Türkiye Cumhuriyeti’nin bugün tek
bir meselesi vardır. O da Ulus Devlet müktesebatının tam da bu menhus günlerde,
ortak ve milli değerler bileşkesinde, Türk milletinin küllen onaylayacağı bir
milli mutabakat antlaşmasını imzalayarak, milli müktesebatın ebede kadar idame
ve ikamesini sağlamak, daha doğrusu da perçinlemektir. Bunun dışında kalan bütün
iç ve dış siyasal konular teferruatta kalır.
Diğer konulara ise ancak yukarıdaki
esaslar kapsamında Millet Meclisinde kurucu anayasa ve Kemalist ilkeler doğrultusunda,
al bayrağa, ilkeye, töreye, silaha ve namusa edilen yeminden sonra oluşacak
yeni, mütecanis ve tam bağımsız millet vekillerinden oluşacak milletin Meclisinde,
ancak milli ilke ve menfaatler bileşkesinde el atılmalıdır. Alınacak kararlarda kişisel ve/veya sınıfsal
menfaatlere asla yer yoktur. Yani varılacak her karar, denk bütçe grafisinde, sadece
milletin ve Devletin ortak menfaatine özgü olmalıdır.
İşte tam da bu istasyonda ‘ben Türkiye
Cumhuriyeti Vatandaşı özgün bir Türküm’ diyebilme özgüven ve yürekliliğine
sahip bireysel kimlik taşıma zorunluluğu vardır artık; vatan bekasına, en müktesep
hakkım diyecek veya bu deyişe yüreğini de koyacak her yurttaş hesabına. Bunu
özünde hissetmeyen yurttaşa da yurttaş denemez esasen. Ve elbette ki ebedi bir
müktesebat, bu yabanlar için söz konusu bile olamaz. Burada bahse konu olan,
sadece anadan babadan Türk olanların değil; ama anam Yahudi, babam Gürcü vs. ‘ben
ise Türk’üm diyebilecek vatandaşların da olacağıdır şüphesiz ki yeni Türkiye
Cumhuriyeti vatanı.
İşte Corona dan ve AKP’den sonra
yeni Dünya, hümanist perspektifle böyle görünen, hem de sınıfsal ve kişisel egoların
toplum menfaatine mazide bırakıldığı. ‘Yurtta sulh Cihanda sulh’ prensibine
dört elle sarılmış, özgün insan haklarının tavan yaptığı savaşsız bir Dünya olursa
ancak, yaşanır bir Dünya olacaktır.
Çünkü
insanı insan gibi yaşatacak bu evrensel prensibi töre yapan uluslara, çevre
kirliliğinden de arınmış Dünyamızın kaynakları, fazlasıyla yetecektir. Rahmetli
Haydar Baş’ta Dünya kaynaklarının, savurganlığı bırakıp milli kaynaklara sahip
çıkılırsa, hepimize yeterli olacağını savunurdu hep. Ve bunu da hesapla ortaya
koymuştu aslında.
Karanlıklar Prenslerinin inişli
çıkışlı sayısız ‘offshore’ hesapları ve artan vergi borçları her geçen gün mevcut
İktidarın ülkemizdeki karanlık geleceğini daha da karartıyor. Ve açık olarak görülüyor
ki sakin Limanı terk edip derin ve fırtınalı denizlere açılan ve yol aldıkça da
yoğunlaşan ihtiras rüzgarlarına kapılan AKP, artık terk ettiği Limana da bir
daha istese de geri dönemeyeceğinin SOS sinyalini veriyor.
O
halde çakma Sultanlığın da çöküşü, neresinden bakılsa kaçınılmaz oluyor. Bu
durum ise ayaklarını yerden kesip, kendilerini kurtulacakları bir başka sahile
fırlatacak bir mucizeye acil ihtiyaçları olduğunun da göstergesi oluyor aynı
bağlamda.
27
Mayıs’ın, tarih olgusu içinde tek bir anlam değeri vardır. O da ‘darbe’ değil
İhtilal olduğu gerçeğidir. Esasen bu husus dönemin bütün saygın Anayasa hukukçusu
akademisyenlerinin onayı ile de bütün dünyaya deklare edilmişti. Ki bugün
yurdumuzda o dönem Hukukçularının kalitesinde ve liyakat seviyesinde hukukçumuz
da kalmamıştır maalesef.
Varsa
da o kadar silik, sönük, etkisiz ya da o denli eşgüdümlü olmuşlardır ki kimse
tanımıyor artık onları. 1961 İhtilal anayasası ise bugün de aşırı ihtiyacını
hissettiğimiz, o mümtaz hukukçulardan bize kalan mükemmel bir mirastı. Ne var ki onun da kıymetini bilemedik.
Epidemiyi
kendine kader yapmayacak olan insan metabolizması, mutasyona uğrayarak Coronaya
adapte oluyor yani giderek uyum sağlıyor. Bunu da Corona’dan iyileşenlerin artan
sayısından anlıyoruz. Demek oluyor ki Coronayı da biyolojik akrabalarımız
listesine, grip, suçiçeği, kızıl, kızamık vs. vb. gibi ilave edeceğiz anlaşılan.
Dikkat
ederseniz Corona mutasyon geçiriyor lafını hiç kullanmıyor, kullanmakta
istemiyorum. Çünkü insan bütün organizmalara egemen hepsinin fevkinde tanrı suretinde
bir varlıktır. Ve bütün problemler gibi çözümleri de bugüne kadar olduğu gibi hep
insanoğlunun elinden olmuş ve bundan sonra da yine insanoğlunun elinden olacaktır.
O halde her hâlükârda beise gerek yoktur. Çünkü insanoğlu geçmişin zifiri Kabalist
labirentlerinden de aydınlığa çıktığı gibi nasılsa yine ışığını her daim bulacaktır.
Serendip
Altındal