28 Ocak 2015 Çarşamba

AKILÇAĞI..

            Sosyal Devlet, Sosyalist Devlet demek değildir salt başlık olarak ele alındığında.  Çünkü Batı dünyasında “Sosyal” tanımı, Sosyalist özeğinden kopuk ve tekbaşına havada asılı, soyut apayrı bir kavram gibi bilhassa algılatılmaktadır. Oysa işin aslı öyle değildir. Sosyal Devlet dendiğinde, pratiğinde olduğu gibi soyut ve kopuk değil, aksine Sosyalist Devletin somut bütünüdür hemen akla gelen veya gelmesi gereken.

            Avrupa da bugüne kadar havada asılı kalan bu kavramın, Marks ve Engels’den bu yana hem de ihtilậlsiz tekrar ayakları üstüne dikebilme şansı doğmuştur şimdi Yunanlı eliyle. İnşallah bu soyut kavram, özeğiyle buluşup somutlaşarak gerçek bir Sosyalist Devlete dönüşebilirde(!) eski Avrupa’nın Reform döneminde olduğu gibi, yepyeni bir Çağ başlar dünyada. Başlayan yeni Çağ ise, dünya nüfusunun neredeyse tamamına yakını olan tüm ezilen halkların, yeni umut ışığı olacaktır.


Avrupa da, diğerleri gibi göstermelik Sosyalist; ama aslında emperyalist ajanı – ki amaçlı olarak başarısız emsal yaratmak bağlamında -  sanal sosyalist partilerden biri olmadan, gerçek Sosyalist bir partinin iktidar olabilmesinden ziyade, böyle mayınlı bir zeminde iktidarını yaşatabilmesi çok daha zordur. Bu perspektiften bakınca da, Syriza Partisinin aslı ve Burjuva tarlasında ihtilal tabanı olmadan ne kadar dayanabileceği, nasıl olsa yakında çıkacaktır ortaya. Önce rüzgârın dinmesini bekleyelim ve görelim.


            Şayet tutarsa da, bizler bu demokratik devrimden neler alabiliriz. Bu sorunun cevabı da görelidir şüphesiz. Herkes, özellikle de Burjuva, grup, cemaat, vakıf, dernek vs. ve herhangi bir kült veya ezoteriktik aidiyeti olanlar, öncelikle kendi menfaat antenlerini devreye sokacaklardır kuşkusuz. Evrensel temel halklar kampusunda, yani temel sosyal tabanda yer alanlar içinse durum değişmeyecektir. Çünkü onlar, önlerine her kim ne koyarsa, alternatifsizlikten, yemeğe alışkındırlar da nasıl olsa.

            Ne ki, Sosyalist Devrim başarılı olunca, kapitalist madeni olan sömürülen geniş halk kitleleri için de durum değişecek ve bugüne kadar neler kaybettiklerinin, nasıl uyutulup soyulduklarının farkına varacaklar ve bu dinamik dürtüyle de bir anda, skolâstik uykularından uyanacak olan halklar, şimdi yeni kazanımlarına sımsıkı sarılacaklardır. O zaman da, vazgeçilemez buldukları yeni değerlerini, ne pahasına olursa olsun savunmaya başlayacaklardır artık. 

            Bu yeni olgu da, Avrupa ve geri kalan emperyalist dünyasının işte asıl büyük kậbusudur.  Yoksa Syriza Partisinin Avrupa’da iktidar olması değil, aslında başarı kazanmasıdır onların sorunu. Bundan sonra nelerin gelebileceği, karşı tarafın nasıl kendi benmerkezini savunacağı bellidir artık. Yunanistan da ki Sosyalist Koalisyon Hükümeti, daha kuruluşunda içine monte edilecek ajan/provokatör katkıyla – ki sağ tabanlı bir partiyle zorunlu ortaklık başlamıştır bile - sürekli olumsuza doğru yıpratılacak ve kendi içinden çıkmaza sürüklenecektir.

            Bu konumda olan ve AB hışmına uğramış bir Hükümetin, yakın bir vade için bile ayakta kalabilmesi, inanın AB’nin göbeğinde bir gerçek Sosyalist Hükümetin kurulabilmesinden bile daha zor olacaktır. Çünkü yeni Hükümet, kumaşına yamanacak provokativ manipülasyondan, kendi imkânlarıyla kurtulduğu takdirde bile, bu defa açıkça dışarıdan ve belden aşağı, önden, arkadan her türlü radikal saldırıya maruz kalacaktır. Bu durumda da dış kaynaklardan yardım almak zorunda kalması, kaçınılmaz olacaktır.


         Bu zorunlu durumda ise, neresinden bakılsa çok daha şümullü bir Doğu/Batı sürtüşmesinin, yeni bir dünya harbinin tek başına nedeni olabileceği düşüncesi de yadsınamayacaktır. Sonuç olarak; yepyeni bir çağın başlamakta olduğu kesindir. Ve bu yeniçağı,  “AKILÇAĞI” olarak isimlendirmek, zannediyorum ki, 5 milyon yaşında olan ve artık kemale ermiş olması gereken Homosaphien’e de, en yakışan olacaktır…

Serendip Altındal

serendipaltindal@gmail.com


17 Ocak 2015 Cumartesi

YARGITAYDAN BEKLENEN..

           Türkiye’mizin en ihtiyacı olduğu bir zamanda, her şeyini ortaya koyarak uluslararası arenada, ülkesini tek başına savunan bir vatan evladı var. Adı Doğu Perinçek olan bu ahde vefa insanı, Ermeni Diasporasının, Amerikan kongresinin yarısını kafaya alarak, Ermeni olaylarının yüzüncü yılında, zorunlu kaldığımız 1915 nefsi müdafaa tehcirinden, dünya genelinde bir jenosit yaratmak üzere, yeni bir atağa kalktığı bu kritik günlerde, yedi düvelin karşısında ülkemizin haklı savunusunu yapmaya soyunmuştur yine.

            Bu savunmayı da, sanki İsmet Paşanın Lozan'ı gibi, naif omuzları üstünde; ama ne yazık ki devletinin desteğinden yoksun ve tek başına üstlenmiş bir vatandaşımızdır. Emsal gösterdiğimiz İsmet Paşanın ise arkasında, kapı gibi bir Atatürk ve onun milli meclisi vardı... 

            Cihan harbinin bizim için en sıkıntılı döneminde, içimizden birileri olarak 600 yıl Osmanlı ümmetiyle kardeşçe yaşamış ve her şeyimizi paylaştığımız insanlardır bunlar. Harbin mağlubu ve yorgunu, hem de emperyalist sırtlanların, vatanımızı şimdiki gibi yine paralamaya hazırlandığı bir sırada, birlikte ekmeğini yedikleri ülkenin yurttaşlarını, sanki müstevli Şeytana uyup kalleşçe sırtından bıçaklayanlar değillermiş gibi, utanmadan bir de yedikleri herzeyi ödüllendirelim istiyorlar. Utanmazlığın, şerefsizliğin ve hayâsızlığın bu derecesine tarihte rastlanmamıştır.            

            28 Ocakta AİHM davasında tek başına, başı yukarıda ve dimdik, yine ülkesini savunmaya hazırlanan ve Ergenekon balonu patladıktan sonra da gıyabındaki olası bir suç şüphesi otomatikman düşen sevgili Perinçeğin, ne hikmetse(!) birileri yine de çakma tutuklama kaydıyla yurt dışına çıkmasını engelledi. Oysa orada Sayın Perinçek yerine, Türkiye’mizin tezini savunmak üzere devletin hukukçularının, tarihçilerinin bulunması gerekiyordu.

            Bunu yapmaktan aciz olan Hükümet, hangi amaca(!) hizmet ettiğini işaret eden ve patronunun kendisine yüklediği gerçek misyonun utancını sergileyen safta kalmayı tercih etmiştir. Bunu yaparken de her zaman ki gibi yine, bizi hiç şaşırtmamıştır.

            Hele de bu düşkünlük içinde, varlıkla yokluk arasında kararsız kalan Hükümetten; bir de genç araştırmacılarımıza gözdağı vermek adına, körpe canlarını alan emperyalist ajanı o.... çocuklarının üstüne gitmesini beklemek, saflık ötesi enayilik olur. Bilmeli ki, emperyalist şerefsiz, gençlerimize gözdağı vermeye odaklı cinayetlerle, hiç bir yere varamaz. Ve Atatürk'ün neferleri olan genç bilimcilerimizi, ürkütemezler bile. Olsa olsa sonunda kendi boyunlarını kıracak olan süreci hızlandırırlar.

            Şimdi buradan, genç milli bilimcilerimizin, aydınlarımızın can güvenlikleri için en fazla, bizim MİT'e, İmralı da ki çapulcuya ibrik taşımayı bırakıp, körpe canlarından edilen ve milli istikbalimiz olan genç araştırmacılarımızın tetikçileriyle ve de siparişçileriyle, aynı yöntemlerle hesaplaşmaları çağrısında bulunabiliriz.

            Çünkü kendileri bu işleri iyi bilirler ve bu işler için de biçilmiş tek kaynaktırlar. Allahın bildiğini kuldan neden saklayalım ki; kendi adıma şayet bir MİT görevlisi olarak, böylesine gurur verici kuvayi milli bir görevle onurlandırılmış olsaydım, çok büyük bir şevkle bu şerefli görevi sonuçlandıracağımdan da adım gibi emin olurdum.

            Başlangıç konumuza son noktayı koyalım öyleyse. Şimdi Yargıtay’a düşen görev ise, Türkiye Cumhuriyeti ile Devletinin ayrı kimlikler taşıdığı Türkiye’mizde, prensipte Türkiye Cumhuriyetini temsil edemeyen Hükümetin, bu ayıbını örtüp, namusunu kurtarıp, hem de Türkiye Cumhuriyeti DEVLETİNİ gerçek anlamda temsil ederek, Sayın Perinçeğin yolunu açarken; aynı bağlamda kendisinin tam bir maddi manevi destekle, AİHM önünde yalnız kalmamasını sağlamak da olmalıdır. 
                                                                                                                                                                                                                               Serendip Altındal

Video Kanalım

15 Ocak 2015 Perşembe

TERÖRMÜ TERÖRİSTMİ..

            Zamanlar içinde oluşmuş 16 Türk devleti tarihseli; coşkulu, vardığı yerlerde İmparatorluklar kurarak tarihe yerleşen, nizamını kurarak, uygarlığını yayarak, egemenliğini dosta düşmana kabul ettirdikten sonra da, hemen yeni arayışlara giren, çağlayanlar gibi taşan ve bulunduğu yerlere sığamayan bir milletin tarihi, yani evrakı metruke sidir. Zaman geçtikçe ve teknoloji geliştikçe de çok daha eskilere uzanan, geçmişinde bile yerinde duramayan ve devamlı derinleşen, eskidikçe de şarap gibi değer kazanan, muhteşem bir tarih. Ne kadar görkemli, ihtişamlı ve iftihar edilecek evrensel bir varoluş bu Tanrım. NE MUTLU TÜRK’ÜM diyene.

            Pekiyi eniştemiz bizi neden öptü acaba. Türk'ü ağzına almayan, kendine kondurmayan enişte, herhalde birisinin olumlu tavsiyesine uyarak, Türklerin ülkesinde belki de ilk defa, bu güne kadar yaptığı en anlamlı gösterisinde sahne almıştı oysa. Kendi adıma, köşk katında ilk defa yapılan ve Türk'ün şanlı tarihine yakışan bu anlamlı görseli, dekor yetersiz olduğu ve başoyuncu da Erdoğan olduğu halde tutmuştum aslında. Ne ki, 16 farklı dönemin Türk neferiyle saf tutması da boşa çıktı.

            Zira fazla antipatik olduğu ve ortaya çıktığından beri, sayısız olumsuza el attığı için, olumlusuyla bile yine kimselere yaranamadı. Yani ne yapsa yakışmıyor bizim biradere. Ne yapsın bu onun fıtratı oldu artık. Suçu kendi naturasında aramalı, başkasında değil. Her adımıyla nasıl gelgitleri oynadığını, her attığı adımın bir öncekinin farklı yönünde bir hamle olduğunu, diyelim ki kendisi idrak edemiyor; yoluna kendilerini bu kadar ucuza pazarlayan seçmeni ve yandaşı, akli melekelerini balık pazarında mı unuttular acaba...


            1- Özellikle alt kaynakları zengin ve bağımlı ülkelerde terörün yaşatılması ve düğmeye basıldığında ortaya çıkması tesadüf değildir elbette.

            2- Bu durum aynı zamanda, başını ABD'nin çektiği ve aslan payını aldığı emperyalist tasallutun, ulusal kaynakların soyulmasında, arka planda ki hempası olan Avrupalı sürüngenlerin, bu terörü nasıl ve neden beslediklerinin de yadsınamaz göstergesidir. 

            3- Uluslararası alanda besledikleri farklı terörist sürülerinden, özetle de İslam yaftası taktıklarını, zaman zaman yeraltına çekerken, ekonomi politik göstergeler işaret ettiğinde, bir anda Paris’te olduğu gibi, yeryüzünde de çiçek açtırabiliyorlar. Mesela El Kaide, Boko Haram, IŞİD vs. son dönemlerin bu bağlamda seçkin örnekleridir. Müslüman yaftalı olmayanları ise daha ziyade, salt hedefli tetikçilikte (toplu suikastlarda) kullanıyorlar. Bunun önceliğine de aralarında ki emir komuta zinciri karar veriyor. Ve Paris’teki olayın da, ön anlaşmalı olduğu apaçık sırıtıyor aslında.

            Çünkü harekât amiri komiserin ve sözde kovaladığı tetikçilerin ifade veremeden telef olmaları, bu durumun çok açık bir göstergesidir. Sömürgelerin dışında ilk defa bir AB ülkesinde İslam yaftasıyla, radikal bir provakosyon amaçlı yapılan bu tetikçilik, ekonomik dar boğazlara giren vahşi Batı'nın, 'hep benden beklemeyin, sizlerin de taşın altına elinizi sokmanız gerekiyor' bağlamında ABD ayağının, AB uzantısına verdiği direk bir mesaj olarak da okunabilir. Belki de muhtemel bir infialden endişe duyan Obama, bu yüzden Paris’te görüntü vermemiştir, kim bilir.  

            5- Besleme terör ile bunalıma sokulan ve çaresiz kalan yerel Hükümetler, eli mahkûm Batıdan yardım talep etmek zorunda bırakılıyorlar. Hemen işareti alan emperyal güçler, başlarında da muzaffer komutanları ABD olmak üzere, gayet meşru gerekçelerle, ellerini kollarını sallaya sallaya, daha önce terk etmek zorunda kaldıkları kurban ülkelere, bu defa kurtarıcı pozunda yeniden yerleşiyorlar.

            6- Beslenen terör, sadece vurucu, eli kanlı teröristlerden oluşmaz. Siyasi partiler, medya araçları, çeşitli kamu teşekkülleri, hukuksal profiller, ticari kurumlar, bankalar, üniversiteler, liseler hatta çocuk yuvalarına kadar değişen formatlarda da karşımıza çıkmaktadır. Çeşitli istihbaratların araştırma raporlarında, bu konuda çok çarpıcı bilgilere ulaşılmaktadır. Sadece ABD kendi milli istihbarat kurumlarına, hedef ülkelerde soft-hard terör organizasyonları uyarlamaları için yıllık bütçelerinden, bugünlere kadar dudak uçuklatan rakamlar ödemiş ve ödemektedir.


            Paris olayından kendimiz de bazı mesajlar alıp, sıradaki biz olabiliriz düşüncesiyle çok tedbirli olmalıyız. Düşünün, PKK terörünün üstüne, bir de bu ne idüğü belirsizleri koyarsanız faturamız kabarabilir. Hoş hani evelallah üstlerinden geliriz nasılsa ve askeri, sivil faydalı da bir şer olur bizim için aslında. Ne var ki, her riskin kabul edilebilir bir zararı da vardır kuşkusuz. Ama kâr zararı fazlasıyla karşılayacaksa ki hesap öyle gösteriyor. O zaman mesele yok varsın gelsinler. Başımızın üstünde yerleri var.

            Yalnız sonra bizi, emperyalist patronlarının diğer besleme kurumları olan çakma insan hakları komisyonlarına, "bize sürek avı yaptılar" diye, şikâyet etmeye de kalkmasınlar. İnceldiği yerden kopacaksa da kopar nasılsa. Malum, korkunun ecele faydası olmadığı nedeniyle de, korkmanın boşuna olduğunu da iyi bilir Türk milleti...
             
                                                                              Serendip Altındal

Video Kanalım

12 Ocak 2015 Pazartesi

DOKUZLUK PSİKOZ..

           "Dokuzluk" tabirim, mermi değil, yeni bir silah veya aracı da betimlemiyor. Sadece cinsi ve menşei belirsiz; ama Epikürizm'in hiç bir tasnifinde açıklaması da bulunmayan, ancak bizim mecliste rastlanabilecek yeni bir kelle tipini açıklıyor. Bu öyle bir tip ki, ilk ahitten bu yana var olan Âdem ve Şeytan tiplemesinin de üstünden atlayarak, ergin olanın değil; ama genç insanın acaba bende mi bir sorun var diye, kendi gen yapısını bile mukayeseli olarak sorgulamasına neden oluyor.

            Anlayacağınız bu dokuzların durumu, aslında tam bir Psikiyatri vakasıdır. Ne ki bu sapkınlık gündem oluşturuyor ve bu gündem de ne yazık ki birileri tarafından, bize kader yapılmaya kullanılıyor ülkemizde. Bu çarpık gündemi oluşturan; komplo teorisyenlerine göre de, NSA zihin kontrolü programı kurbanlarının, mademki adalet anlayışları budur ve bu kadarcıktır; o halde aslında anayasal suç işleyen bu vekillerin okul diplomalarını geçersiz kılın, tüm mal varlıklarına aynı hukuk sistemi içinde el koyun ve tüm maddi, manevi kimliklerini bir anda sıfırlayıverin.

            Bakalım kendi hırsızını aklayan aynı beyzadelerin, aynı adalet sistemi hakkında ki yorum ve karar gerekçeleri nasıl olacak, hep beraber görelim. Benim safım belli nasıl olsa, haydi buna da varmısınız bahse. Ayrıca malum olduğu gibi de, ateş sönünce donlar tekrar giyilir. Bu da unutulmamalıdır...


            TÜSİYAD'çı haklı, Türkiye’de elbette paralel devlet yoktur. Çünkü şayet olabilseydi, ülkemiz sistem kaosundan kurtulamaz ve anaforunda kaybolurdu. Sadece devlet içinde devlet oluşturma teşebbüsüne, mevcut iktidar ve 'Feto'llah cemaati tarafından müştereken girişilmiş; ama bu teşebbüs, özeğinde bir Libya, Suriye, Afganistan vs. skolâstiği olmayan yüce Türkiye Cumhuriyetinin, gerçek sahibi Türk Ulusunun derin devleti tarafından, akamete uğratılmıştır.

            Dostumuz değil; ama sömürgecimiz olan ABD ve AB Gladyosu bizim topraklarda silahı tekrar ellerine alamazlar artık. Geçmiş olsun onlara. Şayet alırlarsa bu defa ahrette de kendilerine yer bulamazlar zira. Çünkü Fransa’nın sosislik domuzları bile terör ile gerçek yani Hz. Muhammed İslamının (Ehli Beyt), zerre kadar ilişkisinin olmadığını bilir. Ayrıca Türklerin sofist ve Şamanizm bandajlı İslami tasavvufunda, fanatizme de hiç yer yoktur. Ve Atatürk'ün Türkiye Cumhuriyeti de, tam laik ve her şeye rağmen demokratik bir devlettir.

            Buna rağmen Erbakan’la başlayan ve AKP hükümetiyle de yakamıza yapıştırılan, son yıllardaki bize hiç yakışmayan irticai ve fanatik sapkınlıkların, ABD menşeli olduğunu, Nato ve AB Gladyosu da en az Fransa’nın sosislik domuzları kadar bilirler ve ülkemizde irticayı, terörist çetesi PKK ile birlikte desteklemişlerdir de aslında. Ne var ki hedef üzüm yemek değil, bağını paylaşmak üzere bağcıyı dövmektir. Tabii bağcı dayağı kabul ediyor veya bağcıyı dövmeye güçleri yetiyorsa. 

            Meğerki İslam olarak tanımladıkları, ne idüğü belirsiz ve yumuşatılmış(!) ABD veya Vatikan İslamı olmamış olsun. Çakma sebepler, kitlesel katliamlara asla malzeme yapılamaz. Bunun bedeli, neden olanlar için çok ağır olur. Akıllı olsunlar ve sakın ola Türk'ü bu bağlamda provoke edip, yine karşılarına almasınlar. Ne var ki Haçlı cihat orduları yerine, IŞİD mişid gibi paralı kurşun askerleriyle tıpkı paralel devlet kuruyormuş gibi, artık ezberlenmiş angajmanlarla, boşuna teşebbüslere de girişirler ve yine ilk fırsatta girişeceklerdir de.

            En son numaraları da, Hıristiyan toplumları provoke ederek yeni bir Haçlı cihadı tetiklemek için, son Paris olaylarının gösterdiği gibi - bilhassa da harekâtı yöneten polis müdürünün ve eylemi yapan teröristlerin ifade veremeden şüpheli ölümlerinin verdiği algı üzerine - sanal İslam korkusunu körükleyerek, tıpkı ikiz kulelerde olduğu gibi, yarattıkları İslam'ın sırtına yükledikleri olayı, genel anlamda bir meşru müdafaa ivmesine devindirmek, özellikle de hedefinde bizi Sevr hudutlarına gerileterek, Orta Doğu ve Asya devletlerine de gözdağı vermektir. İşte bizde kurguladıkları açılım ve arkasında ki spekülatif sözde Kürt Birliği hikâyesi de, bu projenin bir diğer ayağıdır.
           
            Bu arada çok iyi de bilmektedirler ki, bütün Haçlıya, en zor şartlarında bile tek başına posta koyacak ve dimdik ayakta duracak yine de Türk Ordusundan ve Kuvayı Milliyemizden başka da bir güç yoktur bu dünyada. Meğerki bu uçuk teşebbüs tutsa bile, bu orta oyunundan, olmayan ulusal kimliği yerine, sımsıkı sarıldığı federatif kampus kimliğini, tek bayrak altında tutabilmek adına, uzatmaları oynayan ABD ve modası geçmiş sistemi için, geçici bir süre daha zamana oynamaktan başka da bir kazanç çıkmaz tüm Batı dünyası adına.

            Aynı bağlamda, tüm bu kirli oyunların arkasındaki baş senaristin de ABD ve ilgili istihbarat kurumları olduğunu uzun satırlarla tekrar anlatmaya kalkmak, artık bu kadar ortak tecrübeden sonra, abesle iştigal olacaktır. Bunun yorumunu, en iyisi okurun muhayyelesine bırakalım. Ayrıca ABD'nin Paris’te yapılan büyük protesto yürüyüşünde lider bazında temsil edilmemiş oluşu, bu tespitlerimizin teyidi anlamını da taşımaktadır. Çünkü baş zanlı, Paris protestosunun bir anda kendi aleyhine de dönüşebileceğinden, belli ki büyük bir korku duymuştur.

            Şimdi bu son cümleleri Haşim Kılıç'ın "Hak İhlali" tümcesinin de altına yazarsanız, Türkiye’mizin AKP Hükümeti ve gizli destekçisi muhalefet işbirliğiyle, ABD ye nasıl paket halinde teslim edildiğini de, daha iyi anlamış olursunuz...

            Bu arada, Doğu ve Batı bloğu arasında menfaat kıvırmalarıyla iki tarafla da flörtleşerek, ikisine de gülücükler atan, ikili, üçlü vs. devamlı sayısal oynayan, bizim sarayın çakma Müslümanı(!) ve yalnız mimarını da yukarıdaki rabıtayı belirten perspektifin dışında asla tutamayız. 


            Bir yanda bunlar oluyor ve düşünceler yoğunlaşıyorken, diğer yanda Atatürk'ten çalıntı sarayında dünya yalnızı ve kendisine sarayın çatısındaki güvercinlerin bile güldüğü, çıplak bir Sultan bozuntusu ya da bir deforme Sultan, kendisinin çalıp söylediği, söylediğini de kendisinin dinlediği saray gecelerinde, "Sonumun Başlangıcı" adlı kişisel tragedyayı tek başına oynarken, muhtemel ki, son günlerini de sayıyordur...     
                                                                                                                                                                                                                                Serendip Altındal

Video Kanalım

2 Ocak 2015 Cuma

VARMISINIZ..

Hiç su ile dışkı aynı mekânı paylaşabilir mi? Bu mümkün değildir. Çünkü su akar, dışkı gider. Ayrıca aksi, eşyanın tabiatına da aykırı olurdu. Demek ki zitat neymiş. Bok yoluna gitmemek için hep suyolunu açık tutmak gerekiyormuş.

Konu buradan açılmışken; Makyavelist mantalitede bir Erdoğan kendince o yola gitmemek ve ne pahasına olursa olsun ayakta kalmak adına, saati çalınca Borjia gibi geceden sabaha, varlık nedeni olan en yakın dost, sırdaş ve sadık yardımcılarını bile satacaktır. Ve peş peşe esen azgın fırtınaların türbülansında yok olmamak için, kılavuza ihtiyacı olmadan da bulabileceği, tek barınağı olacak Kemalist Ulusalcı limana doğru, “benden iyi kaptan mı bulacaksınız” rüzgârıyla uskur çevirmeye başlayacaktır kuşkusuz. Çünkü danışmansız da bunu idrak edecek ve kendi hanesine yazdıracak kadar kafasının çalıştığı yadsınmamalıdır.

            O halde şimdi buradan akapeli makapeli, yandaş yundaş, böyle bir şey olacağına ihtimal vermeyen her kimlerse, hepsine ortak bir çağrı yapıyoruz. Haydin varmısınız bahse…

            Onların cephesinde durum böyle iken, bizim cephede vaziyet nasıl acaba diye genel bir soru sormadan önce, bir anımsayıverelim. Atatürk; ‘ben de içinizden biriyim, siz de bensiniz aslında’ diye boşuna mı söylemişti? Ki Atatürk gibi bir deha adamının boşuna konuşabileceğine ihtimal bile verilemez. Şayet böyle olsaydı, kendisi sadece Türk milletine güvenerek, ağır yokluklar ve koşullar altında, tarihin ilki olan bir bağımsızlık savaşına başlar ve hem de yedi düveli karşısına alabilir miydi hiç? O halde kalben inanarak söylediği ve koskoca bir sorumluluk yüklediği Türk milleti, yani şimdi içinden yeni Atatürkler çıkaracak öz güvene sahip olmayacak mı?

            Acaba bu millet, kendi hamurundan yaratılmış ve kendisi gibi de kaypak olmayana boşuna yatırım yapmayacak olan emperyalistin, dümen suyunda seyreden kaypak uskurlara muhtaç olacak düşkünlükte ve kişiliksiz bir acz içinde midir? Ki kendi liderini çıkaramaz. Bu soruyu da kendimize arada bir, soruyor muyuz acaba Beyler, Paşalar ve Hanımefendiler.

Yoksa gençler göstermelik çeşitli kamusal kozmetiklerle popülasyon cilalıyor, akıntıya karşı kürek sallıyor, arkalarında gözü yaşlı ailelerini bırakan körpelerimiz de, asimetrik bir hiçlik de boşuna helak oluyor ve milli reaksiyon da bundan öteye taşınamıyorken, geriye kalan Senyorlar ve Senyoritalar dan mı milli devrim bekleniyor acaba?

Sırtımızda taşıdığımız, nafakalarımızla ve utanmazların emekli aylıklarımızdan bile kestikleriyle kendilerine ek ödenekler çıkaran, hesabını veremedikleri örtülü ödeneğe kaynak yaratan; ama diğer yanda, milletini temsil ettiğine de sözde yemin eden ve elimizle beslediğimiz birileri, yüce Atatürk’ün meclisinde kapalı oturumlarda, biricik varlığımız olan ve vatan dediğimiz tek parçalı battaniyemizi, üstüne üstlük bir de üstümüzden sıyırıp, yamalı bohçaya dönüştürmeye kalkıyorlar. Veya da bu komploya refakat ediyorlar.

Yakında açıkta bırakılması planlanan kıçlarımızla, ayazda boşuna titreyeceğimize; Osmanlı Türkçesinden önce tokadını patlatırken de onlara,  “YETTİNİZ GARİ” demesini bilmemiz gerekmiyor mu artık. Çünkü engel tanımayan sürüngenlerden kaypak yılanı emsal almak; biz Türklerin, dağların eteklerinde sürünmek yerine, onların üstünden aşmayı yeğleyen, özgür kartal doğalarıyla, asla uyuşmaz.

Ve hiç aklımızdan çıkarmayalım ki, her şey kendi özüne kavuşur sonuçta. Yani tavuk tavuğa, hamsi hamsiye, adam evladı da, kendinden olan adam gibi adamlara takılacaktır yalnız kaldığında. Demek oluyor ki, takılacağımız çevre ve kaynakları çok iyi teşhis etmemiz gerekiyor. Yetişkinlerde ön bilgi ve tecrübelerin, bilhassa da insan kaynağı bağlamında daha fazla olduğunu var sayarsak, bu değerlerin de alınmasını içeren tavsiyemizin, özellikle de gençleri hedeflediği anlaşılacaktır. Ne var ki gençlerin doğruları da yetişkinlere, arada sırada yeni tecrübeler kazandırmaktadır. Bu alışveriş de, insan doğasının evrensel devinimi gereğiyle sonsuzdur.

Hoş büyükanneler, dedeler, anne ve babalardan oluşan Kuvayi Milli milisler, saat vurduğunda nasıl olsa çocuklarından, torunlarından önce, yine tam tekmil görev başı yapacaklardır. Nasıl ki ilk önce bizler gelincik mitinglerini başlattıysak, sonunu da getiririz evelallah, kimsenin kuşkusu olmasın...


Alışveriş demişken konu konuyu açıyor. Kendimiz için alışverişi, emekli dünyamızda çoktan unuttuk artık. Şimdi alışverişten anladığımız sadece, zorunlu yaşam savaşımızı veya hayat kavgamızı sürdürmektir. Hepsi bu kadar işte. Yeni yıla girdiğimiz bu günlerde, dar gelirli vatandaşların berbat bir kâbus gibi arkalarında bıraktıkları 2014 yılını, ne yazık ki aratacak olan 2015’in, meslekten bir hayat kadını edasıyla karşı kaldırımdan bize göz kırptığını görüyoruz. Ve biliyoruz ki; “Kitlelerin ezilmeleri aynı olmak üzere bir ülkede ne kadar çok proleter bulunursa, o kadar zengin olunur.  Karl Marx”.

Zengin, sermaye sahibine denir. Bir işçinin asgari ücretle sermaye biriktirebilmesi, kapitalist sistemin tabiatına aykırıdır. Ne var ki milli piyango vs. kazanmış olsun. İşin adamı olmadığı için o kazancını da sermaye piyasasının akbabaları, çabucak elinden alacaklardır nasılsa. Çünkü “proletarya, zengin burjuvanın madenidir” de denmekteydi aynı dönemlerde.

Şimdi söyleyin lütfen, bütün sözde sendikacılığınıza, sosyal haklarınıza rağmen değişen ne olmuş liberal sermaye dünyanızda. Yani bildik tas, bildik hamam. Ve aksine, gittikçe daha da kötüleşmiş dar gelirlinin yaşam standardı. Hakçı yalanların bolca savrulduğu, bırakın verilen sözlerin tutulmasını, işçiyi muhatap alıp söz dahi vermek tenezzülünde bulunulmadığı bir taşeron ülkesinde, çalışan ve/veya sömürülen sınıflara nasıl daha mutlu bir gelecek temenni edilebilinir ki. Şayet bunu yaparsak, bunca bilimsel gerçeği de dıştalamış olmaz mıyız?

Hal bu olunca ve cumhurun başında bulunanın, yokluklar ülkesinde doğumu neden ve kimlere dayanarak teşvik ettiğini de bu bilgilerimizin üstüne vurduğumuzda, daha da iyi anlıyoruz ki, Marks’ın 1857 yıllarında yukarda söylediklerinden bu yana, yaşlı dünyamızda fazla da bir şey değişmemiştir. Fazla doğum daha fazla proleter, o da Burjuva için daha fazla sermaye demektir. Ve bu sermayenin bir kısmı sahibinin yaşam refahını sağlarken, diğer kısmı da kiraladığı emeğin, artı artığını arttıracaktır. Bu da kendiliğinden daha fazla sermaye demek olacaktır.

Pekiyi işçi bundan ne alacaktır. Ne alamayacağını düşünün, bunun da cevabını kendiniz vermiş olursunuz esasen. İşte fazla doğumu öngören uçuk talebin de tek nedeni, sürekli proleter aleyhine işleyen, işlemesi istenen ve Proletaryayı sürekli Burjuvanın madeni halinde bırakan bu kurgusal sermaye birikimidir.

Doğruları alta alta koyduğumuzda, dün ezilenin bugün de fazlasıyla ezilmeye devam ettiğini, sadece zengin’in çok daha zengin olmasından başka bir değişikliğin de, bunca yıla rağmen olmadığını görüyoruz aslında.  Sermaye ve teknoloji o günden bu güne katlarıyla artarken, fukaralık da doğru oranda katlarıyla artmıştır. Pekiyi bu nasıl ve neden olmuştur.

Bu sorunun cevabını da çoktan uzatmalarını oynayan Ricardo’lar, Malthus’lar, Adam Smith’ler ve çömezlerinden güncele sarkan,  bugünse liberal terfi(!) de alan çarpık kapitalist ekonomik yapıda aramanız lazımdır. Bu arada düşünün ki, bir de ülkemizde ki sermaye hareketinin, ithalat borçlarının günbegün katlandığı,  gayri mili oluşu meselesi var.  Ki bu durum da, yabancı sermayeyi ya da yabancı artı artığı, kendi yok halimiz ve milli kaynaklarımızla nasıl şişirdiğimizin de göstergesidir. Bu son tespit ise, ulusun günlük tayınının tuzu biberi olsun artık.

Siz de kendi tespitlerinizi yaptıktan sonra, şayet Marx’a rahmet de okusanız, bildik kafalar aynı kaldıkça, başından itibaren yamuk olan ve kendi çelişkisini bile inkar eden sistem, spiral helozonik diyalektiğinden, doğrusal ivmeye asla devinemeyecek ve yakında atık olup tarihin çöplüğünde, savunucuları ile birlikte yok olacaktır. Ve işte o zaman, rahmetlinin mezar taşını Osmanlıca yazarlar artık…


 Serendip Altındal

Video Kanalım