28 Aralık 2016 Çarşamba

İBİŞİN DÜDÜĞÜ..

            Acılı güncelin elle tutulur en yeni teması, Suriyeli gençlerin vatanlarına geri kazandırılmaları için yürütülen kampanyadır. Sözcü Gazetesinin açtığı kampanyaya, bende imzamı attım hemen kendi hesabıma. Bizim çocuklar Suriye topraklarında kırılırken, Suriyeli eşek kadar heriflerin vatanlarından kaçıp kurtardıkları kıçlarını bize dayamalarının anlam veya anlamsızlığını tartışmaya açmak bile amaçsızlıktır.

            Oysa bizim GENKUR un, bunların yaşı tutanlarını eğiterek silah tutacak hale getirip, sonra da vatanı savunmaları için ülkelerine geri postalaması, daha insancıl ve komşuluk haklarına daha saygılı, ayrıca ülkelerinde vatanları için mücadele veren diğer vatandaşlarının hayır dualarına da vesile olmaz mıydı? Geçtik eko-politikayı da, her şeyden önce konuya bu perspektifle bakılması, daha akılcı değil miydi? Öyle ya hem de hiç ilgileri olmadığı halde, neden bizim çocuklarımız onların yerine heder olup gidiyor. Dikkat edilirse biz bu vatansızlardan daha fazla ülkelerine huzurun gelmesini arzu ediyoruz.

            Kök-Türk geçmişimizi bir kenara koysak da ülkemizin, bilinmez diyarın ekilmemiş topraklarına sahip bir Tatitata Cumhuriyeti olmadığını, milyonlarca Türk evladını besleyen anlı şanlı Türkiye Cumhuriyeti olduğunu bilmek zorundayız. Yakın geçmişte bir emsali daha olmayan total yapısal bir devrime de imza atmış ve dünyanın en saygın laik humaniter, devlet modeli olan salt Cumhuriyet ile yönetilen, jeopolitik konumu itibarıyla da ebediyete kadar böyle kalmak zorunda olan, bir Türk birliği lider ülkesi olduğunu da asla akıldan çıkarmamak mecburiyetindeyiz.

            Daha yeni Osmanlı bakiyesi kokuşmuş bir feodaliteden, Atatürk mucizesiyle arınmış bir Cumhuriyetin, eşit adalet iksirini tatmış bir Ulusun ülkesinde, öyle çakma başkanlık, maşkanlık masalları da anlatılmaz, ola ki sözü bile edilemez. Özgüveni yüksek eşit vatandaş kimliğini benimsemiş bir milletin, başı yukarıda özgün bireylerinden, yeniden taksiratı bağlanmış, saray köpekliğine tersine terfi(!) eden bir ümmet toplumu yaratılamaz, biline.

            Kilise Korosu Başkanımı sanmıştın yoksa kendini. Ne başkanlığı, böyle bir ülkenin bırak protokol bandosunu, panayır cazbandına bile başkan olamazsın. Artık uyanın da ayaklarınız yere bassın biran önce. Yoksa havada savrulup bir yerlere dağılacaksınız ki sizi bir araya getirebilmek de mümkün olmayacak sonra.

Âdemi Merkeziyetçi Prens Sabahattin dönemi İttihatçıları da henüz unutulmadı. Ve öylesi hastalıklara artık aşılıdır bu millet. Onların son döküntüleri olan liboşların da hali pür melalleri ortadadır. Zatı Alilerinizin iplerini tuttuğu bu sonuncu güruh ise ülkeyi 700 milyar Dolarlar seviyesinde bir borç batağına saplamaktan başka da bir halta yaramadı bugüne kadar, kalkındık masalıyla aslında.

Osmanlı’nın borçlarını Atatürk ve Cumhuriyet Türkiye’si son kuruşuna kadar ödemişti. Sizler basıp gittikten sonra sizden sarkacak olan borçları kim ödeyecek sanıyorsunuz? Ben söyleyim; hepimizin gariban torunları, gelecek nesilleri. Yoksa kendinizi ve milletinizi kalkındık masalıyla aldatmaya, sonuna kadar asılmaya hala kararlımasınız? Şayet öyleyse bunu bir daha; ama ciddi olarak düşünün derim.

Ne ki birilerinizin aşırı kalkındıkları ise tartışmasızdır yine de. Kalkınma başlığı altında bütün yaptığınız, aslı Amerikan Müslümanı, Vatikan İmamları yetiştiren okulları çoğaltmak, çağdaş milli eğitimi tersine işletmek, ulus bilincini yok etmek ve ülkeyi sinsice aynı bağlamda sömürgeleştirmek sadece. Bir de seferberlikten bahsediyorsunuz. Seferberlik, bağımsız ulus devletler içindir. Dış borçla da bağımsız filan olunmaz. Neyinizle milli ve de Müslümansınız acaba? Olanınsa iman olmadığı kesin!

Yoksa iftihar mı ediyordunuz akut bağnazlık, utanmazlık ve aymazlığınızla. Değil şanlı Türk Ulusunun, körlük derecesinde kaygusuz bir dolap beygirinin bile tekmesi çok haşindir. Tarifsiz can yakar. Bunu da bir kere kemikleri dağılmadan anlayamaz insan, bilesiniz. Son ittihatçı liboşların kabalist masallarını dinlemeye de şerbetlidir bu millet. Yeter artık!

            Ne Osmanlısı, neyin Başkanlığı, söyletmeyin insanı, akıllı olun ulan biraz. 15 yılcık adam evladı, o beğenmediğiniz Atatürk döneminde dünya yıldızı bir ekonomimiz vardı. Ve arkasından da kuruş borç bırakmamıştı bizlere. Ki buna yüzyılların birikmiş Osmanlı Kapitülasyon borçları da dâhildir. Ülkeyi yeniden Düyunu Umumiye çıkmazına getirdiniz. Azıcık dahi olsa, biraz utanma, sıkılma olur adına insan denen her Şeytan-tanrıda.

            Ekran başında bile, utanç veren ruhsal düşüklüğünüzü izlerken, adınıza yüzümüz kızarıyor. Esef ki esef, hâlbuki sizde tık yok. Oysa o düşkün beşer görüntülerinizi izleyin de kendiniz ibret alın biraz, bilhassa da sizler; Vekil, vükela takımının iktidar yaftalıları. Muhalefetinizi konuşturmuyordunuz dahi, çünkü Başkanlık halüsinasyonu altında ötüp duruyordunuz hep birlikte. Ülkemi, Boğazından GAP’ına kadar elin gâvuruna – ki gâvur lafının dinsizle alakası yoktur, emperyaliste takılan bir lakaptır özeğinde, arif olan anlar – sattınız ulan, sıkılmanız olsun biraz. Dinli, dinsiz olmak değil; ama adam olamamak, öyle anılamamak olsun tek kaygınız.

Zurna klarneti çağrıştırır, asil enstrümandır aslında. Yoksa İbişin düdüğü mü deseydim. Siz artık beğendiğinizle çağırın birbirinizi, fark etmez nasılsa…


2016 yılını evrensel zamana arşivlerken; içinde yaşadığımız, körlerin bile gözünü açan dehşetengiz günlere rağmen, olayların analizinde, hala kendi algı merkezleriyle sorunlar yaşayanlara öncelikle acil şifalar diliyor ve 2017 yılında en azından bu sorunlarından kurtulmalarını yürekten temenni ediyorum.
Diğer dostlarım, yakınlarım ve okurlarımın da yeni yılını en içten dileklerimle kutluyor, aile bireyleriyle birlikte kendilerine, huzur, sağlık ve esenlik dolu günler diliyorum.

                                                                       Serendip Altındal



20 Aralık 2016 Salı

AMİN..

           Koruması olmayan, can ve mal güvenliğini size emanet etmiş bir iyi niyet elçisini - ki Sayın Karlov Türkiye, Rusya işbirliğini canı gönülden destekleyen ve aynı bağlamda en önde yürüyen kimliklerden biriydi - bile korumaktan acizsiniz. Misafirinizi bile koruyamıyorken milletinizi nasıl koruyacaksınız?  Size emanet adilmiş millet malını dahi çuvalıyla kaldırmaktan başka da ne boka yararsınız acaba.

            Hele de canı sana emanet edilmiş ve İstiklal döneminde olduğu gibi yine kader birliği yapmak zorunda olduğun bir komşu Devletin Büyük Elçisini, bırakın onun saygın ve candan dost kişiliğini, koruma isteyip istemediğini bile sormaya lüzum görmeden, gözün gibi korumak zorunda olduğunun da farkında değilsin anlaşılan.

            Tetikçi velet, yine beyni hadım edilmişlerden bir FETÖ ürünü çıktı. 94 çıkışlı olduğuna göre, yani tam FETO dönemi iğdişlerinden bir mahsul olduğu anlaşılıyor. Eline CIA suikast silahı verince, tipik ajan üniforması olan giysileri de üstüne uydurunca, işte sana sırıtan yeni bir ABD ajan filmi daha. Bu senaryoyu da yakında vizyona girecek olan ABD ajan filmlerinden birisi olarak, mekân isimleri bile değiştirilmeden karşında bulursan sakın şaşırma. Kimseye de ben bu filmi daha önce gördüm galiba filan demeye de kalkma. Çünkü hep böyle oldu şimdiye kadar.

            Körpe beyinlerimizin, genelde ne hikmetse de din logolu homoseksüel akıl hocaları tarafından hadım edilerek, Amerikan beslemesi teröristlere çevrilmelerinin sonuncusuna, iktidarınızla başlayan 14 yıl içinde bizatihen sizler aracı oldunuz. Kandırıldık demek de sizi kurtarmaz. Bilvesile ülkemizi, ne zaman, nerede patlayacağı belirsiz mayınlarla dolu bir mayın tarlasına da dönüştürdünüz.

İşte FETÖ ile elbirliği içerisinde elele yarattığınız mayınlar ortada, sonuncusu da dün Ankara’da patladı. Bu arada Oslo’dan başlayan bir yolculukla, memleketi patlamış bomba mezarlığına da adreslediniz. Pisipisine giden körpe canlarımdan bahsetmeye ise ne elim, ne de dilim varıyor, siz anladınız işte! Ortak eserinizle ne kadar övünseniz azdır şimdi.

            Dost dediğiniz ABD’nin herhangi bir seviyede ki parlamenteri bile ülkenize geldiğinde, korumalarıyla teşrif ediyor ve bu korumalar adamın etrafında kuş bile uçurtmuyor. Değil böyle kendinden menkul bir velet elinde beylik silahla, yarım saat milleti de tehdit edip, slogan atarak, üstüne de korunması gereken bir muhteremi vuracak. Hadi canım güldürmeyin insanı. Bok yoluna gitti zavallı, rahmet olsun. Ya onun ülkesinde aynı durum sizin başınıza gelseydi! Buna da var mı acep, bir çift lafınız.

            Bu muydu senin misafir dostluğun. Oysa vurulan Rus kardeşin koruması bile yoktu, o kadar güvende hissediyordu kendisini anlayacağın. Sizler ise düzinelerle korumayla dolaşıyorsunuz kendi milletinizin bile arasında. Yuh ki ne yuh olsun ervahınıza. Benim bunları yazarken bile inanın utancımdan yüzüm kızarıyor. Demek sadece sallamakla da olmuyormuş bu işler. Sizin aklınızda olan, son Osmanlı döneminin, ilk Meşrutiyetin bile gerisine sarkıtmaya çalıştığınız Anayasa ve çakma Cumhuriyet sosuyla servis yapmaya kalktığınız tek adam sultası sadece. Ne ki bu da sizin boyunuzu defalarca aşar bilesiniz.

            Şimdi toplayın da son aklınızı, kader birliği yapmak zorunda olduğunuz Ruslara, bundan sonra yüksek parlamenter düzeydeki muhtemel birlikteliklerde, ülkenizde nasıl bir güvenlik sağlamaya ve onları da buna nasıl ikna etmeye çalışacaksınız bakalım, bir zahmet gösteriverin.

            Ya da en doğrusu, Devletimizin içine daha fazla etmeden ve tek sığınağımız olan memleketimizin başını yakacak işlere daha fazla da bulaşmadan, düşün artık Türkiye Cumhuriyetinin yakasından, bilhassa da yol yakınken. Zira sonrasında biriken vebalinizi nelerinizle ödeyebileceksiniz. İşte bunu kestirebilmek giderek çok zorlaşıyor, söyleyelim de. 

            FETÖ temizliği deyip duruyorsunuz. İyi de bunu nasıl yapacaksınız? FETÖ’cüler yerine, muhaliflerinizi harcamakla da bir yere varamaz, en fazla kendi sonunuzu hızlandırırsınız. Yüksek akıl der ki, ilk önce kendi bünyendeki FETO etekçilerinden başlamalısın.

İğdiş edilen genç beyinlerin arınması ve yeniden cemiyete kazandırılması, çok kademeli ve esaslı bir psikolojik rehabilitasyondan sonra ancak ve belki de sağlanabilir. Dolayısıyla da hepsinden önce mecliste ve parti içinde ki iğdişlerden arınma mevcudiyetiniz acilen elzemdir. Peki, buna hazır mısınız? Şeffaf olun da içinizi biz de görebilelim o halde.

            Ne ki yapılan veya yapılamayan bütün beceriksizliğe, vasıfsızlığa yani hala FETÖ mensubu kolluk sorumlularının tasfiye edilememesine rağmen, Putin Hükümetinin yaptığı kader birliği çağrısı, artık Suriye-Irak meselesinden tasfiye edilmiş olan emperyalist Batının şaşkınlık ve endişesine, Türkiye ile daha fazla yakınlaşılacağı bağlamında da suratlarında patlayan esaslı bir şamar olmuştur. En azından bununla avunalım şimdilik. Ama Allah daha beterlerinden de korusun, âmin…
                                                                                  
Serendip Altındal

Video Kanalım

18 Aralık 2016 Pazar

UNUTMAK..

        Bomba bombayı kovalıyor. Canlar kırılıyor, yürekler yanıyor, neden? Peki, nereye kadar bu böyle devam edecek.

            Akla gelenler:

1)      Otokrat Hükümet ve OHAL yetmiyor da, bir de Başkanlık mı ısrarla dayatılıyor.

2)      AB&ABD uluslararası paravan Şirket, illaki Türkiye’yi iflasa zorlayarak, bedavaya mı kapatmak istiyor.

3)      Yoksa Türkiye’mizin bağımsız dik duruşu, emperyalist tarafında en ciddi sorun olarak mı algılanıyor.

Mevcutlar:

1)      Görev bölgelerinde liyakatli, vasıflı uzmandan ziyade, oraya buraya torpille servis yapılmış ve görev noktalarında sırıtan yandaş vasıfsızlardan geçilmiyor.

2)      FETÖ bahanesiyle içeri atılan ve yeri doldurulamaz birçok vasıflı günahsız, boşu boşuna azat olmayı bekliyor.

3)      İç ve dış Cephelerde başarıyla vatan savunması yapan elit askerler, uzman polisler, karargâh mahallerinde suikastlara uğratılarak, sanki intikam alınıyor algısı yaratılıyor.

4)      Böylesi organize işler ancak CIA, NSA, NATO vb. gibi profesyonel örgütler tarafından uyarlanabileceğinden, mutlaka AB&ABD Gladyosunun parmağının oyunun içinde olduğu, çok daha belirgin hale geliyor.

     Sonuç olarak, bütün bu organize pislik ve bir de buna mevcut Hükümetin beceriksiz, liyakatsiz, vasıfsız, yetersiz, üstüne sübyancı vs. varlığı ve tutumu eklenince, maalesef adına Hükümet dediğimiz içi boş bir tenekenin, meltemde bile vızıldayan sesini, milletçe devamlı dinlemek zorunda kalıyoruz sadece. Bu müthiş kadronun bugüne kadar yaptıkları harika(!) işlere bakınca, bundan sonra yapacaklarının da teminat(!) altında olduğu şüphesiz anlaşılmaktadır.


     Bilhassa da Batı emperyalist dünyayı Eko-Politik yönlendirir. Bugüne kadar Batı dünyasınca ortak bir partner olarak kabul gören NATO üyesi Türkiye, bugün maalesef oyunu uluslararası oturumlarda aynı düzeyde kurallarıyla; ama kendi milli menfaatlerini de kabul ettirebilecek kalite ve beceride temsil edebilecek bir elit Parlamenter kadroya sahip değildir. Bunu yapabilecek seviyede ki monşerler(!) ne hikmetse devre dışı bırakılmışlardır.

     Yani AB’ye bile kabul edilme seviyesinde görülmeyen Türkiye’nin, bugün dış dünyada parlamenter düzeyde temsil edilemediği de yadsınamaz bir gerçektir. İşte Türkiye’mizin ana meselesi de budur aslında. Ve ülkemiz emperyalist sırtlanlar tarafından vasıfsız ve müstevli AKP Hükümetine boşuna mahkûm edilmemiştir. Çünkü halen Sevr rüyasında uyuyan Batı tarafından Türkiye, sadece paylaşılacak Osmanlı uzantısı bir meta olarak görülmektedir.

     Şimdi buna itirazı olan yandaşlar, önce Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş nedeni olan gerçek Kemalist mental ve seviyede temsil edilebilmesini sağlayacak bir milli yönetime ihtiyacı olduğunu da, anlamak zorundadırlar artık. Her ne kadar bunu istemiyor olsalar da! Çünkü hiç bir devletin başı, liyakat ve erdem yerine torpil kabul etmez. Ve asla unutulmasın ki torpil yemişsen batmaya adaysın da demektir artık.


Şayet artık yetmeli diyorsak; o halde yapılacak ilk iş, mevcut Hükümeti bir kenara süpürüp, yerine acilen bir Milli Hükümetin geçirilmesini sağlamaktır. Hoş bunun ne kadar doğru bir tespit olduğu da, Türk evladını yıldırmak adına yapılan bütün bu uğraşların, onu yıldırmak yerine daha da birliğine, manevi kimliğine bağlayarak, Kemalist özeğini pekiştirdiğini ortaya koyuyor. Böylece de boşu boşuna bu uğraş ve mali harcamaları gerçekleştiren merkezlerin, aslında maddi, manevi umutsuz bir çırpınış içinde oldukları da kendiliğinden anlaşılır oluyor.

 Zaman, mekân ve isim vermeye gerek yok. Hepimiz görüyor, birlikte yaşıyoruz. TSK mensubu yiğidin biri; “sadece bir gözümü kaybettim, diğer organlarım benimle” diyerek amirlerinden yeni görev talep ediyor. Bir diğeri ona başka bir destansı cevap veriyor. Türk evladı bu, doğası gereği kahramanlık destanıdır bütün varlığı. O nedenle de ona sökmez bu işler asla!

İşte bu durumun domuz gibi farkında olan birileri de o yüzden bizi bir türlü paylaşamıyorlar ya zaten. Yani ne Türk’le yapabiliyorlar, ne de Türk ’süz. Tıpkı mevcudiyetlerinin nedeni bile Türk-Ata olduğu gibi. Ne yaparsın, bu da onların yazgısı artık. Eninde sonunda bununla da yaşamayı öğrenecekler nasılsa. Yani alıştıra alıştıra, bizden söylemesi. Aslında bizim ölümüz bile yeter onlarda kalp spazmı yaratmaya, siz işinize bakın, takmayın kafanızı.

Geçirdiğimiz her dakika, bizi son dakikamıza yaklaştırıyor. Yaşadık, olgunlaştık, şimdi olgunluk şerbetini yudumlarken, geçmişten günümüze dönüşen safahatı en azından yorumlayabiliyor, analiz yapabiliyoruz. Ne yazık ki körpe hayatlarının baharlarında ışıklarından olan yavrularımız, kısa geçmişlerini bile sorgulayamadan aramızdan koparılıyorlar. Biz eski çınarlar, yeşeremeden solan bu körpe fidanların arkasından nedenli; ama yaşlı gözlerle bakıp kalıyoruz sadece.


            Ötme kuş, ötme

            Körpe şimdi ekildi toprağına, uyanacak

            Belki de neler olduğunu henüz anlayacak

            Ötelerden kana doymuş toprak, ulu kışlaya doğru isyanla haykırıyor

            Ve boynu devrik anacığın yüreği, daha tutuşturamadan harlıyor

            Bizim içinse her gün gibi bitiyor, bak solmada akşam

            Dertli başımı yastığıma koysam da bende artık uyusam

            Uyusam da keşke her şeyleri unutsam…


                                                                   Serendip Altındal




9 Aralık 2016 Cuma

PARTİ PROGRAMI..

           Devletin giderek artan kimlik zafiyeti, bütün sosyal varlığımızı etkilerken sporumuzu, özellikle de yüz yıldan fazla oynadığımız futbolumuzu da boş geçmedi. Neticesinde BJK’mız, şaibeli AB enigmasının, özeli bile tartışmaya açık cinsi bozuk bir hakem döküntüsü, paralı asker tarafından bağıra bağıra AB dışına atıldı. Ve AB’li Napoli ile Benfica, üst gruba elele çıktılar daha doğrusu da taşındılar.

            Bu menşei, suratı gibi karanlık hergele, kendi vatandaşlarının bile yüzkarası olduğu nedeniyle, bilin ki şaibeli maçların aranan hakemi olarak yaftalanmıştır bundan böyle. Ne ki kendisi gibi kaybedecek herhangi bir değer mefhumu olmayanlar için bunun hiçbir anlamı yoktur. Böylesi bir şerefsizlik, onun umur meselesi bile değildir aslında. Üzülme BJK sen kaybetmedin, hakkın gasp edildi sadece. Bilesin ki sen sapına kadar onurlusun ve gerisini de onursuzlar düşünsün artık.
           
            Aslında birileri AB ve ABD ye posta koyduğunu sanıyor ve bununla avunup bebeleri kandırıyorken, anlı şanlı bir Türk takımı, aynı şartlarda; ama tarafsız hakemlerle 100 defa oynasa 90 defa yenebileceği bir takıma, şaibeli, rastlantısız hakem kararıyla ve AB içinde asla emsali olamayacak bir duyarsızlık ve saygısızlıkla elenmek zorunda bırakıldı.

            Yani değil Türkiye’mizi, şampiyonluk grubunda bileğinin hakkıyla ülkemizi temsil etmeye hak kazanmış BJK’mızı bile aralarında istemediler. Bu da devlet olduğunu iddia eden, üstüne üstlük bir de kendince menkul bir Başkanlıkta da gözü olan, ihtirası tavan yapmışlara kapak olsun.

            Yüce Atatürk’ün talebelik yıllarından itibaren kendisine idol olmuş ve sonuna kadar ilişkisini kesmediği kulübü BJK’mıza atılan AB şamarı, aslında bütün milletimize atılmıştır. Ve hiç kuşkusuzdur ki bu keyfiyet, en güncel temadır bugün. Üstüne de başka ne söyleyelim, ne yazalım ki. Hepsi de bildiğiniz safsatalar, boş adamların boş zırvalarının tekrarı olacaktır yine nasıl olsa.


            Artık şamar yemeye alışık bir toplum olduk herhalde ve ezcümle. Adam sahilden sapanla ağaçlarında kuş avladığı adalarını, düşmanına silah bile atmadan teslim ediyor. Ondan sonra vatan, millet, Sakaryalı hamaset edebiyatı gırla gidiyor. Haydi, canım geçiniz. Hala dinleyecek misiniz bu palavracıları. Başkanlık paradoksuyla sallamaya devam edin siz. Devlet olup da ülkenize yaptığınız başka da bir hayır yok nasılsa.

            Dolar mevzuatına gelince, garibanın ki bu takımda ben de orta saha oynuyorum, yastığımızın altında Dolarımız vardı da bozdurmadık mı? Neden kendi Dolar cukkalarınızı millileştirmeyi düşünmüyorsunuz. Birisi dünyanın en zengin siyasetçileri arsında yer alıyor. Diğerinin gemicikleri para basıyor. Cumhurun başı neden Boşbakanı ile beraber elele önce kendi ve ailelerinin fazla Dolarlarını bozdurmayı düşünmezler. Siz başlayın da emsal olun millete; ama göstermelik yapmayın bunu da, sonra da vatandaştan beklemek hakkınız olsun. Size de delikanlı desinler hiç olmazsa!

            Oysa şimdi tam zamanıdır, ulusal ihtiyacımız olan adımları atabilmek için. Ne var ki bunun içinde; attığı her adımın bilincinde olacak, sözüne güvenilir, içi dışı bir, açık hesap verebilir, emperyal amaçlara alet edilemez, uluslararası saygınlığı olan, adil, sağlam kişilikli ve öze dönük tam bağımsız Türk kimliğinin müktesep hakkı olduğuna, Türk vatanının bölünemezliğine iman etmiş; adı her ne kadar Atatürk olamasa da, aynı hamurdan bir lider kimliğine, acilen ihtiyacımız vardır.

            Şayet çevrenizde böyle bir aday varsa, gelin onu hemen lider yapalım. Ve hiç unutmayalım ki şayet Atatürk bugün yaşıyor olsaydı, aslında böylesi bir durumla asla karşılaşmayacak olsak bile vaktaki karşılaşmış dahi olsak, kim bilir bu durumdan nasıl ikinci bir kurtuluş zaferi yaratabilirdi acaba yine? Bunu düşünmeden edemiyorum. O halde vasiyeti üstüne bizde Atatürk gibi düşünelim o zaman!

           
            Abdülhamit’in 33 yıllık dumanlı istibdat dönemi ve karakteristiği tetkik edilirse, bizim Erdoğan ve icraatlarına nasıl cuk oturduğu da hemen görülecektir. Abdülhamit’in geçmiş istibdat döneminde yaptıklarının, Erdoğan başkanlığında yapılacak olanlar cephesinde, AKP’de neden parti programı olarak ele alınmış olduğu, muhtemeldir ki artık ülkemizin güvercinleri tarafından da anlaşılıyor olmuştur.

            Bir de uzatmalı yılan hikâyesine dönüştürülen 15 Temmuz var ki deme gitsin. O günden bu yana çok sular aktı hala kapalı duran dosyaların altından. Çok yaygara yapıldı, yapıldı da ne oldu. FETÖ temizliğinden başka – ki o da tam değil, kısıtlı - ortaya çıkan hayır olmadı. Peki, bunda AKP payı neydi. Ne öğrendik ki bu konuda.

            Araştırma komisyonu kuruldu da biz neyi öğrenebildik. Baş tanıklara soru bile sormayan nasıl bir araştırmaydı bu. Aslında FETÖ imzalı başlayan birinci perdesi, AKP imzalı sona eren iki perdelik bir oyundu bu. Belgelemek mi istiyorsunuz? Şimdi bakın o zaman, sonu belirsiz yahut da bütün engeller bertaraf edildikten sonra meclisin anahtarını yeni AKP Hükümetine devredecek bir erken seçime kadar sürecek olan OHAL’e ve o güne kadar aralıksız çıkartılacak KHK’lara, anlarsınız!!!

Neden mi o güne kadar? Çünkü çıkan KHK’lar, otomatikman yasallaşacak da ondan. Yoksa sol el sağ eli keser mi sanmıştınız. Yani yeni seçimle OHAL Anayasa ve CUMHURİYET bitecek, AKP gidecek yeni Başkanlı AKP gelecek. İşte oyunun aslı budur. Olay kendini belgeliyor aslında. Ben söylemiyorum; ama tasarım bu. Ee artık bundan sonrası da Türk Milletine kalıyor…
           
                                                                       Serendip Altındal



3 Aralık 2016 Cumartesi

AİLE PLANLAMASI..

            Sokaklarda, her geçen gün kimisi daha bedbahtlaşan kimisi de bedhahlaşan insan manzaralarına bakıyorum. Bir de şayet Başkanlık gelirse ilk Başkan kim olsun sorularına; sorunların küllen tepe noktası olduğu halde utanmadan ve hala yüzde elli üstünde, kendi Başkanlık darbesini bile senarize etmiş, nemalandırmış bir Erdoğan cevabı çıkınca, ‘bilmem ki daha ne desek’ demek zorunda kalıyorum.

Çarşı, Pazar ve marketlerde, park, bahçe ve mesire yerlerinde ansız ve hep böyle gideceğini düşünen; ama kredi batağında boğulmak üzere olan diğer insan katmanlarını da bu sözde seçmen ümmetinin üstüne koyduğumuzda, yurdum genelinde bıkkınlık veren, ruh karartan ve ikrah uyandıran bir tabloyu tamamlamış oluyoruz.

            Ve bize de, Mevla bu ülkeye yardım etsin demekten başka da bir söz kalmıyor artık. Oysa Mevla’nın da bize ‘kul ben sana aklı bunun için verdim’ dediğini de düşünmeden edemiyoruz hani. Şimdi, peki çözüm nedir mi diye soruyorsunuz, gözlerimin içine bakarak bana, alışıldık bir klasikle. O halde bir an için benim de size aynı soruyu sorduğuma empati oluşturun lütfen. Çünkü ben de sizden fazla bilmiyorum. Aslında gerçek ve tek ortak paydamız, hanidir kaybetmiş olduğumuz milli huzur ve güvenin biran önce, tekrar aziz yurdumuza avdet etmesidir herhalde.

            Ne yazıktır ki, halen ve utanmadan BOP atanmışı misyoner bir Erdoğan bu ülkede Başkan lider dahi seçilebilecekse, durum milletim adına hiç de normal değildir ve Türk Milleti aziz kimliğinden bile feragat etme istidadında demektir. O halde bu durumda, ipek yolu, Rusya ve Türki Avrasya’nın da Batı kapısı olan son Anadolu Türk Devleti için de deniz bitmiş demek olur ki; Allah yazdıysa bozsun. Çünkü emperyalist Batı ile oluşacak ardışıklı yakınlık, tarihi Asya’nın da karanlığını hazırlayan ana faktör olacaktır. Yani Asya kökenli Türkiye’nin ebedi varlığı, Asya’nın da ebedi garantörüdür aslında.

            MHP gibi tarihi bir muhalefet Partisi Başkanı(!) Bahçeli bile, muhalefeti unutmuş bir parti ortağı edasıyla, Erdoğan’ın Başkanlığını ilan etme yolunda emin adımlarla ilerliyor. Bakıyorum da, herhalde kendisini ve partisini huzur içinde öldüreceklerini ona vaat etmiş olmalılar diye düşünmeden konuyu geçemiyorum.

           
            Cemaatler, tarikatlar fırtınası altında türbülans mağduru olmuş Türkiye’miz, üstüne bir de Dolar çıbanı ve Suriye çıkmazı binince, azgın sularda alabora olmamaya çalışan bir kanonun içindeki yolcu görüntüsü vermeye başlamıştır bu günlerde. Ne ki asil damarlarında Öztürk kanı taşıyan milletimin çelik bağrından elbette her sıkıştığı zamanlarda olduğu gibi yine Atatürkleri çıkıverir bir anda. Bundan hiç kuşkunuz olmasın. Ne var ki emsal Atatürk’ü, yanlış adres ve burnunun kılı bile olamayacak kimliklerden beklememek şartıyla.

            İnsan faktörlü sosyal yapıların ruhani çerçevede baş aktörü olan dinler, toplumların bilimsel/ekonomik kalkınmaları, artan bireysel GSMH payları, seküler gelecekleri, savunu refleksleri, toplumsal refahları, ekonomi/politikaları ve ulusal devamlılıkları bağlamında epistemolojik faktör olarak alınamazlar. O halde nedir, nedendir bu tarikat ve cemaat işleri.

Hangi menfaatlere yönelik, hangi çakalları besleyen tekke, dergâh, vakıf vs. birliktelikleridir bunlar. Adları ne olursa olsun mevcudiyetleri, tanrıyı çeşitli biçim ve savlarla pazarlamaktan, kendilerini ve yandaşları üretim araçlarına patron yapmaktan, Kuranı Ehli Beyt özeğinden sapkın, şeri, epikürist yorumlamaktan başka neye yararlar.

Ve bunların aslında kimler ve ne amaçlar için kullanılmış olduklarını ve/veya olacaklarını araştırmak için, tarihte kısa bir gezinti bile yapmak, ulusal devleti bozmaya, ülkelerini sömürgeleştirmeye yönelik kirli yüzlerini bütün çıplaklığı ile ortaya koymaya fazlasıyla yeterli olacaktır.

Asla unutulmamalıdır ki en hümanist ve bilimsel gözüken, böyle olduğunu iddia eden her tarikat, vakıf, dernek vs. ikonlu bir başkalaşım dahi, sürüden ayrılmayı çağrıştırdığı için emperyalistin hemen iştahını tetikler ve derhal ülkesini sömürgeleştirmeye odaklı angaje edilir. Tıpkı mevcutları gibi amacından sapacak bir parti kurmuş veya elinizle hırsıza yol göstermekle eşdeğerli bir olgu yaratmış olursunuz anlayacağınız.

Ey cemaatler ve tarikatlar; siz hala atı altınızdan kapanların sizi semersiz bıraktıkları yerlerde misiniz? Uyanın ulan, bakın biraz etrafınıza da, idrak edin artık trajikomik hali pür melalinizi. İdrak edin de düşün bari günahsız yavrucukların yakalarından hiç olmazsa, başka da bir halta yaramıyorsanız. Düşün de, o gariplerin de bir tutam yaşam hakları olsun bari sayelerinizde geriye kalan kahırlı ömürlerinde.

Onların da azıcık sevinme, sevme, sevilme nedenleri olabilsin, minimal bile olsa bu yalan dünyada. Gün göremeden yanıp, kavrulup, heder olup göçmesinler dünyalarından. Çünkü onlarda insan olarak doğmuştur hepiniz gibi ve bütün insanlar da doğuşlarından itibaren aynı varoluş hakkına sahiptirler. Ve hayvan dâhil, hiçbir can yaradılışından asla sorumlu tutulamaz. Çekin artık uğursuz ellerinizi, o körpelerin narin bedenlerinden, Allahsızlar!


Gazete de “Badem bıyık ve Turban Akademisi Kanunu” yaftalı bir haber ilişti gözüme. Yani AKP eşrafına, yeni bir kaymaklı getiri daha söz konusuydu yine sonuçta. Düşündüm, kanunlar vakti dolduğunda, yeni kanunlara bırakırlar yerlerini. Demek ki böylesi asosyal çakma kanunların da fazla uzamayacağı açık olan bir süre sonunda yenilenecekleri ve varlıkları dahi hatırlanamayacaklar listesinde yer alacakları kesindir.

 Ne ki bu neviden, OHAL bahanesiyle alelacele çıkarılan ve asla devamlılıkları olamayacak kanunlardan yararlanacak olanlar, bütün aile planlarını yeniden yapmak zorunda kalacaklardır işte o zaman. Yani devran AKP’yi de bitirdiğinde. Onlar için vah ki ne vah demek bile sadece üslupta yer alacaktır!!!

                                                                       Serendip Altındal