Suriyeli
mülteciler sorunu giderek diğer sorunları katlamaya başlıyor, şöyle ki:
Suriyelilerin artan doğum yüzdesi de milli nüfusa oranla kabarmaya
başladığından, yeni yerleşkelerinde intibak ettikçe ve peyderpey geçim
sıkıntıları da hafifleyince, bu insanların tekrar ülkelerine yollanmaları, öyle
pek sorunsuz olmayacağa benziyor.
Belki de Almanların da vaktiyle
yaptıkları gibi bütün kesintilerinin, emeklilik, diğer harçlar vs. gibi ve
beraberinde ödenecek bir tazminatla birlikte, memleketlerine dönmesi istenen
vasıfsız işçilere geri ödenmesi şeklinde bir özendirme yapılabilir. Ve bu
sayede, artık bir sosyal patlama aşamasına gelen bu problemin, tamamen olmasa
da büyük bir çoğunlukta egale edilmesi mümkün olabilir. Ayrıca bir başka çok önemli
diğer sorun da, yerli ve mülteci ayrımını körükleyerek ortaya çıkacak olan
sosyal çatışkılar üstüne menfaat palanları yapan emperyalist provokatörlerinin,
yadsınamaz varlığıdır.
İşte böylesine sağlı, sollu
dolgularla gittikçe şişmeye başlayan mülteci sorunu; Devlet tarafından DPT’nin
acil bir kalkınma planı gibi daha fazla vakit kaybetmeden ve yeni doğanlar
büyüyüp işsizler ordusuna katılmadan ya da daha büyük afetlere neden olmadan,
derhal masaya yatırılmak zorunda olduğunu kuvvetle hissettiriyor.
Soru 1: Acaba Hükümet başımıza sardığı mülteciler konusunda ne
yapmayı düşünüyor?
Bunca yıllık plan, program ve
Devletçiliğe rağmen kalkınmış sanayi ülkeleri arasında yerini alamayan
ülkemizin sorunu, bireysel kapasite ve yeteneksizliğin asla eksikliğinde değil;
ama kolay yollardan hızla para kazanmak isteyen müteşebbis ile aynı kafada ki
üst Bürokrat menfaatperestliğinin tartışılamaz uyumunda aranmalıdır.
Şöyle ki: Serbest ticarete soyunan
birey, Atatürk dönemindeki kısa süreçte ancak Japonya’nın kapitalist kalkınma
döneminde olduğu gibi dış sermayesiz ve Devlet desteğiyle himaye bulabilmişti.
Atatürk’ten sonra milli ekonominin altın çağı bitmiştir. Çeşitli bürokratik
engeller ve ortaklıklarla yozlaşan Devlet yüzünden giderek şirazesinden çıkan
milli ekonomi, işbirlikçi sermayedar ve menfaatperest üst bürokrat eliyle tatlı
paraya yani dış sermaye rüşvetleriyle, emperyal sömürüye adeta teslim
edilmişti.
Ve her müteşebbis, iyi niyetli ve
milli duygulara da sahip olsa, mutlaka yabancı bir ortakla çalışmaya mecbur
edilmişti. Ortak lafına da kapılmayalım, çünkü yabancı sermayedar %50’lerin
altında bir sermaye koymuş bile olsa, şirketin yönetiminde tam yetkiye sahip
olarak, Devlete yeni gümrük ve daha ucuz fiyatlı rakip ürünlere ithalat
engelleri çıkarttırarak, kendi ürünlerini ülke genelinde istediği fiyatla pazarlama
hakkına sahip olmuştur. Bırakın yatırım yapmayı, salt patent hakkıyla bile
firmaya neredeyse sahiptir. Bugün her konuya el atan Holdinglerin duvar ördüğü
ülkemizde, durum sanki farklımıdır. Hangisi dış sermayeye çalışmamaktadır. Ki
bunlara Devlet de dâhildir. Öyleyse bunun adı emperyalist sömürü değil de
nedir.
ABD yardım(!) fonlarıyla ağır sanayi
yerinde saydırılarak, kapitalizm küçük işletmelerle alt tabana yayılarak, milli
ekonomi milli olmaktan çıkarılıp, dış sermaye bağımlılığı arttırılmış ve milli
ekonomi bir sömürge ekonomisi haline dönüştürülmüştür. Bunda en büyük etken,
baş sermayedar ve milli reformlara, Devletçiliğe karşı olan ABD’nin, kendi
sömürü programının uygulayıcısı olarak gördüğü tutucu sınıfların ve irticanın
yanında yer alması ve hep bu gruplar içinden çıkan iktidarlara her türlü
desteği sağlamasıdır.
Hatta çeşitli burslarla ülkesinde
eğittiği gençlerin bile bu gruplar arasındaki ailelerin çocuklarından olmasına
dikkat etmesidir. Bu durum aynı zamanda
atıl kalan köylerden, tarım topraklarının büyük sermayeye geçmesi nedeniyle de,
geçinme sıkıntısı içinde kalan köylüyü, büyük sermayenin kredili AVM tüketicisi
olarak metropollere göçe zorlamıştır. Herhalde bir soruya daha sıra geldi
şimdi. Böyle olmadı da, bunları ben mi sallıyorum?
Anlayacağınız sınai kalkınmanın
adında, Atatürk döneminden sonra gelen iktidarlar tarafından kalkınma lafı
soygun ile yer değiştirmiştir. Devlet teşviki, milli ortak lafları bile
unutulmuş, bırakın Devleti, kamu teşekkülleri bile özelleştirilmiş, milli olan
her şey, toprağın alt ve üst öz kaynaklarıyla tamamen yabancı sermayeye servis
edilmiştir. Şimdi Yukarıdaki resme bakıp da herhangi bir revizyona kalkmamış
olan mevcut Hükümetin, ‘kalkındık’ demesi, safsata edebiyatında bile yer
bulamaz artık. Görüldüğü üzere, bugüne kadar böyle yürütülmüştür(!). Ne var ki
bundan sonra da böyle gideceği kesinlikle beklenmemelidir.
Soru 2: Acaba Hükümet bu gidişe milli planda bir çözüm üretebilecek
mi?
MYK’ na giremediği için ruh haleti
bozuldu denilen bir eskimiş Parti üyesininin ruh haletine yeni mi tanı
konulmuştur. Buna ancak gülünür. Esasen üst yönetimle fikir ayrılığı yaşanan üyenin,
yürütme kuruluna alınmayacağı da sürpriz olmaz. Ve bunun ruh haletiyle filan ne
ilgisi vardır. O halde neden ızgarayı haşlama yapıyorsunuz kardeşler? Şunu
açıkça itiraf etsenize. Ne demiş adamcağız. Ezan Türkçe okunmalı demiş. Yani
Atatürk’ün yolundan gitmiş. Buna mı itirazınız. Ben de, tanıdıklarımda öyle
diyoruz. Biz de Atatürkçüyüz. Yoksa buna da mı itirazınız var.
Bırakın artık İktidar takozu olmayı.
En azından haklı gerekçelerde biraz da köstek olmayı deneyin. İlkeli olmak ve
öyle de kalmak zorunda olan, ayrıca Cumhuriyeti kuran bir ana muhalefet Partisi
olduğunuzu da asla unutmayın. Her insan ancak doğrularıyla bir varlıktır,
eğrileriyle değil. Ve şayet buna da hayır diyorsanız, bir örnek gösterin. Ona
da varlık diyelim o halde.
Soru 3: Acaba CHP; demokrat, öz cumhuriyetçi ve Türk Ulusunun Partisi
olmayı yeniden düşünüyor mu?
Atatürk’ü tarihten silmeye çalışarak
Türk Ulusunu da sileceklerini düşünen ve içimizden bazı sapı silikleri bu işe
angaje etmek için maliyetli uğraşlara yoğunlaşan gafil emperyalistin bilgisine
sunulur.
Erdoğan Efendi Atatürk’e sadece
‘Gazi’ diyorsa, konuya şöyle de bakabiliriz: Atatürk aslında Türklerin tek
atası değil, atalarından birisiydi sadece. Ne var ki içinde bulunduğumuz zaman
sürecinde sonuncusuydu. Ve kendisinden sonra da sonsuza dek daha ne kadar Atamız
olacaktır. Bunu ne biz ne de başkaları bilebilir. Şayet Erdoğan konuya bu
perspektifle bakıyorsa mesele yok. Çünkü bu bir özür olabilir belki.
Soru 4: Bu değişmez koşullarda acaba Sayın Erdoğan yoluna nasıl
devam edebileceğini düşünüyor?
Yoksa Türkler Atatürk’le vardılar o
bitince biteceklerdir ters algısında veya bunu pekiştirmeye çalışıyor ya da
birilerine hizmet veriyorsa, işi sahiden zordur. Çünkü o zaman kendi vahim
sonundan da gerçekten endişe etmek mecburiyetindedir. Çünkü milletin tansiyonunun
salt dış destekle kontrol altına alınabileceği dönem Dünya genelinde de bitmiştir
artık. Hele de obje Türk Ulusuysa; valla ne olacağını kimse önceden kestiremez doğrusu!!!
Serendip Altındal
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder