2 Ocak 2015 Cuma

VARMISINIZ..

Hiç su ile dışkı aynı mekânı paylaşabilir mi? Bu mümkün değildir. Çünkü su akar, dışkı gider. Ayrıca aksi, eşyanın tabiatına da aykırı olurdu. Demek ki zitat neymiş. Bok yoluna gitmemek için hep suyolunu açık tutmak gerekiyormuş.

Konu buradan açılmışken; Makyavelist mantalitede bir Erdoğan kendince o yola gitmemek ve ne pahasına olursa olsun ayakta kalmak adına, saati çalınca Borjia gibi geceden sabaha, varlık nedeni olan en yakın dost, sırdaş ve sadık yardımcılarını bile satacaktır. Ve peş peşe esen azgın fırtınaların türbülansında yok olmamak için, kılavuza ihtiyacı olmadan da bulabileceği, tek barınağı olacak Kemalist Ulusalcı limana doğru, “benden iyi kaptan mı bulacaksınız” rüzgârıyla uskur çevirmeye başlayacaktır kuşkusuz. Çünkü danışmansız da bunu idrak edecek ve kendi hanesine yazdıracak kadar kafasının çalıştığı yadsınmamalıdır.

            O halde şimdi buradan akapeli makapeli, yandaş yundaş, böyle bir şey olacağına ihtimal vermeyen her kimlerse, hepsine ortak bir çağrı yapıyoruz. Haydin varmısınız bahse…

            Onların cephesinde durum böyle iken, bizim cephede vaziyet nasıl acaba diye genel bir soru sormadan önce, bir anımsayıverelim. Atatürk; ‘ben de içinizden biriyim, siz de bensiniz aslında’ diye boşuna mı söylemişti? Ki Atatürk gibi bir deha adamının boşuna konuşabileceğine ihtimal bile verilemez. Şayet böyle olsaydı, kendisi sadece Türk milletine güvenerek, ağır yokluklar ve koşullar altında, tarihin ilki olan bir bağımsızlık savaşına başlar ve hem de yedi düveli karşısına alabilir miydi hiç? O halde kalben inanarak söylediği ve koskoca bir sorumluluk yüklediği Türk milleti, yani şimdi içinden yeni Atatürkler çıkaracak öz güvene sahip olmayacak mı?

            Acaba bu millet, kendi hamurundan yaratılmış ve kendisi gibi de kaypak olmayana boşuna yatırım yapmayacak olan emperyalistin, dümen suyunda seyreden kaypak uskurlara muhtaç olacak düşkünlükte ve kişiliksiz bir acz içinde midir? Ki kendi liderini çıkaramaz. Bu soruyu da kendimize arada bir, soruyor muyuz acaba Beyler, Paşalar ve Hanımefendiler.

Yoksa gençler göstermelik çeşitli kamusal kozmetiklerle popülasyon cilalıyor, akıntıya karşı kürek sallıyor, arkalarında gözü yaşlı ailelerini bırakan körpelerimiz de, asimetrik bir hiçlik de boşuna helak oluyor ve milli reaksiyon da bundan öteye taşınamıyorken, geriye kalan Senyorlar ve Senyoritalar dan mı milli devrim bekleniyor acaba?

Sırtımızda taşıdığımız, nafakalarımızla ve utanmazların emekli aylıklarımızdan bile kestikleriyle kendilerine ek ödenekler çıkaran, hesabını veremedikleri örtülü ödeneğe kaynak yaratan; ama diğer yanda, milletini temsil ettiğine de sözde yemin eden ve elimizle beslediğimiz birileri, yüce Atatürk’ün meclisinde kapalı oturumlarda, biricik varlığımız olan ve vatan dediğimiz tek parçalı battaniyemizi, üstüne üstlük bir de üstümüzden sıyırıp, yamalı bohçaya dönüştürmeye kalkıyorlar. Veya da bu komploya refakat ediyorlar.

Yakında açıkta bırakılması planlanan kıçlarımızla, ayazda boşuna titreyeceğimize; Osmanlı Türkçesinden önce tokadını patlatırken de onlara,  “YETTİNİZ GARİ” demesini bilmemiz gerekmiyor mu artık. Çünkü engel tanımayan sürüngenlerden kaypak yılanı emsal almak; biz Türklerin, dağların eteklerinde sürünmek yerine, onların üstünden aşmayı yeğleyen, özgür kartal doğalarıyla, asla uyuşmaz.

Ve hiç aklımızdan çıkarmayalım ki, her şey kendi özüne kavuşur sonuçta. Yani tavuk tavuğa, hamsi hamsiye, adam evladı da, kendinden olan adam gibi adamlara takılacaktır yalnız kaldığında. Demek oluyor ki, takılacağımız çevre ve kaynakları çok iyi teşhis etmemiz gerekiyor. Yetişkinlerde ön bilgi ve tecrübelerin, bilhassa da insan kaynağı bağlamında daha fazla olduğunu var sayarsak, bu değerlerin de alınmasını içeren tavsiyemizin, özellikle de gençleri hedeflediği anlaşılacaktır. Ne var ki gençlerin doğruları da yetişkinlere, arada sırada yeni tecrübeler kazandırmaktadır. Bu alışveriş de, insan doğasının evrensel devinimi gereğiyle sonsuzdur.

Hoş büyükanneler, dedeler, anne ve babalardan oluşan Kuvayi Milli milisler, saat vurduğunda nasıl olsa çocuklarından, torunlarından önce, yine tam tekmil görev başı yapacaklardır. Nasıl ki ilk önce bizler gelincik mitinglerini başlattıysak, sonunu da getiririz evelallah, kimsenin kuşkusu olmasın...


Alışveriş demişken konu konuyu açıyor. Kendimiz için alışverişi, emekli dünyamızda çoktan unuttuk artık. Şimdi alışverişten anladığımız sadece, zorunlu yaşam savaşımızı veya hayat kavgamızı sürdürmektir. Hepsi bu kadar işte. Yeni yıla girdiğimiz bu günlerde, dar gelirli vatandaşların berbat bir kâbus gibi arkalarında bıraktıkları 2014 yılını, ne yazık ki aratacak olan 2015’in, meslekten bir hayat kadını edasıyla karşı kaldırımdan bize göz kırptığını görüyoruz. Ve biliyoruz ki; “Kitlelerin ezilmeleri aynı olmak üzere bir ülkede ne kadar çok proleter bulunursa, o kadar zengin olunur.  Karl Marx”.

Zengin, sermaye sahibine denir. Bir işçinin asgari ücretle sermaye biriktirebilmesi, kapitalist sistemin tabiatına aykırıdır. Ne var ki milli piyango vs. kazanmış olsun. İşin adamı olmadığı için o kazancını da sermaye piyasasının akbabaları, çabucak elinden alacaklardır nasılsa. Çünkü “proletarya, zengin burjuvanın madenidir” de denmekteydi aynı dönemlerde.

Şimdi söyleyin lütfen, bütün sözde sendikacılığınıza, sosyal haklarınıza rağmen değişen ne olmuş liberal sermaye dünyanızda. Yani bildik tas, bildik hamam. Ve aksine, gittikçe daha da kötüleşmiş dar gelirlinin yaşam standardı. Hakçı yalanların bolca savrulduğu, bırakın verilen sözlerin tutulmasını, işçiyi muhatap alıp söz dahi vermek tenezzülünde bulunulmadığı bir taşeron ülkesinde, çalışan ve/veya sömürülen sınıflara nasıl daha mutlu bir gelecek temenni edilebilinir ki. Şayet bunu yaparsak, bunca bilimsel gerçeği de dıştalamış olmaz mıyız?

Hal bu olunca ve cumhurun başında bulunanın, yokluklar ülkesinde doğumu neden ve kimlere dayanarak teşvik ettiğini de bu bilgilerimizin üstüne vurduğumuzda, daha da iyi anlıyoruz ki, Marks’ın 1857 yıllarında yukarda söylediklerinden bu yana, yaşlı dünyamızda fazla da bir şey değişmemiştir. Fazla doğum daha fazla proleter, o da Burjuva için daha fazla sermaye demektir. Ve bu sermayenin bir kısmı sahibinin yaşam refahını sağlarken, diğer kısmı da kiraladığı emeğin, artı artığını arttıracaktır. Bu da kendiliğinden daha fazla sermaye demek olacaktır.

Pekiyi işçi bundan ne alacaktır. Ne alamayacağını düşünün, bunun da cevabını kendiniz vermiş olursunuz esasen. İşte fazla doğumu öngören uçuk talebin de tek nedeni, sürekli proleter aleyhine işleyen, işlemesi istenen ve Proletaryayı sürekli Burjuvanın madeni halinde bırakan bu kurgusal sermaye birikimidir.

Doğruları alta alta koyduğumuzda, dün ezilenin bugün de fazlasıyla ezilmeye devam ettiğini, sadece zengin’in çok daha zengin olmasından başka bir değişikliğin de, bunca yıla rağmen olmadığını görüyoruz aslında.  Sermaye ve teknoloji o günden bu güne katlarıyla artarken, fukaralık da doğru oranda katlarıyla artmıştır. Pekiyi bu nasıl ve neden olmuştur.

Bu sorunun cevabını da çoktan uzatmalarını oynayan Ricardo’lar, Malthus’lar, Adam Smith’ler ve çömezlerinden güncele sarkan,  bugünse liberal terfi(!) de alan çarpık kapitalist ekonomik yapıda aramanız lazımdır. Bu arada düşünün ki, bir de ülkemizde ki sermaye hareketinin, ithalat borçlarının günbegün katlandığı,  gayri mili oluşu meselesi var.  Ki bu durum da, yabancı sermayeyi ya da yabancı artı artığı, kendi yok halimiz ve milli kaynaklarımızla nasıl şişirdiğimizin de göstergesidir. Bu son tespit ise, ulusun günlük tayınının tuzu biberi olsun artık.

Siz de kendi tespitlerinizi yaptıktan sonra, şayet Marx’a rahmet de okusanız, bildik kafalar aynı kaldıkça, başından itibaren yamuk olan ve kendi çelişkisini bile inkar eden sistem, spiral helozonik diyalektiğinden, doğrusal ivmeye asla devinemeyecek ve yakında atık olup tarihin çöplüğünde, savunucuları ile birlikte yok olacaktır. Ve işte o zaman, rahmetlinin mezar taşını Osmanlıca yazarlar artık…


 Serendip Altındal

Video Kanalım

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder