2 Şubat 2018 Cuma

DURUMU KURTARMAK..

            Sizin de dikkatinizi çekiyor mu bilmiyorum. Bilhassa da ulusalcı kanallarda öğretici bir söyleşi programı esnasında, süregelen programa tam da yoğunlaşıp birlikte düşünmeye başladığımız bir sırada, olur olmaz nedenlerle reklam kesintilerinin yaşanması, herhalde sizin de sinirlerinize dokunuyor ve konsantrasyonunuzun birdenbire dağılmasına sebep oluyordur.

            Artık bunun kasıtlı yapıldığına inanmaya başladım. Zira izleyicinin büyük bir kesimi dikkatle izlediği sırada, çürük yumurta gibi fırlatılan reklam programından korunma refleksiyle derhal kanal değiştirip artık yeni kanala dikkatini verdiğinde, biraz önce izlediği eğitici programı çoğunlukla unutuyor ve sonra da tuh kaçırdım diye hayıflanıyor. Bunu ben de bir iki defa yaşadım. Ne ki ilgi ile izlediğim kanalın programı sonlanmadan artık kesinlikle kanal değiştirmemeye karar verdim. Tabi bunu herkesin yapacağını da bekleyemeyiz.  

            Öyleyse bunun fayda ve zararı nedir diye sorabiliriz şimdi. Zararı şüphesiz, yarıda kalan programlar nedeniyle bilinçsizliğin artarak kararsız seçmen sayısındaki artışın da doğru orantıyla tırmanmasıdır. Sağladığı tek fayda ise kararsızların doğrudan, iktidarın epikürist muktedirleri adına devamlılığını sağlamasıdır.

Tabi buna da toplumun ekseriyeti olan mağdur seçmen fayda diyebiliyorsa artık. Hele de Atilla Kart’ın, Onur Öymen’in Nasyonalist Enternasyonalden çıkılması görüşünün desteklenmesi ve sabırla, azimle vatandaşı tek tek aydınlatmak zorundayız mealinde kendi partisine de tavsiyede bulunduğu bir programın ardından.

            HALK TV de Salı günü yayınlanan Can Ataklı ile Atilla Kart söyleşisi de aynı programdı işte. Tam da can alıcı noktalarda yine reklam yumurtasını kafama yiyince, bu yazının da taslağı kafamda oluşurken, ne var ki bu defa kendimi tufaya getirmeyip inatla programı sonuna kadar yine de izleyebildim. Ve faydalandım da şüphesiz. Çünkü bilhassa da kararsız hatta milli dik duruşa sahip her AKP seçmeninin bile dikkatle izlemesi gereken bir programdı bu.

           
            Birilerinin ısrarla kendilerinin bile inanmadığı salt Demokrasi çağrıları, şayet sonunda HDP ve diğerleri gibi Amerikancı ve liboş eyaletçilerle el sıkışarak ülkemi sömürge statüsüne düşürecek bir hedefi içeriyorsa, ben kendi adıma o Demokrasiye sol ayağımı sokarım demek zorunda kalmak istemiyorum sonuçta.

           
            Arada sırada Başbakan yaftalı bir zatın da eline mikrofon veriliyor. Ne desin ki zavallı, tek adam sultasındaki bir yapay kokokrasi Hükümetinin Başbakanlık koltuğunda emaneten oturan bir basın sözcüsü durumunda, zevahiri kurtarmaktan başka. Böylesinin ise ne söylediğinin değil de ne söylemediğinin mizanını alırsanız daha gerçekçi bir durum tespiti yapmış olursunuz şüphesiz.

            Esasen bu gerçek hepsinin başındaki Reislerinin de gizleyemediği çaresizliğinin ana göstergesi olmuyor mu aynı bağlamda. Mevcut Hükümetin gizli hedefi değil; ama ABD çıkışlı bir gizli BOP misyonu vardır ve bu da şimdilik yolunda yürüyor. Afrin’de başlayan zorunlu Harekât ise giderek yeni bir seçim kampanyasına dönüşüyor. Lakin beklenmedik sürpriz gelişmeler, bu senaryoyu her an erken sonlandırabilir.

            ABD’nin menfi cevaplı Menbiç salvosu şayet bir kurusıkıya dönüştürülemezse, seçim yatırımı daha başlamadan biter. Yani Erdoğan, İsrail/ABD koridoru hedefli yapay Kürt Devleti projesini ABD’ne sıfırlatmadan bu işten yakasını sıyıramaz. Bunun da yolu Esat’la tam bir işbirliğinden geçer. Acaba bu gerçeğin de hesabını yapabiliyor mu?

            Şayet bu hesabı yapabiliyorsa; ABD’nin ‘Hayır’ını nasıl ‘EVET’ yapabileceğini ve bunun Referandumdaki evet, hayır oylaması manipülasyonu gibi şipşak olamayacağının hesabını da yapmış olmalıdır o halde. Ve her şeyden önemlisi de tam başarıyla sonuçlanamayacak böylesi bir kapsamlı Harekâtla, şayet boku bokuna daha fazla da evladımızı kaybedersek, bu vebalin altında kalacak olan kendisi ve avenesi için neler olabileceğini de düşünebiliyor mu? Bekleyelim, göreceğiz nasılsa…

           
            Başımızdaki bu bok çuvalı, neresinden tutulabilir bilmiyorum ki bir de Kuvayı Milliyeci ÖSO çıktı şimdi de başımıza, haydi hayırlısı sanki başımızdaki boklavat azmış gibi. İyiki bu çöplük yoktu Kurtuluş Savaşımızda, yoksa sizler nerede, nasıl olur veya acaba olabilir miydiniz? Bütün mevcudiyetinizi Mehmetçiğin sivil kolu olan gerçek Kuvvacılara borçlu olduğunuzu da biliyor musunuz acaba beyler? Bunu da bir zahmet düşünüverseniz bari ayıp olmazsa.

            Kuvayı milli olan milli halktır, vatan sevdalısıdır, vatandır, namustur aslında. ‘ÖSO‘ yaftalı çakma Müslüman, yarısı Hristiyan Haçlı, ne idüğü belirsiz, vatansız, kan emici, zindan kaçkını, çapulcu, Dolara endeksli Lejyoner serkeşler sürüsü değil. Bir soru daha sormayalım mı şimdi. Ve bu sürünün kaçta kaçını, vatan savunmasını unutup ülkemizde bizim sırtımızda, ekmek elden su gölden ense yapan Suriyeli gençler teşkil ediyor acaba?

Artık bilelim ve asla unutmayalım ki Türk Milleti gibi on binlerce yıllık geçmişi olan bir milletin, AKP liginde oynayan ve her şeye rağmen hala oynamakta ısrar eden siyasetçilere, milli bekasını teslim etme lüksü yoktur ve olamaz da. Bu mealde rotasını, kıçını yatağından kaldıramayan Doğulu tembel Araba ayarlayan ve Batılı çalışkan 80 milyonun çocuklarını, uykulu gözlerle gece karanlığında okullarına yollayan şaşkın kaptanıyla AKP gemisi, bu fırtınalı denizde daha fazla yol alamayacak ve yakında sığınacak liman bile bulamayacaktır.

Öyleyse AKP Hükümetinin bundan sonra yapabileceği en akıllı iş acilen aklını başına toplayıp genel kurultaya giderek yeni kaptanını seçmek ya da yüzünü avuçlarının arkasında gizlemek olacaktır…


            Kadın cinayetlerinin arttığı istatistiklerle dillendiriliyor. Bana göre bunun asal nedeni, metrokentlere yapılan köy göçlerinde aranmalıdır. Derdin anası da, eğitimsiz ve tradisyonel eski inanç ve batıl alışkanlıklarla (töre, kan davası, İmam Nikâhı, kuma ticareti vs.) Batıkentlere doluşan çekirdek Anadolu insanlarımızın, birdenbire modern şehirlerimizin baştan çıkarıcı iklimine hazırlıksız intibak etmek zorunluluğunda kalmalarıdır.

            Yeni yaşam tarzına alışmaya çalışan, yerli özgür komşuları gibi davranmaya başlayan eş ve çocuklarına beylerin, babaların onların yeni sosyopsikolojik, pedagojik durumlarına, ruhsal haletlerine ayak uyduramamaları ve yorum dahi yapmadan faturayı kabul edilemez şekillerde eş ve çocuklarına çıkarmalarıdır bu banallığın,  sosyopatlığın tek nedeni.

            Yani en doğal özgürlüklerinin, komşularından öğrendikleri gerçek insan kimliklerinin yeni bilincine varan eşler ve yetişmiş çocukları çekiyor bu evrensel anlaşmazlığın günahını da ne yazık ki hep. Uluslararası emperyalist rant kavgası nedeniyle köyler, anakentlere boşaltılırken, sosyal problemlerin nitelik ve niceliğinin kimseyi alakadar etmediği, BM koltuklarında kıç büyüten haramzade insan hakçılarının ve sözde adalet simsarlarının gerçek yüzü, şimdi daha da iyi anlaşılıyor.

            O halde durumu toparlamak yine bize kaldıysa ya köyler yeniden; ama tam Devlet desteğiyle tekrar eski sahiplerine kavuşacak, onların bütün iş, sağlık, eğitim, iaşe ve ibate problemlerini hiçbir büyük kente ihtiyaç hissettirmeden kendi yörelerinde çözümleyecek bir milli kalkınma modeline ihtiyaç vardır. Ya da bu yoklukta onlara evrimleri için büyük kentlerde sabır gösterilecektir ki kendi sosyal evrimlerini yeni yörelerinde bir iki jenerasyon eskiterek tamamlayabilsinler.

            Bir de artan suçların Mafya, çete, örgüt, tarikat, toplu gasp, soygun, toplu cinayetler cephesi vardır. Cüzi bir kısmı işsizlik, fakirlik, bölücülük, seninki, benimki vs. nedenleriyle sosyal yapının bozulması gerekçelidir. Büyük ekseriyeti ise yolgeçen hanına dönen yurdumuzda bu tür suçların artmasında, kuşkusuz içimize doluşan sayısız yabancı tipi bozukların büyük katkısı nedeniyledir. Çünkü işlenen suçlar analiz edildiğinde, bunların büyük bir kısmının Türk geleneğine, ahlak ve vicdan yapısına uygun olmadığı derhal anlaşılmaktadır.

Muhtemeldir ki polisimiz de bu durumu çoktan tespit etmiştir. Ne ki güvenlik kurumlarımızın, halk infiali oluşmaması için devamlı bir sansür altında olduklarından bulgularını açıklayamadıkları da açıktır. İyi de ne zamana kadar acaba? Elbette yakında büyük sosyal patlama tecelli bulacaktır. İnşallah kansız olur…

                                                                                   Serendip Altındal



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder