25 Şubat 2018 Pazar

SANDIK NEREDE..

            AKP, Başkanının ‘bundan sonra koalisyon sorunu yaşanmayacak’ güvencesi ile 2019 Seçimlerine vaatlerle hazırlanıyor. Öyleyse Erdoğan seçim sonuçlarını lehine etkileyecek oyları ve Başkanlığı garanti ederse, ilk iş olarak koalisyon ortağı MHP ve iktidarda kalabilmek için de her şeyinden vazgeçen Bahçeliyi silecek demektir.

            Benden sonra tufan diyen Erdoğan paradigmasının, kendisinden başka lider tanımadığı ben merkezli megalo ruhsalına bakınca, bu gerçek kendiliğinden hemen anlaşılır. Bugüne kadar her şeyini feda ederek, AKP’ne yaz gününde kış lastiği desteğini bile eksiksiz yerine getiren Bahçeli, bu duruma ne diyecek nasıl tedbir alacak diye sormaktan kendimizi alamıyoruz.

            Görülüyor ki 2019 Seçim uyarlamaları ve yasalarını daha şimdiden devreye sokan AKP İktidarı, yeniden sandıktan çıkamazsa her şeyini yitireceğinin, aynadaki görüntüsü gibi farkında olduğu için de, tedbiri elden bırakmaya hiç niyetli görünmüyor.

            Yeni Seçim ayarlamaları arasında sandık taşımak da var. Yani kayıpların yaşanacağı kesin olan bölgelerde sandıkları sırtlayıp kurtarılmış(!) bölgelerine trampa edeceklerdir herhalde. Buna göre de muhtemelen sandığını kaybeden seçmenler de çoğunlukta olacak demektir o zaman.

Nereden baksanız, biraderlerin kazancı garanti edilecektir anlayacağınız. Peki, seçmenin de bu durumda bir şeyler söylemesi gerekmez mi; ama ona soran, onu adam yerine koyan yok ki nasılsa. Eski caminin yeni Vatikan bordrolu İmamı, bildiğini okuyacak her halükarda yine.    

            Yeni seçim yasalarıyla kafası iyice karışacak olan seçmen için de bu çıkmazda tek çıkar yol, partisinin amblemini gördüğü yere mührünü basmak olacak gibi görünüyor. Oysa %10 barajı kaldırılsaydı, ince ittifak hesaplarına da gerek kalmazdı. Ne ki AKP iktidarı başına geleceği iyi bildiği için, buna olanak sağlamayacaktır kuşkusuz. Aksini düşünmek ise Harami Dere de balık avlamaya kalkmakla eş değerde olur.

Unutulmamalıdır ki muhalefetin de iktidarı devirebilmesi için, mevcut şartlarda bir koalisyona ihtiyacı vardır. Bağlamında görünen en iyi ittifak ise CHP, İP, SP ve DP arasında yapılabilecek olandır her halde.  Çünkü halen faaliyette olan 88 partiden ancak bu kadarı %10 mevzuatında muhalefeti temsil edebilecek ekseriyete sahip olabilirler.

            Sözün özü; neresinden alınırsa alınsın AKP iktidarının inisiyatifinde ve muktedir Sultan’ın insafına kalmış seçim güncesi, mevcut iktidarın devamlılığının güvencesi olarak yeniden ve yine seçmene yedirilmek üzere 2019 da masaya konulacaktır, biline. O halde tüm muhalefetin boş lafları, ikircikli siyasa blöflerini bir kenara bırakıp, milli müktesebatı yeniden güvence altına almak için elbirliği ile ve özenle tasarlanan büyük manipülasyona engel olması lazımdır.

            Ülkemizde mebzul hale gelen Beştepe maaşlı gugukçuların yanında halen yeterinden bile fazla Cumhuriyet Hukukçusunun varlığını da ispat eden Barolar Birliğini kendilerine örnek almalıdırlar.

Veya müptezellerden ülkeyi yine de kurtaramayacaklarsa, ayaklarına taş bağlayıp, el ele tutuşarak kendilerini Sarayburnu’ndan denize sallamaları gerekecektir artık. Çünkü oluşacak şartlar 1932 seçimlerinden sonra Weimar Cumhuriyetinin üstüne Nazi Diktatoryasını karga tulumba yerleştiren Hitler dönemine, sanki karbon kopya oluşturmaktadır.

            Ve burada dikkat edilmesi gereken husus; şayet istedikleri resmin elde edileceği garanti edilmişse, herhangi bir beklenmedik sapmanın oluşmaması için de, seçimlerin daha önce sonuçlarının alınmasının da aciliyetinin gerekebileceğidir.  

            Hitler varyasyonlu yeni seçim yapılanması ve sanal milli kampanyası, BOP mizanseniyle ülkenin başına oturtulan bir otokrata yakışırdı ancak. Bir eksiğimiz de bu kalmıştı zaten. Ve belki de Türkiye’miz, tarihin ilk Pontus babalı Helen Hitler’i yetiştiren ülkesi olarak da tarihe geçecektir…


            Emperyalistin bir zaman Ukrayna da yarattığı rejim karşıtlarına sağladığı desteğin ve senaryonun aynısını, Suriye’nin Guta bölgesinde de yapmaya kalkışmasını ağır cezalandıran Rusya’nın, sonunda istenecek zorunlu ateşkese rıza göstermeyeceğini beklemek hata olurdu. Ne ki bu rıza şayet Erdoğan benzeri bir aldanmayla karşılık bulursa, tepkisi çok daha haşin olacaktır kuşkusuz. Bu bağlamda da Ukrayna’ya empati oluşturulmalıdır.

            Ne ki us yolunda bütün noktayı nazarların üstesinden geleceğine inandığım milletimin, milli bekası, müktesebatı ve muhteşem Türk kimliği esaslarında, gereğini gerektiği zaman, her mekânda, en şaşırtıcı ve parmak ısırtıcı bir üslupla, içindeki asosyal müstevli yapılanmasına rağmen yapacağına olan kuvvetli ve sarsılamaz inancımı içtenlikle vurgulamak zorundayım. Ebediyete kadar var olasın Türk Ulusu…


Dipnot:

Kalenin kapı Vidasını sökerek kapısını 5 gole aralayan Bayern’i kendi stadında deviren BJK, aradaki farkın asla 5 gol olmadığını da ortaya koyacaktır nasılsa. Kafanız yukarıda olsun hep sevgili BJK’lılar.
                                                                 
                                                                       Serendip Altındal



18 Şubat 2018 Pazar

ELDE VAR SIFIR..

           Afrin, Menbiç dâhil, ABD’nin Kuzey Suriye’de İsrail & AB-D koridoru bağlamında ve benzeri emperyalist nedenlerle dünyanın her yerinde döktüğü bütün Dolarların – ki onları 7 X 24 aynı nedenle bastığı halde - aslında hepsi kendi varoşlarının insanlarının boğazlarından kestiği giderlerdir. Şayet bu fazlalığı muhtacına adil dağıtabilseydi; dünyanın en yükseği olan kendi Gini katsayısını da düşürür ve gerçek bir refah ülkesi olarak adını tescil ettirirdi. Ne ki o zaman da kendisine emperyalist(!) demezlerdi işte.

Öyleyse “eyy” AB-D halkları, ne zaman uyanacaksınız da; yok yere kesilen nafakalarınızın hesabını, onları sizden esirgeyenlerden, sizleri lağım tünellerinde, harabelerde, atık gazete kâğıtlarından, ambalaj malzemelerinden yaptığınız döşeklerde yatıranlardan, mekânsız, eğitimsiz, işsiz, sosyal haksız ve sağlıksız bırakanlardan, gerektiğinde de baskıyla kendi ordu yaftalı çapulcu çetelerine angaje edenlerden, savaş malullerinizi bile iaşe ve ibate bağışlarına mahkûm bırakanlardan soracaksınız.

Mademki bizler demokrat ve özgürüz diyorsunuz, sizlerden çalınanları da sorgulayın, sahiplerinizin karşısında dik durmasını bilin de, bizi de özgürlüğünüze ikna edin ki o zaman, biz de size sahiden inanalım. Yahu bunlar da köle değil, en azından azatlıymışlar hiç olmazsa diyebilelim…

  
            Para babası Efendi Tillerson tıpış tıpış geldi ve arkasına bile bakmadan rüzgâr gibi gitti. Kaçmadı da uğurlandı, yani paşa, paşa gitti. Aslında kendisinden önce sahneye konmuş olan ‘Eyy Amerika’ başlıklı vodvil kendisinden sonra da aynı başarıyla devam etti. Halen de jenerikte kalmaya devam ediyor anlayacağınız. Elimizde kalanın hepsi de budur işte.

            Neticede ABD ile savaş(!) halindeki Erdoğan’dan Tillerson’a, beklediğimiz – ki doğrusu bir delikanlıdan beklenirdi – en azından beyin delmeyen bir Osmanlı tokadını bırakın, açıklaması bile intikal etmedi. Yani bizim yiğit sustu, el sıktı ve sadece verilenle yetindi her zaman ki gibi. Ve biz de salt aile içi dayılığa devamda kaldık yine.

            Bu hezimet yetmedi. Aynı saatlerde adalar bileşkesinde yediğimiz son Yunan salvosu da aynı öğünde aldığımız ABD biberlisinin sosu oldu. Çavuşoğlu’nun çevirisi ne kadar simultane ve resmi bir çeviridir bunun Devlet kayıtlarına girmiş herkese açık bir resmi kaydı var mıdır? Yoksa üçlünün 3 saat poker oynamış, sohbet etmiş ve viski yudumlamış olduklarını mı düşünmemiz gerekir.

            Aslında tarihi, çok hayati bir durum ve şartlara, kitle katliamlarına rağmen tutanaklara bile geçmeyen 3 saatlik ve bize açıklandığı kadarıyla yetinmek zorunda kaldığımız bir konuşmanın ardından, gayrı ciddi sıfıra sıfır elde var sıfırdan başka bir tutanak kalmadı elimizde ve tarihimizde. Yarınkiler bunu nasıl açıklayacaklardır acaba, inanın çok merak ediyorum doğrusu.


            Sözün özü: Şehit Mehmetlerimizin ninnilerini kulağıma üfleyen Güney rüzgârının taşıdığı hüzünlü nağmeleri dizelemek yerine, onları satırlara gömmek geldi içimden bugün her nedense. Ruhları Şad olsun. Özümüzden neşet ettikleri halde Dünyayı kendilerinin sananların, yaşam hakkımızı bile çok gördüklerine bakılırsa; demek ki biz Türk’ler, Şehit vermeden yaşayamayacağımızı da biliyor ve güçlü olmak zorundayız da ezelden…
           
                                                                       Serendip Altındal



11 Şubat 2018 Pazar

GÜVEN MESELESİ..

           Vatikan ziyaretinin esbabı mucibesi nedir. Celal Bayar’ın 27 Mayıs Mahkemelerinde Menderesle birlikte sehpaya çıkmamasına bakılırsa bunun nedeni, kendisi Mason olmasına rağmen Papayı kişisel ziyareti, önceden düşünmediği; ama sonradan otomatikman bir Vatikan himayesi sağlamış olabilir mi şeklinde yorumlanabilirse, bu da Erdoğan’da emsal bir algı yaratmış olabilir muhtemelen.

Yoksa Trump ailece ziyaret etti Papayı da bizim Dünya lideri neden aynısını yapmasın veya sırf Kudüs aldatmacası değildir bu ziyaretin salt nedeni elbette. Yani bundan öte de bir şeyler de olmalıdır işin içinde.

            Türk düşmanından veya Türk’üm diyemeyenden Türk’e Lider olamaz. Olamayana da adam denemez. O nedenle Osmanlı da Türk Devleti olduğu halde Türk’üm diyemediği veya Meşrutiyetle ancak Türklüğünü çok geç hatırladığı için, sonu hezimet oldu. Ya Hızır gibi ortaya çıkan Atatürk olmasaydı, küçük Asya’nın bugün de sahibi olarak kalabilen biz Türkler bugün nerede, nasıl, neye sahip olabilecektik acaba? Meğerki Türklüğünü özünden dile getirenle, siyaseten kekelemek zorunda kalan popülisti, ayrı tartıya koymuş olalım.


Türk Tabipler Birliği gibi adı Türk’le başlayan bütün milli kurumlarımızdan Türk’ü çıkartırsan adama sorarlar. Sen nerenin Cumhur başısın diye. Çünkü Çemişkezek vs. veya bilinmez bir devletin Tabipler Birliği vs. de akla gelebilir. Türk ifadesi aslında Türkiye Cumhuriyeti Devletini de betimler.

O zaman bu Cumhuriyetin de adını değiştirmek ve bunu da açık olarak ortaya koymak zorundasın demektir. Esasen zorlanmanıza da gerek yok. Aslında partinizin misyonu, Türk adını Devletin isminden ve kurumlarından tamamen kaldırmak değil miydi, bu nedenle de iktidar yapılmamış mıydınız???

Şimdi buna hazırmısın. Belki de şimdilik değil; ama yolundasın herhalde, ne dersin? Son günlerde Devlet adamlarımız, kadınlarımız dış dünyada neden saygı göremiyor, şimdi daha da iyi anlaşıldı. Çünkü Devlet erkânı bile kendilerine Türk’üm diyemiyor ve kendi Devletlerini tıpkı Osmanlı gibi tanımıyorlar da ondan.

 
            Ahu vah ile başlayan CHP Kurultayının edinimlerini yanyana koyduğunuz zaman ne çıkıyor ortaya. Bir kere Kocasakal adaylığı ile ses vereceğini umduğum Kemalist Milli tabandan tık bile çıkmadı. Ya da biz duymadık. Adamcağızı konuşturmadılar bile. Yani umutları yeşertmeyen bir erken Bahar ürkekliği vardı sanki 16 yılın Kış yorgunu koca CHP’de.

            Kılıçdaroğlu’nun mükerrer Başkanlığına elbette söylenecek bir şey yok. Doğru ve dürüst bir insan olduğu için şaibesiz bir seçimle de partisinin başında yine takır takır tek adam olarak kalmıştır. Kendisini kutlarız. Ne var ki umut yoldaşları olarak biz yine yolumuza birlikte devam edelim. Elbet beklediğimiz bizim Bahar da yeşerecektir bu yolun sonunda tekrar.

Sadece doğru, dürüst adam olmak yeterli değildir. CHP gibi Anayasa kurucusu bir partinin başına seçilen bir Başkanda, önce tutarlı bir milli açıklık, Kemalist tam bağımsızlık ve tavizsiz, ulusal birlikçi, yedi düvele karşı dik duruşlu bir kurucu Atatürk imajı da aranır. Öyleyse Kılıçdaroğlu’na, şimdi kendisinden daha da fazla beklediğimiz bu sıfatları da yakıştırmak istediğimizi hatırlatmadan geçmeyelim. O halde bu son şansını çok iyi kullanmalıdır.

            Kurultay kimilerine göre başarılı, kimilerine göre de başarısızdı. Şimdi bunu tartışmayı bırakıp artık bundan sonrasına bakmak lazımdır. Önce anımsanması gerekense; ‘ya istiklal ya ölüm’ vazgeçilmez parolasıyla yola başlayan CHP’nin, kendisini var eden özüne tekrar devinmeden, aynı kafa ve formatla yola devam edebilmesine, her hafta bir Kurultay yapsa da, artık imkân kalmamıştır.

Erdoğan’ın bile neredeyse tek taraflı küfürleştiği Kılıçdaroğlu’nu – ki Kılıçdaroğlu küfür bile edemez - centilmence(!) kutlamasının altında yatan ironiyi ise hiç yadsımayalım. Çünkü tam dişine göre bir muhalefetin bilinciyle rahat hareket etmektedir. Bakın ağzını bir kere bile bozmayan Baykal da, en fazla çekindiği siyasetçiydi. Bu yüzden onu erken pasifize ettirdiler ve kendi önünü açtılar ya zaten.

Şimdi CHP, muhalefet olarak ebediyete intikal etmemek için; daha iktidar yaparken ellerine tutuşturdukları, Türkiye’mizden ‘emperyalist manda eyaletleri Cumhuriyeti’ inşa planını, OHAL ve KHK’lar aracılığıyla adım adım hedefe doğru götüren AKP iktidarına karşı, salt kayıkçı kavgasıyla mücadele edemeyeceğini artık öğrenmiş olmalıdır.

Ve değişen, gelişen şartlara uygun olarak da manda inşa planı, esasta değişiklik yapılmadan detayda yapılan yeni uyarlamalarla sürekli revize edilmektedir. Yani biraderlere arada bir plana uygun zırvalamaktan, hamaset tiratları döşemekten başka da bir şey bırakmıyor emperyalist patronları anlayacağınız.

Nasıl olsa arkalarında, Allah’la aldatanın Allah korkusu olmadığını, dolayısıyla Müslüman da olamayacağını idrak etmekten aciz ve sütü sağılmak için yaratılmış bir yandaş koyun sürüsü alesta bekliyor. Lakin ikballeri için bunun yeterli olmayacağını bakalım ne zaman anlayacaklar.

İktidar yaftası altında Türk Milletini asla temsil etmeyen bu Vahabi güruhtan mevcut kafayla kurtulmak asla mümkün olamaz. O halde CHP ebedi muhalefete angaje olmamak için bundan sonra, Amerika’yı da yeniden keşfetmeye kalkmadan, kendi parti içi revizyon planını da acilen aslına uygun olarak uygulamak durumunda ve zorundadır. Bağlamında da Kılıçdaroğlu’na şimdi hiç olmadığı kadar daha fazla iş düşmektedir. Bekleyelim bakalım göreceğiz. Unutmasınlar ki belki de bu son şanslarıdır…


Bakalım bu iktidarla daha ne zamana kadar, nasıl yol alacağız. Başından itibaren zor günleri için sistematik olarak oluşturup ve artık devreye sokulan hamaset planının içindeyiz şimdilerde. İşte son gündem de budur şimdilik. Bugünlere nasıl geldiğimizi daha doğrusu adım adım nasıl getirildiğimizi anımsarsanız, sorulara da gerek kalmaz artık. ABD ile belki de Menbiç üstünde oynanacak son perde, artık bu yumurtadan ne çıkacağını da herkese gösterecektir yakında nasıl olsa.

Tek üzüldüğüm çapulcu yolunda pisipisine helak olan şehitlerimiz ve gözü yaşlı aileleridir. Oysa bunlara hiç gerek yoktu. İnşallah ve hiç olmazsa sonu, melun koridorun iflasıyla biter. Yoksa bok yoluna giden Niyazi olur adımız. Oysa bu ve daha nicesinin üstesinden gelecek yiğitliğe, özgüvene ve mentale sahip Türk askerinden zerre kadar kuşkum yoktur. Ne var ki başındaki Hükümete ve çakma Komutanlarına da hiç güvenim yoktur. Ve malumunuz olduğu gibi de; GÜVEN MESELESİ, her şeyin de en önemlisi…

                                                           Serendip Altındal



2 Şubat 2018 Cuma

DURUMU KURTARMAK..

            Sizin de dikkatinizi çekiyor mu bilmiyorum. Bilhassa da ulusalcı kanallarda öğretici bir söyleşi programı esnasında, süregelen programa tam da yoğunlaşıp birlikte düşünmeye başladığımız bir sırada, olur olmaz nedenlerle reklam kesintilerinin yaşanması, herhalde sizin de sinirlerinize dokunuyor ve konsantrasyonunuzun birdenbire dağılmasına sebep oluyordur.

            Artık bunun kasıtlı yapıldığına inanmaya başladım. Zira izleyicinin büyük bir kesimi dikkatle izlediği sırada, çürük yumurta gibi fırlatılan reklam programından korunma refleksiyle derhal kanal değiştirip artık yeni kanala dikkatini verdiğinde, biraz önce izlediği eğitici programı çoğunlukla unutuyor ve sonra da tuh kaçırdım diye hayıflanıyor. Bunu ben de bir iki defa yaşadım. Ne ki ilgi ile izlediğim kanalın programı sonlanmadan artık kesinlikle kanal değiştirmemeye karar verdim. Tabi bunu herkesin yapacağını da bekleyemeyiz.  

            Öyleyse bunun fayda ve zararı nedir diye sorabiliriz şimdi. Zararı şüphesiz, yarıda kalan programlar nedeniyle bilinçsizliğin artarak kararsız seçmen sayısındaki artışın da doğru orantıyla tırmanmasıdır. Sağladığı tek fayda ise kararsızların doğrudan, iktidarın epikürist muktedirleri adına devamlılığını sağlamasıdır.

Tabi buna da toplumun ekseriyeti olan mağdur seçmen fayda diyebiliyorsa artık. Hele de Atilla Kart’ın, Onur Öymen’in Nasyonalist Enternasyonalden çıkılması görüşünün desteklenmesi ve sabırla, azimle vatandaşı tek tek aydınlatmak zorundayız mealinde kendi partisine de tavsiyede bulunduğu bir programın ardından.

            HALK TV de Salı günü yayınlanan Can Ataklı ile Atilla Kart söyleşisi de aynı programdı işte. Tam da can alıcı noktalarda yine reklam yumurtasını kafama yiyince, bu yazının da taslağı kafamda oluşurken, ne var ki bu defa kendimi tufaya getirmeyip inatla programı sonuna kadar yine de izleyebildim. Ve faydalandım da şüphesiz. Çünkü bilhassa da kararsız hatta milli dik duruşa sahip her AKP seçmeninin bile dikkatle izlemesi gereken bir programdı bu.

           
            Birilerinin ısrarla kendilerinin bile inanmadığı salt Demokrasi çağrıları, şayet sonunda HDP ve diğerleri gibi Amerikancı ve liboş eyaletçilerle el sıkışarak ülkemi sömürge statüsüne düşürecek bir hedefi içeriyorsa, ben kendi adıma o Demokrasiye sol ayağımı sokarım demek zorunda kalmak istemiyorum sonuçta.

           
            Arada sırada Başbakan yaftalı bir zatın da eline mikrofon veriliyor. Ne desin ki zavallı, tek adam sultasındaki bir yapay kokokrasi Hükümetinin Başbakanlık koltuğunda emaneten oturan bir basın sözcüsü durumunda, zevahiri kurtarmaktan başka. Böylesinin ise ne söylediğinin değil de ne söylemediğinin mizanını alırsanız daha gerçekçi bir durum tespiti yapmış olursunuz şüphesiz.

            Esasen bu gerçek hepsinin başındaki Reislerinin de gizleyemediği çaresizliğinin ana göstergesi olmuyor mu aynı bağlamda. Mevcut Hükümetin gizli hedefi değil; ama ABD çıkışlı bir gizli BOP misyonu vardır ve bu da şimdilik yolunda yürüyor. Afrin’de başlayan zorunlu Harekât ise giderek yeni bir seçim kampanyasına dönüşüyor. Lakin beklenmedik sürpriz gelişmeler, bu senaryoyu her an erken sonlandırabilir.

            ABD’nin menfi cevaplı Menbiç salvosu şayet bir kurusıkıya dönüştürülemezse, seçim yatırımı daha başlamadan biter. Yani Erdoğan, İsrail/ABD koridoru hedefli yapay Kürt Devleti projesini ABD’ne sıfırlatmadan bu işten yakasını sıyıramaz. Bunun da yolu Esat’la tam bir işbirliğinden geçer. Acaba bu gerçeğin de hesabını yapabiliyor mu?

            Şayet bu hesabı yapabiliyorsa; ABD’nin ‘Hayır’ını nasıl ‘EVET’ yapabileceğini ve bunun Referandumdaki evet, hayır oylaması manipülasyonu gibi şipşak olamayacağının hesabını da yapmış olmalıdır o halde. Ve her şeyden önemlisi de tam başarıyla sonuçlanamayacak böylesi bir kapsamlı Harekâtla, şayet boku bokuna daha fazla da evladımızı kaybedersek, bu vebalin altında kalacak olan kendisi ve avenesi için neler olabileceğini de düşünebiliyor mu? Bekleyelim, göreceğiz nasılsa…

           
            Başımızdaki bu bok çuvalı, neresinden tutulabilir bilmiyorum ki bir de Kuvayı Milliyeci ÖSO çıktı şimdi de başımıza, haydi hayırlısı sanki başımızdaki boklavat azmış gibi. İyiki bu çöplük yoktu Kurtuluş Savaşımızda, yoksa sizler nerede, nasıl olur veya acaba olabilir miydiniz? Bütün mevcudiyetinizi Mehmetçiğin sivil kolu olan gerçek Kuvvacılara borçlu olduğunuzu da biliyor musunuz acaba beyler? Bunu da bir zahmet düşünüverseniz bari ayıp olmazsa.

            Kuvayı milli olan milli halktır, vatan sevdalısıdır, vatandır, namustur aslında. ‘ÖSO‘ yaftalı çakma Müslüman, yarısı Hristiyan Haçlı, ne idüğü belirsiz, vatansız, kan emici, zindan kaçkını, çapulcu, Dolara endeksli Lejyoner serkeşler sürüsü değil. Bir soru daha sormayalım mı şimdi. Ve bu sürünün kaçta kaçını, vatan savunmasını unutup ülkemizde bizim sırtımızda, ekmek elden su gölden ense yapan Suriyeli gençler teşkil ediyor acaba?

Artık bilelim ve asla unutmayalım ki Türk Milleti gibi on binlerce yıllık geçmişi olan bir milletin, AKP liginde oynayan ve her şeye rağmen hala oynamakta ısrar eden siyasetçilere, milli bekasını teslim etme lüksü yoktur ve olamaz da. Bu mealde rotasını, kıçını yatağından kaldıramayan Doğulu tembel Araba ayarlayan ve Batılı çalışkan 80 milyonun çocuklarını, uykulu gözlerle gece karanlığında okullarına yollayan şaşkın kaptanıyla AKP gemisi, bu fırtınalı denizde daha fazla yol alamayacak ve yakında sığınacak liman bile bulamayacaktır.

Öyleyse AKP Hükümetinin bundan sonra yapabileceği en akıllı iş acilen aklını başına toplayıp genel kurultaya giderek yeni kaptanını seçmek ya da yüzünü avuçlarının arkasında gizlemek olacaktır…


            Kadın cinayetlerinin arttığı istatistiklerle dillendiriliyor. Bana göre bunun asal nedeni, metrokentlere yapılan köy göçlerinde aranmalıdır. Derdin anası da, eğitimsiz ve tradisyonel eski inanç ve batıl alışkanlıklarla (töre, kan davası, İmam Nikâhı, kuma ticareti vs.) Batıkentlere doluşan çekirdek Anadolu insanlarımızın, birdenbire modern şehirlerimizin baştan çıkarıcı iklimine hazırlıksız intibak etmek zorunluluğunda kalmalarıdır.

            Yeni yaşam tarzına alışmaya çalışan, yerli özgür komşuları gibi davranmaya başlayan eş ve çocuklarına beylerin, babaların onların yeni sosyopsikolojik, pedagojik durumlarına, ruhsal haletlerine ayak uyduramamaları ve yorum dahi yapmadan faturayı kabul edilemez şekillerde eş ve çocuklarına çıkarmalarıdır bu banallığın,  sosyopatlığın tek nedeni.

            Yani en doğal özgürlüklerinin, komşularından öğrendikleri gerçek insan kimliklerinin yeni bilincine varan eşler ve yetişmiş çocukları çekiyor bu evrensel anlaşmazlığın günahını da ne yazık ki hep. Uluslararası emperyalist rant kavgası nedeniyle köyler, anakentlere boşaltılırken, sosyal problemlerin nitelik ve niceliğinin kimseyi alakadar etmediği, BM koltuklarında kıç büyüten haramzade insan hakçılarının ve sözde adalet simsarlarının gerçek yüzü, şimdi daha da iyi anlaşılıyor.

            O halde durumu toparlamak yine bize kaldıysa ya köyler yeniden; ama tam Devlet desteğiyle tekrar eski sahiplerine kavuşacak, onların bütün iş, sağlık, eğitim, iaşe ve ibate problemlerini hiçbir büyük kente ihtiyaç hissettirmeden kendi yörelerinde çözümleyecek bir milli kalkınma modeline ihtiyaç vardır. Ya da bu yoklukta onlara evrimleri için büyük kentlerde sabır gösterilecektir ki kendi sosyal evrimlerini yeni yörelerinde bir iki jenerasyon eskiterek tamamlayabilsinler.

            Bir de artan suçların Mafya, çete, örgüt, tarikat, toplu gasp, soygun, toplu cinayetler cephesi vardır. Cüzi bir kısmı işsizlik, fakirlik, bölücülük, seninki, benimki vs. nedenleriyle sosyal yapının bozulması gerekçelidir. Büyük ekseriyeti ise yolgeçen hanına dönen yurdumuzda bu tür suçların artmasında, kuşkusuz içimize doluşan sayısız yabancı tipi bozukların büyük katkısı nedeniyledir. Çünkü işlenen suçlar analiz edildiğinde, bunların büyük bir kısmının Türk geleneğine, ahlak ve vicdan yapısına uygun olmadığı derhal anlaşılmaktadır.

Muhtemeldir ki polisimiz de bu durumu çoktan tespit etmiştir. Ne ki güvenlik kurumlarımızın, halk infiali oluşmaması için devamlı bir sansür altında olduklarından bulgularını açıklayamadıkları da açıktır. İyi de ne zamana kadar acaba? Elbette yakında büyük sosyal patlama tecelli bulacaktır. İnşallah kansız olur…

                                                                                   Serendip Altındal