Afrin,
Menbiç dâhil, ABD’nin Kuzey Suriye’de İsrail & AB-D koridoru bağlamında ve
benzeri emperyalist nedenlerle dünyanın her yerinde döktüğü bütün Dolarların –
ki onları 7 X 24 aynı nedenle bastığı halde - aslında hepsi kendi varoşlarının
insanlarının boğazlarından kestiği giderlerdir. Şayet bu fazlalığı muhtacına
adil dağıtabilseydi; dünyanın en yükseği olan kendi Gini katsayısını da düşürür
ve gerçek bir refah ülkesi olarak adını tescil ettirirdi. Ne ki o zaman da kendisine
emperyalist(!) demezlerdi işte.
Öyleyse
“eyy” AB-D halkları, ne zaman uyanacaksınız da; yok yere kesilen
nafakalarınızın hesabını, onları sizden esirgeyenlerden, sizleri lağım tünellerinde,
harabelerde, atık gazete kâğıtlarından, ambalaj malzemelerinden yaptığınız
döşeklerde yatıranlardan, mekânsız, eğitimsiz, işsiz, sosyal haksız ve
sağlıksız bırakanlardan, gerektiğinde de baskıyla kendi ordu yaftalı çapulcu çetelerine
angaje edenlerden, savaş malullerinizi bile iaşe ve ibate bağışlarına mahkûm bırakanlardan
soracaksınız.
Mademki
bizler demokrat ve özgürüz diyorsunuz, sizlerden çalınanları da sorgulayın,
sahiplerinizin karşısında dik durmasını bilin de, bizi de özgürlüğünüze ikna
edin ki o zaman, biz de size sahiden inanalım. Yahu bunlar da köle değil, en
azından azatlıymışlar hiç olmazsa diyebilelim…
Para
babası Efendi Tillerson tıpış tıpış geldi ve arkasına bile bakmadan rüzgâr gibi
gitti. Kaçmadı da uğurlandı, yani paşa, paşa gitti. Aslında kendisinden önce
sahneye konmuş olan ‘Eyy Amerika’ başlıklı vodvil kendisinden sonra da aynı
başarıyla devam etti. Halen de jenerikte kalmaya devam ediyor anlayacağınız. Elimizde
kalanın hepsi de budur işte.
Neticede ABD ile savaş(!) halindeki
Erdoğan’dan Tillerson’a, beklediğimiz – ki doğrusu bir delikanlıdan beklenirdi
– en azından beyin delmeyen bir Osmanlı tokadını bırakın, açıklaması bile intikal
etmedi. Yani bizim yiğit sustu, el sıktı ve sadece verilenle yetindi her zaman
ki gibi. Ve biz de salt aile içi dayılığa devamda kaldık yine.
Bu hezimet yetmedi. Aynı saatlerde adalar
bileşkesinde yediğimiz son Yunan salvosu da aynı öğünde aldığımız ABD
biberlisinin sosu oldu. Çavuşoğlu’nun çevirisi ne kadar simultane ve resmi bir
çeviridir bunun Devlet kayıtlarına girmiş herkese açık bir resmi kaydı var
mıdır? Yoksa üçlünün 3 saat poker oynamış, sohbet etmiş ve viski yudumlamış
olduklarını mı düşünmemiz gerekir.
Aslında tarihi, çok hayati bir durum
ve şartlara, kitle katliamlarına rağmen tutanaklara bile geçmeyen 3 saatlik ve bize
açıklandığı kadarıyla yetinmek zorunda kaldığımız bir konuşmanın ardından,
gayrı ciddi sıfıra sıfır elde var sıfırdan başka bir tutanak kalmadı elimizde
ve tarihimizde. Yarınkiler bunu nasıl açıklayacaklardır acaba, inanın çok merak
ediyorum doğrusu.
Sözün özü: Şehit Mehmetlerimizin
ninnilerini kulağıma üfleyen Güney rüzgârının taşıdığı hüzünlü nağmeleri
dizelemek yerine, onları satırlara gömmek geldi içimden bugün her nedense.
Ruhları Şad olsun. Özümüzden neşet ettikleri halde Dünyayı kendilerinin
sananların, yaşam hakkımızı bile çok gördüklerine bakılırsa; demek ki biz
Türk’ler, Şehit vermeden yaşayamayacağımızı da biliyor ve güçlü olmak
zorundayız da ezelden…
Serendip
Altındal
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder