27 Şubat 2012 Pazartesi

PROBLEM, BAKIŞLA GÖRECELİDİR VE KURULTAYIN AKLIMIZA GETİRDİKLERİ..

            II. Dünya savaşından (1939 – 1945) hemen önce ki yılların Türkiye’si ile 2012’lerin Türkiye’sini mukayese edince, nasıl bir resim çıkardı acaba ortaya. Yazımın sonunda ki alıntı da yatıyor aslında bu sorunun çözüm anahtarı. Yani ulu önderin Kemalist perspektifinde. O yokluk dönemlerinin ama komşularıyla sıfır(!) sorunlu Türkiyesi ile bugünün emperyalistin bekçi köpekliğine soyundurulmuş ve komşularına tasalluta hazırlanan sapkın Türkiyemizin durumu, bu farkı açıkça ortaya koyuyor.    Rahatlıkla da iddia edebiliriz ki, emperyalist dünya devletleri de aşağıda ki KEMALİST perspektifi benimsemiş olsalardı, öyle bir dünya harbi – ki en kanlı olanı – acaba yaşanmış ve büyük çoğunluğu günahsız milyonlarca insan telef olmuş, olabilirmiydi. Ve görüldüğü gibi KEMALİST perspektif, herkesten önce de kendileri için ibretlik bir ‘birey olabilme’ dersidir aslında.
            Şayet bugün de başımızda olabilseydi, asla mutlakıyetçi olmayan, reform ve revizyona her zaman açık pozitivist Atatürk’ün, kendi perspektifine bile, bugünün koşullarına uygun ve tam bağımsız Ulusunun müktesebatı adına, emperyalist güçlere zırnık taviz vermeden, ne gibi ince ayarlar çekebileceğini de tahmin etmek, hiç de zor değildir. İşte sadece bu bile ‘KEMALİST bakışın’ aslında ne olduğuna, en güzel örnektir.
            I.         Birinci Dünya savaşı sonunda, istediği kaynak talanını gerçekleştirememiş emperyalist devletlerin, bir de Osmanlının enkazından kalan dünya incisi Anadolu’yu da kaybettikten sonra, Almanya’nın liderliğine soyunduğu dünyanın ekonomisini, yerle bir edip yeni bir dünya harbinin sinyallerini verdiği bir dönemdi o dönem. İşte yüce Atatürk’ün yeni Cumhuriyeti, bir de böylesi bir ekonomik savaştan da yüzünün akıyla çıkmıştı aynı zamanda ve gözden kaçırılan asıl mucize de budur aslında.                                II.            Sonrasında ise İnönü’nün, tarihin en kanlı savaşı olan II Dünya savaşı gibi bir dünya afetinden, harp yorgunu Türk Ulusunu, burnunu bile kanatmadan çıkarmış olması, bir de üstüne Osmanlının bütün borçlarını ödemesi, başka bir mucizedir ve hepsi bir defalık örneklerdir bu dünyada. Hangi birini sayalım ki. İsterseniz gelin hepsini, anlamaya müsait akıl ve izan sahibi olmadıklarını bile bile, başımızda ki aymaz, vatan haini ve orta çağ kalıntılarına ithaf edelim de dersiniz?
            Bir parti’nin başkanı, önce kendisine inananların tüm ortak gerekçelerini bünyesinde toplamış, sembol kişi olmak zorundadır. Buna göre de sembol kişilik sorgulandığında, asıl konumuz olan CHP’nin omuzlarının üstünde yükselecek tek sembol kişiliğin, Atatürk olması gereği kendiliğinden ortaya çıkar. Bu artık sağlanamayacağına göre de, CHP’ye lider olacak bir başkanın tek paydası, o halde önce KEMALİST olmaktan geçiyor demektir. Hepimiz Atatürkçüyüz ama Atatürkçü olmak bir başına yetmiyor. Çünkü Atatürkçü olmak aynı zamanda Kemalist bakış sahibi olduğunu da göstermez insanın. Ne yazık ki kendisine siyasetçi ya da muhtelif branşlarda aydın denilen bir sürü, gerçekte tuluatçının, Atatürkçülüğü, kimilerinin din simsarlığı yaptığı gibi, kullandığına sayısız örnek gösterebiliriz bugün yurdumuzda.
