’sinde en
fazla eksik olan da böylesi siyasetçilerdi. Aslında siyasetçinin önemi dün de fazlaydı.
Lakin kılıç siyaseti artık bitti ve emperyalist şartlar gereği bugün Diplomasi,
daha da bir kıymete bindi.
Ne ve nasıl mı oldu: Bizim sulara
pek yanaşmasına müsaade edilmeyen Suriye ordusuna ne hikmetse birden yürüyün
dendi. Önünü açtığımız Suriye ordusu da bir anda aklından bile geçiremediği
kendi hudut bölgelerine kadar girerek, yine bize sınır komşusu oldu.
Hâlbuki Türk ordusu, Suriye ordusu
ile herhangi bir konflikt yaratmamak için daha önceden bilhassa yoğun terörist
yapılanması olan Resulayn, Kobani, Menbiç, Rakka vs gibi noktalarda,
teröristlerle birebir, kafa kafaya kalarak onları tamamen temizlemeli veya
teslim almalıydı. Yani burada evlatlarımı öldürenlere, son adamlarına kadar tam
bir kılıç siyaseti uygulanmalıydı işte.
Bu yapılmayarak Amerikalının YPG
şemsiyesi altında PKK döküntülerini yeni bir Baharda tekrar kullanmak üzere
depone etmesine yardımcı olunmuştur. Böyle bir ahmaklığa zafer denmesi mümkün
olabilir mi? Demek ki yenilen düşman yine de istediğini alarak çetesini kurtarmış
ve beklemeye yatırmıştır. Ayrıca bu teröristler Güneye çekilerek, bizden haraç
almaya devam eden Petrol kuyularında, bu defa emperyalistin bekçi köpekliğini
de oynayacaklardır. Yani hiç boş yok, emperyalist sinekten bile yağ çıkarıyor
anlayacağınız.
Ayrıca bir de bunun üstüne
teröristle masaya oturmayız denmesine rağmen onları temsilen anlaşma yapan USA
temsilcisine masada eşlik edilmiştir. Hâlbuki YPG/PKK tamamen temizlenseydi
bunlara hiç gerek kalmayacaktı. Hele de ateş olmayan yerden duman yükselmez bağlamında,
Erdoğan ve ailesinin Amerika’da ki mal varlığının sorgulanmasının, bu
oldubittiyle yaptırımdan kaldırıldığı söylentileri de yeterinden fazla mide
bulandırıcı değil mi?
Veya bir de şöyle düşünelim; Şayet Atatürk
kalan düşman bakiyesini son neferine kadar İzmir’de denize dökerek tam ve
itirazsız bir zafer kazanmasaydı, yani rakibini iki omuzunu da yere yapıştırarak
tuş yapmasaydı, biz halen onlarla ve hakem oyunlarıyla uğraşıyor olmayacak
mıydık? Ve Lozan’da ihtiyacımız olan sonucu alabilecek miydik acaba?
Her şeye rağmen işin en olumlu
tarafı, Ulu çınar heybetli USA’nın, yıllar içinde, ilk kuvvetli rüzgârda
çatırdayarak yerle bir olacak kof bir çınara dönüştüğünün de artık ortaya
çıkmış olmasıdır. Ve bizde dâhil olmak üzere gözüne kestirdiği ülkelerde bölücü
eyalet planları yapmaya kalkarken, kendi kampüsünden, birer birer kopacak
eyaletleriyle yalnızlaşarak, en terk edilmiş ve acınacak duruma bizatihi düşecek
olduğudur. Ve bu gidişatının farkında değildir. Çünkü megaloman egosu aynı
bileşkede evirilemeyecek kadar körelmiş ve çürümüştür.
Serendip
Altındal
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder