İktidar
olmak için CHP’nin tek çözümü, acilen ve ondan da öte kurtuluş ve kuruluş ilkeleriyle
yeniden buluşmaktır. İktidar olunca da her Devrimci Parti gibi yarım bıraktığı
ya da amacından çıkardığı Atatürk’ün de vasiyeti olan toprak reformunu, kaldığı
noktadan tekrar ele alıp, amacı doğrultusunda sonlandırmaktır.
Arkasından da tarım reformunu
yeniden canlandırarak, toprak sahibi yaptığı topraksız köylüyü hemen kucaklayıp,
oluşacak ihraç tarım ürünleri tasarrufunu da yabancı krediye el açmadan, sınai
kalkınmaya transfer ederek, yeni bir kalkınma planı çerçevesinde ülkeyi neticede,
diğer kalkınmış ülkeler parkında yer alacak olan bir milli sanayi Devletine
dönüştürmektir. Sonuç ise kuşkusuz baldan tatlı olacaktır.
Böylece bir işçi devrimine gerek
kalmadan, Atatürk perspektifi ve özgün liderlik dehasıyla başlangıçta başarıyla
denenmiş olan milli ekonomi modeli, bu defa dönemin şartlarıyla daha da büyük
ve kalıcı bir başarıyla ortaya konacaktır. Aynı bağlamda da ihtilalsiz ve
bağımsız bir milli ekonomi modeli olarak, bizatihi Kurtuluş Savaşı gibi adını,
Dünya tarihinin ilkler listesine yazdıracaktır.
Yalnız bu işlerin yapılmasında,
aşılması gereken zorluklar elbette yine olacaktır. Mesela atıl kaynakların
produktiv olanlara evirilmesi ve sadece bir azınlığa ait olan lüks ithalat
giderlerinin kalkınma tasarruflarına dönüşmesi. Yanında, milli kalkınmayı
engelleyici şartlı dış yatırımcılarla, işbirlikçi montaj sanayici, irticai ve
feodal burjuva menfaat bileşkesinin tasfiye edilmesi, özgün milli yatırımcının
eğitilmesi ve başarıncaya kadar da desteklenmesi; iç ve dış ticaretin
Devletleştirilmesi gibi konular sayılabilir.
Örnek bir milli kalkınmaya Atatürk
vizyonu dışında bir cevap aramaya gerek olmadığı için, aşağıda Özdil’in
‘Mustafa Kemal’ kitabından, milli kalkınmanın nasıl olması gerektiğine dair bir
alıntıyı paylaşıyorum. İlgili kitap, mizah, romantizm, mistisizm, tarih perspektifli
ve yer yer de Mustafa Kemal belgeselleri, anekdotları içeren, dinamik okumaya
uygun bir özet biyografi derlemesiydi.
Hele de Atatürk’ün milli eğitimden
bile çıkarılmakta olduğu bir dönemde, Atatürk ve ilkeleri hakkında yeterli fikir
sahibi olmayanlar için yeterli değildi ve kitabın sonunda boşuna, böyle bir
yapıtta olması gereken ‘kaynakçaları’ aradım doğrusu. Ve sadece Özdil’in itimata
şayan ‘Atatürkçülüğüne’ güvenmekle yetinmek zorunda kaldım.
Kendi hesabıma bu kitabın okunmasını
bilhassa yeni kitap okumaya başlayan gençlere tavsiye ederken, önce veya sonra Atatürk’ün
‘NUTUK’ adlı eserini ve devrin siyasilerinden Şevket Süreyya’nın ‘Birinci Adam’ını
da mutlaka okumalarını tembihlemek zorundayım. Hatta aynı yazarın ‘İkinci Adam’ı
da okunursa, Cumhuriyet üçgeni tamamen yerleşmiş olur.
Atatürk’ü iyi özümsemiş yetişkinlere
gelince, kitabı severek okuyacaklar ve birçok da benim gibi kendileri için de yeni
olabilecek Atatürk anekdotuyla tanışmış olacaklardır. Ayrıca kitapın
satışlarının da hayırlı yardımlara vesile olacağının da unutulmaması dürüstlük
olacaktır.
§ Ekonomi
dehasının kanıtlarından biri, Türk tekstinin temeli kabul edilen Nazilli
Sümerbank Basma Fabrikası'ydı.
Ruslara
yaptırdı. Krediyi Ruslar verdi, Makineleri Ruslar getirdi. Rus mühendisler
kurdu. İşçilerimizi Rus mühendisler
eğitti, öğretti.
1937'de bizzat açtı...
2 bin 500
insanımız çalışıyordu. İşçilere kadınlı-erkekli balolar düzenleniyordu,
700 kişilik
sinema salonu vardı, Haftada altı gün film gösteriliyordu, Tiyatro salonu
vardı, işçilerin tiyatro kulübü vardı. Müzik grubu vardı, korosu vardı. Fabrikanın
radyosu vardı. Fabrikada piyano vardı. Resim-heykel sergileri açılıyordu,
bahçesinde havuz, havuzun içinde bronz kadın heykeli vardı.
Spor
kulübü vardı, Sümerspor... Türkiye'nin ilk alttan ızgaralı futbol sahası
oradaydı. Basketbol-voleybol sahası vardı, güreş minderi, boks ringi, tenis
kortu vardı, paten pisti vardı, bisiklet parkuru vardı.
Ameliyathaneli,
laboratuvarlı, 40 yataklı hastanesi vardı. Eczanesi vardı. İlkokulu vardı,
kadın işçilerin çocukları için kreş vardı. 2018 den değil, 1937'den
bahsediyoruz...
Giyecek
kooperatifi vardı. Fırını vardı. İşçileri şehirden
fabrikaya getirip götürmesi için Gıdı
Gıdı adı verilen mini treni vardı. Kendi enerjisini kendi üretiyordu, santrali vardı. Nazilli'ye elektrik veriyordu.
Gıdı adı verilen mini treni vardı. Kendi enerjisini kendi üretiyordu, santrali vardı. Nazilli'ye elektrik veriyordu.
Fabrika
bünyesinde, Nazilli halkına, özellikle genç kızların meslek edinmesi için
ücretsiz kurslar düzenleniyordu. Okuma yazma kursu veriliyordu. Civar köylere
sağlık personeli gönderiliyordu, hastalar tedavi ediliyor, ücretsiz ilaç
veriliyordu. Bölgedeki sıtma salgını,
fabrikanın sağlık ekibi tarafından kurutuldu.
fabrikanın sağlık ekibi tarafından kurutuldu.
İşçilerin
264 dairelik, toplam bin kişilik lojmanı vardı. Hamam vardı, sadece işçilere
değil, halka açıktı. Altı ayda bir yöre halkına ücretsiz basma dağıtılıyordu. Demirhanesi,
marangozhanesi, dökümhanesi vardı. Başka fabrikalar için malzeme üretimi
yapılıyordu.
Ar-Ge
bölümü vardı. Daha fabrika açılmadan, fabrikada kullanılacak olan pamuk
türevleri geliştirildi. Islah çalışmaları sonucunda 28 pamuk çeşidi tescil
ettirildi. Bu tescil ettirilen pamuk türevleriyle, tüm Ege bölgesi pamuk
üretimi artırıldı. Rusya'dan 200 adet tohum ekme makinesi getirildi. Yine Rusya
dan, pamuk tarlasında kullanmak için modern tarım aletleri getirildi,
çiftçilere dağıtıldı.
Çevreye
on binlerce ağaç dikildi... Şehre katkı sağlayan fabrika değil, sosyo-kültürel
açıdan şehrin merkezi haline gelen fabrikaydı. Ve bunların hepsini tek kuruş
vermeden yaptı.
Çünkü
Ruslara ödemeyi narenciyeyle yaptı!
Türkiye'nin
en modern, en büyük fabrikasını portakal, mandalina, greyfurt karşılığında
aldı... Parayla değil, zekâyla akılla kurdu. (Mustafa Kemal Y. Özdil s.
355-357)
İşte
tam bu noktada ortaya şu soru çıkıyor: Acaba CHP bu bağlamda kendisine güvenebiliyor
mu? Yani bu beklentilere Atatürk döneminde olduğu gibi cevap verebileceğine
sahiden aklı kesiyor mu? Yoksa ‘BEKLENEN’ bekleyip de gelmeyene mi dönüşmeye
namzet yine. Acaba kapanan fabrikalar, satılan milli kaynaklardan başlayarak
yeni Nazilliler yaratmaya yeterli olabileceğine ve düşlerimizi gerçeğe
dönüştürebileceğine iman edebiliyor, bu Kemalist özgüveni taşıyor mu?
Rusya,
Çin ekseninde ve Dünyanın diğer bölgelerinde sosyal reformlarını gerçekleştiren
bütün Devletlerin ki bunlara küçük Bulgaristan ve Asya’daki bütün Türki Devletler
dâhildir, kalkınmada bize defalarca fark atmışlardır. Hele de samanına kadar
ithal eden bir ülkede sanayi devrimi aciliyeti ne denli bir esas haline
gelmişse:
Milletinin
karnını doyuramayan bir iktidarın asla geleceği yoktur. Çünkü yaşamak için emperyalist
yardıma ihtiyacı doğmuştur artık. Ve yabancı yardımın da ilk şartı, milli
Devrimi unutması yolunda olacaktır kuşkusuz. Cumhuriyetle başlayan bağımsız
kalkınma Devrimi rayına oturtulamadığı için, ülkeye neyin, neden zaman
kaybettirdiği hala anlaşılamamaktadır.
Milli
kalkınmanın olmazsa olmazı plan, onunda olmazı elbette planlı denetimdir. Dolayısıyla
bütün planlı denetim mekanizması acilen tam çalışır hale getirilmelidir. Bilhassa
da Danıştay ve Sayıştay’ın önemi ve itibarı kendilerine iade edilmelidir. Özellikle de bu kurumların adil ve milli
kalkınmanın asla vazgeçilemez unsurları oldukları kesinlikle gözardı
edilmemeleridir. Ki bunun yadsınması, milli ve Devrimci bir Hükümet
olunmadığının da en karakteristik göstergesidir.
Marmara
ray yapılırken Boğazın derinliklerinden çıkarılan ve 4000 sandıktan fazla
olduğu söylenen tarihimizi yansıtan bulgular bugün nerededir. Dışarıda kim
bilir kimlerin elinde, evinde ve/veya müzelerindedir. Bu konuda da onların
gerçek sahibi olan Türk Milletinin hiçbir bilgisi yoktur. Bırakalım gerisini de
peki, bu mudur milli Devlet olduğunu iddia etmek…
Serendip
Altındal