            Kemalist kişiliği teşhis edebilmek içinse, her şeyden önce bizatihen KEMALİST olmak veya ne olduğunu ifade edebilmek gerekir. Yani tam bağımsız özgün Türk Ulusunun yaşam iksiri demek olan KEMALİST perspektifi, 6 okuyla eksiksiz tanımlayabilmek ve benimseyebilmektir ana mesele o halde. Bu bağlamda, 16. Kurultay konuşmasında, ‘Siyaset halka adanmışlıktır’ diyen, CHP liderliğine yakışan KEMALİST duruşu ve tarafı ile öncelikle de partisinde yuvalanan Amerikan mandacılarının ağzını, bir kere daha tıkayan ve bütün kalbimle samimiyetine inandığım sevgili Kılıçdaroğlu’nu, muhabbetle kutluyor, yeni Kuvayi Milliye yolunda, gazasının hayırlı olmasını diliyorum. Hele konu ‘halkına atanmak’ olunca, KEMALİST bir değer saptaması haline gelir ve genç olandan da gelse, saygıya hak yaratır.
            Dikkat edilirse, ‘KEMALİZM’ ifadesini hiç kullanmıyorum. Çünkü ‘KEMALİST OLMAK veya KEMALİST BAKMAK’ bir doktrin değil, sadece Mustafa Kemal’e has bir bakış, bir duruş ve hepsinden öte bir Milli iradedir. İşte bu çok farklı özellikleri de ‘KEMALİST OLMAYI’ bütün doktrinlerden ayrı ve onların üstünde tutar. Çünkü Kemalist olmak, tasarlanmış, kaleme alınmış, bir doktrin veya felsefe paketi değildir. Bütün zorlukları göğüslenerek, adam gibi yaşanıp, kökünü kurutmaya kararlı müstevlilerden, talancı emperyalistlerden, Misak ı Millisini kurtarıncaya kadar, dişiyle, tırnağıyla mücadele eden bir ERDEM’in bizatihi hayat belgeselidir ve dünya tarihinde doğruluğunu ispat etmiş tek örnektir.
            Dolayısı ile ‘KEMALİST OLMAK’, çoğu devrini kapamış, geri kalanı da sürekli revizyona muhtaç halde ki doktrinlerle mukayese bile edilemez. Çünkü her devir ve dönemde yeniden yaşanabilecek ve yasamasını sürdürebilmek için, aynı kalıplarda birebir ele alınmak zorunda olan gerçek ve ispatlı bir öğretidir. Bu vazgeçilemez doğruyu da ortaya koyduktan sonra, bütün inanç ve irademizle haykırabiliriz ki.
            Siyasi maskesi bir daha tamir tutmayacak hale gelmiş, fiilen de Amerika artık bitmiştir. Ve önderliğinde ki sırtlan sürüsü de kendi kuyruklarını kemirmeye başlamışlardır sonunda. Bundan sonra ise Amerikan mandacılığı şemsiyesine sığınacak bir parti ve başkanının, Türk Ulusunun vatanında prim yapmasına ne zemin ne de imkân yoktur artık. Bunu da sırası gelmişken, bir kere daha heveslisine duyuralım istedik.
                                                                                                          Serendip Altındal

§ Aziz arkadaşlarım...
Uluslararası politik, ekonomik bunalımlar nedeniyle uygarlığın çekmekte olduğu
sıkıntı ve acılar sürmektedir.
Politik bunalımın içyüzü, silahları bırakma konferansının zorluklarında özel
olarak gözlenebilir.
Ekonomik bunalım ise, uluslar arasında değişimin azalması ve daralması ile
alanını genişletmiş ve etkisini artırmıştır.
Bizim inancımızca uluslararası politik güvenliğin gelişmesi için, ilk ve en
önemli şart, ulusların hiç değilse barışı koruma fikrinde içtenlikle birleşimleridir.
Biz, ekonomik güçlenmenin temelinin de, ancak her ulusun refah içinde
yaşamaya ve ilerlemeye hakkı olduğunu kabul eden bir düşünce ile ve bütün
ulusların birlikte çalışmalarıyla sağlanabileceği görüşündeyiz.
(IV Dönem 1932, II Yasama yılı açılış konuşmasından – Mustafa Kemal)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder