18 Mart 2021 Perşembe

SARAYIN NAZIRLARI..

 


            İktidara gelmeye çalışan bütün Partilerin aslında dayandığı tek bir kaynak vardır. O da HALK yani seçmendir. Halkı en üste yazarak onun huzuru ve mutluluğu için her şeyi yapacaklarına Anayasaya el koyarak yemin edenlerin, genelde İktidara geldikleri zaman ilk önce unuttukları da yine HALK yani Millet veya Ulustur. Şüphesiz arada istisnaları da vardır. Mesela Atatürk ve silah arkadaşları gibi. Onlarsa başlarını ülkelerinin bağımsızlığı, müktesebatı ve bekası için ortaya koyan insanlardır. Ki onlara her toplumda rastlamak asla mümkün değildir.

 

            Bırakalım sağı, solu ve bizden olmayanı; ama ülkemizde ilk Cumhuriyet İktidarı olan CHP Hükümetinin 27 yıllık iktidarından ve yine aynı Hükümetin aldığı kararla 1945 yılından itibaren de çok Partili sisteme geçildikten sonra gelen bütün İktidarların dönemlerinde böyle olmadı mı? Ve bu nedenle de biz bu günlere gelmedik mi? Demek ki sadece Atatürk’ün Cumhuriyeti kurduğu başlangıç yıllarında ve sonraki CHP döneminde HALK, hak ettiği itibarla hep ön sırada yer almıştı.

 

            İşte ne olduysa ilk DP döneminden itibaren bu durum değişmiş halk küçük yazılarak, sadece seçim dönemlerinde, o da eşyanın tabiatı gereği ister istemez ve zorunlu olarak hatırlanır duruma gelmiştir. Lakin yine de bütün İktidarlar AKP dönemine kadar durumu idare etmişler, halkı ayrıştırmamışlar ve itibarını bugün olduğu kadar, asla ayağa düşürmemişlerdir.

 

            Ne var ki AKP ile başlayan dönemde sadece halkın değil; ama Türkiye Cumhuriyeti’nin bile itibarı koca tarihine yakışmayacak olguda ve hiç olmadığı kadar ayağa düşürülmüştür. Hatta Cumhuriyet tarihimizde ilk defa, Sevr döneminde dahi uğramadığımız itibar kaybına, başımızdaki iktidarsız İktidar tarafından ne yazık ki düşürülmüş ve adeta dumura uğratılmışızdır. Ve bu durumun, yok sayılan millet eliyle yine düzeltilme mecburiyeti ise tarif edilemez bir aciliyet içerir hale gelmiştir.

 

            Türk aslına ihanet ederek Türkleri bastırırken, kan kardeşimiz olan Kürtleri ayrı bir azınlıkmış gibi tasnif edip onlara ayrıcalık tanıyan Osmanlı yüzünden, bazı Kürtlerimiz bile bugün asıllarına ihanet içinde emperyalist ajanı haline getirilmişlerdir. Öyle ki Ortadoğu’ya dahi artık asker çıkaramayacak hale gelen USA şimdilerde sadece silah yığdığı Kuzey Irak topraklarında, beslediği Kürt Lejyonlarına güvenerek artık pili tükenmiş olan BOP Projesini bile tekrar canlandırma gayreti içine girmiştir.

 

            Ki bununda ne denli çıkmaz bir yol olduğunu gerçek anlamdaki ‘etkar-ı bi-idrak’ haliyle hala anlayamamakta ya da duvara doğru kafayla yürümeye çalışmaktadır. Lakin her şey bir yana, şimdi karasularımızda hatta Türk Donanmasıyla bile ortak bir manevra aldatmacasıyla, askeri bir Hollywood şovuna, en azından belki de tutar umuduyla sarılmaktadır. Tabii silahlar gerçek mermi kullanmaya başlayıncaya kadar herkes şovunu yapabilir. Buna bir şey söylenemez. O halde biz de son kerteye kadar bekleyelim bakalım. Durum ne gösterecek. Herhalde beklerken de tespih çekmiyoruzdur ve Kurmay da ihtiyati tedbirleri mutlaka alıyordur İnşallah.

 

            Ant içmek, ant içebilecek oranda özgüveni yüksek, yürekli ve erdem sahibi insanlara özgü bir işlemdir. Ant’ını unutan veya yok sayan esasen Ant’a inanmayandır. Yani ant içmekle, üstüne bir bardak ayran içmek arasında bir fark yoktur bu tıynetteki adamlar ve kadınlar için. Hele tam da yeni bir İstiklal dik duruşuna ihtiyacımızın yoğunlaştığı bu günlerde. Aslında bırakın okulları, iş yerlerinde bile işe başlarken ve bitirirken de ant içilmelidir. Hatta bu işlemin TBMM de bile yapılması artık elzem hale gelmiştir. Menfaat sarhoşluğu altında kimlik kaybına uğradıklarının bile farkında olamayan Saray Nazırları ve işbirlikçi hukukçular, Ant içmeyi kaldırmakla nasıl bir herze yediklerinin umarım farkındadırlar.

 

            Atatürk yok sayılarak Türk ülkesinde asla milli olunamaz. Bu düşüncede ısrarcı olmak milliyeti inkâr ettiği gibi BOP eş başkanlığı ve emperyalist uşaklığı misyonunun tescilini de ortaya koyar. O zamanda sorarlar adama; bunu nasıl yapmayı düşünüyorsunuz diye. Bir takım seçim hileleri, emperyalistin ‘Kürt’ olarak ayrı bir ırkmış gibi sanallaştırdığı Öztürkmen aşiretleri veya ülkeye sokulan Suriyeli çakma seçmenlerle İktidarınızı uzatmayı düşünüyorsanız, bu hesabın tutmayacağını da bilmek zorundasınız. Çünkü sadece matematik doğruyu söyler meraklısına. Öyleyse bekleyelim bakalım göreceğiz. Ya da toprağın üstü değil; ama altı biz ayırana kadar.

 

            Ey yüce Atatürk ne büyük adammışsın, güçleri dirine yetmedi. Lakin birlikte iyi biliyoruz ki ölüne de yetmeyecektir. Bakıyoruz da herifler, senin ruhundan bile nasıl korku duyduklarını her vesilede ortaya koyuyorlar. Gör ki şimdilerde Ant’ımızı bile okullardan kaldırma telaşı içine giriverdiler. Yani senin mümtaz varlığınla yüreklerimize perçinlediğin Türk kimliğimiz bile emperyalisti demek ki bu kadar rahatsız ve uykusundan ediyor.

 

Bu nedenle de içimizdeki beslemelerini bak nasıl seferber ediyor. Ant’ımızın kaldırılması, Biden döneminin kesilen konuşmalara başlamak için yeni bir zorlaması mıydı yoksa. Öyle ya bağrımızda Atatürk yaşıyorken BOP nasıl yürüyecekti ki. Şayet verebilselerdi, Sarayın konu mankeni Nazırları, bu soruya nasıl cevap verebilirlerdi acaba…


                                                            Serendip Altındal

Özün Kişiliğinin Aynasıdır...

serendipaltindal.blogspot.com

serendipaltindal@gmail.com

Video Kanalım & Şiirlerim

6 Mart 2021 Cumartesi

ERDEMİN KAYMA NOKTASI..

 

Ağzında çiğneyerek yumuşattığı sahte gündem sakızlarının, tükürdükten sonra derhal çevredeki yazar çizer takımı tarafından çiğnenmeye devam edilmesi, kim bilir Erdoğan’ı ne kadar eğlendirip umutlandırıyordur. Öyle ya ağzından bir ‘leb a leb’ lafı çıktı, derhal ve yine önce yazar takımının sonra da okurların hemen ağzında sakız olmadı mı? Daha da bunun gibi niceleri var.

 

Demek oluyor ki Erdoğan’ın siyasi felsefesi çevresindekilerin aymazlığı ve -ahmaklık demeyelim de- saflığı üstüne kurulu ve oradan nemalanıyor anlaşılan. Oysa o ‘leb a leb’ lafının arkasındaki temel gerçeğe bakıldığında, tam da bu yokluk günlerinde, hatırı sayılır yevmiyelerle toplanan bindirilmiş kıtaları, pandemi çekincesine rağmen üst üste kongre salonlarına doldurulmuş çakma yandaşların; suratlarındaki ifadelerden, sonda yine bildiklerini okuyacaklarını yani bütün mağduriyetlerinin tek nedeni olan AKP’yi illaki destekleyecek kadar avanak olmadıkları da anlaşılıyordu aslında.

 

Yani birkaç ekmek ve azınlık fiyatına kafese konacak ördeklere benzer halleri yoktu ki bu mübareklerin. Elbette kongre kafeslerinden çıkınca nasıl olsa ister istemez yine kendi gerçeklerine döneceklerini biliyorlardı ve bunun da hesabını çok iyi yapmışlardı hiç kuşkusuz. Çünkü erdem kaymasının başa ne felaketler getirebileceğinin kendileri de farkındaydı herhalde.

 

Amerika’ya gereken cevabın verildiği safsatasına AKP’liler alkış tutarken, komşu Dedeağaç’ı tam teşekküllü bir üs haline getiren Amerika’ya karşı ne yaptıklarını veya yapabileceklerini de akıllarına getirmişler miydi acaba? Peki Yunanlı ne yapacaktı içine sokulan bunca Amerikan silahı ve harp teçhizatıyla. Yoksa o da Ermenistan’ın Azerbaycan’a yaptığı gibi bize karşı bir baskına mı hazırlanıyordu, AB tarafı olmasa da sonuna kadar desteğini(!) umduğu USA yardımıyla.

 

Ki bunun akla dahi getirilmesi önce Ege ve küçük Asya da başlayarak giderek AB, USA ve koca Asya’yı da içine çekecek bir ters anafor yaratır ve bu durum önce de bu anafora sebep olanların başını döndürür ve oluşacak tufanın altından da hiçbiri kalkamaz sonra. Yani durum kesinlikle bir Azerbaycan/Ermenistan olayına asla benzemez ve bütün iştirakçilerde onarılmaz yaralar açan ve kazananı olmayan bir felakete dönüşür sonunda.

  

Demek ki tasarımcıların, bu durumu dört dörtlük ve bütün olasılıklıklarıyla düşünmeleri gerekiyor. Bir Dünya Harbinin bütün ulusların felaketi olacağını herkes bilir netice de. Lakin bahse konu olan böylesi bir durumun da Dünya Harbi gibi bir felaketi tetikleyebileceği de asla hayal ürünü veya komplo teorisi değildir.

 

Gerçekte USA 250 yıldır uğraştığı Amerika’yı bile tek Devlet ülkesi yapamamışken koca Dünyayı nasıl tek Devlet yapabilmeyi umuyordu. Böylesi bir fanteziye gökte uçuşan kanatlılarla, toprağın altındaki sürüngenler bile gülmez mi? İşte o beğenmedikleri Trumph ülkesini en azından ayakları yere basan, Kabalist fantezilerden arınmış, Siyonist safsataların peşinden koşmayan gerçek bir Dünya Devleti yapabilmenin sevdasını taşıyordu. Ki böyle bir Devletin de önce gini katsayısını azamiden asgariye düşürmüş bir sosyal Devlet olmasının gereğini de mutlaka biliyordu herhalde.

 

Bazen Atatürk referansı bile eksik adamı tam adam yapmaz. Bayar da bunlardan biriydi. Zamanında Atatürk önderliğindeki Cumhuriyet döneminde liyakat örnekleri vermiş bir üst bürokrat olduğu halde CHP içinden çıkmış DP döneminde, nedense ipin ucunu kaçırmış, Menderesin de keyfi ve uçuk idaresine göz yummuş ve sonunda idamının da sorumlusu yapmıştı kendisini. Çünkü Menderes’in kendisine bizatihen sunduğu istifasını kabul etseydi şayet Menderes de asılmamış olurdu muhtemelen.

 

İşte aynı nedenle de ‘dün dündü bugün de bugündür’ pragmasındaki siyasetçi zihniyeti, bukalemun türüdür ki böylesine güven duyulmaz. Yani böyle bir siyasi, insan metabolizması perspektifinde makbul ve güven duyularak eli sıkılabilecek bir siyasetçi liyakat örneğini kesinlikle oluşturmaz. Etrafınıza bakınca kişisel rant menfaatlerine adeta perçinlenmiş çok sayıda erdemsiz; ama halkın vekili olduğunu iddia eden siyasetçi örnekleriyle tepeden ayağa tam donanımlı hale gelmiş olduğumuzu görünce de bugün ne durumda olduğumuzu anlamakta şüphesiz zorlanmıyorsunuzdur.

 

İnsanoğluna en büyük zararı bizatihi yine insanın kendisi verir. Bunu da asla akıldan çıkartmamak gerekir. Dolayısıyla milletler bilhassa da yöneticilerini, has ve milli töreyi benimsemiş erdemli, ahde vefa sahibi insan evlatlarından seçmek zorundadırlar. Çünkü erdemsizlik dışındaki bütün sorunlar, ancak erdemli siyasiler tarafından çözülebilir.

 

Yukarıda Atatürk referansının bile aslında erdemsizi erdemli yapamayacağını söylemeye çalıştım. Lakin ülkede Cumhurbaşkanlığı bile yapan Bayar’ın her şeye rağmen Cumhuriyet tarihinde liyakatli bir siyasi olarak yer alabilmesinin tek nedeni; başında, kendisini denetleyecek Atatürk gibi bir liderinin olmasıydı. Bazen bu bile insanı erdem sahibi kılabiliyor. Oysa bir de bugüne bakınca ne demek istediğimiz daha iyi anlaşılacaktır.

 

Erdoğan AKP’si eğer ülkede hala varlığını sürdürebileceğini umuyor ve bunu da bekliyorsa, derhal Kanal İstanbul projesini unutmalıdır. Şayet ezkaza milletin milli müktesebatı hilafına bu proje gerçekleşirse bilinsin ki artık İstanbul, bileşkesinde Lozan ve Montrö haklarımızı yadsıyarak bir emperyalist kampüsüne dönüşecek ve yeni emperyalist Cumhuriyetin de zorunlu olarak ilk kurtulacağı siyasi yapı, bilumum AKP külliyesi olacaktır. Nitekim işaretleri alıyoruz. Son helikopter kazası(!) vs gibi ne yazıktır ki güzelim evlatlarımızı bozuk para gibi harcıyor birileri. Uyanın artık! Yoksa sizi de uykuda yollayacaklar dört kolluyla.

 

Amerikalının Dedeağaç üssü boşuna değildir ve Kanal İstanbul projesiyle de azami iltisak halindedir. İktidara yapılan baskı da bu nedenli olduğu için Erdoğan’ın ‘inadına yapılacak’ ifadesi aslında bu baskıyı gizlemektedir. Lakin yılın AKP sözü olarak kabul edilebilir olan; küçülürken, ‘BÜYÜDÜK’ ifadesi ancak dijital teknoloji için doğruluk içerir. Çünkü sadece bilgisayar küçülürken devleşebilir özünde.

 

İşte böylesine her söylediklerini ve şayet Kanal İstanbul yapılırsa da Amerika’nın burnumuzun dibinde ve sanki yurdumuzu işgal etmiş gibi ülkemizde çok rahat, engelsiz hareket edeceğini ve ilk önce de AKP ve Erdoğan belasından kurtulacak olduğunu düşünemedikleri için bilinçsizce ve hesap bilmez Bedevi gibi bonkörce sarf ediyorlar her kelimelerini ve maalesef son, o geri dönülmez noktaya gelinirken bile ne yazıktır ki hala…

 

                                                            Serendip Altındal

 

Özün Kişiliğinin Aynasıdır...

serendipaltindal.blogspot.com

serendipaltindal@gmail.com

Video Kanalım & Şiirlerim