25 Kasım 2018 Pazar

BEKLENEN..


            İktidar olmak için CHP’nin tek çözümü, acilen ve ondan da öte kurtuluş ve kuruluş ilkeleriyle yeniden buluşmaktır. İktidar olunca da her Devrimci Parti gibi yarım bıraktığı ya da amacından çıkardığı Atatürk’ün de vasiyeti olan toprak reformunu, kaldığı noktadan tekrar ele alıp, amacı doğrultusunda sonlandırmaktır.

            Arkasından da tarım reformunu yeniden canlandırarak, toprak sahibi yaptığı topraksız köylüyü hemen kucaklayıp, oluşacak ihraç tarım ürünleri tasarrufunu da yabancı krediye el açmadan, sınai kalkınmaya transfer ederek, yeni bir kalkınma planı çerçevesinde ülkeyi neticede, diğer kalkınmış ülkeler parkında yer alacak olan bir milli sanayi Devletine dönüştürmektir. Sonuç ise kuşkusuz baldan tatlı olacaktır. 

            Böylece bir işçi devrimine gerek kalmadan, Atatürk perspektifi ve özgün liderlik dehasıyla başlangıçta başarıyla denenmiş olan milli ekonomi modeli, bu defa dönemin şartlarıyla daha da büyük ve kalıcı bir başarıyla ortaya konacaktır. Aynı bağlamda da ihtilalsiz ve bağımsız bir milli ekonomi modeli olarak, bizatihi Kurtuluş Savaşı gibi adını, Dünya tarihinin ilkler listesine yazdıracaktır.

            Yalnız bu işlerin yapılmasında, aşılması gereken zorluklar elbette yine olacaktır. Mesela atıl kaynakların produktiv olanlara evirilmesi ve sadece bir azınlığa ait olan lüks ithalat giderlerinin kalkınma tasarruflarına dönüşmesi. Yanında, milli kalkınmayı engelleyici şartlı dış yatırımcılarla, işbirlikçi montaj sanayici, irticai ve feodal burjuva menfaat bileşkesinin tasfiye edilmesi, özgün milli yatırımcının eğitilmesi ve başarıncaya kadar da desteklenmesi; iç ve dış ticaretin Devletleştirilmesi gibi konular sayılabilir.

            Örnek bir milli kalkınmaya Atatürk vizyonu dışında bir cevap aramaya gerek olmadığı için, aşağıda Özdil’in ‘Mustafa Kemal’ kitabından, milli kalkınmanın nasıl olması gerektiğine dair bir alıntıyı paylaşıyorum. İlgili kitap, mizah, romantizm, mistisizm, tarih perspektifli ve yer yer de Mustafa Kemal belgeselleri, anekdotları içeren, dinamik okumaya uygun bir özet biyografi derlemesiydi.

            Hele de Atatürk’ün milli eğitimden bile çıkarılmakta olduğu bir dönemde, Atatürk ve ilkeleri hakkında yeterli fikir sahibi olmayanlar için yeterli değildi ve kitabın sonunda boşuna, böyle bir yapıtta olması gereken ‘kaynakçaları’ aradım doğrusu. Ve sadece Özdil’in itimata şayan ‘Atatürkçülüğüne’ güvenmekle yetinmek zorunda kaldım.
           
            Kendi hesabıma bu kitabın okunmasını bilhassa yeni kitap okumaya başlayan gençlere tavsiye ederken, önce veya sonra Atatürk’ün ‘NUTUK’ adlı eserini ve devrin siyasilerinden Şevket Süreyya’nın ‘Birinci Adam’ını da mutlaka okumalarını tembihlemek zorundayım. Hatta aynı yazarın ‘İkinci Adam’ı da okunursa, Cumhuriyet üçgeni tamamen yerleşmiş olur.

            Atatürk’ü iyi özümsemiş yetişkinlere gelince, kitabı severek okuyacaklar ve birçok da benim gibi kendileri için de yeni olabilecek Atatürk anekdotuyla tanışmış olacaklardır. Ayrıca kitapın satışlarının da hayırlı yardımlara vesile olacağının da unutulmaması dürüstlük olacaktır.

§   Ekonomi dehasının kanıtlarından biri, Türk tekstinin temeli kabul edilen Nazilli Sümerbank Basma Fabrikası'ydı.
Ruslara yaptırdı. Krediyi Ruslar verdi, Makineleri Ruslar getirdi. Rus mühendisler kurdu.   İşçilerimizi Rus mühendisler eğitti, öğretti.
 1937'de bizzat açtı...
2 bin 500 insanımız çalışıyordu. İşçilere kadınlı-erkekli balolar düzenleniyordu,
700 kişilik sinema salonu vardı, Haftada altı gün film gösteriliyordu, Tiyatro salonu vardı, işçilerin tiyatro kulübü vardı. Müzik grubu vardı, korosu vardı. Fabrikanın radyosu vardı. Fabrikada piyano vardı. Resim-heykel sergileri açılıyordu, bahçesinde havuz, havuzun içinde bronz kadın heykeli vardı.
Spor kulübü vardı, Sümerspor... Türkiye'nin ilk alttan ızgaralı futbol sahası oradaydı. Basketbol-voleybol sahası vardı, güreş minderi, boks ringi, tenis kortu vardı, paten pisti vardı, bisiklet parkuru vardı.
Ameliyathaneli, laboratuvarlı, 40 yataklı hastanesi vardı. Eczanesi vardı. İlkokulu vardı, kadın işçilerin çocukları için kreş vardı. 2018 den değil, 1937'den bahsediyoruz...
Giyecek kooperatifi vardı. Fırını vardı. İşçileri şehirden fabrikaya getirip götürmesi için Gıdı
Gıdı adı verilen mini treni vardı. Kendi enerjisini kendi üretiyordu, santrali vardı. Nazilli'ye elektrik veriyordu.
Fabrika bünyesinde, Nazilli halkına, özellikle genç kızların meslek edinmesi için ücretsiz kurslar düzenleniyordu. Okuma yazma kursu veriliyordu. Civar köylere sağlık personeli gönderiliyordu, hastalar tedavi ediliyor, ücretsiz ilaç veriliyordu. Bölgedeki sıtma salgını,
fabrikanın sağlık ekibi tarafından kurutuldu.
İşçilerin 264 dairelik, toplam bin kişilik lojmanı vardı. Hamam vardı, sadece işçilere değil, halka açıktı. Altı ayda bir yöre halkına ücretsiz basma dağıtılıyordu. Demirhanesi, marangozhanesi, dökümhanesi vardı. Başka fabrikalar için malzeme üretimi yapılıyordu.
Ar-Ge bölümü vardı. Daha fabrika açılmadan, fabrikada kullanılacak olan pamuk türevleri geliştirildi. Islah çalışmaları sonucunda 28 pamuk çeşidi tescil ettirildi. Bu tescil ettirilen pamuk türevleriyle, tüm Ege bölgesi pamuk üretimi artırıldı. Rusya'dan 200 adet tohum ekme makinesi getirildi. Yine Rusya dan, pamuk tarlasında kullanmak için modern tarım aletleri getirildi, çiftçilere dağıtıldı.
Çevreye on binlerce ağaç dikildi... Şehre katkı sağlayan fabrika değil, sosyo-kültürel açıdan şehrin merkezi haline gelen fabrikaydı. Ve bunların hepsini tek kuruş vermeden yaptı.
Çünkü Ruslara ödemeyi narenciyeyle yaptı!
Türkiye'nin en modern, en büyük fabrikasını portakal, mandalina, greyfurt karşılığında aldı... Parayla değil, zekâyla akılla kurdu. (Mustafa Kemal Y. Özdil s. 355-357)

            İşte tam bu noktada ortaya şu soru çıkıyor: Acaba CHP bu bağlamda kendisine güvenebiliyor mu? Yani bu beklentilere Atatürk döneminde olduğu gibi cevap verebileceğine sahiden aklı kesiyor mu? Yoksa ‘BEKLENEN’ bekleyip de gelmeyene mi dönüşmeye namzet yine. Acaba kapanan fabrikalar, satılan milli kaynaklardan başlayarak yeni Nazilliler yaratmaya yeterli olabileceğine ve düşlerimizi gerçeğe dönüştürebileceğine iman edebiliyor, bu Kemalist özgüveni taşıyor mu?


            Rusya, Çin ekseninde ve Dünyanın diğer bölgelerinde sosyal reformlarını gerçekleştiren bütün Devletlerin ki bunlara küçük Bulgaristan ve Asya’daki bütün Türki Devletler dâhildir, kalkınmada bize defalarca fark atmışlardır. Hele de samanına kadar ithal eden bir ülkede sanayi devrimi aciliyeti ne denli bir esas haline gelmişse:
            Milletinin karnını doyuramayan bir iktidarın asla geleceği yoktur. Çünkü yaşamak için emperyalist yardıma ihtiyacı doğmuştur artık. Ve yabancı yardımın da ilk şartı, milli Devrimi unutması yolunda olacaktır kuşkusuz. Cumhuriyetle başlayan bağımsız kalkınma Devrimi rayına oturtulamadığı için, ülkeye neyin, neden zaman kaybettirdiği hala anlaşılamamaktadır. 

            Milli kalkınmanın olmazsa olmazı plan, onunda olmazı elbette planlı denetimdir. Dolayısıyla bütün planlı denetim mekanizması acilen tam çalışır hale getirilmelidir. Bilhassa da Danıştay ve Sayıştay’ın önemi ve itibarı kendilerine iade edilmelidir.  Özellikle de bu kurumların adil ve milli kalkınmanın asla vazgeçilemez unsurları oldukları kesinlikle gözardı edilmemeleridir. Ki bunun yadsınması, milli ve Devrimci bir Hükümet olunmadığının da en karakteristik göstergesidir.


            Marmara ray yapılırken Boğazın derinliklerinden çıkarılan ve 4000 sandıktan fazla olduğu söylenen tarihimizi yansıtan bulgular bugün nerededir. Dışarıda kim bilir kimlerin elinde, evinde ve/veya müzelerindedir. Bu konuda da onların gerçek sahibi olan Türk Milletinin hiçbir bilgisi yoktur. Bırakalım gerisini de peki, bu mudur milli Devlet olduğunu iddia etmek…

                                                                       Serendip Altındal



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder