18 Şubat 2018 Pazar

ELDE VAR SIFIR..

           Afrin, Menbiç dâhil, ABD’nin Kuzey Suriye’de İsrail & AB-D koridoru bağlamında ve benzeri emperyalist nedenlerle dünyanın her yerinde döktüğü bütün Dolarların – ki onları 7 X 24 aynı nedenle bastığı halde - aslında hepsi kendi varoşlarının insanlarının boğazlarından kestiği giderlerdir. Şayet bu fazlalığı muhtacına adil dağıtabilseydi; dünyanın en yükseği olan kendi Gini katsayısını da düşürür ve gerçek bir refah ülkesi olarak adını tescil ettirirdi. Ne ki o zaman da kendisine emperyalist(!) demezlerdi işte.

Öyleyse “eyy” AB-D halkları, ne zaman uyanacaksınız da; yok yere kesilen nafakalarınızın hesabını, onları sizden esirgeyenlerden, sizleri lağım tünellerinde, harabelerde, atık gazete kâğıtlarından, ambalaj malzemelerinden yaptığınız döşeklerde yatıranlardan, mekânsız, eğitimsiz, işsiz, sosyal haksız ve sağlıksız bırakanlardan, gerektiğinde de baskıyla kendi ordu yaftalı çapulcu çetelerine angaje edenlerden, savaş malullerinizi bile iaşe ve ibate bağışlarına mahkûm bırakanlardan soracaksınız.

Mademki bizler demokrat ve özgürüz diyorsunuz, sizlerden çalınanları da sorgulayın, sahiplerinizin karşısında dik durmasını bilin de, bizi de özgürlüğünüze ikna edin ki o zaman, biz de size sahiden inanalım. Yahu bunlar da köle değil, en azından azatlıymışlar hiç olmazsa diyebilelim…

  
            Para babası Efendi Tillerson tıpış tıpış geldi ve arkasına bile bakmadan rüzgâr gibi gitti. Kaçmadı da uğurlandı, yani paşa, paşa gitti. Aslında kendisinden önce sahneye konmuş olan ‘Eyy Amerika’ başlıklı vodvil kendisinden sonra da aynı başarıyla devam etti. Halen de jenerikte kalmaya devam ediyor anlayacağınız. Elimizde kalanın hepsi de budur işte.

            Neticede ABD ile savaş(!) halindeki Erdoğan’dan Tillerson’a, beklediğimiz – ki doğrusu bir delikanlıdan beklenirdi – en azından beyin delmeyen bir Osmanlı tokadını bırakın, açıklaması bile intikal etmedi. Yani bizim yiğit sustu, el sıktı ve sadece verilenle yetindi her zaman ki gibi. Ve biz de salt aile içi dayılığa devamda kaldık yine.

            Bu hezimet yetmedi. Aynı saatlerde adalar bileşkesinde yediğimiz son Yunan salvosu da aynı öğünde aldığımız ABD biberlisinin sosu oldu. Çavuşoğlu’nun çevirisi ne kadar simultane ve resmi bir çeviridir bunun Devlet kayıtlarına girmiş herkese açık bir resmi kaydı var mıdır? Yoksa üçlünün 3 saat poker oynamış, sohbet etmiş ve viski yudumlamış olduklarını mı düşünmemiz gerekir.

            Aslında tarihi, çok hayati bir durum ve şartlara, kitle katliamlarına rağmen tutanaklara bile geçmeyen 3 saatlik ve bize açıklandığı kadarıyla yetinmek zorunda kaldığımız bir konuşmanın ardından, gayrı ciddi sıfıra sıfır elde var sıfırdan başka bir tutanak kalmadı elimizde ve tarihimizde. Yarınkiler bunu nasıl açıklayacaklardır acaba, inanın çok merak ediyorum doğrusu.


            Sözün özü: Şehit Mehmetlerimizin ninnilerini kulağıma üfleyen Güney rüzgârının taşıdığı hüzünlü nağmeleri dizelemek yerine, onları satırlara gömmek geldi içimden bugün her nedense. Ruhları Şad olsun. Özümüzden neşet ettikleri halde Dünyayı kendilerinin sananların, yaşam hakkımızı bile çok gördüklerine bakılırsa; demek ki biz Türk’ler, Şehit vermeden yaşayamayacağımızı da biliyor ve güçlü olmak zorundayız da ezelden…
           
                                                                       Serendip Altındal



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder