27 Şubat 2012 Pazartesi

PROBLEM BAKIŞLA GÖRELİDİR VE KURULTAYIN AKLIMIZA GETİRDİKLERİ..

              II. Dünya savaşından (1939 – 1945) hemen önce ki yılların Türkiye’si ile 2012’lerin Türkiye’sini mukayese edince, nasıl bir resim çıkardı acaba ortaya. Yazımın sonunda ki alıntı da yatıyor aslında bu sorunun çözüm anahtarı. Yani ulu önderin Kemalist perspektifinde. O yokluk dönemlerinin ama komşularıyla sıfır(!) sorunlu Türkiyesi ile bugünün emperyalistin bekçi köpekliğine soyundurulmuş ve komşularına tasalluta hazırlanan sapkın Türkiye'mizin durumu, bu farkı açıkça ortaya koyuyor.    Rahatlıkla da iddia edebiliriz ki, emperyalist dünya devletleri de aşağıda ki KEMALİST perspektifi benimsemiş olsalardı, öyle bir dünya harbi – ki en kanlı olanı – acaba yaşanmış ve büyük çoğunluğu günahsız milyonlarca insan telef olmuş, olabilirmiydi. Ve görüldüğü gibi KEMALİST perspektif, herkesten önce de kendileri için ibretlik bir ‘birey olabilme’ dersidir aslında.
            Şayet bugün de başımızda olabilseydi, asla mutlakıyetçi olmayan, reform ve revizyona her zaman açık pozitivist Atatürk’ün, kendi perspektifine bile, bugünün koşullarına uygun ve tam bağımsız Ulusunun müktesebatı adına, emperyalist güçlere zırnık taviz vermeden, ne gibi ince ayarlar çekebileceğini de tahmin etmek, hiç de zor değildir. İşte sadece bu bile ‘KEMALİST bakışın’ aslında ne olduğuna, en güzel örnektir.
            I. Birinci Dünya savaşı sonunda, istediği kaynak talanını gerçekleştirememiş emperyalist devletlerin, bir de Osmanlının enkazından kalan dünya incisi Anadolu’yu da kaybettikten sonra, Almanya’nın liderliğine soyunduğu dünyanın ekonomisini, yerle bir edip yeni bir dünya harbinin sinyallerini verdiği bir dönemdi o dönem. İşte yüce Atatürk’ün yeni Cumhuriyeti, bir de böylesi bir ekonomik savaştan da yüzünün akıyla çıkmıştı aynı zamanda ve gözden kaçırılan asıl mucize de budur aslında.                               
           II.  Sonrasında ise İnönü’nün, tarihin en kanlı savaşı olan II Dünya savaşı gibi bir dünya afetinden, harp yorgunu Türk Ulusunu, burnunu bile kanatmadan çıkarmış olması, bir de üstüne Osmanlının bütün borçlarını ödemesi, başka bir mucizedir ve hepsi bir defalık örneklerdir bu dünyada. Hangi birini sayalım ki. İsterseniz gelin hepsini, anlamaya müsait akıl ve izan sahibi olmadıklarını bile bile, başımızda ki aymaz, vatan haini ve orta çağ kalıntılarına ithaf edelim de dersiniz?
            Bir parti’nin başkanı, önce kendisine inananların tüm ortak gerekçelerini bünyesinde toplamış, sembol kişi olmak zorundadır. Buna göre de sembol kişilik sorgulandığında, asıl konumuz olan CHP’nin omuzlarının üstünde yükselecek tek sembol kişiliğin, Atatürk olması gereği kendiliğinden ortaya çıkar. Bu artık sağlanamayacağına göre de, CHP’ye lider olacak bir başkanın tek paydası, o halde önce KEMALİST olmaktan geçiyor demektir. Hepimiz Atatürkçüyüz ama Atatürkçü olmak bir başına yetmiyor. Çünkü Atatürkçü olmak aynı zamanda Kemalist bakış sahibi olduğunu da göstermez insanın. Ne yazık ki kendisine siyasetçi ya da muhtelif branşlarda aydın denilen bir sürü, gerçekte tuluatçının, Atatürkçülüğü, kimilerinin din simsarlığı yaptığı gibi, kullandığına sayısız örnek gösterebiliriz bugün yurdumuzda.
            Kemalist kişiliği teşhis edebilmek içinse, her şeyden önce bizatihen KEMALİST olmak veya ne olduğunu ifade edebilmek gerekir. Yani tam bağımsız özgün Türk Ulusunun yaşam iksiri demek olan KEMALİST perspektifi, 6 okuyla eksiksiz tanımlayabilmek ve benimseyebilmektir ana mesele o halde. Bu bağlamda, 16. Kurultay konuşmasında, ‘Siyaset halka adanmışlıktır’ diyen, CHP liderliğine yakışan KEMALİST duruşu ve tarafı ile öncelikle de partisinde yuvalanan Amerikan mandacılarının ağzını, bir kere daha tıkayan ve bütün kalbimle samimiyetine inandığım sevgili Kılıçdaroğlu’nu, muhabbetle kutluyor, yeni Kuvayi Milliye yolunda, gazasının hayırlı olmasını diliyorum. Hele konu ‘halkına atanmak’ olunca, KEMALİST bir değer saptaması haline gelir ve genç olandan da gelse, saygıya hak yaratır.
            Dikkat edilirse, ‘KEMALİZM’ ifadesini hiç kullanmıyorum. Çünkü ‘KEMALİST OLMAK veya KEMALİST BAKMAK’ bir doktrin değil, sadece Mustafa Kemal’e has bir bakış, bir duruş ve hepsinden öte bir Milli iradedir. İşte bu çok farklı özellikleri de ‘KEMALİST OLMAYI’ bütün doktrinlerden ayrı ve onların üstünde tutar. Çünkü Kemalist olmak, tasarlanmış, kaleme alınmış, bir doktrin veya felsefe paketi değildir. Bütün zorlukları göğüslenerek, adam gibi yaşanıp, kökünü kurutmaya kararlı müstevlilerden, talancı emperyalistlerden, Misak ı Millisini kurtarıncaya kadar, dişiyle, tırnağıyla mücadele eden bir ERDEM’in bizatihi hayat belgeselidir ve dünya tarihinde doğruluğunu ispat etmiş tek örnektir.
            Dolayısı ile ‘KEMALİST OLMAK’, çoğu devrini kapamış, geri kalanı da sürekli revizyona muhtaç halde ki doktrinlerle mukayese bile edilemez. Çünkü her devir ve dönemde yeniden yaşanabilecek ve yasamasını sürdürebilmek için, aynı kalıplarda birebir ele alınmak zorunda olan gerçek ve ispatlı bir öğretidir. Bu vazgeçilemez doğruyu da ortaya koyduktan sonra, bütün inanç ve irademizle haykırabiliriz ki.

            Siyasi maskesi bir daha tamir tutmayacak hale gelmiş, fiilen de Amerika artık bitmiştir. Ve önderliğinde ki sırtlan sürüsü de kendi kuyruklarını kemirmeye başlamışlardır sonunda. Bundan sonra ise Amerikan mandacılığı şemsiyesine sığınacak bir parti ve başkanının, Türk Ulusunun vatanında prim yapmasına ne zemin ne de imkân yoktur artık. Bunu da sırası gelmişken, bir kere daha heveslisine duyuralım istedik.
                                                                                                          Serendip Altındal

§ Aziz arkadaşlarım...
Uluslararası politik, ekonomik bunalımlar nedeniyle uygarlığın çekmekte olduğu
sıkıntı ve acılar sürmektedir.
Politik bunalımın içyüzü, silahları bırakma konferansının zorluklarında özel
olarak gözlenebilir.
Ekonomik bunalım ise, uluslar arasında değişimin azalması ve daralması ile
alanını genişletmiş ve etkisini artırmıştır.
Bizim inancımızca uluslararası politik güvenliğin gelişmesi için, ilk ve en
önemli şart, ulusların hiç değilse barışı koruma fikrinde içtenlikle birleşimleridir.
Biz, ekonomik güçlenmenin temelinin de, ancak her ulusun refah içinde
yaşamaya ve ilerlemeye hakkı olduğunu kabul eden bir düşünce ile ve bütün
ulusların birlikte çalışmalarıyla sağlanabileceği görüşündeyiz.
(IV Dönem 1932, II Yasama yılı açılış konuşmasından – Mustafa Kemal)

PROBLEM, BAKIŞLA GÖRECELİDİR VE KURULTAYIN AKLIMIZA GETİRDİKLERİ..

            II. Dünya savaşından (1939 – 1945) hemen önce ki yılların Türkiye’si ile 2012’lerin Türkiye’sini mukayese edince, nasıl bir resim çıkardı acaba ortaya. Yazımın sonunda ki alıntı da yatıyor aslında bu sorunun çözüm anahtarı. Yani ulu önderin Kemalist perspektifinde. O yokluk dönemlerinin ama komşularıyla sıfır(!) sorunlu Türkiyesi ile bugünün emperyalistin bekçi köpekliğine soyundurulmuş ve komşularına tasalluta hazırlanan sapkın Türkiyemizin durumu, bu farkı açıkça ortaya koyuyor.    Rahatlıkla da iddia edebiliriz ki, emperyalist dünya devletleri de aşağıda ki KEMALİST perspektifi benimsemiş olsalardı, öyle bir dünya harbi – ki en kanlı olanı – acaba yaşanmış ve büyük çoğunluğu günahsız milyonlarca insan telef olmuş, olabilirmiydi. Ve görüldüğü gibi KEMALİST perspektif, herkesten önce de kendileri için ibretlik bir ‘birey olabilme’ dersidir aslında.
            Şayet bugün de başımızda olabilseydi, asla mutlakıyetçi olmayan, reform ve revizyona her zaman açık pozitivist Atatürk’ün, kendi perspektifine bile, bugünün koşullarına uygun ve tam bağımsız Ulusunun müktesebatı adına, emperyalist güçlere zırnık taviz vermeden, ne gibi ince ayarlar çekebileceğini de tahmin etmek, hiç de zor değildir. İşte sadece bu bile ‘KEMALİST bakışın’ aslında ne olduğuna, en güzel örnektir.
            I.         Birinci Dünya savaşı sonunda, istediği kaynak talanını gerçekleştirememiş emperyalist devletlerin, bir de Osmanlının enkazından kalan dünya incisi Anadolu’yu da kaybettikten sonra, Almanya’nın liderliğine soyunduğu dünyanın ekonomisini, yerle bir edip yeni bir dünya harbinin sinyallerini verdiği bir dönemdi o dönem. İşte yüce Atatürk’ün yeni Cumhuriyeti, bir de böylesi bir ekonomik savaştan da yüzünün akıyla çıkmıştı aynı zamanda ve gözden kaçırılan asıl mucize de budur aslında.                                II.            Sonrasında ise İnönü’nün, tarihin en kanlı savaşı olan II Dünya savaşı gibi bir dünya afetinden, harp yorgunu Türk Ulusunu, burnunu bile kanatmadan çıkarmış olması, bir de üstüne Osmanlının bütün borçlarını ödemesi, başka bir mucizedir ve hepsi bir defalık örneklerdir bu dünyada. Hangi birini sayalım ki. İsterseniz gelin hepsini, anlamaya müsait akıl ve izan sahibi olmadıklarını bile bile, başımızda ki aymaz, vatan haini ve orta çağ kalıntılarına ithaf edelim de dersiniz?
            Bir parti’nin başkanı, önce kendisine inananların tüm ortak gerekçelerini bünyesinde toplamış, sembol kişi olmak zorundadır. Buna göre de sembol kişilik sorgulandığında, asıl konumuz olan CHP’nin omuzlarının üstünde yükselecek tek sembol kişiliğin, Atatürk olması gereği kendiliğinden ortaya çıkar. Bu artık sağlanamayacağına göre de, CHP’ye lider olacak bir başkanın tek paydası, o halde önce KEMALİST olmaktan geçiyor demektir. Hepimiz Atatürkçüyüz ama Atatürkçü olmak bir başına yetmiyor. Çünkü Atatürkçü olmak aynı zamanda Kemalist bakış sahibi olduğunu da göstermez insanın. Ne yazık ki kendisine siyasetçi ya da muhtelif branşlarda aydın denilen bir sürü, gerçekte tuluatçının, Atatürkçülüğü, kimilerinin din simsarlığı yaptığı gibi, kullandığına sayısız örnek gösterebiliriz bugün yurdumuzda.
            Kemalist kişiliği teşhis edebilmek içinse, her şeyden önce bizatihen KEMALİST olmak veya ne olduğunu ifade edebilmek gerekir. Yani tam bağımsız özgün Türk Ulusunun yaşam iksiri demek olan KEMALİST perspektifi, 6 okuyla eksiksiz tanımlayabilmek ve benimseyebilmektir ana mesele o halde. Bu bağlamda, 16. Kurultay konuşmasında, ‘Siyaset halka adanmışlıktır’ diyen, CHP liderliğine yakışan KEMALİST duruşu ve tarafı ile öncelikle de partisinde yuvalanan Amerikan mandacılarının ağzını, bir kere daha tıkayan ve bütün kalbimle samimiyetine inandığım sevgili Kılıçdaroğlu’nu, muhabbetle kutluyor, yeni Kuvayi Milliye yolunda, gazasının hayırlı olmasını diliyorum. Hele konu ‘halkına atanmak’ olunca, KEMALİST bir değer saptaması haline gelir ve genç olandan da gelse, saygıya hak yaratır.
            Dikkat edilirse, ‘KEMALİZM’ ifadesini hiç kullanmıyorum. Çünkü ‘KEMALİST OLMAK veya KEMALİST BAKMAK’ bir doktrin değil, sadece Mustafa Kemal’e has bir bakış, bir duruş ve hepsinden öte bir Milli iradedir. İşte bu çok farklı özellikleri de ‘KEMALİST OLMAYI’ bütün doktrinlerden ayrı ve onların üstünde tutar. Çünkü Kemalist olmak, tasarlanmış, kaleme alınmış, bir doktrin veya felsefe paketi değildir. Bütün zorlukları göğüslenerek, adam gibi yaşanıp, kökünü kurutmaya kararlı müstevlilerden, talancı emperyalistlerden, Misak ı Millisini kurtarıncaya kadar, dişiyle, tırnağıyla mücadele eden bir ERDEM’in bizatihi hayat belgeselidir ve dünya tarihinde doğruluğunu ispat etmiş tek örnektir.
            Dolayısı ile ‘KEMALİST OLMAK’, çoğu devrini kapamış, geri kalanı da sürekli revizyona muhtaç halde ki doktrinlerle mukayese bile edilemez. Çünkü her devir ve dönemde yeniden yaşanabilecek ve yasamasını sürdürebilmek için, aynı kalıplarda birebir ele alınmak zorunda olan gerçek ve ispatlı bir öğretidir. Bu vazgeçilemez doğruyu da ortaya koyduktan sonra, bütün inanç ve irademizle haykırabiliriz ki.
            Siyasi maskesi bir daha tamir tutmayacak hale gelmiş, fiilen de Amerika artık bitmiştir. Ve önderliğinde ki sırtlan sürüsü de kendi kuyruklarını kemirmeye başlamışlardır sonunda. Bundan sonra ise Amerikan mandacılığı şemsiyesine sığınacak bir parti ve başkanının, Türk Ulusunun vatanında prim yapmasına ne zemin ne de imkân yoktur artık. Bunu da sırası gelmişken, bir kere daha heveslisine duyuralım istedik.
                                                                                                          Serendip Altındal

§ Aziz arkadaşlarım...
Uluslararası politik, ekonomik bunalımlar nedeniyle uygarlığın çekmekte olduğu
sıkıntı ve acılar sürmektedir.
Politik bunalımın içyüzü, silahları bırakma konferansının zorluklarında özel
olarak gözlenebilir.
Ekonomik bunalım ise, uluslar arasında değişimin azalması ve daralması ile
alanını genişletmiş ve etkisini artırmıştır.
Bizim inancımızca uluslararası politik güvenliğin gelişmesi için, ilk ve en
önemli şart, ulusların hiç değilse barışı koruma fikrinde içtenlikle birleşimleridir.
Biz, ekonomik güçlenmenin temelinin de, ancak her ulusun refah içinde
yaşamaya ve ilerlemeye hakkı olduğunu kabul eden bir düşünce ile ve bütün
ulusların birlikte çalışmalarıyla sağlanabileceği görüşündeyiz.
(IV Dönem 1932, II Yasama yılı açılış konuşmasından – Mustafa Kemal)

24 Şubat 2012 Cuma

MUTLAK TEMİZLİK..

           CHP de opozisyonel, enteresan şeyler oluyor. Kimilerine göre de, CHP’nin DNA’ları değiştiriliyor. Pratikte bu mümkün değildir. Çünkü DNA’nız değişmişse siz de artık o bildik SİZ olmaktan çıkmışsınız demektir ki, o zaman da CHP filan da kalmaz ortada. Bu durum ise hiçbir gerçek CHP’ linin – KEMALİST –  işine yaramaz. Geriye kalanlara da esasen CHP’li denmez. İşte bu kadar açık ve seçik söyledik. Şayet buna itirazı olanlar varsa da, onlar zaten bizden değildir. CHP onlarsız gerçek kimliğine daha çabuk kavuşur ama onlar CHP siz bir halta yaramayacaklarını da çok iyi bilirler zaten. İşin doğrusu ise, CHP’nin bu karmaşanın içine çekilmesi’nin aslında kimlerin işine yarıyor olmasıdır.
            Burada bazıları, madem Amerikancıydılar da neden Amerika Baykalı oyuna getirdi diye soracaklardır hiç kuşkusuz. Dünya gerçeklerini analiz edebilen ve kimlerle dans ettiğinin farkında olan her aklı başında insan, artık çok iyi biliyor ki, ABD adlı İblis çocuğu, iyi bir satranç ustasıdır da aynı zamanda. Zaten emperyalistin, gücüne güvenmiyorsa başka da oyunu yoktur ve her taşını oynarken birçok hamle sonrasının hesabını yapmak zorundadır. Bu bağlamda, devrini kapatmakta olduğu ama son noktaya kadar da kullanacağı, Tayyip Erdoğan’dan sonra ki misyonunu da çok iyi hesaplamış, ‘Erdoğan markalı lastiği’ patladıktan sonra, yerine koyacağı stepneyi de çoktan hazırlamıştır hiç şüphesiz.
            Ve şimdi zaman, emperyalist dünyasının ebedi kâbusu olan ATATÜRKÇÜ, Türk Ulusunu uyutma veya ondan kurtulma zamanıdır artık. Bu yaşanan opozisyonel olaylarsa hiç şaşırtmasın, Ulusal sahnemizde sergilemeye hazırlandıkları yeni Amerikan tuluatının ön provalarıdır. Bilmem anlatabildim mi? Din maskaralığı ile kendileri dine inanmayan din tacirlerinin, ‘alıştıra alıştıra’ alıştırmaya çalıştıklarının asıl amacı da bu zemini, yeni oyuna hazırlamaktır esasen. Bu arada unutulmaması gereken, kendi günleri de sayılı olan Amerikalı İblisin, her ihtimalde kullanmak üzere sakladığı çeşitli senaryolarının da daima yedeğinde mevcut olduğudur.

            Bana göre bu çatlak sesler ya da çapraz ateş, Sayın Kılıçdaroğlu, istediğimiz ve de Atatürkçü CHP Emanetçileri olarak da iştiyakla beklediğimiz, ‘KEMALİST’ bayrağını açtıktan sonra başladı. Yani Kılıçdaroğlu liderliğinde ki CHP’nin, Kemalist ve antiemperyalist açık duruşu - ki bu noktada kendisini, muhabbetle kucaklamamız gerekiyor -, CHP de yuvalanan ve görüldüğü üzere, Baykal safında cesamet bulan, Amerikan mandacılarının tansiyonunu yükseltiyor. Ve asıl sahiplerinin uyarı sopasını tepelerinde hissedince de hırlamaya başladılar.

            İşte şimdi, tam da bu noktada tarihi ağızlarından düşürmeyen gerçek CHP’lilere TARİHİ bir görev düşmektedir. CHP’nin tarihi etiğine – 6 OKUNA – derhal sahip çıkarak ve içlerindeki bütün ‘ANTİ’leri, dönüşümsüz çöp yığınına boşaltarak, hepimizin CHP’sini bir an evvel, partide yuvalanan mandacı Amerikan mikrobundan ve tüm ulusumuzun sağlığına uygun olarak, arıtmaları gerekmektedir.

            Bu arada ayrı bir parantez açmadan da geçmeyelim. 21 yüzyılda olduğumuz halde, dinle uzaktan bile ilgisi olmayan sahtekâr din tacirlerinin, İslam, Hıristiyan ya da neyse, bütün inananlar üstünden hala milyarlarca dolarlar kazandığıdır. Bunun nasıl olduğuna gelince, sinsi sahtekârlar, inanç sahibi ya da arada kalmışları, türlü okültik takıntılarla – fal, büyü, muska, sanal şifreler, tutulmuş medya, gerçek dışı dinsel kitaplar, tabirler, ayetler, tefsirler vs. – etki alanlarına alarak, alıştıra alıştıra bağımlı hale getirirler. Hedef kitlesi olan, eskilerin tabiriyle de, bu ‘Yıldızı zayıf insanlar’, istenilen doğrultuda yönlendirildikten – alıştırıldıktan - sonra da, mesele hallolmuştur esasen. Ondan sonra ise onların sağılması(!) kaçınılmaz olur.
            Yobaz, bağnaz, tekkeci, dergâhçı, cemaatçi, şeriatçı, tarikatçı, fanatik terörist ve diğerlerinin hepsi, bu sahtekâr din tacirlerinin hizmetkârlarıdır. Ve icraatlarının, özgün din ve inançla uzaktan bile ilgisi yoktur. Onlara göre de kendilerinden olmayan gâvurdur, şayet yönlendirip etki alanlarına alırlarsa, büyük sevap kazanacaklarına inanırlar. Şimdi anladınız mı, alıştırılmanın esbabı mucibesini?
            Neme lazım, sahtekârlar işlerini iyi biliyorlar. Bize de sadece öngörülerimizi kaleme almak kalıyor, ne diyelim. Bütün ümidimiz, taşıdığımız asil kanın gereği, içimizde her zaman mevcut olan ve olacak olan ‘mucize çocuklarımızda’ artık.

                                                                                              Serendip Altındal
  
           
           
           

22 Şubat 2012 Çarşamba

O KAYBOLAN SEVGİLİYE..

                                                                                                         
                                   Karanlığın girdabında kördüğümümsün
                                   Gölgelerin içinden bulup çıkardıysam da seni
                                   Işıtamadan tekrar yitirdiğimsin
                                    Açık, seçik ve saçılmış
                                   Darmadağın bir yanlara fırlatılmış
                                   Nedense sımsıkı bağrıma basamadığım
                                   Ama her şeye rağmen hüsranla aradığım
                                   Isınmak için içimde sakladığımsın
                                   Acım, tatlım ve yalnızlığım
                                   Bazen de yalnızlığımı fırlatıp
                                   Birlikte olmayı arzuladığım
                                   Ve akbabalar çöktüğünde sığınağımsın
                                   Her daldığımda tiranların karanlığına
                                   Hep içinde gördüğüm aydınlığımsın
                                  
                                   Çöken akşamın ayazında
                                   Batmakta güneş ürperip karşı yakada
                                   Düşlerimde derdest olup dolanmış
                                   Deli kızın sarı saçları gibi dağınık
                                   Sanki ağlamaklı ve ellerime sarılmış
                                   Pejmürde, annelik mihrabının altında kadınsı
                                   Hepsinden öte şaşkınca dağılıyor ışınları
                                   Çöken akşamın alaca karanlığında
                                   Ben sana bağlı, sense hiç olmadığın kadar kayıplardasın
                                   Hadi gel de erelim
                                   Özgünlüğüne yazarlığımızın yeniden
                                   Ve arıtalım sayfalarımızı geçmişin karanlığından
                                   Daha fazla gecikmeden.
                                  
                                                                                              Serendip Altındal



§  Sayın efendiler,
Basın özgürlüğünün zararlı yönlerinin giderilmesinin, ancak basın özgürlüğü ile gerçekleşebileceği konusunda Büyük Meclisimizin bu doğru yolu gösterici dönemdeki olumlu karşılanan prensipleri, eğer Cumhuriyetin ruhu olan erdemden yoksun kişilere basın ile haydutluk yapmak imkanını verirse, eğer aldatılmış ve küçük görülmüş olanların fikir hayatındaki uğursuz etkileri, tarlasında çalışan suçsuz vatandaşların kanlarının akmasına, yuvalarının dağılmasına neden olursa ve eğer son olarak haydutluğun en zararlısını seçen bu gibi küçük kişiler, kanunların özel izninden yararlanma imkanını bulurlarsa, Büyük Millet Meclisinin öğretici ve yok edici gücünün ise el koyması ve uyarması doğal olarak gerekli olur.
Gerçek şu ki, Cumhuriyet devrinin kendi düşünce ve ahlak bilgileri ile süslenmiş basınını, yine ancak Cumhuriyetin kendisi yetiştirir. Bir yandan geçmiş dönem gazetelerinin ve ilgililerinin düzelmeyen yanları milletin gözü önüne çıkarken, diğer yandan Cumhuriyet basınının temiz ve verimli alanı gelişmekte ve yükselmektedir.
Büyük ve soylu ulusumuzun yeni yasam çalışmalarını ve uygarlaşmasını kolaylaştıracak ve cesaret verecek olan, ancak bu yeni düşünceleri taşıyan basın olacaktır.
( II Dönem, 3 yasama yılı açılış konuşmasından -  Mustafa Kemal)

16 Şubat 2012 Perşembe

BİR ZAMANLAR TBBM VARDI..

        Aşağıda, bir zamanlar var olan TBMM’nin açılış konuşmalarından derlediğim alıntıları okuduktan sonra, hem de içinde yaşadığımız bu güncelde, artık onların üstüne fazla da bir şeyler yazmanın abesle iştigal olacağını düşüneceğinizi ve bazı bölümlerin altını neden vurguladığım konusunda da sorunuzun olmayacağını bildiğimi, müsaadenizle ilave ederek yazıyı görüşlerinize sunuyorum.

         Çifte standartçı, uygar(!) Batılılara, Padişah yalakası din ve adalet tacirlerine, sömürgeci uşağı liberal ekonomistlere(!), kendini aydın satanlara, daha ilk mecliste bizatihen verilen cevapların, bugün de virgülüne kadar geçerli olduğu, ne kadar da şaşırtıcı. Yaptığını ve her zaman da yapabileceğini ispat edenlerle, yapmadığını ve asla da yapamayacağını, 7x24 saat yapmış gibi zırvalayan, 88 yıl sonra TBMM yi işgal(!) edenler arasında ki uçurum, ne kadar da derin değil mi?
            Neticede yüce Türk Ulusunun tokadı, onu hak edenlerin suratında bütün haşmetiyle yine patlayacaktır. O zaman da olduğu gibi, Atatürk, tokadı atanlarla, yemesi gerekenler arasında, kendisinin de söylediği gibi aracı olmuştu. Yani atacağı tokadın yönü ve zamanını ulusuna göstermişti sadece.

          Nihavent ile hicazkâr arasında bile fark vardır. Uzun hava’nın bile makamı ayrıdır. Erdem sahibi de, her zaman bilene danışandır. Lütfen yazıya birkaç dakikanızı ayırın ve hasretle özlem duyduğunuza inandığım, ‘devlet adamlığı erdem ve Asaleti’ nin de keyfine varın.

                                                                           Serendip Altındal    



§ Anadolu'da yerleşmiş Ermenilerin ve Rumların hükümet emirlerine ve
milli amaçlara karsı gelmedikçe her türlü saldırıdan korunmaları ve tam anlamı
ile mutlu ve rahat bir hayat yasamaları öteden beri kabul edilmiş bir ana konu
idi. Kilikya ve dolaylarında ve doğu hududumuz dışındaki resmi ve resmi
olmayan Ermeni kuvvetlerinin dindaş ve ırkdaşlarımıza karsı yapılan cinayete
varan saldırıları karsısında bile, ülkemizde yasayan Ermenilerin her türlü
taarruzdan korunmasını sağlamayı pek önemli bir medeni görev kabul ettik ve
Anadolu'nun dış dünya ile ilişkisinin kesik olduğu bu günler de yüce vatan
çıkarlarını amaçlayan önlemler içinde Ermeni halkının esenliğinin korunması
gerekliliğini bütün makamlara bildirdik.
            İste, İstanbul'un yabancı kuvvetlerce işgalinden bu güne kadar geçen acı
günlerinde hiçbir ş ülkenin fiili korumasına erişemeyen Anadolu
Ermenilerinden hiçbir kişinin, en küçük bir anlamda bile, saldırıya uğramamış
olması, bize her nedenle cinayet yükleyen ve duyarlılığı kendi tekelinde sanan
entrikacı Avrupalıların yüzlerini kızartacak ve milletimizin yaradılışından sahibi
bulunduğu insanlık törelerinin yücelik derecesini ispat edecek çok önemli bir
konudur.
            İstanbul işgalinin bu gün memlekette neden olacağı durum, aldığımız
geçici önlemler ile geçiştirilecek bir nitelikte olmayıp, bu durumun devamı
halinde ülkedeki yönetimin sağlam bir esasa bağlanması gerekiyordu.
Karsımızda, hiçbir antlaşma ve hak tanımayan ve kendi özel yararlarından
başka, insanlıkla ilgili hak ve davranışlara yer vermeyen bir itilâf heyeti;
basımızda, vatan haklarını korumak, imzaladığımız antlaşma şartlarını
uygulanarak, yabancı saldırılarını sınırlamak için her türlü araçtan tümüyle
yoksun, esir bir hükümet vardır. Bunların birincisinin sonsuz baskısı, ikincisinin
de tutsaklığı karsısında, başvuracak yeri olmayan sasırmış ve çırpınıp duran bir
millet !...
            İstanbul faciasıyla Anadolu'dan yansıyan durum böyle idi ve bu durumun
sürmesi halinde vatanımızda çok büyük ve korkunç bir anarşinin başlaması
doğaldı. İşte bu düşünce sonucunda kesin bir karar vermek gerekti. Derhal
gerekli mülki ve askeri makamlarla görüşerek ülkenin idaresini anarşiden
kurtarmak üzere az önce anılan yerlerin baslarının bizimle birlikte hareket
etmesi önerildi. Bu öneri samimi bir olgunlukla her kesimde iyi karşılandı.
İşgal sonucunda ortaya çıkan olağanüstü durumun öncelikli gereği
ayrıntılarıyla düşünüp bunları uygulamaya çalışmakla birlikte, İstanbul
işgalinden dolayı üzüntü ve elemimiz bütün dünyanın aydın insanlığına ve bütün
İslâm dünyasına özel bir bildiri ile duyuruldu. İtilâf devletleri temsilcileri ve
tarafsız hükümet önünde kınandı. Bütün millet de bu kınamaya katıldı.
            İstanbul durumu ile ilgili bilgi alınacak inanılır kaynaklardan yoksun
bulunuyorduk.
            18-19 Mart 1920 gecesi ilk kez ilişki kurulabildi ve hepiniz tarafından
bilinen gerçekler öğrenildi. Bu arada Meclis-i Mebus an’ımızın bu saldırılar
Karsısında tatili görüşğü anlaşıldı.

§ Meclisimizde oluşan ve beliren milli kudretimiz, Hilâfet makamı ve
saltanatı yabancı baskısından kurtaracak ve Osmanlı devletini dağılma ve
tutsaklıktan kurtarma önlemleri alacaktır. Tam bağımsızlığa sahip, hilâfet
makamına vicdani bağlılığı ile övünen, İslâm dünyası içinde yasama anlayışını
kendinde gören bir milletin tutsak olamayacağı inancıyla, davranışlarımızı adım
adım izleyen bütün medeni dünya ve insanlık sizlere yardımcı olacaktır. (Sıcak
alkışlar) İstanbul faciasını izleyen günlerden su ana kadar Temsil Heyetimiz
milletler arasındaki birlik ve dayanışmayı korudu. Osmanlı kanunlarının
yürürlüğünü sağladı. Çalışmalarından alıkonulan devlet gücünün yokluğunu
hissettirmemeye çalıştı. Bundan dolayı genel güvenliği korumuş ve savunmuş
olmakla görevini gereği gibi yaptığından emindir. Bu dakikadan itibaren, yedi
yüz yıl boyunca onurlu ve yüce bir yasam sürdükten sonra yok olma
uçurumunun kenarında ancak ayakta durabilen Osmanlı Milletinin geleceğinin
sorumluluğu, sayın Meclisinizin çalışma gücünü artıran bir neden olacaktır.
            Davamızın yasalara uygunluğu ve bütün millet ve ulusların, insanlık hak
ve hukukundan paylarını almış olduğuna inandığımız yüreklerinin, bizimle
birlik ve bize daima yardımcı ve destek olduğuna güvenimiz tamdır. Başarı
ümitlerimizin kalplerimizde bir an bile karamsarlığa düşmemesini sağlayacak
olan, sonsuz gücümüzdür, özellikle büyük tanrı her zaman bizimledir. (Amin,
amin sesleri)
            Vermek istediğim bilgiler ve ayrıntılar bu kadardır.

 (TBMM Konuşmaları, I Dönem, 1 Yasama Yılı açılış -  20 Nisan 1920 – Mustafa Kemal)


§ Efendiler,
Bizim halen yürürlükte olan medeni kanunumuz mecelledir. Bu medeni
kanun yaklaşık olarak yarım asır önce merhum Cevdet Paşa’nın başkanlığındaki
bir bilimsel kurul tarafından hazırlanmıştır. İste, o mecellenin genel kuralındaki
«Zamanın değişmesi dolayısıyla hükümlerin değiştirilmesinden vazgeçilemez»
fıkıh kuralı, adli politikamızın temelini oluşturmaktadır. Bu ana kural içinde
hareket eden Adalet Bakanlığımız, mecellenin içermediği veya belirlemediği
güç ve açık olmayan durumların, uygun hükümlerle genişletilmesi ve
sağlamlaştırılması gereğine inanmıştır. Ve bu konuyla uğraşmak üzere,
uzmanlardan oluşan bir heyet kurulması için bir kanun önerisi hazırlamak
üzeredir. Adalet Bakanlığı bu prensip içinde çalışmalarının sonucu olarak, tek
yargıç kurulusunun hemen yüzde doksan oranında, bütün ülkede uygulanması ve
özellikle tek yargıçlı mahkemelerde yargılama usulünün sulh yargıçları usulüne
uygun olarak adaletin acele dağıtılmasının sağlanması ve yine adli islerin seri ve
basarı ile yönetilmesini sağlamak için on adliye müfettişliği kurulması ve
suçlama işlemlerinin kaldırılması ve adli tıp müessesesinin kurulması hususları
söylemeye değerdir. Ceza muhakemeleri usulünün düzeltilmesi, aşiret hayatı
geçiren bazı bölgeler hal kının doğal ihtiyaçları ve sosyal durumları ile uygun
basit bir usulde hazırlanması, cezaevlerinin düzeltilmesi gibi, diğer önemli
hususlar adı geçen bakanlığın yeni yıl içindeki çalışma konularını
oluşturmaktadır. Yargıçlar ve adliye mensuplarının şerefli görevlerine uygun
seçkin değere sahip bulunmaları adliyemizin övünç kaynağıdır. Adalet
Bakanlığının ve mevcut mahkemelerimizin özel niteliklere sahip yargıçlarla
donatılması ve sağlamlaştırılması için, bir hukuk fakültesi kurulmasını uygun
görerek karar veren Yüce Meclisimize teşekkür ederim. Bu yüksek kurum için
1922 yılı bütçesine gereken para konmuştur. Önemli bir kısım gerçekleştirilen
ve diğer bölümünün gerçekleştirilmesine çalışılan bu hususların tamamlaması,
adli hayatımızın bütün dünyaca kabul edilebilir gelişmiş bir duruma gelmesini
sağlayacaktır.

§ Efendiler,
Adli politikamızdan sonra, milli yaşamımızın en çok ilgili bulunduğu
ekonomik durumumuz hakkındaki düşüncelerimi de arz edeceğim. Bu konuya
girmeden önce görüşümü açıklamak için yüce heyetinize ve bütün dünyaya bir
soru sormama izin veriniz.
Türkiye'nin sahibi ve efendisi kimdir? (Köylüler sesleri) Bunun cevabını
derhal birlikte verelim: Türkiye'nin gerçek sahibi ve efendisi, gerçek üreticisi
olan köylüdür. (Şiddetli ve sürekli alkışlar) O halde herkesten çok bolluk,
mutluluk ve varlığa hak kazanan ve buna layık olan köylüdür. (Sürekli alkışlar)
Bundan dolayı, Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetinin ekonomik politikası
bu önemli amacının sağlanmasına yöneliktir.
Efendiler,
Diyebilirim ki, bu günkü felâket ve yoksulluğun tek nedeni bu gerçeği
ihmal etmiş olmamızdır.
Doğrusu yedi yüzyıldan beri dünyanın çeşitli yörelerine gönderilerek
kanlarını akıttığımız, kemiklerini topraklarında bıraktığımız ve yedi yüzyıldan
beri emeklerini ellerinden alıp gereksiz yere harcadığımız ve buna karşılık
daima onurunu kırdığımız ve hor gördüğümüz ve bunca özveri ve iyiliklerine
karşılık nankörlük, küstahlık ve zorbalıkla uşak durumuna indirmek istediğimiz
bu ülkenin gerçek sahibi huzurunda bu gün büyük utanç ve saygı ile gerçek
durumumuzu alalım. (Şiddetli alkışlar)
Efendiler,
Milletimiz çiftçidir. Milletin çiftçilikteki çalışmasını çağın ekonomik
tedbirleri ile en yüksek düzeye çıkarmalıyız. Köylünün islerinin sonucu ve
çalışmasının semeresini kendi yararına en yüksek düzeye çıkarmak ekonomik
politikamızın ana prensibidir. Bundan dolayı bir yandan çiftçinin çalışmasını
artıracak ve verimli kılacak bilgi, araç ve fenni aletlerin tamamlanması ve
sağlanmasına ve diğer yandan onun bu çalışmasının sonucundan en fazla
yararlanmasını sağlayacak ekonomik tedbirlerin alınması için çalışmak
gereklidir. Şimdiye kadar yolun olmaması, modern tasıma araçlarının
bulunmaması, değişim usullerinin çiftçi aleyhine olması ve hükümet
kanunlarının çiftçiyi korumaması gibi engellerin kaldırılması gereklidir. Bu
noktada özellikle zirai ürünlerimizi buna benzer yabancı ürünlere karsı
koruyamaz duruma düşmemizden dolayı milletimizi bu günkü ekonomik
sefaleteşüren kaldırılmış kapitülâsyonların feci durumunu hatırlatmadan
geçemem. Bildiğiniz gibi, ülkemiz ekonomik kuruluş ve çevre yönünden
kuvvetli durumda değildir. Özel sektör kuruluşları da serbest ticaret
mücadelesine dayanabilecek bir güce gelmemişlerdi. Tanzimatın açtığı serbest
ticaret devri Avrupa rekabetine karsı kendisini koruyamayan ekonomimizi bir de
iktisadi kapitülâsyon zincirleriyle bağladı. Kuruluş ve özel sektör yönünden
ekonomik alanda bizden çok kuvvetli olanlar, memleketimizde bir de ayrıca
imtiyazlı durumda bulunuyorlardı. Gelir vergisi vermiyorlardı. Gümrüklerimizi
ellerinde tutuyorlardı. _istedikleri zaman istedikleri eşyayı, istedikleri şartlar
altında ülkemize sokuyorlardı. Bütün ekonomimizin her bölümüne bu sayede
kesin olarak hâkim olmuşlardı.
Efendiler,
Bize karsı yapılan rekabet gerçekten, çok gayri meşru, gerçekten çok yok
edici idi. (Kahrolsunlar sesleri) Rakiplerimiz bu davranışlarıyla gelişmeye
elverişli sanayicimizi de öldürdüler. Tarımımıza da zarar verdiler. Ekonomi ve
maliyemizin gelişmesi ve olgunlaşmasını önlediler.
Efendiler,
Artık engelsiz ve bağımsız bir hayata atılan Türkiye için, ekonomik
yasamı boğmakta olan kapitülâsyonlar yoktur. (Şiddetli alkışlar) Ve olamaz.
Ekonomik yaşamımızın belirli amaçlara yöneltilmesi ve süratle gelişmesi ve
yükselmesi için alınacak önlemler içine ülkemizde Avrupa rekabeti yüzünden
yok edilmiş ve şimdiye kadar gelişmemiş olan tarımsal sanayimizi güçlendirip,
modern ekonomik araçlarla donatmayı önemle göz önünde bulunduracağız.
(İnşallah sesleri) Gerek tarım, gerek memleketin varlık ve genel sağğı
konularında önemi kesin olan ormanlarımızı da modern önlemlerle iyi duruma
getirmek, genişletmek ve en yüksek faydayı sağlamak da önemli
kurallarımızdan biridir. Ekonomik politikamızın önemli amaçlarından biri de
genel yararı doğrudan doğruya ilgilendirecek kurumlar ve iktisadi teşebbüslerin
mali kudretimizin ve teknolojimizin izni oranında devletleştirilmeleridir. Özet
olarak, topraklarımızın altında kullanılmadan duran maden hazinelerinin kısa
sürede isletilerek milletimizin yararına sunulması da ancak bu yöntemle
mümkündür. Bununla birlikte, sadece ekonomik yararlanma amacı ile gerek
madenlerimizde, gerek diğer ekonomik konularda, bayındırlık hizmetlerinde
çalışmak isteyen sermaye sahiplerine Hükümetimizce her türlü kolaylığın
gösterileceği şüphesizdir. Bu sermayelerin kanunlarımıza uygun şekilde
kullanılması gereklidir. Ülkenin ekonomik temelleri, tarım ve tarımsal sanayim
bağlı olmakla birlikte, ülkede öteden beri var olan örneğin dokuma sanayim gibi
kurumların korunması ve canlandırılması ve bazı bölgelerde yeniden
kurulabilecek diğer sanayinin her şartta gözetilmesi göz önünde önemle
bulundurulacaktır. İktisat Bakanlığımızın bir yıllık çalışması bu açıkladığım
görüş içinde yürütülmüştür. Özetleyecek olursak, çalışanların rahat yasamalarını
sağlayacak Zonguldak Amele Kanunu, Anadolu'da genel taşımacılığı
kolaylaştırmak üzere otomobil ve kamyon isletmelerine izin verilmesini
sağlayan tüzük, cephede savaşan asker ailelerine yardım esaslarını da içine alan
tarımsal yükümlülük tüzüğü, Meclisçe kabul edilen tohumluk ödeneğinden
ihtiyaç beliren yerlere usulüne uygun şekilde dağıtım yapılması, Ziraat bankaları
vasıtasıyla çiftçi âletleri ve tarımsal araçların uygun fiyatlarla dağıtılması ve
diğer bir özel kurul vasıtasıyla da bunların önemli miktarlarda yeniden
sağlanması ve gümrüklerimizde milli üretimimizin saygınlığının korunması için
bir tutum belirlenmesi ve bunun yürürlüğe konulması hususlarını bu konu ile
ilgili çalışmaların sonuçları olarak saymaya değer buluyorum. Bundan sonra da
genel ekonomik çalışmalarımız ve ekonomik politikamızın değindiğim ve
gösterdiğim bu görüş içinde ve bir plan dâhilinde, düzenli bir biçimde
yürütülmesi Bakanlar Kurulumuzun çabalarını bu nokta üzerinde toplaması ile
sağlanacaktır. Böyle bir projemizin hazırlanmasında bayındırlık hizmetlerinin
büyük önemi vardır. Çünkü ekonomik hayatın faaliyet ve canlılığı ancak
ulaştırma araçlarının, yolların, demiryollarının, limanların durumu ve
derecesiyle orantılıdır.

§ Efendiler,
Her şeyden önce yasam ve bağımsızlığımızı sağlamak demek olan milli
amacımıza ulaşmaktan başka bir şey düşünemeyiz. Bundan dolayı, bizce en
önemli nokta mali kudretimizin bunu karşılayıp karşılayamayacağıdır. 1920 ve
1921 yıllarının canlı deneylerine, bütçemizin denk durumuna, bu günkü iç
duruma ve ekonomimizin bu geçen iki yıla oranla, kıyas kabul etmez derecede
iyi bir düzeye ulaşmasıyla oluşan kesin ümitlere dayanarak arz edebilirim ki
ülkemizin gelir kaynakları milli davamızın güven içinde sağlanmasına yeterlidir.
(Alkışlar) Mali kudretimiz, bu güne kadar olduğu gibi dış borçlanma
yapılmadan da orta halli bir düzeyde, ülkeyi yönetecek ve amacına
ulaştıracaktır.(Alkışlar)

§ Efendiler,
Bu günkü mücadelemizin amacı tam bağımsızlıktır. Bağımsızlığın tam
sağlanabilmesi ise ancak mali bağımsızlık ile mümkündür. Bir devletin aslı
bağımsızlıktan yoksun olunca o devletin bütün hayatı bölümlerinde bağımsızlık
sakat durumdadır. Çünkü her devlet organı ancak maliye ile yasar. Mali
bağımsızlığın korunması için ilk Sart bütçenin ekonomik bünye ile uygunluğu ve
denk olmasıdır. Bundan dolayı devlet yapısını yaşatmak için dış ülkelere
başvurmadan ülkeyi gelir kaynakları ile yönetmek çözüm ve önlemlerini bulmak
gereklidir ve bulunabilir.

§ Bununla birlikte insanlar yalnız maddi değil özellikle; bu maddi kudret içinde yer alan manevi kuvvetlerin etkisi altında bulunan, ülkeler de böyledir. Manevi kuvvet ise özellikle bilim ve iman ile yüce bir biçimde gelişir.
Bundan dolayı, Hükümetin en verimli ve önemli görevi eğitim isleridir.
Bu görevde başarılı olabilmek için öyle bir program uygulamak zorundayız ki, o
program milletimizin bu günkü durumu ile sosyal ve yasamın ihtiyaçları ile,
yerel şartlarla ve çağın gerekleri ile tam anlamıyla denk ve uygun olsun. Bunun
için büyük, hayali ve anlaşılması güç görüşlerden tamamen arınarak gerçeklere
en iyi bir biçimde yaklaşmak gereklidir. Yapılacak girişimin neleri kapsadığı
ancak bu suretle kendiliğinden açığa çıkar.
Efendiler, yüzyıllardan beri milletimizi yöneten hükümetler eğitimi
genelleştirme dileğini belirtmişlerdir. Ancak bu dileklerine ulaşmak için Doğu
ve Batıyı taklit etmekten kurtulamadıklarından, sonuç milletin cahillikten
kurtulamamasına neden olmuştur. Bu hazin gerçek karsısında bizim uygulamak
zorunda olduğumuz eğitim politikamızın ana hatları söyle olmalıdır: Demiştim
ki, bu ülkenin gerçek sahibi ve sosyal yapımızın gerçek unsuru köylüdür. te bu
köylüdür ki, bu güne kadar eğitim nurundan yoksun bırakılmıştır. Bundan
dolayı, bizim uygulayacağımız eğitim politikasının temeli ilk önce var olan
cehaleti yok etmektir. Ayrıntıya girmekten çekinerek bu düşüncemi birkaç
kelime ile açıklamak için diyebilirim ki, genel olarak bütün köylüye okumak,
yazmak ve vatanını, dinini, dünyasını tanıtacak kadar coğrafya tarih, din ve
ahlâk ile ilgili bilgiler vermek ve dört işlemi öğretmek eğitim programımızın ilk
amacıdır. (Bravo sesleri)

§ Efendiler, yetişecek çocuklarımıza ve gençlerimize, görecekleri eğitim
sınırı ne olursa olsun, en önce ve her şeyden önce Türkiye'nin bağımsızlığı için
kendi benliğine ve milli geleneklerimize düşman olan bütün unsurlarla mücadele
etmek gereği öğretilmelidir. (Alkışlar) Uluslararası dünyanın bu günkü
durumuna göre, böyle bir savasın gerektirdiği mücadele ruhunu taşımayan
insanlara ve bu nitelikteki insanlardan kurulu topluluklara yasama ve
bağımsızlık hakkı yoktur. (Bravo sesleri)

(TBMM Konuşmaları, I Dönem, 3 Yasama yılı açılış  -  20 Nisan 1922 – Mustafa Kemal)