Hiç
su ile dışkı aynı mekânı paylaşabilir mi? Bu mümkün değildir. Çünkü su akar,
dışkı gider. Ayrıca aksi, eşyanın tabiatına da aykırı olurdu. Demek ki zitat
neymiş. Bok yoluna gitmemek için hep suyolunu açık tutmak gerekiyormuş.
Konu
buradan açılmışken; Makyavelist mantalitede bir Erdoğan kendince o yola
gitmemek ve ne pahasına olursa olsun ayakta kalmak adına, saati çalınca Borjia
gibi geceden sabaha, varlık nedeni olan en yakın dost, sırdaş ve sadık
yardımcılarını bile satacaktır. Ve peş peşe esen azgın fırtınaların
türbülansında yok olmamak için, kılavuza ihtiyacı olmadan da bulabileceği, tek
barınağı olacak Kemalist Ulusalcı limana doğru, “benden iyi kaptan mı bulacaksınız”
rüzgârıyla uskur çevirmeye başlayacaktır kuşkusuz. Çünkü danışmansız da bunu
idrak edecek ve kendi hanesine yazdıracak kadar kafasının çalıştığı
yadsınmamalıdır.
O halde şimdi buradan akapeli
makapeli, yandaş yundaş, böyle bir şey olacağına ihtimal vermeyen her kimlerse,
hepsine ortak bir çağrı yapıyoruz. Haydin varmısınız bahse…
Onların cephesinde durum böyle iken,
bizim cephede vaziyet nasıl acaba diye genel bir soru sormadan önce, bir
anımsayıverelim. Atatürk; ‘ben de içinizden biriyim, siz de bensiniz aslında’
diye boşuna mı söylemişti? Ki Atatürk gibi bir deha adamının boşuna
konuşabileceğine ihtimal bile verilemez. Şayet böyle olsaydı, kendisi sadece Türk
milletine güvenerek, ağır yokluklar ve koşullar altında, tarihin ilki olan bir
bağımsızlık savaşına başlar ve hem de yedi düveli karşısına alabilir miydi hiç?
O halde kalben inanarak söylediği ve koskoca bir sorumluluk yüklediği Türk
milleti, yani şimdi içinden yeni Atatürkler çıkaracak öz güvene sahip olmayacak
mı?
Acaba bu millet, kendi hamurundan
yaratılmış ve kendisi gibi de kaypak olmayana boşuna yatırım yapmayacak olan
emperyalistin, dümen suyunda seyreden kaypak uskurlara muhtaç olacak
düşkünlükte ve kişiliksiz bir acz içinde midir? Ki kendi liderini çıkaramaz. Bu
soruyu da kendimize arada bir, soruyor muyuz acaba Beyler, Paşalar ve Hanımefendiler.
Yoksa
gençler göstermelik çeşitli kamusal kozmetiklerle popülasyon cilalıyor, akıntıya
karşı kürek sallıyor, arkalarında gözü yaşlı ailelerini bırakan körpelerimiz de,
asimetrik bir hiçlik de boşuna helak oluyor ve milli reaksiyon da bundan öteye
taşınamıyorken, geriye kalan Senyorlar ve Senyoritalar dan mı milli devrim
bekleniyor acaba?
Sırtımızda
taşıdığımız, nafakalarımızla ve utanmazların emekli aylıklarımızdan bile kestikleriyle
kendilerine ek ödenekler çıkaran, hesabını veremedikleri örtülü ödeneğe kaynak
yaratan; ama diğer yanda, milletini temsil ettiğine de sözde yemin eden ve elimizle
beslediğimiz birileri, yüce Atatürk’ün meclisinde kapalı oturumlarda, biricik
varlığımız olan ve vatan dediğimiz tek parçalı battaniyemizi, üstüne üstlük bir
de üstümüzden sıyırıp, yamalı bohçaya dönüştürmeye kalkıyorlar. Veya da bu
komploya refakat ediyorlar.
Yakında
açıkta bırakılması planlanan kıçlarımızla, ayazda boşuna titreyeceğimize; Osmanlı
Türkçesinden önce tokadını patlatırken de onlara, “YETTİNİZ GARİ”
demesini bilmemiz gerekmiyor mu artık. Çünkü engel tanımayan sürüngenlerden kaypak
yılanı emsal almak; biz Türklerin, dağların eteklerinde sürünmek yerine,
onların üstünden aşmayı yeğleyen, özgür kartal doğalarıyla, asla uyuşmaz.
Ve
hiç aklımızdan çıkarmayalım ki, her şey kendi özüne kavuşur sonuçta. Yani tavuk
tavuğa, hamsi hamsiye, adam evladı da, kendinden olan adam gibi adamlara takılacaktır
yalnız kaldığında. Demek oluyor ki, takılacağımız çevre ve kaynakları çok iyi
teşhis etmemiz gerekiyor. Yetişkinlerde ön bilgi ve tecrübelerin, bilhassa da
insan kaynağı bağlamında daha fazla olduğunu var sayarsak, bu değerlerin de
alınmasını içeren tavsiyemizin, özellikle de gençleri hedeflediği anlaşılacaktır.
Ne var ki gençlerin doğruları da yetişkinlere, arada sırada yeni tecrübeler
kazandırmaktadır. Bu alışveriş de, insan doğasının evrensel devinimi gereğiyle
sonsuzdur.
Hoş
büyükanneler, dedeler, anne ve babalardan oluşan Kuvayi Milli milisler, saat
vurduğunda nasıl olsa çocuklarından, torunlarından önce, yine tam tekmil görev
başı yapacaklardır. Nasıl ki ilk önce bizler gelincik mitinglerini başlattıysak,
sonunu da getiririz evelallah, kimsenin kuşkusu olmasın...
Alışveriş
demişken konu konuyu açıyor. Kendimiz için alışverişi, emekli dünyamızda çoktan
unuttuk artık. Şimdi alışverişten anladığımız sadece, zorunlu yaşam savaşımızı
veya hayat kavgamızı sürdürmektir. Hepsi bu kadar işte. Yeni yıla girdiğimiz bu
günlerde, dar gelirli vatandaşların berbat bir kâbus gibi arkalarında
bıraktıkları 2014 yılını, ne yazık ki aratacak olan 2015’in, meslekten bir
hayat kadını edasıyla karşı kaldırımdan bize göz kırptığını görüyoruz. Ve biliyoruz
ki; “Kitlelerin
ezilmeleri aynı olmak üzere bir ülkede ne kadar çok proleter bulunursa, o kadar
zengin olunur. Karl Marx”.
Zengin,
sermaye sahibine denir. Bir işçinin asgari ücretle sermaye biriktirebilmesi,
kapitalist sistemin tabiatına aykırıdır. Ne var ki milli piyango vs. kazanmış
olsun. İşin adamı olmadığı için o kazancını da sermaye piyasasının akbabaları, çabucak
elinden alacaklardır nasılsa. Çünkü “proletarya, zengin burjuvanın madenidir”
de denmekteydi aynı dönemlerde.
Şimdi
söyleyin lütfen, bütün sözde sendikacılığınıza, sosyal haklarınıza rağmen
değişen ne olmuş liberal sermaye dünyanızda. Yani bildik tas, bildik hamam. Ve
aksine, gittikçe daha da kötüleşmiş dar gelirlinin yaşam standardı. Hakçı
yalanların bolca savrulduğu, bırakın verilen sözlerin tutulmasını, işçiyi
muhatap alıp söz dahi vermek tenezzülünde bulunulmadığı bir taşeron ülkesinde,
çalışan ve/veya sömürülen sınıflara nasıl daha mutlu bir gelecek temenni
edilebilinir ki. Şayet bunu yaparsak, bunca bilimsel gerçeği de dıştalamış
olmaz mıyız?
Hal
bu olunca ve cumhurun başında bulunanın, yokluklar ülkesinde doğumu neden ve
kimlere dayanarak teşvik ettiğini de bu bilgilerimizin üstüne vurduğumuzda, daha
da iyi anlıyoruz ki, Marks’ın 1857 yıllarında yukarda söylediklerinden bu yana,
yaşlı dünyamızda fazla da bir şey değişmemiştir. Fazla doğum daha fazla
proleter, o da Burjuva için daha fazla sermaye demektir. Ve bu sermayenin bir
kısmı sahibinin yaşam refahını sağlarken, diğer kısmı da kiraladığı emeğin, artı
artığını arttıracaktır. Bu da kendiliğinden daha fazla sermaye demek olacaktır.
Pekiyi
işçi bundan ne alacaktır. Ne alamayacağını düşünün, bunun da cevabını kendiniz
vermiş olursunuz esasen. İşte fazla doğumu öngören uçuk talebin de tek nedeni, sürekli
proleter aleyhine işleyen, işlemesi istenen ve Proletaryayı sürekli Burjuvanın
madeni halinde bırakan bu kurgusal sermaye birikimidir.
Doğruları
alta alta koyduğumuzda, dün ezilenin bugün de fazlasıyla ezilmeye devam
ettiğini, sadece zengin’in çok daha zengin olmasından başka bir değişikliğin de,
bunca yıla rağmen olmadığını görüyoruz aslında. Sermaye
ve teknoloji o günden bu güne katlarıyla artarken, fukaralık da doğru oranda katlarıyla
artmıştır. Pekiyi bu nasıl ve neden olmuştur.
Bu
sorunun cevabını da çoktan uzatmalarını oynayan Ricardo’lar, Malthus’lar, Adam
Smith’ler ve çömezlerinden güncele sarkan, bugünse liberal terfi(!) de alan çarpık
kapitalist ekonomik yapıda aramanız lazımdır. Bu arada düşünün ki, bir de ülkemizde
ki sermaye hareketinin, ithalat borçlarının günbegün katlandığı, gayri mili oluşu meselesi var. Ki bu durum da, yabancı sermayeyi ya da yabancı
artı artığı, kendi yok halimiz ve milli kaynaklarımızla nasıl şişirdiğimizin de
göstergesidir. Bu son tespit ise, ulusun günlük tayınının tuzu biberi olsun
artık.
Siz
de kendi tespitlerinizi yaptıktan sonra, şayet Marx’a rahmet de okusanız, bildik
kafalar aynı kaldıkça, başından itibaren yamuk olan ve kendi çelişkisini bile
inkar eden sistem, spiral helozonik diyalektiğinden, doğrusal ivmeye asla devinemeyecek
ve yakında atık olup tarihin çöplüğünde, savunucuları ile birlikte yok
olacaktır. Ve işte o zaman, rahmetlinin mezar taşını Osmanlıca yazarlar artık…
Serendip Altındal
Video
Kanalım